YAZARLAR

Averof’un güvertesinde

Averof, bugün kendi türünün son örneği. Dünyada hala yüzen benzer bir gemi yok. Bu zırhlı, büyük toplarla donatılmış yüzen kalelerin devri daha 1940’larda çoktan geçmişti bile. Ama onlar, imparatorlukların yıkılıp yeni ulusların ortaya çıktığı bir dönemin simgeleri oldular. Bizim Yavuz gibi…

Faliro Marina’da 40 yıldır ziyaretçilerini ağırlayan Averof’un güvertesinde öğlen güneşinin altında yıllardır merak ettiğim bir tarihi gemiyi nihayet görmenin huzuru içindeyken, 1913’de aynı yerde duran Amiral Pavlos Kountouriotis’i düşündüm. Acaba, Osmanlı Donanması’nı mahvetmenin gururu içindeki Kountouriotis yönettiği gemiyle birlikte ulusal bir simgeye dönüşeceğini biliyor muydu?

1900’lerin başında, savaş gemisi teknolojisindeki büyük gelişmeler karşısında geri kalan birçok ülke telaş içinde donanmalarını yenilemeye çalışıyordu. Osmanlı İmparatorluğu 1908’de altı dretnot satın almaya karar vermişti. Ama tabii böyle bir para yoktu. Tam o sırada Yunanistan’ın İtalyan tersanelerinde yapılan bir zırhlı kruvazörü satın almasıyla büyük ve telaşlı bir yarış başladı. Yunanistan gerekli parayı Mısır’da edindiği büyük serveti Yunan halkı için harcayan ünlü bir işadamı, Georgios Averof’un yaptığı yüklü bağış sayesinde denkleştirebilmişti. Nitekim bir yıl sonra gelen gemiye de onun adını verdiler. Bu arada Osmanlı Meclisi’nden çıkartılan bütçe, Donanma Cemiyeti faaliyetleri vs. ile batının bütün tersanelerine çok sayıda gemi sipariş edildi, bunlardan ikisi 1. Dünya Savaşı çıktığında İngiltere’nin teslim etmekten vaz geçeceği Sultan Osman ve Reşadiye gemileriydi. Nitekim bunların yerine Osmanlı, Almanya’dan Goben ve Breslau’yu ‘satın alacak’ bu gemilerden Yavuz adını alanı, 1970’e kadar yüzmeye devam edecekti…

Osmanlı Donanması kitabında Daniel Panzac, “Bir tek Yunan gemisinin bütün Osmanlı donanmasından bile üstün olduğunu idrak eden” Osmanlı’nın Yunanistan ile bir deniz silahları yarışına girdiğini ve yıllar süren bir satın alma-sipariş sarmalına kapıldığını anlatır. Ama bu telaş sonuç vermeyecek, Osmanlı eski gemilerine ancak bir iki eski gemi daha katabilecek ve Balkan Savaşları başladığında bunun acısını çekecekti. Osmanlı Donanması, Çanakkale Boğazı’ndan iki kez çıkıp Yunan Donanması ile karşılaştı. İlki Aralık 1912’deki İmroz (Gökçeada) açıklarında gerçekleşen savaşı her iki taraf da kendisi kazanmış sayıyor. Afif Büyüktuğrul gibi bazı denizcilik tarihçilerine göre, bu savaşta iyi bir varlık gösteremeyen Averof’u Osmanlı Donanması batırma fırsatı ele geçirmiş ama büyük bir hata yapıp geri dönüş kararı almış (Şanlı Bahriye- Nejat Güler)… İkinci savaş ise Ocak 1913’te Mondros açıklarında yaşanıyor. İşte burada Averof, seri ateş gücünü ve hızını gösteriyor. Afif Büyüktuğrul muharebenin nasıl başladığını şöyle yazmış: “Ağızları hep Averof’a dönük toplar bir anda düşmanın üstüne yıldırımlar saçmaya başladılar. Averof biri aşan, diğeri kısa düşen iki mermi attıktan sonra hemen mesafeyi ve hedefi bulmuş, üçüncü mermiyi Barbaros’a yapıştırmıştı.” Bir saat sonra otuza yakın isabet alan Barbaros ile diğer Osmanlı gemileri Çanakkale’ye doğru çekilirken Averof onları takip edecek ve Turgut Reis ile birlikte Osmanlı Donanması’nın en önemli iki gemisini ‘hurdahaş’ edecekti. Böylece Osmanlı Ege’deki adaların işgal edilmesine tepki veremediği gibi Balkan Savaşları boyunca denizden neredeyse hiç yararlanamadı. Tarafsız kaynaklar da Osmanlı’nın Balkan Savaşları’ndaki hızlı çöküşünde bunun önemli bir etkisi olduğunu yazıyor.

Daha sonra 1. Dünya Savaşı sonrası İstanbul’a gelip Boğaz’a demir atan savaş gemilerinden biri de Averof olacaktı. Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan birliklerini Anadolu’ya taşıdı, Karadeniz limanlarını bombaladı. Türk ordusu İzmir’e girdiğinde de kıyıda biriken mültecileri Yunanistan’a götüren gemilerden biri Averof’tu. İkinci Dünya Savaşı’nda Yunanistan Alman işgaline uğradığında, gemiyi batırma talimatı alan mürettebat buna uymadı ve Averof’u İskenderiye’ye kaçırdı. Savaş bittiğinde Mısır’da sürgündeki Yunan Hükümeti, ülkeye Averof ile dönecekti… 1953’te emekli edildi, 1984’te ise yüzen müze olarak ziyarete açıldı…

Averof, bugün kendi türünün son örneği. Dünyada hala yüzen benzer bir gemi yok. Bu zırhlı, büyük toplarla donatılmış yüzen kalelerin devri daha 1940’larda çoktan geçmişti bile. Ama onlar, imparatorlukların yıkılıp yeni ulusların ortaya çıktığı bir dönemin simgeleri oldular. Bizim Yavuz gibi…

Yavuz, Osmanlı İmparatorluğu’nu yok edecek 1. Dünya Savaşı’na girmesinin sebebi oldu. Savaşın ilk yıllarında Karadeniz’de Ruslara karşı caydırıcı bir güç olarak kullanıldı. Hiçbir zaman önemli bir savaş başarısı gösteremediyse de döneminin güçlü gemilerinden biri olarak Türkiye’de tanındı, efsaneleşti ‘Şanlı Yavuz’ diye bilindi. Türkiye Cumhuriyeti donanmasının amiral gemisi oldu, Atatürk’ün cenazesini İstanbul’a getirmek gibi sembolik görevler üstlendi. O da benzerleri gibi 1950’de emekli edildi. 1969’da sökülüp hurda olarak satılmasına karar verildi. 1970’de başlayan söküm, tam 10 yıl sürdü. Her tür kültürel ögenin değerini herkesten çok önce fark etmesiyle bildiğimiz Ara Güler, Yavuz’un sonunu da filme çekmişti. Bunu şöyle anlatmış: “Bir düşünsenize, suları yara yara gelen Yavuz hakkında şarkılar şiirler yazılmış, tablolar yapılmış. Yavuz’da askerlik yapanlar övünç duyarak anlatmış. Sonra bu kahramanın parçalanışını görüyorsunuz. Kaynak makinalarıyla kesiyor parçalıyorlar. Üzüntülü bir durum, tam bir dram..”

Yunanistan ise aslında sadece bizim değil pek kimsenin yapmadığı bir şeyi gerçekleştirip 1909 yapımı bir gemiyi bugüne kadar korumayı bildi. O nedenle sadece Yunanistan için değil, denizcilik ve donanma tarihiyle ilgilenen herkes için ilginç, görülmeye değer bir müze Averof. İşin aslı çok etkileyici bir düzenleme yok. Bugün Averof’un güvertesine adım atıp ilk katında gezinmek, kapalı kapıların camlarından süslü amiral ve subay kamaralarını, toplantı salonlarını, mutfağı vs. görmek mümkün. İçeride birkaç kötü canlandırmadan başka önemli bir şey yok. Hemen her yeri ‘tadilat’ nedeniyle kapalı olan geminin makine ve silah bölümlerini, dümen odasını göremiyorsunuz. Dolayısıyla geçen asrın mekaniğini görüp anlamak, gemiyi tanımak pek mümkün olmuyor. Evet iyi bir müze değil Averof, ama mükemmel bir hatıra. Bu yanıyla da onu yaşatan ulusal duygulara hitap ediyor daha çok. Ki bunda da şaşırtıcı bir şey yok.

Garip olan, bizim halimiz. Maziyi yaşatma ve koruma konusunda ne kadar derbeder bir ülke olduğumuz malum. Yalnızca sanatsal, kültürel olanları değil, ulusal kimliğe dair sembolik değeri olanları bile yaşatmayı beceremeyen bir ülke. Bari herkesin pek düşkün olduğu o milliyetçiliğimiz bu konuda işe yarasaydı da biz de Yavuz’u koruyabilseydik…