YAZARLAR

Yalana kim inanır?

Yüksek Seçim Kurulu akıl almaz bir gerekçe ile hukuk mantığı açısından anlaşılabilir olmayan bir karar verdi. Fakat hukuk mantığına gönül indirmeye gerek yok. Türkiye’de yaşayan herkesin bu karar ile ilgili bir fikri var. Ve fikirlerin çok sayıda olmasına karşın bir düzeyde hepsi doğru. Çünkü hukukun değil, gücün verdiği karara ilişkin hepsi.

Türkiye’de olan bitenden haberdar olmaya ilişkin bir sorun yok, hiçbir zaman da olmadı. Bu ülkede herkes her şeyi biliyor. Daha önce yazmıştım,¹ Türkiye’de Kürt yoktur yalanına herkes inanıyormuş gibi yaptı, yıllarca yaptı. Hatta canhıraş savundu bu yalanı. Erkekler hiçbir yerde olmasa da askerde karşılaşmıştı Kürtlerle, kadınların okul arkadaşları, öğretmenlerin öğrencileri, öğrencilerin öğretmenleri olmuştu. Ama 1930’larda üretilen 1980’lerde yazdırılan “bilimsel” tezlerle desteklenen yalana herkes inanıvermişti, yalan olduğunu bile bile. Kürt yoktu, Kürtler Türklerden türemişlerdi, Kürtçe diye bir dil yoktu, çünkü öyle olunca herkes çok rahat oluveriyordu. Kürtlere ayrımcılık mı yapılıyor; Kürt zaten yok ki. Köyler mi yakılıyor; onlar köylü değil ki. İnsanlar kaybedilip işkenceyle öldürülüp toplu mezarlara mı gömülüyor; öyle bir şeyi devlet neden yapsın ki. 12 Eylül’de işkence yapıldığını herkes bilmiyor muydu? Emin Çölaşan’ın Mamak röportajlarındaki cezaevi ütopyasına ya da yalanına inanmadı mı herkes? Devlet hiç işkence yapar mıydı? Asker kurtarmamış mıydı ülkeyi? Sonra 12 Eylül “gerçekleri” serbestleşince yine o herkes nasıl kolay anlayıverdi ne olduğunu? Hiç zorlanmadı, devlet yapabilirdi, bunu yapanlar ne kadar da zalimdi.

Bugün benzer bir dönemden geçiyoruz yine. Örneğin Türkiye’de herkes AKP yöneticileriyle Fethullahçı çetenin ne düzeyde işbirliği yapmış olduğunu, birlikte kimlere, ne haksızlıklar yaptığını biliyor. En basiti ÖSYM’de soruların Fethullahçılara dağıtıldığı gerçeğine yalan diyenler kimlerdi buna bakılsın. Televizyon ekranlarında söylendi hepsi. Sonra 2010’da KPSS’ye giren kim varsa hakkında soruşturma açılıverdi. Çünkü sorular çalınmıştı. Hadi canım, hiç bilmiyorduk. Bilmediğimiz bir şey var tabii, biz çalındığını ve Fethullahçılara verildiğini biliyorduk, ama siz kimin ne için yaptığını biliyordunuz bunu. Kendi ellerinizle yerleştirdiniz, atama kararnamelerini imzaladınız, kadro pazarlıklarını yaptınız. O nedenle binlerce memur adayı atanamadı, binlerce kişiyi kamu görevlisi olmaktan engellediniz bir cemaate-tarikata üye olmadığı için. Sahi Ergenekon davasının savcısıyım açıklamasını kim yapmıştı? Davanın devlet içine yerleşmiş bir çetenin çökertilmesi davası olmaktan çıkarıldığı, devlet içinde başka bir çatışmanın yargıya gördürüldüğü herkes tarafından anlaşılmadı mı? Peki delil yerleştirmeler yapıldığında, hiçbir yargılama prosedürüne uyulmadığında hesabı kime sorulacak bunun? Savcıya değil mi? Savcının kim olduğunu herkes bilmiyor mu?

KARARA MI YALANA MI GEREKÇE? 

Yüksek Seçim Kurulu akıl almaz bir gerekçe ile hukuk mantığı açısından anlaşılabilir olmayan bir karar verdi. Fakat hukuk mantığına gönül indirmeye gerek yok. Türkiye’de yaşayan herkesin bu karar ile ilgili bir fikri var. Ve fikirlerin çok sayıda olmasına karşın bir düzeyde hepsi doğru. Çünkü hukukun değil, gücün verdiği karara ilişkin hepsi. Çalma-çırpma sözlerinin bir yalanın perdesi olduğunu da yine bunu en güçlü savunanlarca da bilindiğini biliyoruz. Referandumda iki buçuk milyon mühürsüz oyun kanuna aykırı olarak nasıl geçerli sayıldığını da biliyordu herkes. İnşa edilmeye çalışan rejimde güçler ayrılığı olup olmadığıyla da kimse ilgilenmedi zira. Bir yalana inanmak, rahatları bozulmadıkça bu ülkede kimseyi bozmaz çünkü. Yüksek Seçim Kurulu, bir yalana gerekçe buldu, sonra gerekçesine rağmen aynı seçim kurullarını görevlendirdi. Ardından hakikate bağlı kalacağını açıklayan iki hakim de “yahu siz biz usulsüzüz diye seçim iptal etmediniz mi, şimdi nasıl bizi yeniden göreve getirirsiniz?” diyerek çıplak gerçeği dile getirdi. Yalana bulunan gerekçeler Türkiye’de insanların inanması için değil, o yalana ihtiyacı olanların ona sarılması için uydurulur. Ona sarılanların işine yarar. Bu ülkede herkes her şeyi bilir.

Bazı idare hukuku profesörlerinin KHK ile ihraçları meşrulaştırmak için “devlete sadakat” kuralını gündeme getirdiğini biliyorum. Acaba bu profesörler Ankara 13. Bölge İdare Mahkemesi kararını nasıl yorumlar? Bu karar ihraçların ardından iki buçuk yıl geçtikten sonra iltisak ve irtibat kavramlarının tanımını yapan ilk karar. Ve özetle diyor ki sizin ceza gerektiren hiçbir suçunuz olmayabilir. Beraat etmiş olabilirsiniz. Ama bu kamu görevine dönmek için yeterli değil, çünkü irtibat ve iltisaklı olabilirsiniz. İşte ceza yargılamasında beraat kararı alan kişiler hakkında idari yargının bakacağı “şey”leri anlatan hakimlerin bulduğu (hakimler derken TDK vs.) tanımlar: “iltisak; yani yapışıkmış gibi birlikte hareket etme, gönüllü şekilde tabi olma, aynı yöne bakma, olayları aynı bakış açısıyla değerlendirme, eylemlerini bir grubun, örgütün ya da yapının işaretleri, talimatları, yönlendirmelerine göre gerçekleştirme ve bunu yaparken dünyevi ya da uhrevi faydalar umma hali ile irtibat; yani bir çıkar ilişkisi nedeniyle gönüllü veya gönülsüz kendi davranışlarını bireysel iletişim yoluyla ya da yazılı ve görsel basın, sosyal medya paylaşımları üzerinden gelen mesajları dikkate alarak belirleme hali” Bana örneğin yapışıksın demiş devlet, çıkar beklentisiyle yapışıksın demiş. Devlet kanuna göre benden sadakat bekleyebilir, ama bir zahmet ben de ondan hukuka göre biraz ciddiyet beklerim. Bir yalan bu kadar mı sulandırılır.

Yahu bunlara kim inanır sorusunun cevabı açık değil mi? Herkes inanır. Bu ülke yıllarca böyle yönetildi. O yalanların yalan olduğu, yalandan ortaya çıkarıldığında herkes çok şaşırdı örneğin. Kendine o yalanları söyleyenlere düşman oluverdi. Hiç sahip çıkmadı hem de onlara.

Bu arada yargıda reform olacakmış diyorlar…

1. https://www.metiskitap.com/catalog/text/60288


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.