YAZARLAR

Arkadaşlıktaki saadete dair...

Arkadaşlık nasıl kurulur? Aristo’dan hareketle arkadaşlık türlerini nasıl anlamlandırabiliriz? Aristo'nun ayrımlarına bakılınca, her birimizin yaşamımız boyunca ‘arkadaşlıklar’ arasında geçişken tercihler yaptığımızı görüyoruz. Yalnızca güzellikleri paylaştığımız zevk arkadaşlıkları, ilişkinin getirilerini hesaplayarak kurduğumuz faydaya dayalı arkadaşlıklarımız, asıl özlemimiz olan hakiki arkadaşlıklar ve son yılların mahsulü olan sanal arkadaşlıklar.

Yirmi metrekarelik bir ev. Ev değil aslında. Şehrin merkezine çok yakın bir apartmanın bodrum katında, bir depo. Aparman yapılırken inşaatı bekleyen için düşünülmüş. Bir kenarında lavabo var. İki pencere, çok küçük; pencere adı büyük iltifat. Küvetten hallice bir tuvalet. Şofben, sıcak su yok. Neyse ki bir kazan var, çamaşırlar orada yıkanıyor. Banyo için su aynı kazanda ısıtılıyor. Odanın demir başlarından o kazan. İki tencere, bolca melamin tabak, birbirine benzemeyen çok sayıda bardak, ufak tefek mutfak malzemesi ve bir küçük tüp. Aynı tencerede hem balık hem patates kızarıyor. Yağ defalarca kullanıldığı için bir süre sonra kızartma yağı olmaktan çıkıyor haliyle. Koyu kahverengi yağda dibi görünmüyor tencerenin. Bir köşesinde çekyat, sırtı duvara yaslanmış. Diğer köşede tel raflı kitaplık. Kitaplığın minik masasında otuz bir ekran portakal rengi, dört kanal düğmesi olan bir televizyon.

Ailesinden ayrılıp üniversite okumak için şehir değiştiren gencin, üç otuz kirayla yıllarını geçirdiği bir depo. Ailesiyle yaşayanlar için hayli küçük ve konforsuz. Yurtta sekiz kişilik odalarda ranzada kalanlar içinse, saray gibi bir mekân. Göreceli anlayacağınız, nereden bakıldığına bağlı. Unutmadan, bir de ısıtıcı var odanın ortasında. Üç telli. İkisi bozuk. Biri çalışıyor ve soğuk bozkır akşamlarında o küçücük odayı ısıtmakta zorlanıyor. Yalnızca ısıtıcı değil tabii. Öğrenci evlerinde hiç bir eşya tek bir amaç için kullanılmaz! Yatık vaziyetteyken üzerinde hem ekmek ısıtılıyor, hem çorap kurutuluyor. Tek dişi kalmış ısıtıcı denilip geçilmesin sakın, büyük işler görüyor. Bir gün o tek tel de arıza yaptığında tamir etmeyi başaran öğrencinin lakabı, ‘Usta’ kalıyor.

Beş yıl... Sevgilisinden ayrılan gelir, dertleşilir. Ayrılacak kadar sevgili olamamış gelir, dertleşilir. Reddedilen gelir, dertleşilir. Ana babasıyla sorunu olan gelir, dertleşilir. Rahat sigara içmek isteyen gelir, birlikte içilir. Ders çalışılır. Sınavlara hazırlanılır. “Makyavelli’deki virtu neydi ya?” “İdare notlarını aldın mı?” “Abi Ortaylı bir şey anlatmıyor ki, onun notunu tutmamışlar.” “100 Soruda Anayasa’nın Anlamı var mı sende?” “Abi Feyerabend’ı yalnızca Utku anlamış, o anlatır bize yarın.” “Hangi kız, amfide sağ köşede oturan mı?” “Onun İzmir’de erkek arkadaş varmış!” Cebeci’den Tandoğan’a yürünür, yetmez bir de Tandoğan’dan Kızılay’a dönülür. Nedir bu bitmeyen mevzu peki: “Tamam öyle dedi ama geçenlerde de şöyle demişti ve asıl önemlisi derken nasıl davranıyordu, o kritik!”

Gece son otobüsü kaçıran gelir, çekyatın bir köşesi ona verilir. Çok mu geldiler, kalanı yerde yatar. Yemekler yenir yere sarılmış gazeteler üzerinde. Bulaşık yıkarsınız. Bulaşık yıkarsınız. Bulaşık yıkarsınız. Bulaşık yıkarsınız. Birinci sigarasının dumanı çıksın diye iki küçük pencere açık bırakılır gece boyu, o kış soğuğunda. Belki de başka hiç bir oda o denli yakınlaştırmaz insanları birbirine. Orada geçen yılların arkadaşlığı başka hiçbir şeye benzemez. Birbirini çocukken tanımış, her halini görmüş insanların yakınlığı, arkadaşlığı. Her halini ama. Aman ne fena!

Uzun süre görmediğinizle yakın arkadaş kalabilmek, arkadaşlığın mesafeyle ilişkisini önemsizleştirmek. Gerekmedikçe konuşmadan saatlerce birlikte yürümek. Yarenlik. Öyle değil midir hakikaten, birbirini iyi tanımanın büyük konforu, sohbet etmek zorunda kalmamalarıdır. Eski, köklü ilişkilerin güzel yanlarından. Konuşmuşsun konuşacağın kadar. Belki de ancak o yaşta kurulabilir bu denli sağlam arkadaşlıklar. İlerleyen zamanlarda sıkı dostluk öyle kolay değil. Tanış olmak, sohbetten zevk almak, özlemek, arayıp sormak, yoldaşlık etmek başka bir şey; eski arkadaşlık başka.

Zaten bir üşengeçlik de geliyor insana yıllar içinde. Bak şimdi, yine yaşlanmaktan söz etmeye başlayacağım! Yaşlılık demeyelim de, insan ‘yaş aldıkça’ konforuna daha bir düşkün olmaya başlıyor sahiden. Salonda televizyonun karşısındaki kanepe ve iyi, eski arkadaşlıklar daha bir hoş görünüyor. “Zamanım azalıyor, öyle afra tafra çekemem şimdi,” gibi bir duygu sanırım bu. Oysa çok yıllar önce muhtelif saçmalıklara katlanılabiliyordu. En anormal ve kırıcı, yıpratıcı insanların dahi idare edilmesi gerektiği düşünülebiliyordu, misal. Yaratan seviliyordu yaratandan ötürü, anlayacağınız! Eh şekerim yoruluyor ama insan, biraz da anası babası ilgilensin artık diyorsunuz haliyle. Tamam yaratmış yaratmasına ama eziyet ettiği de ağaçta yetişmemiş ki, o da bir ananın evladı nihayetinde! Mezar taşımıza, “Ne zırvalara katlandı be, peh!” yazacak olsalar hadi neyse; o da olmayacaksa bunca çile neden çekilsin!

İyi arkadaşlıklar, başka pek az şeyin verebileceği bir hoşluk sunuyor insana. Ben de diyorum ki, madem Alman felsefeci Wilhelm Schmid’in yaşlılık üzerine düşüncelerinden söz ettim geçen hafta, o zaman şu bayram günü de arkadaşlık hakkındaki kitabı hiç fena olmaz. Schmid şu aralar iyi geldi bana, umuyorum okuyanda da benzer duygular yaratıyordur. Kitabının adı, yazının başlığında: “Arkadaşlıktaki Saadete Dair” (İletişim) Yine bir Tanıl Bora çevirisi ve resimleyen, Turgut Demir.

Arkadaşlık da, diğer her şey gibi tarihsel süreçte değişim geçirmiş bir olgu. Kaçınılmaz bir hâl bu. Diyor ki yazar kitabına başlarken; “Arkadaşlık dostlarının sayısı gitgide artıyor. Sevindirici bir durum bu, lakin sayıları her zaman fazla değil miydi? Evet, ama sayıları her zaman aynı değildi. Modern öncesi dönemin kırsal dünyasında, herkesle az veya çok arkadaş olmaktan kaçınamazdınız. Modern şehir dünyasında ise, arkadaşı nadir bitki misali aramanız gerekir; internet de bütün hayal kırıklıklarının telafisi yerine geçtiği gibi, bunun için de devrededir.”

Arkadaşlıktaki Saadete Dair, Wilhelm Schmid, çev: Tanıl Bora, 70 syf., İletişim Yayınları, 2018.

Doğru tabii. Hakikaten modern yaşamın arkadaşlık ilişkisi öncekiyle nasıl bir olsun. Bırakın tarihsel dönemeçleri, yaşadığınız şehrin niteliği, sükûneti dahi belirleyici bir etmen. Örneğin, Ankara’yı sevip “Ankara’nın en güzel tarafı İstanbul’a dönmesi,” zevzekliğini marifet sayanlara mesafeli biri olarak ben, iki şehir ilişkileri arasında gözle görülür farklar olduğunu gözlemliyorum. Biriyle buluşup buluşmaması gerektiğini önce yandex’e danışan bir şehrin ahalisiyle, evine yemeğe gelen insanı yemek sonrası arabasıyla evine bırakanların yaşadığı şehrin ahalisi bir olur mu ki?! İngiltere’deki dil öğretmenim, sevgilisiyle yalnızca Cuma ya da Cumartesi akşamları buluştuklarını, haftanın geri kalanında iş yaşamı nedeniyle bir program yapmadıklarını söylemişti. Doğal ve doğru olanın bu olduğunu kanısıyla. Mesaili sevgililik, anlayacağınız!

Yazar, günümüzdeki ‘online’ ya da ‘offline’ arkadaşlık merakını, modern yaşamın dayattığı yalnızlaşma tehdidinden kurtulma isteğine bağlıyor. Toplumsal yaratıklarız. Ancak bir toplum içinde var olabiliyor, şekilleniyoruz. Yalnız kalmak istemiyoruz. Yaşama çevremizdekilerle, arkadaşlarımızla anlam veriyor, kendimiz için doyurucu hâle getirmeye çalışıyoruz: “Doygun bir yaşam, başkalarıyla sıkı ilişkiler kurmayı, onların yakınlığını, ilgisini, temasını gerektirir; benliğin ve dünyanın emsalsiz bir zenginliğini ancak bu yolla idrak edebilirsiniz çünkü... arkadaşsız kalan bir ruh yoksul düşer, yalnızlığın ümitsizliğine batar.”

Yazar, arkadaşlık övgüsü ardından “her arkadaşlığın aynı olup olmadığı” sorusunu yöneltip Aristotales’in ayrımından yararlanarak yanıt arıyor. Eğlence arkadaşlığı, fayda arkadaşlığı, hakiki arkadaşlık ve günümüzün sanal arkadaşlığı. En iyi arkadaşlık kimler arasındadır? Erkek arkadaşlığı ve kadın arkadaşlığının rahatlatıcı yanları neler? Arkadaşlık ömür boyu mu olmalı, yoksa bir miadı var mı? Cinsiyetler arasında arkadaşlığın olanaklılığı, buna mukabil işin içine cinselliğin girmesinin de ihtimal dahilinde oluşu. Yazar, arkadaşlıkta genellikle aynı cinsten olanların tercih edilmesinin önemli bir nedeninin, davranış ve yaşam tarzımızın, bunu ifade etmekten pek memnun olmasak da bir ölçüde cinsiyet belirlenimli olmasıyla açıklıyor.

Arkadaşlık nasıl kurulur? Aristo’nun ayrımından hareketle arkadaşlık türlerini nasıl anlamlandırabiliriz? Aslında bu ayrımlara bakılınca, her birimizin yaşamımız boyunca söz konusu ‘arkadaşlıklar’ arasında geçişken tercihler yaptığımızı görüyoruz. Yalnızca güzellikleri paylaştığımız zevk arkadaşlıkları, ilişkinin getirilerini hesaplayarak kurduğumuz faydaya dayalı arkadaşlıklarımız, asıl özlemimiz olan hakiki arkadaşlıklar ve son yılların mahsulü olan sanal arkadaşlıklar. Her bir arkadaşlık biçimini şu ya da bu ölçüde yaşıyoruz. Sanırım mesele, asıl amaç edinmeye değer olan hakiki arkadaşlık bir yana, diğerlerinde ölçüyü tutturabilmek, birini hâkim ilişki biçimi haline getirmemek.

“Arkadaşlık çok yünlü bir mutluluk tecrübesidir,” diyen yazar, hakiki arkadaşlığa dair de şunları söylüyor: “...herkes ötekine başka kimseye tanımadığı imtiyazlar sunmaya hazırdır, onunla ilişkiyi hiç hesapsız yürütür, kendinizi memnuniyetle onun yerine koyar, onunla duyguda olursunuz, bizzat arkadaşlığın kendisinden başka bir sebebi yoktur bunun.” Sanal arkadaşlık ise yeni moda. Çok büyük zenginlikler ve karşılaşmalar yaratma ihtimali olan bir mecra. Ancak bunun ne kadar ‘kişiler arası bir ilişki’ olduğu da çok şüpheli doğrusu. Sanal arkadaşlık hayli karmaşık bir konu ve arkadaşlığın çeşitli biçimlerini aynı anda barındırıyor. Ben sanal mecralarda hiç olmadım; öyle ukalaca gerekçelerle değil, hakikaten ilgimi çekmediği için. Fakat örneğin feysbuk’ta olsaydım herhalde en büyük endişem, yıllar öncesinden tanıdığım ve hiç karşılaşmadığım insanlarla yeniden ilişki kurma ihtimali olurdu. Kırk yıldır görmediğim ilkokul arkadaşımla neden iletişim kurmalı ve onun her soruna dair düşüncelerini okumalıyım ki! Reddetsen ayıp olur, kabul etsen eziyet. Çoğu arkadaşım, yıllardır görmedikleri insanların o yıllar içinde birer ırkçıya ya da hıyara dönüştüğünü ve ne yapacaklarını bilemediklerini söylüyor. Ayrıca görüşmek istesem zaten o ana dek görüşürdüm. Bilemiyorum. Bir cazibesi olmasa bu kadar ilgi çekmezdi herhalde.

Arkadaşlığın sadece ‘varlığı,’ başlı başına bir mutluluktur. Mutluluk, paylaşılan güzel tecrübelerdir, beraber geçirilen harika saadetlerdir. Mutluluk, içten yakınlıktır. Mutluluk, birbiriyle daimi konuşma, konuşma esnasında düşünsel teyellemelerin zihinsel bir anlam oluşturmasıdır. Mutluluk, müşterek yorumlardadır. Mutluluk, arkadaşlar arasındaki açık sözlülüktür. Mutluluk, arkadaşımın dışarıdan bana yönelen bakışı, beni nasıl gördüğünü içtenlikle dile getirişidir. Nitekim uzun süreli arkadaşlıklar biraz da bu yüzden, yani o ilişki, değim yerindeyse bir ‘ahlaki çıpa’ sağladığı için değerli. Öyle ya, iyi arkadaşlar, insanın yoldan çıkmasını engeller, yeri geldiğinde acımasızca eleştirir ve yalpalayanı kendine getirir. Ne değerli bir şey bu, böylelerinin olması yanımızda. Ayrıca, aslına bakılırsa yanımızda olması şart değil. Gözü üzerimde! Farkındayım değerli okur, “yüreğinin götürdüğü yere git” felsefesiyle pek bağdaşmıyor cümlelerim ama bir de beynimiz ve onun yaşam deneyimiyle zenginleşmiş ikramı olan irademiz var ya işte! Tek bir organımızın talimatlarıyla hayat sürmemekte yarar olduğu kanısındayım. Hâl böyleyken arada bir de olsa uyarılmak ve ölçülü olmak kaydıyla azar işitmek, her eve lazım bana kalırsa! Çok mu muhafazakârım nedir! Evet, muhtemelen giderek tutucu oluyorum. Fakat elinizi vicdanınıza koyun ne olursunuz; örneğin şu arkadaşlarına kanka ve kanki diyen zevat bir tek bana mı bu denli itici, tahammül edilmez geliyor. Korkunç bir hâl değil mi hakikaten, karşılaştığım gençlerin büyük çoğunluğunun birbirlerine böyle hitap etmesi. Kedisinden söz ettiğinizde, “Onun bir adı var, Platon,” diyen birinin, arkadaşına ‘kanka’ demesi?! Bu nasıl bir iş ve dönem böyle; AKP sözcüleri, Ali Ağaoğlu, kafa tokuşturanlar ve arkadaşına kanka/kanki diyenler aynı zaman dilimine denk düştü. Ya sabır!

Zor iş, bir arkadaşlığı ömür boyu sürdürmek. Kimisi için her şeye değer. Bazen biraz ara vermek, uykuya dalması muhabbetin iyi midir? İyidir herhalde, bitmeyeceğini bilirsiniz nihayetinde, kökü sağlamdır. Kişiliği harap etmeyen eleştiri, özenli bir ilgi, farklılığa saygı, eleştiri kadar takdir etmeyi de bilmek, sadakati sürekli sorgulayıp hürmeti kantara çıkarmamak, ölçülü narsizm...

Öyle bir konu ki, yazılsa sabaha kadar sürer ama okurun da sabrını benim kadar zorlamak iyi bir şey değil!

Umuyorum bu satırları okuyan herkes arkadaşlık konusunda benim kadar şanslıdır.

Bir de unutmadan, buzdolabını duraksamadan açtığı evlerde daha rahat ediyor insan. Belki bu da hakiki arkadaşlığın ölçütlerindendir.

Daha iyi, daha mutlu bayramlar dilerim...


Murat Sevinç Kimdir?

İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.