YAZARLAR

Törless’ten öte, yasadan beri

Siyaset teorisyenlerinin siyasal teorinin terimleriyle kavrama gayretinde oldukları ‘istisnayı’ arzunun terimleriyle de düşünülebilir kılıyor Musil. Ve adeta şunu söylüyor: Olayın öncesinde, neyin iyi ve neyin kötü olduğunu kavramamıza ve başından iyiyi ya da kötüyü seçmemize olanak sağlayacak etik bir uzamımız yoktur. Ortada kendisi de suçlanabilir durumda olan bir kurban yoksa etik bir uzam da açılamaz.

Robert Musil’in Genç Törleβ’in Karmaşaları adlı kitabı 1906’da yayınlanmıştı. Musil, henüz faşizm hayata o kadar egemen olmamışken, savaş sonrasında “bugünkü diktatörlerin tohumları” olarak tarif edeceği Reiting ile Beineberg’in Basini adlı bir başka öğrenciye yönelik davranışlarının etiğin ve dolaylı olarak da hukukun dışına nasıl sürüklendiğine odaklanıyordu bu ‘novella’sında. Önde gelen bir burjuva yatılı okulunda ‘kız gibi’ bir çocuk olan Basini’nin Reiting’e borcu vardır ve Reiting ertesi gün parayı getirmediği takdirde -şikayet etmemesi karşılığında- onun kendisine itaatini talep eder. Basini bu durumdan kurtulmak için gecenin bir vakti gizlice Beineberg’in dolabını açar ve ertesi gün parayı Reiting’e götürür. Fakat Reiting durumu anlar ve sinsi planını devreye sokar: Basini’nin iradesini kırma arzusudur bu plan.

Bu okulda, yerini Reiting, Beineberg ve Törleβ dışında kimsenin bilmediği küçük bir oda vardır. Reiting ile Beineberg, bu odada Basini’yi ilk önce istedikleri gibi yönlendirebilecekleri birine, ardından bir bilgi nesnesine ve en son olarak da bir inşa nesnesine dönüştürürler. Reiting’in sözleriyle, “Gerçekten istediğim şey, onun derisinin altına nüfuz edecek bir şeydi.” Bu karanlık olayların içine çekilen Törleβ, Ernst Fischer’ın ifadesiyle, “Sarsıcı nitelikteki bu tikel olayın kendinin çok ötesine atıfta bulunduğunu, önüne bir dünyanın yıkılışının gölgesinin düştüğünü hisseder”. Çünkü bu küçük oda yasanın dışındadır ve orada her şey mümkünse, her yerde her şey mümkün demektir: Olağanüstü hal!

Yasanın dışındaki bu oda bir istisna uzamıdır. Çeşitli ideolojik söylem örüntüleri tarafından kuşatılan ‘istisna’da, kendilerine her şeyin yapılabilir olduğu, belirli bir göstergeler sistemi tarafından insan-dışı bir varlık olarak kodlanmış figürlerin açığa çıktığı kadar, normal durumda yapılması sapkınlık olarak addedilecek bazı şeylerin de normalleştiği bir örnek mekan yaratır. Bu nedenle istisna durumlarında açığa çıkan şey ‘bastırılmış olanın geri dönüşü’ değildir. Aksine, her şeyin mubah olduğu bu uzamdır zaten ‘yasal’ alanı kuran şey. Tam olarak bu nedenle Reiting, Beineberg, Basini ve Törless’ten oluşan dörtlü içerisinde hiç kimse masum değildir. Basini okuldan atılmayı göze alamadığı için bir simgesel ticarete girmekte, Törless’e söylediği şekliyle, “Sürekli itaat ederse kendisini önünde sonunda rahat bırakacaklarını” düşünmektedir. Törless, olan bitene kesin bir tavır geliştirmek yerine, merakının tetiklemesiyle Basini’yi gizlice sorguya çekerek Reiting ile Beineberg’in ve elbette Basini’nin ruh durumlarını anlamaya çalışır. Reiting ile Beineberg arasında ise kötücül ve gizli bir rekabet söz konusudur.

İkili arasındaki rekabet Basini’nin ruhuna kimin daha fazla nüfuz edeceği yönünde bir rekabettir. Elbette ölçülebilirliği olmayan bir rekabet… Yalnızca birinin tanıklığı (şahadeti / şehadeti ?) aracılığıyla hakkında konuşulabilir bunun. O tanık da elbette Basini’den başkası değildir. Törless’in durumuysa tam da burjuva dünyasının varsaydığı türde bir ‘aydınlanma’ ahlakının çöküşüne işaret ediyor: Törless olan bitenin tek tanığının tanıklığına tanıklık etmek istediği sırada onu sorgulamaktadır. Reiting ile Beineberg arasındaki nitelik farkını da bu konuşma açığa çıkarır. Reiting’in arzuları henüz iştah düzeyindedir ve erotik bir zevk almaktadır bu durumdan. Fakat Beineberg bir ruhun tanrısı olmaya yeltenmekte; hem kendisinin hem Basini’nin sınırlarını görmeye çalışmakta ve bir yandan da Reiting ile arasındaki rekabette kendi arzusunun onun arzusundan daha değerli olduğunu hem kendisine hem de ona kabul ettirmeye çalışmaktadır. Eğer mesele en nihayetinde yasayla değil de onu ihlal edebilmenin çok özel bir biçimiyle özdeşleşme meselesiyse, bu yasasızlık durumunun mutlak egemeni olmak istemektedir Beineberg. Proust’un ‘züppesine’ verilmiş bir Musil selamı olarak da okumak mümkün bunu ya da tam tersi. Bir dönemin tinini gerçekten yakalamayı başarmış iki büyük yazardan söz ediyoruz sonuçta. Bir dünyanın çözülüşü…

Siyaset teorisyenlerinin siyasal teorinin terimleriyle kavrama gayretinde oldukları ‘istisnayı’ arzunun terimleriyle de düşünülebilir kılıyor Musil. Ve adeta şunu söylüyor: Olayın öncesinde, neyin iyi ve neyin kötü olduğunu kavramamıza ve başından iyiyi ya da kötüyü seçmemize olanak sağlayacak etik bir uzamımız yoktur. Ortada kendisi de suçlanabilir durumda olan bir kurban yoksa etik bir uzam da açılamaz. Dolayısıyla iyilik ya da kötülük, ucu geleceğe açılan etik tercihler olarak değil, geriye dönük olarak çalışan düzenleyici kategoriler olarak belirirler. Bu kolektif düzeyde ne anlama geliyor? Geçmiş, gelecek ve şimdi arasındaki bütün ayrımların iç içe geçtiği bizimki gibi ülkelerde, ‘şimdi’yi de geçmiş haline getirmiş bir bakışın egemen-düzenleyici koordinatları çalışıyor ‘şimdi’ üzerinde. Bu da asla gerçek bir erişimine sahip olamadığımız bir ‘şimdiki zamana’ sıkışıp kaldığımız anlamına geliyor.