YAZARLAR

Binali Bey'in mecburluğu

Meclis başkanlığını bırakarak İstanbul’a belediye başkanı adayı olmaya mecbur kalmış, seçim gecesi üç bin oy farkla seçimi kazandığını açıklamaya mecbur kalmış ve şimdi de bir kez daha ve belki de siyasi kariyerini bitirecek bir seçimde yeniden aday olmaya mecbur kalmış bir siyasetçinin çaresizliği içinde pozitif mesajlar vermeye çabalarken kendisini ya İmamoğlu’nun seçim vaatlerini tekrarlarken ya da savunmacı bir refleksle kaybettiği seçimin neden iptal edildiğini seçmene açıklamaya çalışırken buluyor.

Çok değil, birkaç hafta önce AKP’nin İstanbul adayı, eski başbakan, eski meclis başkanı, İzmir milletvekili Binali Yıldırım İstanbul seçimleri neden iptal edildi sorusuna, gülerek “çok basit çünkü çaldılar” yanıtını vermiş, daha sonra sosyal medyada üç dört yaşlarındaki çocuklara bir slogan gibi aynı yanıtın tekrarlatıldığı videolar hızla dolaşıma girmişti. Ekrem İmamoğlu buna çok sert tepki gösterdi. Birkaç gün geçmeden, AKP’ye 31 Mart’ta oy kaybettirdiği anlaşılan beka söyleminin Erdoğan’la birlikte mimarı olan ve 23 Haziran öncesinde mitili İstanbul’a atacağını söyleyen Devlet Bahçeli’nin sertlik ve kutuplaşma yanlısı seçim stratejisinden vazgeçildiği anlaşıldı. Kampanyayı, bu sefer 2014 de dâhil olmak üzere önceki seçimlerin tümünde adeta halka belediye başkanı adayları yerine “kendini” oylatan, hele ki kendi siyasi kariyeriyle özdeşleştirdiği İstanbul’a özel bir önem atfeden Erdoğan yerine Binali Yıldırım’ın yürüteceği ortaya çıktı. Geçtiğimiz günlerde Saadet Partisi ile ilişkili olduğu bilinen bir kanalda programa katılan Yıldırım, 31 Mart öncesinde Saadet Partisi terörle işbirliği yapmakla suçlanmışken şimdi nasıl olup da Saadet Partililerin oylarına talip olduğuna dair bir soruya, “yöneticiler düzeyinde sert söylemler olabilir, maksadını aşan söylemler olabilir, bırakalım onlar yöneticiler düzeyinde olsun” yanıtını verirken bir bakıma Erdoğan ile kendisi arasındaki ayrıma işaret ediyor, Saadet Partili seçmenden kendisi için oy istiyordu.

“Her şey çok güzel olacak” sloganı ile ortaya çıkan bir rakip karşısında Erdoğan’ın sert siyasi üslubunun, seçmeni tehdit eden, korkutan, rakip partileri ve seçmenlerini terörist olmakla suçlayan bir kampanyanın seçmen nezdinde karşılık bulmayacağı anlaşılmış olmalı ki Binali Yıldırım, her mahalleye bir kreş yapma vaadi de dâhil olmak üzere rakibi İmamoğlu ne vadediyorsa aynısını yapacağını vadettiği konuşmalar yapmaya başladı. Tıpkı İmamoğlu gibi semt pazarlarında, mahallelerde seçmenin arasına karışıp çocuklarla çektirdiği fotoğrafları sosyal medya hesabından paylaşmaya başladı. Daha birkaç hafta önceki “çok basit, çünkü çaldılar” sözlerini sloganlaştırma çabasıyla açıklık kazanan agresif siyasetin yerini pozitif mesajlar veren, tonton, tecrübeli siyasetçi imajına bırakması için özel bir çaba harcandığı görülebiliyor. Belki uzun yıllardan sonra AKP’li bir siyasetçiyi ilk kez seçmene dil dökerken görüyoruz. Nitekim, Fox TV’de Çalar Saat programına katılan Binali Yıldırım, bu yeni “tonton siyaset” stratejisi gereği “çaldılar” sözlerini bir mecburiyetten dolayı söylediğini itiraf etmek durumunda kaldı. Bunu hukuki bir tabir olarak söylemediğini, en büyük mağduriyeti yaşayanın İstanbullular ve aday olarak kendisi olduğunu; sesini duyuramayıp kendisini ifade edemediğini söylüyordu. Neredeyse, çoğu AKP’nin kontrolünde olduğu için anaakım medyada yer bulamayan, montajlanan görüntülerle aleyhine karalama kampanyaları sürdürülürken sesini duyuramayanın Yıldırım’ın ta kendisi olduğuna inanacaktık. Sanki seçimi kazanmış, ancak kanıtlanamayan suçlamalarla mazbatası elinden alınmıştı. İftiraya uğramıştı. İzleyiciden iradesi hiçe sayılarak bir kez daha sandık başına gitmeye zorlanan seçmen gibi, 31 Mart’ın önde gelen mağdurunun da kendisi olduğuna inanmasını istiyordu. Bu nedenle, “çaldılar” demeye mecbur kalmıştı.

Yıldırım’ın bu sözleriyle birlikte değerlendirildiğinde, AKP’nin 23 Haziran için seçim kampanyasını savunmacı bir strateji ile kurduğunu söyleyebiliriz. Fox TV ekranlarından “çaldılar” söyleminin gerçek bir karşılığının olmadığını itiraf eden Binali Yıldırım, YSK’nın iptal kararını kendi seçmenine anlatmak için büyük bir çaba harcıyor. Bu savunma refleksi, siyasetçiyi bir kez daha AKP pragmatizminin sığ sularına açılarak “çaldılar” demeye mecbur bırakıyor: Bu sefer Esenyurt’ta YSK’nın seçimi iptal kararının seçmende yarattığı tepkiyi –İmamoğlu’nun hakkının yendiği yönündeki yaygın algıyı- yumuşatmak için “çaldılar, sağlam çaldılar” demeye “mecbur kalıyor”. Daha önce parti ileri gelenleri, soy isminden ve sonra da görünüşünden AKP’li olduğu anlaşılan seçmene oy pusulası verilmediğini iddia etmişlerdi. Yıldırım ise, Esenyurt’ta yaptığı konuşmada yeniden sayılan sandıklardan çıkan boş ve geçersiz oyların kendisi lehine olması gerektiğini varsayarak bunu sandık başındaki “hırsızlığın” “sağlam” bir göstergesi olarak sunmaya çabalıyor. Meclis başkanlığını bırakarak İstanbul’a belediye başkanı adayı olmaya mecbur kalmış, seçim gecesi üç bin oy farkla seçimi kazandığını açıklamaya mecbur kalmış ve şimdi de bir kez daha ve belki de siyasi kariyerini bitirecek bir seçimde yeniden aday olmaya mecbur kalmış bir siyasetçinin çaresizliği içinde pozitif mesajlar vermeye çabalarken kendisini ya İmamoğlu’nun seçim vaatlerini tekrarlarken ya da savunmacı bir refleksle kaybettiği seçimin neden iptal edildiğini seçmene açıklamaya çalışırken buluyor. Belki de ilk kez, bir seçimde AKP’nin seçimin gündemini belirleyen ve rakiplerini savunmaya çekilmeye zorlayan pozisyonundan vazgeçtiğine tanık oluyoruz. Öyle ki yenilenen seçimin taşıyıcı sloganını bulmakta zorlanan parti, slogan olarak Erdoğan’ın bir mizansenle kendisine “her şey çok güzel olacak” diyen seçmene verdiği “daha da güzel olacak” yanıtına tutunmaya çalışıyor. Ne var ki daha önce milliyetçilikte AKP ve MHP ile yarışan CHP’ye yönelik olarak sıkça dile getirilen “seçmen aslı varken taklidine oy vermez” ilkesi bu sefer AKP için geçerli olacakmış gibi duruyor.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.