
Bu gaz bir harika dostum!
Bundan altı yıl önce, Mayıs sonunda başlayan hareket, hepimiz için umut olmuştu. Başlangıç noktası, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamaları. Erdoğan, Taksim’in göbeğindeki Gezi Parkı’na, “tarihe sahip çıkmak” adına, bir dönem orada bulunan “kışla”yı yeniden inşa etmeye karar verdiklerini söyledi bir konuşmasında. Başta kimse ilgilenmedi ama projenin ana hatları ortaya çıkınca, orada yapılmak istenenin AVM ve rezidanslardan oluşan bir “kütle” olduğu duyulunca sesler yükselmeye başladı. Bir sabah dozerlerin parka girmesi ve oradaki ağaçları sökmeye başlaması, hareketi başlatan hamle oldu. Parka ve ağaçlara sahip çıkmak isteyen bir avuç insan, kesilmek istenen ağaçların olduğu yere çadır kurdu ve Gezi Parkı’nı beklemeye karar verdi. O gün orada toplanan bir avuç insan giderek kalabalıklaştı, parkın Divan Oteli tarafındaki alana kurulan çadırlarının yanına yeni çadırlar eklendi. Ses yükseldi, direni arttı, kalabalık çoğaldı. Sosyal medya üzerinden örgütlenen insanlar, 28 Mayıs salı günü Taksim’i ve Gezi Parkı’nı doldurdu; şarkılar, türküler söyleyerek oraya sahip çıktı.
Başta bu “hareket”e ses çıkartmayan polis, sonrasında kendinden bekleneni yaptı ve el ayak çekildiğinde arkadan vurdu: Sabaha karşı, çadırlarında uyuyan “nöbetçi”lere gaz bombasıyla saldırdı ve çadırları yakmaya kalktı. Olay hızla büyüdü: Ertesi gün ve sonrasında daha büyük bir kalabalık toplandı. Sabaha karşı, yine aynı şey oldu. Bu kez, gün içinde kalabalık oraya yığıldı. Bir anda büyük bir kargaşa başladı. Polis, gaz bombaları ve TOMA’lardan sıkılan tazyikli suyla kalabalığı dağıtmaya kalktı ama bu, yeterli olmadı. İstanbul’un bütün semtlerinden Taksim’e doğru yola çıkan insanlar orada buluştu, direnişi artırdı. 31 Mayıs günü, sabahtan itibaren yaşanan buydu.
Ben, o sabah Kaş’ta uyandım. Oradan Ankara’ya geçecektim: Akşamında Nefes’te çalacak, ertesi gün yine orada kalacak, pazar İstanbul’a dönecektim; o aralar rutinim buydu, haftada iki gün Nefes’te eski 45likler’imi döndürüyordum. Sabah, gelen mesajlarla uyandım. Kaş’ta kaldığım pansiyon odasında, neler olup bittiğini anlamak için televizyonu açtım ama pek bir şey göremedim. Sadece, o günlerde Kanal D’de olan İrfan Değirmenci’nin programında canlı yayımlanan görüntüleri izleyebildim. Kaş’tan Antalya’ya geçerken İstanbul’daki (neredeyse hepsi Gezi Parkı’nda olan) arkadaşlarımla temasta kaldım, Antalya’dan uçağa binerken son havadisleri aldım ve bilgisayarımı açarak BirGün Pazar için bir yazı kaleme aldım. O yazıda, günün bilançosunu şöyle dökmüştüm: Metroya ve halkın sığındığı pastanelere gaz bombaları atıldı, yaralıları almak üzere gelen ambulanslar meydana çıkartılmadı, oturana ve üç kişiden kalabalık gruplara yekten saldırıldı. Bu kadar da değil: Gezi Parkı’nın çevresi barikatlarla çevrildi, Taksim kapatıldı… Nöbettekiler uyurken, sabaha karşı sinsice düzenlenen ve çadırların yakılmasıyla sonuçlanan saldırılar yetmiyormuş gibi, ilerleyen saatlerde, kalabalık arttığında plastik mermiler ortaya çıktı. Polisin “açtığı ateş” sonucu, aralarında Ahmet Şık ve Sırrı Süreyya Önder’in bulunduğu pek çok kişi yaralandı; ilgili ilgisiz herkes “organik” biber gazından nasibini aldı. Cep telefonları çalışmadı, haberciler görevini yapamadı. Yayınlar durduruldu, mobese kameraları bile kapatıldı. 31 Mayıs cuma, durum böyleydi.
Bu hareketin giderek bir kalkışmaya dönüşeceğini, sadece Taksim’de değil öncesinde İstanbul’un sonrasında memleketin her yerinde bir direnişin başlayacağını o gün kimse bilmiyordu. Uçaktan indim, yazımı gönderdim, Nefes’e doğru yöneldim. Bir yandan İstanbul’dan gelen haberlere bakıyor, diğer yandan çalmaya çalışıyordum. Mekân kalabalıktı. Bu arada, Ankara’da da bir hareketliliğin başladığı haberi geldi: Gezi Parkı’nda yaşananları protesto eden insanlar Kızılay’da toplanmaya başlamıştı. Haberi aldığımızda hızla harekete geçtik ve insanlara durumu duyurarak eğlenceyi iptal ettik. Önce Kızılay’a gittim, ilk gazı orada yedim, sonrasında bulduğum ilk otobüsle İstanbul’a doğru yola çıktım. Yolda, Twitter’da şu cümleleri kurdum: Olmadı, aklım İstanbul’dayken çalamadım. Nefes programını iptal ettik; bindim otobüse, gidiyorum. Yarın eğlence yok, hep beraber eylemdeyiz! Sonrasında eğlenecek güzel günlerimiz olacak nasılsa… Gün dayanışma günü, direnme günü. Orada olacağım!
Orada oldum. Çok gaz yedim, çok hırpalandım ama Gezi Parkı’nı hiç terk etmedim. Son güne kadar, orada, arkadaşlarımın yanında yerimi aldım. Sonrasında da orada yaşananları, meselenin sadece üç-beş ağaçtan ibaret olmadığını dilim döndüğünce anlattım. Hâlâ anlatıyorum, nefesim yettiğince anlatmaya devam edeceğim.
Gezi Parkı’nda yaşananlar çok özeldi. Orada, “biz” olduğumuzu gördük. Gözlerimizi yaşartan, sadece gaz bombaları değildi: Yan yana olabileceğimizi, birbirimize saygı duyabileceğimizi, gerekirse ideolojiden tutulan takıma bizi ayrıştıran ne varsa göz ardı edilebileceğini öğrendik. Sonrasında bunları hayatımıza aktaramadık, çoğaltamadık, üzerine yeni bir şey koyamadık belki ama orada yaşananlar, ileride yaşanacak güzel günlere dair umudumuzu artırdı. Bugün, ileriye umutla bakıyorsak, ağız dolusu “her şey çok güzel olacak” diyorsak, biraz da Gezi sayesinde. 1 Haziran’da başlayan iki haftalık süreçte ve sonrasında gördüklerimiz, geleceğe dair inancımızı tazeledi.
31 Mayıs akşamı BirGün Pazar için yazdığım yazı, 2 Haziran tarihli sayıda “Direne Direne Kazanacağız” başlığıyla yayımlandı. Bahsi müzikten açmış, sözü yine müziğe getirmiştim. Yazının spotu şöyleydi: Bu bir müzik yazısı değil. Müzikli bir yazı. Dünü, bugünü, direnişi, Taksim Gezi Parkı özelinde şehre sahip çıkmayı anlatıyor. Şarkılar, bugünün de tanığı: Direnişe, yüzyıllık bir gelenek eşlik ediyor!
İzninizle, o yazının ilk paragrafını buraya alayım… 1980’de yaşanan darbenin sonrasından söz ediyor, o günlerde yapılan kimi uygulamaları anıyorum:
Ferhat Tunç’un 12 Eylül sonrasında yaptığı, dönemle simgelenen şarkılardan biri, “Yaşamak Direnmektir”. Askerî cuntanın hüküm sürdüğü dönemde oldukça anlamlı bir şarkıydı bu. Sadece cuntaya değil, zamlara ve “sivil” hükümetin çıkarttığı yasalara da direnmek gerekiyordu o günlerde. Düşünmenin suç olduğu, kitapların yakıldığı, kasetlerin “valilik kararıyla” toplatıldığı, “Danıştay kararıyla” serbest bırakıldığı zamanlardı bunlar. Bandrol yasası yeni çıkmıştı ve devlet, bunu bahane ederek içeriğe de karışıyor, beğenmediği kasetlere bandrol vermiyordu. Ferhat Tunç, albümleri en çok yasaklanan şarkıcılardan biriydi. Sadece yasak değil, kurşun da yiyordu kasetler: Grup Yorum albümlerinin yer aldığı kolilerin kurşunlanarak açılmadan İMÇ’ye geri gönderildiğini, yapımcıları Hasan Saltık defalarca anlatmıştı. Bugün şartlar değişti. Devlet albümleri (en azından görünürde) denetlemiyor, bandrol artık sadece bir formalite. Albümler, şarkılar, en kötü ihtimalle internet üzerinden yayınlanıyor, alıcısına ulaşıyor. Kaset çoktan tedavülden kalktı, CD’nin sonu gelmek üzere. Yapımcılar kan ağlıyor, evet ama şarkılar alıcısını buluyor. En azından eskiye nazaran dinleyiciye daha kolay ulaşılabiliyor.
Yazıyı gönderdiğimde, Duman henüz “Eyvallah”ı YouTube üzerinden paylaşmamış, “Gezi şarkıları”nın fitilini ateşlememişti. Sonrasını biliyoruz: Bir anda yüzü aşkın şarkıyla tanıştık. Gezi’den beslenen, Gezi’de bestelenen, yaşananları anlatan şarkılardı hepsi. Gezi direnişi, tarihe şarkılarla yazıldı. Sadece Türkiye’den değil, dünyanın her yerinden şarkılar eklendi külliyata: Roger Waters’tan Joan Baez’e pek çok isim direnişi desteklerken dünyanın dört bir yanına dağılmış Türkiyeli vatandaşlar seslerini bu şarkılarla duyurdu, direnişe notalarla selam çaktı. Tek tek adlarını anmayayım, onu başka bir yazıya bırakayım ama yazının sonuna ulaşırken benim için Gezi külliyatının en güzel şarkısını anmadan geçmeyeyim… Demir Sert imzalı “Bu Gaz Bir Harika Dostum”, külliyatın akılda kalan şarkısı. Grup Yorum’dan Kardeş Türküler’e, Boğaziçi Caz Korosu’ndan Marsis’e, Bulutsuzluk Özlemi’nden Timur Selçuk’a pek çok isim külliyata katkıda bulundu ama Demir Sert’in 7 Haziran 2013’te YouTube üzerinden paylaştığı bu şarkı, Gezi’nin özeti oldu: “Kaftan biçmiş kendine / Sanki padişah gibi / Kıskanır şeytan bile / İçindeki nefreti // Kalmadı başka bir yolu / Havaya kaldırdım yumruğu / Bedenime sahip olsan da / Alamazsın ruhumu // Dizildi piyonlar karşıma / Kapkara bir duvar gibi / İstanbul’da bir parkta / Yaşadım cehennemi // Yok benim zincirlerim / Vur, canım yanmaz benim / Tam karşında duruyorum / Bu gaz bir harika dostum!” Sert, şarkıyı, “31 Mayıs sabah 5’te Gezi Parkı’nda yaşadıklarım” notuyla dinleyiciye sunmuş.
Yine 31 Mayıs’ta yazdığım yazıya döneyim… Yazının bir yerinde, şarkılarla direniş tarihini özetliyorum. Bundan sonra okuyacaklarınız, o bölüm.
Direniş, geleneğimizde var: Pir Sultan Abdal’dan Âşık İhsani’ye, Ruhi Su’dan Ahmet Kaya’ya uzanan yolda, binlerce şarkı üretildi, üretiliyor. Dünya durduğu sürece üretilecek. Bunların çoğu, bugün, bu gibi toplantılarda hep bir ağızdan söyleniyor. Aralarında “1 Mayıs Marşı” gibi “özel” olanlar, “Katil Amerika” gibi belli hedefe yönelenler, “Nurhak” ya da “Şarkışla” gibi ağıtlar, “Kızıldere” gibi marşlar var. Kimi belli bir olay için yazılmış ya da onun sonunda ortaya çıkmış; kimi halkın dilinde söylene söylene değişmiş, bugüne gelmiş. Halk, derdini her dem şarkılara dökmüş, isyan bayrakları her şeyden önce şarkılarla açılmış. “Balta”lar bilenmiş, “Dağlara Gel” çağrısıyla insanlar birlik olmuş, “İsyan Ateşi” ile halaya durmuş. ‘60’lı yıllarda ozanların açtığı bayrağı, ‘70’lerde Selda, Edip Akbayram, Timur Selçuk, Cem Karaca gibi şarkıcılar, ‘80’lerde Grup Yorum, Kızılırmak, Mozaik gibi gruplar, Ahmet Kaya gibi sesler devraldı. Sonrasında rock’çular (‘70’li yıllardaki geleneği sürdürerek) isyan etti; mor ve ötesi, Redd gibi gruplar, Aylin Aslım gibi şarkıcılar eylemlerde de ön saflarda göründü. Eylemlerin olmazsa olmazlarından biri de Bandista’ydı: Neşeli şarkılarıyla, devrimi dans ederek beklediler, bekliyorlar. Ezberlenen marşların söylendiği asık suratlı mitinglerden dans edilen eylemlere uzanan yol elbette uzun ama gelinen nokta şahane. Bugün bir direniş hızla örgütleniyorsa, bunda şarkıların da payı var. Hep bir ağızdan söylenen şarkılar, insanları birbirine bağlayan bir tutkal gibi; coşkuyu artırmakla kalmıyor, direnişi güçlendiriyor. Dün Emek Sineması’nın yıkılmasına, Haydarpaşa’nın yakılmasına, Beşiktaş İskelesi’nin satılmasına şarkılarla direnenler, bugün Taksim Gezi Parkı’nda nöbette. Son olmayacak elbette. Gezi Parkı’nı kurtaramayacağız belki ama şarkılar sürecek. Grup Yorum’un şahane sloganını hatırlayalım: “Türküler susmaz, halaylar sürer!” Buna Bandista’nın şarkısını (biraz bozarak) ekleyelim: “Aşk İstanbul’da bir meydan / Aşk Atina’da yanan cam / Aşk alevler içindedir / Aşk mücadeledir…”
Henüz hiçbir şarkının ortaya çıkmadığı saatlerde yazmış olduğum bu satırlar, bir doğru bir de yanlış öngörüyü içinde barındırıyor. Doğru olan, şarkıların direnişi güçlendirdiği… Umutsuzluk mu bilmiyorum ama yukarıdaki satırları yazarken araya “Gezi Parkı’nı kurtaramayacağız belki ama” ifadesini sıkıştırmışım. Yanlış öngörüm, bu. Gezi Parkı hâlâ yerinde ve o günlerin güzelliğini bize hatırlatıyor.
Yazı uzadı, sonlandırayım. 31 Mayıs akşamı yazdığım yazının son paragrafı, yine içinde doğru bir öngörü barındırıyor. Bugün yazsam yine aynısını yazarım. Onun için, bu yazı, o paragrafla sonuna koşsun:
Taksim Gezi Parkı’nda verilen mücadele, gelecek güzel günler için: Şehirlilik bilinci adına. Amaç, çocuklarımıza daha güzel bir dünya bırakmak. Şarkılar hep başrolde, direnişçi ruh devrede, yüzlerce yıllık gelenek buna omuz veriyor. Halk direniyor, bu direniş şarkılar aracılığıyla kayda geçiyor. Yarın, bugüne baktığımızda, bunu böyle anacağız: Aşkla ve coşkuyla yapılmış bir “güzellik” olarak. Sloganımız şu: Direne direne kazanacağız!
Eski yazı böyle bitiyor ama ben bugünkünü farklı bitireyim ve yazının ucuna bir acı iliştireyim: Gezi direnişi sırasında canımız çok yandı. Sadece atılan gaz bombaları değil, ateşlenen silahlardan çıkan kurşunlar ve ıssız, karanlık sokaklarda atılan tekmeler, Ethem’den Ali İsmail’e, Medeni’den Hasan Ferit’e, Abdullah’tan Berkin’e gençlerimizi elimizden aldı. Gezi ruhunu yaşatmak, biraz da onların adını yaşatmak anlamına geliyor. Adlarını unutmadan, unutturmadan ilerleyeceğiz. 24-25 Haziran’da Silivri’de görülecek bir tuhaf dava var. Orada olmak, boynumuzun borcu. Dilimizdeki sloganı bir kere daha hatırlatayım: Karanlık gider, Gezi kalır.
1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. İstanbul’da yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı ve pek çok radyoda programlar yaptı. Şu anda Açık Radyo'da, hafta içi her sabah Şarkılarla Memleket Tarihi adlı programı hazırlıyor ve sunuyor. Pek çok televizyon programının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında hazırlayarak sunduğu Kırkbeşlik adlı televizyon programı TRT’de yayımlandı. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006) ve 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016) adlı iki kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar, Vatan Kitap ve Kafa’da yazıyor.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Kadıköy semalarında yankılanan ses: Daniska
Açık açık söyleyeyim: Tarihin ilk Daniska konseri, şahit olduğum en eğlenceli konserlerden biriydi. Erdal Güney’le birlikte konseri izlerken o kadar keyiflendik ki, çıktığımızda sarhoş gibiydik. “İçkiden değil” dedik, “müzikten”. Konser sonrası başımızı uzattığımız Daniska kulisi, gülen yüzlerle doluydu. Bu da, konserin ne kadar güzel geçtiğini gösteriyor.
Bir Dario Moreno hikâyesi
Dario Moreno hikâyesini uzun uzun anlatmak gerekiyor. Benimki, küçük bir katkı olsun. Rakımızı kadehe doldurduktan sonra bir yudum da onun için alırsak, ne âlâ. Elbette şarkıları eşliğinde…
Öğretmenim, canım benim...
Gün vesilesiyle bir marştan yola çıktım, bir çocuk şarkısıyla yazıyı tamamladım. Arada kimi şarkıları andım ama elbette öğretmenler için yazılan şarkılar bu kadar değil. Daha nice öğretmen şarkısı var. Okuldan söz edenler, cabası. Benimki küçük bir hatırlatma.
Bir türküdür direniş
Bugün Grup Yorum konser veremiyor. Bir ülkede bir müzik topluluğunun konser veremiyor oluşu çok acı. Bir dönem yine konserleri yasaklanmış, Açıkhava Tiyatrosu’nun kapıları onlara kapatılmıştı. Sonrasında açıldı. Açılmak ne kelime: 25. yıl konserlerinde İnönü Stadyumu’nu doldurdular, sonrasında yaptıkları “Bağımsız Türkiye” konserlerinde kitleleri Bakırköy’den Ankara’ya, oradan İzmir’e taşıdılar. Türkiye’nin dört bir yanında ve Avrupa’da düzenlenen konserleri saymıyorum bile. Bunlar, bugün yasak.
Taner Öngür’e, bir hatıra olarak…
Bu yazı, Taner Öngür’e adanmış bir armağan. Albümlerini imzalarken kullandığı ifade gibi: “Bir hatıra olarak…” Hayatımızı özetlerken ona dokunmuş insanların kaçı hakkında yürekten bir “iyi ki” çıkıyor ki ağzımızdan?
Türküler susmaz!
Bugün Şili’de olan, dünyayı heyecanlandıran bir gelişme. Bakmayın “Victor Jara’yı karıştırmayın, adam 50 yıl önce ölmüş” diyenlere… Onun sesi ve onun müziği, Mehmet Celal’den Grup Yorum’a uzanan isimlerin bize duyurdukları marşlarla birleşiyor, bir halkın sesi olarak tarihe geçiyor.
Murder King sahnede: Korkmadan, susmadan, durmadan…
Murder King, doğru bildiğini sakınmadan söylüyor. Sözleri, müzikleri kadar sert. Akıllarına geleni süzgeçten geçirmeden şarkıya aktarıyorlar, “laf olsun” diye söylemiyorlar. Bu, hele ki bu dönemde bulunmaz nimet. Muadillerini düşündüğümüzde değerleri daha da iyi anlaşılıyor: Tuhaf ve ağdalı aşk şarkıları yazan, bunları brütal vokalle söylediklerinde metal yaptıklarını sanan nice topluluğun ortalıkta dolandığı dönemde bu müziğin yapısına ve kavgasına uyan şarkılarıyla dikkat çeken Murder King için söylediklerim az bile kalıyor.
Aşk şarkılarından müteşekkil can simidi
Memleket cadı kazanı gibi, sürekli kaynıyor; siyaset her dem gündemimizde ama bilhassa 2013 sonrası, başka hiçbir şeyden söz etmez olduk. Eskiden müzikten, şarkılardan söz ederdik; bugün, pek çok şeyi ikinci plana attık. Gündemin sürekli değişiyor oluşu ve memleketin giderek kötüye gidişinin getirdiği moralsizlik, ortamın da kararmasına sebep. Yine de müzik susmuyor, bir şekilde (sessiz de olsa) varlığını sürdürüyor.
45 yıl saklı kalmış hazine
Türkiye’de popüler Batı müziğinin başlama vuruşu olarak kabul edilen şarkı, İlham Gencer tarafından plak yapılan “Bak Bir Varmış Bir Yokmuş”. Doğrudur, Türkçe sözlü ilk “hit” şarkı budur ama öncesi var –ki Durul Gence, tam da bu noktada sahneye çıkıyor. Somer Soyata ve Arkadaşları adıyla bir dönem ortalığı kasıp kavuran Deniz Harp Okulu Orkestrası’nın efsane davulcusu...
İki ustaya saygı: Ruhi Su ve Fikret Kızılok
Ruhi Su türküleri, hep bir ağızdan söylediğimiz türküler. Her dönem bu böyle oldu. Onun sesini kısmaya çalışanlar, türkülerinin kaydedildiği plakları, kasetleri yasaklayanlar onu yok edemedi. Yok edemez çünkü kökü sağlam.
'Ege’nin iki yakası'nı buluşturan şarkılar ve bir festival
Söylenecek söz çok elbette ama gün, güzel şeylerden söz açma günü. “Ege’nin iki yakası”ndan söz etmişken, bu iki yakayı birleştirmek üzere yola çıkan bir oluşumu ıskalamak olmaz. Bu hafta bir vuslata tanık olacağız aslında: Yöresinde efsane olarak anılan Çeşme Festivali, 25 yıllık zorunlu bir aranın ardından geri dönüyor.
Ankara’yı hatırlatan albüm: Güzel Günler Göreceğiz
Güzel Günler Göreceğiz, Büyükgönenç’in eski kayıtlarından oluşan bir albüm aslında. 12 Eylül 1980’de yapılan darbe, onun dinleyiciyle buluşmasını geciktiriyor. Dokuz yıl sonra yayımlandığında, etkisinden ve güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş şarkılarla karşılaşıyor dinleyici –ki bugün dinlediğimizde de aynı etkiyi hissetmek mümkün: Bir yanıyla eski ama sanki dün yapılmış gibi. Zamansız bir albüm.
Işıkları yakın çünkü zafer yakın!
Rap camiasının cevval çocukları, önümüzdeki günlerde belli ki daha çok konuşulacak bir hamleyle, gündeme dair akıllarında olanı dile getirdi. “Susamam”, bütün çıplaklığıyla memleketin bugününü tarihe işlerken, Şanışer’in yan yana getirdiği gençler, cesurca sözlerini haykırdı. Ezhel, aynı gece kendinden beklenen, bizi şaşırtmayan hamleyi yaptı; Sayedar & Önder Şahin, yanlarına Ceza’yı alarak bu hamleyi güçlendirdi.
Barışa doğru, adım adım…
Barış, bütün zamanların en büyük temennisi. Savaşlar ortaya çıktığından beri böyle bu; insanlık tarihi kadar eski yani. Birileri savaş kararı alıyor, kalanlar barış bekliyor. Her şey, iktidardakilerin iki dudağının arasında…
Dayak cennetten çıkma: Kadına dair şiddetin şarkılardaki yansımaları
Dayağa “olur böyle şeyler” diye yaklaşan, “herkes dayak yer” diyen bir şarkımızın olması bile yeteri kadar can sıkıcı aslında. Normalleşmeden kastım bu. Yazık ki tek örnek değil. Bugün bu cinayetler işleniyorsa, pay biraz da bu şarkılarda, anmadığım dizilerde, filmlerde. İktidarın tutumunu da bunların yanına katarsak, savaşmamız gereken şey çok büyüyor.
Alaturka ve 'nostalji kraliçesi'
‘70’li yıllarda pop’un en büyük rakibi, ‘80’li yıllarda ana arterin ta kendisi olan alaturka, artık unutulmuş bir tür olarak tarihe yazıldı. Bunda, Muazzez Ersoy’un payı büyük. Şimdi bunları hiç yapmamış gibi ortalığa çıkması, bunları dile getirmesi çok acayip.
Sana boncuktan kuş yaptım…
Şu cümlenin altını çizmek şart: “Sızlanma değil çalışma zamanı.” Şu anda yapmamız gereken bu. Sahiden zor zamanlardan geçiyoruz. Umutsuzluk her an bizi esir alabilir ama buna izin vermememiz gerekiyor. Her koşulda “sonrası” güzel olacak çünkü, biliyoruz. Belki hayalini kurduğumuz güzel günlere erişemeyeceğiz, belki onları göremeyeceğiz ama niye çabalamayalım?
Ölüler altın takar mı?
Bergama direnişi, ‘90’lı yıllara damgasını vuran hadiselerden. 1989 yılının 16 Ağustos günü maden arama ruhsatı alan, 1991 yılında çalışmalara başlayan çokuluslu şirketin bu hamlesi, direnişin başlangıç noktası. Sonradan o şirket çekildi ama başka şirketlerin gözü hep Bergama’da kaldı. Orada bir şekilde açılan altın madenini işletmek için dünyanın her yanından büyük şirketler devreye girdi, hâlâ çabalıyorlar. Hep bir ağızdan bağırmak, sesimizi çoğaltmak için geç kalmış sayılmayız. Şunu unutmamak gerek: Bugün kaybedersek yarınımız olmayacak.
Hasretin notalara yansıması: İstanbul’da Olmak
Dinlediğim anda beni vuran, asla bıkmadığım, hiçbir zaman bıkmayacağım bir şarkıdan söz açmak isterim… Kitabın çatısını kurarken kenara ilk ayırdığım şarkılardan: Şanar Yurdatapan’ın yazdığı, Melike Demirağ’ın seslendirdiği “İstanbul’da Olmak”. Sürgün günlerinde yazılmış bu şarkıyı ayırmamın sebebi, biraz da günle alakalı.
Yıllar sonra iki şahane kavuşma: Caz Vapuru ve Mozaik
İstanbul Caz Festivali’nde önemli konserlerin hepsi yapıldı belki ama festivale son dakikada dahil olmak, bu yıla mahsus sürprizlerin hiç olmazsa ikisini ıskalamamak istiyorsanız henüz geç kalmış değilsiniz.
Yıllara meydan okuyan isim: Ömür Göksel
Ömür Göksel için “bugünlerde ikinci baharını yaşayan bir ihtiyar delikanlı” diyebiliriz. Yanlış olmaz, eksik kalır: Memlekette filizlenen pop müziğin ilk yıllarından itibaren hayatımızda var olan sanatçı, bugün hâlâ aktif. Arada gözlerden uzaklaştığı, kaybolduğu bir dönem var ama onda da dünyayı dolaşarak şarkılarını söylemiş.
…Çok güzel olacak!
“İstanbul kazandı” diyeceğim ama cümlenin doğrusu şu: İstanbul yeniden kazandı. “Her şey çok güzel olacak”, şahane slogandı. Onu güne uyarlayıp “her şey çok güzel oldu” demek mümkün ama henüz olmadı. Asıl mücadele şimdi başlıyor.
Her şey…
23 Haziran seçimleri önemli. Bizi hayata bağlayan heyecan, şarkılarla hatırladıklarımız. Onu yeniden yürürlüğe sokabiliriz. Edip Cansever’in dizesiydi: “Birden yürürlüğe girdi o yok olma duygusu” 12 Eylül’ün yaptığı buydu. Oradan palazlanan AKP, bunu sürdürdü. O duyguyu yok etmek zor değil. Artık değil. Yaptık, yine yapacağız.
'Fabrika Kızı'ndan 'Ethem’in Sessiz Çığlığı'na Alpay
Bir yanda onu devlete ihbar eden “sayın muhbir vatandaş”, diğer yanda hâlâ dimdik duran Alpay. “Fabrika Kızı”ndan “Ethem’in Sessiz Çığlığı”na uzanan yolda hiçbir zaman taviz vermedi, her dem istediği şarkıları söyledi. Belli ki bundan sonra da bunları söylemeye devam edecek.
Sevdadır / Arkadaş Z. Özger üzerine…
Arkadaş Z. Özger’in şiirleri Grup Ekin, Onur Akın, Sadık Gürbüz gibi isimlerce bestelendi. Grup Ekin’in ilk albümü “Kavgayı Seçtim”de karşımıza çıkan “Ferhat” –ki hemen hemen aynı dönemde Grup Yorum tarafından farklı bir besteyle “Gel ki Şafaklar Tutuşsun” albümüne alındı– en bilinen Özger bestelerinden.
Sait Faik üzerine bir bahar yazısı: Şarkılar, şiirler, hikâyeler, hatıralarla…
Nazarımda Türkçenin en büyük yazarı. Şiirleri, mektupları, yazı ve röportajları ama illa ki hikâyeleri, her dem başucumda. Ondan esinlenenleri severim, hikâyelerinden alıntı yapanlara ayrı bir sempati beslerim, şiirlerini besteleyenleri kendime ayırırım. Müzikle alakasını hep takdir ederim, eserinde müziğin izlerini kovalarım.
'Barak Kızı'na veda…
Sorsanız, pek çok insan üç, en fazla dört şarkısını sayar ama adını herkes biliyor. Bütün zamanların en büyük fenomenlerinden biri. Yazık ki artık yok. Dilber Ay, 63 yaşında aramızdan ayrıldı. Bize kalan, sunduğu program ve okuduğu baraklarla çelişen eğlenceli görüntüleri. Bakmayın birkaç hafta önce yayımlanan albümünün adını “Yas mı var da mahallede?” koyduğuna; kendi de öyle hatırlanmayı isterdi muhtemelen…
ODTÜ Bahar Şenliği sonrası…
Bir önceki yazımın son paragrafı şöyle başlıyor: “Dayanışmanın yolunu bulduğu, gözleri yaşarttığı güzel hadiselerden biri bu.” Öyleydi. Yanılmadığımızı görmek, güzeldi. Bahar Şenliği, bu yıl sahiden “şenlik” oldu. Söyledim, tekrarlayayım: Bu, geleceğe dair umudumuzu güçlendiriyor.
ODTÜ: Geleneğimizden geleceğimize uzanan yol
En son Gezi direnişi döneminde böylesi bir kenetlenme yaşandı. Bu ne ilk ne de son. ODTÜ dendiğinde akan sular duruyorsa, kıymetlimiz olduğundan. Bunca insanın “varım” demesinin tek sebebi bu. Geleneğimizden geleceğimize uzanan yolda önemli duraklardan biri ODTÜ ve başta Bahar Şenliği, bütün ritüelleriyle yaşaması şart.
İşte böyle bir şey: Ölümünün 14. yılında Melih Kibar anısına bir yazı
Melih Kibar, yaptığı şarkılar ve başta “Hababam Sınıfı”, müziğine imza attığı filmlerle bütün zamanların en önemli bestecilerinden biri olarak tarihte yerini aldı. Aksak ritmin sihirbazıydı. Tıpkı Çiğdem Talu gibi kansere yakalandı ve 2005 yılının 7 Nisan günü aramızdan ayrıldı. Ölümünün on dördüncü yılında onu anarken, şarkılarını art arda sıralamak boynumuzun borcu. Bize kattığı bütün güzellikler için teşekkür de öyle…
Beyoğlu tarihine şarkılı bir katkı
Beyoğlu’nu eski günlerine döndürmek zor değil. Müziğe, sinemaya, tiyatroya ve sanatın diğer dallarına önem veren, esnafın derdini dinleyen, halkın rahat etmesi için çalışan bir idareci, Beyoğlu’nu kısa sürede eski hâline döndürebilir. Bugün seçim günü, malum yasaklar yüzünden bir şey söyleyemiyorum ama sandığa gidip oy kullanırken nelere dikkat etmemiz gerektiğinin altını çizebilirim. Bugüne kadar yaşanan bütün büyük dönüşümler, yerel seçimler sonrası gerçekleşti.
Küçük Beyoğlu tarihi: Güzel günlere ulaşmak adına bir hatırlatma yazısı
Beyoğlu, müziksiz çok kuru. Böyle olunca neşe de oralara pek uğramıyor. Başta söyledim, eski günleri geri getirmek mümkün. Önümüzdeki hafta, bunun için önemli bir fırsat verilecek bize. Bir süredir yaşadıklarımız, “seçim” denen şeyin artık işe yaramadığını düşündürüyor ama öyle değil. Bunun için yine elden geleni yapmamız gerekiyor.
Berkin’i hatırlamak, unutturmamak için 14 şarkı
Berkin Elvan, Gezi olayları sırasında ekmek almak için evinden çıktı ve bir daha dönemedi. Bir gaz fişeğiyle başından vuruldu, komada yattı, direndi ancak dayanamadı. 11 Mart 2014’te sabaha karşı hayatını kaybetti.
45 yıl önce Paris’te
Hep söylüyorum: Memlekette olanlar üzerine yazılmış çok şarkı var; tarihi, bu şarkılar üzerinden okumak, hadiselerin izini buradan sürmek mümkün. Paris’te yaşanan kaza, Sebahat Güzel’in “Paris Uçak Kazası” adlı plağına konu olmuş.
Üstadın hikâyesi: Yorgo Bacanos ve Beklenen Şarkı
Yorgo Bacanos, Lavtacı Haralambos’un oğlu. Dayısı, kemençeci Anastas. Ailesinde müzisyen çok: Büyükbabası kemençeci Leondi Efendi, dedesi kanunî Ligori Efendi. Yorgo, Saint Benoit’daki eğitimini yarım bırakacak kadar müziğe tutkun. İlk derslerini babasından almış, bunları Udî Kirkor ve Karmik Germikyan Efendi’den öğrendikleriyle pekiştirmiş. Bir yandan da piyano öğrenmiş.
Günün tarihine bir bakış: Acılarıyla, kayıplarıyla 17 Şubat
1956 yılında, Çoruh ilinin adı Artvin olarak değiştirilmiş. Ondan 30 yıl sonra, Bebek Belediye Gazinosu yıktırılmış. 1984’te Neşe Erberk, Avrupa güzeli seçilmiş. Üç yıl sonra, 12 Eylül darbesi sonrasında toplatılan 39 ton kitap, SEKA’da yakılarak imha edilmiş. 1994’te, Özgür Gündem gazetesi, 1 ay süreyle kapatılmış. Aysel Gürel ve Nuh Köklü, hayatını kaybetmiş...
Yeniden Çiçek Pasajı
Beyoğlu, uzun zamandır insanların uğramadığı bir yer. Eski mekânlar tek tek kapanıyor, müzik caddeden uzaklaşıyor, barların yerini tatlıcılar alıyor… Sadece mekânlar değil, insanlar da değişiyor. Doku, bir hayli farklı. Bu, eğlencenin farklı semtlere kaymasına sebep ama semti ya da özelde İstiklal Caddesi’ni terk etmemek gerekiyor zira zaman zaman farklı dokular yöreyi ele geçirse de İstanbul’un merkezi burası.
Musikinin kaynağı için bir saygı duruşu
Bugün ölümünün 58. yılında andığımız büyük besteciyi, hakkında rivayet olunan bir hikâyeyi hatırlatarak anayım: Dönemin ünlü bestecilerinden Selahattin Pınar’a Sadettin Kaynak hakkındaki düşüncesini sorarlar. Üstat, hır çıkartmaya meraklı gazetecilerin tuzağına düşmez ve iki küçük cümleyle cevaplar soruyu: “Adı üzerinde, o bir kaynak. Bense sadece bir pınarım.”
Dr. Skull’ın muhteşem dönüşü!
Şanslıydık: Ankara’daydık. Dr. Skull’la büyüdük. Bugün dönüp baktığımızda fark ediyoruz ki onlar da bizimle büyümüş. Şu cümleyi yazmak o kadar güzel ki: Birlikte büyümüşüz. “Birlikte” yapılan her şey zaten çok güzel. Bunu, perşembe gecesi, Dr. Skull şarkılarını hep bir ağızdan söylerken bir kere daha gördük. Öngörüm gerçekleşti: Vuslat hasıl oldu ve o gece sahiden yer yerinden oynadı.
Hrant Dink anısına: Bir şarkılı sesleniş…
Hrant Dink cinayeti, Türkiye tarihindeki büyük utançlardan biri. Çözülse de bu böyle olacak. Katillerin, “katil”lere emri verenlerin cezalandırıldığını görmek, hepimizin tek arzusu. Dilimizden düşmeyen slogan basit: Biz bitti demeden bu bitmeyecek. Dink’in öldürülmesi canımızdan can kopartan hadiselerden. Beklemediğimiz bir zamanda apansız gitti, ona en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemde bizden kopartıldı. Ardından çok şarkı yazıldı, çok şey söylendi...
Hikâyesi hikâyemiz: Burcu Tatlıses ve 'Uzaklar' üzerine…
Burcu Tatlıses hangi kulvarda? Pop deseniz pop ama değil; rock deseniz öyle ama yaptıklarını bildiğimiz rock kalıplarında değerlendirmek mümkün değil. İsimlendiremediğimiz her şeye yaptığımız gibi “alternatif” diyebiliriz buna ama neyin alternatifi? İyisi mi bir türün içine sokmadan değerlendirmek.
Bir bilanço: 2018’den kalanlar
2018’de Kardeş Türküler 25. yılını kutladı, Moğollar 50. yılı devirdi. Bu bile yılı sevmemiz için bir sebep! Yazık ki 30 yılı aşan Grup Yorum, bu yıl baskılar yüzünden konser veremeyen topluluk olarak tarihe geçti, konserlerini internet üzerinden dinleyicisiyle buluşturdu. Ezhel’in tutuklanmasından Grup Yorum’a yapılan baskılara konuşulacak çok şey var ama o, bir başka yazının konusu olsun.
Bir tuhaf tartışma: Mazhar Alanson ve 'Yandım' meselesi
Mazhar’ın durup dururken bunu gündeme getirmesini ters bulanlar var. Oysa gündeme getiren Alanson değil, bunu haber yapanlar ve sonrasında bunun üzerinden tartışma başlatanlar. Bunların bir kısmı durumu güne uyarlıyor ve “iktidara yakınlaşma çabası” olarak nitelendiriyor ama ortada AKP yokken de Mazhar bunu söylüyordu. Dahası, iktidara zaten yakındı. AKP iktidarına değil, genel olarak “iktidar”a.
Günün tarihi: Hayvanlardan uzaylılara, Saint-Saëns’tan Alpay’a…
Hayvanlar Karnavalı’nın Mimaroğlu yorumunu bulmak zor ama en azından “Neptünlü Sevgilim” TRT arşivinde ulaşılabilir durumda. Günü, günleri güzelleştirmek için dinleyebilirsiniz. En azından yüzünüze küçük bir gülümseme çizerse, ne âlâ.
'Imagine'den İnsan Hakları Günü’ne, bir 9 Aralık yazısı
İnsan hakları, uzağımızda duran bir kavram. Şarkılar, yapılması gerekeni bize anlatıyor ama bilhassa bizim memlekette ne denli etkili oldukları tartışılır. İnsan haklarından söz edenler tutuklanıyor ve aylarca cezaevinde tutuluyor. Dün John Lennon’ı öldürülmesinin 38. yılında andık. Yarın İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edilişinin 70. yılı. John Lennon’ın şarkısında sözünü ettiği dünyanın özlemini kuran, insan haklarına inanan insanlar cezaevinde ve biz bugün onlar için bir ses çıkartmıyoruz. Sessizlik fena, kanıksamak daha da fena.
Refik Durbaş anısına, gülümseyerek…
Refik Durbaş artık yok ama yazıları, söyleşileri, şiiri ve şiirinden bestelenen şarkılarıyla hep yanımızda. Durbaş, hep halktan yana oldu, keskin dizelerini zalimin karşısına koydu. Bir yandan mücadelenin şiirini yazdı, kendini bir kavga şairi olarak konumlandırdı, diğer yandan aşkı bize en güzel dizelerle anlattı.
Woody, Saygun, Falco: Kişisel bir yazı denemesi
Şanslıyım, Ankara’da, eserlerinden birinin çalındığı bir CSO konserinde Ahmet Adnan Saygun’u gördüm ve gecenin sonunda (gençliğimin verdiği heyecanla) yanına giderek elini sıktım. Böylesi bir efsane ile aynı ortamda bulunma fikri bile masal gibiyken bu heyecana şahit olmak, onu bugüne taşımak pek güzel. Dahası, onun plak üzerinde yer almış hemen hemen bütün eserlerini arşivime katmak, peşinden koşmak –ki sadece bu bile insanı mutlu eden, “iyi ki yaptım” dedirten bir şey.
Hamburg’dan Berlin’e, Berlin’den İstanbul’a
Derya Yıldırım ve grubu Grup Şimşek, Almanya ve İsviçre gibi ülkeleri gezdikten sonra ilk defa Türkiye'de de 24 Kasım akşamı Zorlu PSM sahnesinde konser verecek. Derya Yıldırım & Grup Şimşek, türkü aranjmanları ve 60'lar sounduyla yaptıkları işleriyle dikkat çekiyor.
Orhan Veli Kanık’tan Ahmet Kaya’ya uzanan 'Macera'
Orhan Veli Kanık ve Ahmet Kaya’yı aynı yazıda yan yana getirmemin tek sebebi, birbirine yakın uğursuz iki tarih değil. Ahmet Kaya’nın ayrıksı bestelerinden biri, Orhan Veli’nin kitaplarına almadığı şiirlerinden “Macera” üzerine: Kaya bu şiiri bulup çıkartmış, 1985 tarihli ikinci albümü “Acılara Tutunmak”ta dinleyicisiyle buluşturmuş. İki isim ayrı dallarda duruyor görünseler de aslında aynı türküyü şakıyor.
Bitmeyen tartışma: Türkçe ezan ve plaklardaki yankıları
Ezanın Türkçe okunmaya başladığı tarih, 30 Ocak 1932. Bir Ramazan ikindisinde Fatih Camii’nde Hafız Rıfat Bey tarafından okunan ezan bu: “Allah büyüktür / Tanrıdan başka tapacak yoktur / Ben şâhidim ki Tanrım büyüktür / Nebi Muhammet, Allah Resulü / Ben şahidim ki o haktan geldi / Ey dinleyenler, geliniz namaza! / Ey işitenler koşunuz felâha / Allah büyüktür / Tanrıdan başka tapacak yoktur…” Bu sözler, Cumhuriyet’in 31 Ocak tarihli nüshasında yayımlandı. Bir gün önceki nüshada manşet şöyleydi: “Bugün Fatih Camiinde İkindi Ezanı Türkçe Okunacak”.
Ak Günlerin Karaoğlan’ı: Şarkılarda Ecevit
Ecevit, her şeyden önce kibarlığıyla halkın gönlünde taht kurdu. Bugün baktığımızda (çıkar ilişkileri doğrultusunda desteklenenler dışında) ona benzer bir lider yazık ki göremiyoruz. Olanı da iktidar hapse atıyor. Dileğimiz herkesin özgürce siyaset yapması. Şarkılar, türküler hangi liderin “önde” olduğunu gösteriyor, tarihe onlar kalıyor.
'Big Rocker' yeniden!
Tünay Akdeniz için “punk’ın atası” deyimini kullanmak yanlış olmayacaktır. Nitekim yakın dönemde yayımlanan bir plağın üzerinde tam da bu yazıyor: “The Godfather of Turkish Punk”.
Kreuzberg sokaklarından yükselen ses: Killa Hakan
Killa Hakan, son dönemin büyük yıldızlarından. Onunla Kreuzberg sokaklarında yan yana yürürken “büyük”lüğünü kavrıyorsunuz. Bugüne kadar duymamış, dinlememiş olma ihtimaliniz pek yok ama böyle bir şey varsa bile kulağınızı ona çevirin zira anlatacak çok şeyi var. Kreuzberg sokaklarının sesini evinize getiriyor.
'Çav Bella'nın 'öteki' hâlleri
Perşembe günü Hilal Cebeci yeni klibini yayımladı ve herkes buna odaklandı. Üzerine konuşulmayacak gibi değil zira durup dururken hiç alakası olmayan birinden “Bella Ciao” dinlemek tuhaf. Üstelik ödenmiş onca bedel varken… Şüphesiz herkes her şeyi söylemekte özgür, kimseye karışamayız ama söylenen şarkının neyi anlattığına dikkat etmek, vurguyu biraz da buna yapmak gerekiyor.
6. Filo’dan Necdet Adalı’ya: “Adın dolaşır dillerde…”
Necdet Adalı, 38 yıl önce Ankara’da devlet eliyle öldürüldü. Mücadelesi yoldaşlarınca sırtlandı, sürdürülüyor. Adalılar’ın “Necdet’e Ağıt”ının son dizelerindeki gibi: “Adın dolaşır dillerde / Bayrak yükselir ellerde / Kanın kalmayacak yerde / Diren Necdet, yoldaş diren…”
Yeniden Mozaik!
Heyecanlı buluşmalar, yeniden yan yana gelmeler, geleceğe dair umudumuzu pekiştiriyor. Mozaik, hayatımdaki en önemli topluluklardan biri. Onlar sayesinde çok şey gördüm, çok şey öğrendim, çok şey yaşadım. 4 Ekim’de yaşayacağım, bambaşka bir heyecan. Kalabalık olmak ümidiyle bitireyim bu satırları. Kalabalık olalım ki gelecek güzel günlere bir an önce ulaşalım.
Geçmişten gelen “yeni” sesler: Fikret Kızılok şarkıları
Zafer Çarşısı’ndaki küçük dükkan ana girişin tam karşısındaydı. Merdivenlerden inip solunuza galeriyi sağınıza havuzlu çay “bahçesi”ni aldığınızda karşınıza çıkan birkaç basamağı tırmandıktan sonra kapısından giriyordunuz. Başta küçüktü, sonra yanındaki dükkanı alarak büyüdü. Serhat Abi’nin oturduğu tarafta plaklar ve Türkçe kasetler, yan tarafta seri sonu kasetler ve yabancı albümler vardı.
Gecikmiş bir Peyk yazısı
Peyk, şarkılarını bir iletişim aracı olarak kullanan topluluklardan. İnsanlara dertlerini ve hissettiklerini şarkılar aracılığıyla anlatıyor. Bunu yaparken işin kolayına kaçmıyor ama: Körü körüne mesaj vermiyor, dinleyenleri düşünmeye davet ediyor. En önemlisi, “Gamsız Öküz” ya da “Don Kafa” gibi (görece biraz daha popüler) şarkılarda karşımıza çıkan özeleştiri daveti. Günümüzde en zor olan, insanın kendi kendini eleştirmesi. Kaldı ki bu şarkıları barındıran “İçimdeki İz”e adını veren şarkı da böylesi bir daveti haiz.
Yılmaz Güney tarihinde küçük bir gezinti
Bugün 9 Eylül. Yılmaz Güney, 34 yıl önce bugün hayatını kaybetti. Filmleri ve kitaplarıyla yaşıyor, adına yazılmış şarkılar onu bugüne taşıyor.
Bir gün mutlaka!
Barış şarkıları üzerine çok yazdım, barışı anlatan dizeleri bu yazılar aracılığıyla insanlara aktarmaya çalıştım. Temennim, insanlığın temennisi. Henüz görmedik ama savaşların olmadığı bir dünyada barış içinde bir arada yaşamak çok zor değil. Halkların birbirine sataşmadan yan yana saf tuttuğunu (Cem Karaca’nın deyişiyle) mutlaka göreceğiz –ki aslında halklar açısından sorun yok. Sorun yukarıda.
Yine yeni bir 'tribute' albüm: 'Ve Nazan Öncel Şarkıları' ve hatırlattıkları…
Saygı albümlerindeki en büyük dertlerden biri, şarkıları sahibine öykünerek söylemek. Nazan Öncel’in belli bir tarzı var: Kelimeleri eze eze söyler ve bu yorumla şarkılar içimize oturur. Neyse ki burada kimse ona öykünmemiş, komik duruma düşmemiş. Yine de farklı düzenlemeler beklerken neredeyse bir elden çıkmışçasına yapılmış düzenlemeler albümdeki çeşitliliği yok ediyor.
Belgelerin elimizde Turgut Abi, rahat ol…
Seni özleyeceğiz Turgut Abi. Belgelerin elimizde. Onlara çok iyi bakacağız, rahat ol. Yavuz’a, “Asit” Orhan’a ve diğer arkadaşlarımıza selam söyle…
700. buluşmaya doğru Cumartesi Anneleri
Cumartesi Anneleri için söyleyeceğim tek şey şu aslında: Acıları acımız, mücadeleleri mücadelemiz, sesleri sesimiz. Birlikteyiz. Her zaman.
Memleketimden kriz şarkıları: Oyna vatandaş oyna!
Ortalığı biraz şenlendirmek adına, içinde bulunduğumuz kriz ortamına benzer dönemlerde yazılmış kimi şarkıların altını çizmek, onları hatırlatmak istiyorum. Yazılarımın çoğunda bunu yapıyorum zaten: Memleket meselelerine şarkılarla bakıyor, gündeme uygun şarkıları bulup çıkartıyor, yerine yerleştiriyorum. Bugün de öyle yapacağım.
İki şair, iki hasret: Ahmet Erhan ve Turgut Uyar
Ahmet Erhan’ı beş yıl önce bir 4 Ağustos günü kaybettik. O gün, edebiyat tarihine “Turgut Uyar’ın doğum günü” olarak geçmişti; Ahmet Erhan’ın gidişiyle acıya boyandı. Erhan –ki ölümünden sonra yayımlanan ve bütün şiirlerini toplayan iki ciltlik kitap “Burada Gömülüdür” başlığını taşır- bugün Karşıyaka Mezarlığı’nın sessiz sakin bir köşesinde Ahmed Arif’in oğlu Filinta Önal tarafından yapılan sandal şeklindeki mezarında babasıyla birlikte yatıyor. Sandalın uç kısmında “Ülkesi: Akdeniz” yazıyor.
75 yıl önce yaşanan katliam ve onu aydınlatan bir şiir: Otuzüç Kurşun
“Otuzüç Kurşun”, en yaygın Ahmed Arif şiirlerinden. Şair, şiiri, Zahir Güvemli’nin Hürriyet’te yayımlanan bir haberinden sonra yazmaya karar verdiğini söylüyor: “(…) okudum, başım döndü. Ondan sonra da basın yasağı geldi. 20-30 yıl da sürdü bu yasak.” Tarih, özellikle bizimki gibi belleksiz toplumlarda sanatla aktarılıyor. Yazılan şiirler, söylenen şarkılar, çekilen filmler ve hadiseleri anlatan kitaplar, oyunlar, resimler çok önemli. Şair, bunun farkında: “Bu hayat ile şiirin, hayat ile sanatın iç içe olduğu bir durum. Bir zaman gelecek tarih ile sanatın, şiirin iç içe olduğu bir durum olacak. İnsanın kendi köklerini araştırması çok önemli.”
Ne zaman gitti tren?
Turgut Özal’ın iktidarda olduğu yıllara demiryollarını “modası geçmiş bir ulaşım yöntemi” olarak nitelendirmesi, bu politikanın yakın dönemde de sürdüğünün göstergesi. Menderes ve Demirel gibi asfaltlar, barajlar, köprüler açmakla övünen Özal, bir dönem dillendirileni yeniden gündeme getirmiş ve demiryollarını “komünist ülkelerin tercihi” olarak nitelendirmişti.
Bir 15 Temmuz yazısı
Darbe fena bir şey. Bu konuda iktidarla hemfikirim. Açık söyleyeyim, hemfikir olduğum tek konu bu ama onda bile anlaşamıyoruz. Ben “darbe nereden gelirse gelsin, kimi hedef alırsa alsın fenadır” diyorum; iktidar ise hadiseyi “bize karşı yapılan darbe kötüdür” yaklaşımıyla sahipleniyor. Darbeyi yapanları en ağır şekliyle cezalandırıyor ama bu, darbeyi yapanlarla sınırlı kalmıyor: Barış isteyen, iktidara karşı olduğunu dillendiren, onları eleştiren herkes bir bir tutuklanıyor, işinden oluyor.
Ayfer Eğilmez’in anısına, hayatımı değiştiren “öğretmen”lere dair…
Bu yazı, duvaR’daki 100. yazım. Başlığında hayatımı değiştiren “öğretmen”lere bir atıf var. Onlar olmasa burada olmazdım. Şanslıyım, çoklar. Her şey bir yana, bana umutlu olmayı öğrettiler. Şarkılar kadar örgütlü mücadeleyi bize öğretenlerin anıları da umudu her dem diri tutuyor. Hep öyle olacak.
Yangın yerinde yaşamak
‘90’lı yıllar, “Bugün acaba sıra kimde?” sorusunu sıklıkla sorduğumuz yıllar. 1980 darbesini çocukken yaşamış, anlam verememiştim belki ama bu yılları Ankara’da üniversitede yaşadım. Aklımın ermeye başladığı dönemde arkadaşlarımın, “abi”lerimin ortadan yok oluşuna şahit oldum. Aralarından dönmeyenler de oldu. Ama 2 Temmuz’da kalbimize oturan taş, ağırlaşarak yerinde durmayı sürdürüyor.
Memleket tarihine bir bakış: 'Sağ'dan esintiler…
Bugün 17 Haziran. Süleyman Demirel, bundan üç yıl önce, bir 17 Haziran günü hayatını kaybetti. İcraatı tartışılır, yaptıkları tasvip edilemez belki ama hakkını vermek gerek, memleketin gördüğü en “renkli” politikacılardan biriydi. Sonrasında her şey renksizleşti zaten, yakın dönemin en büyük handikapı o.
Adile Naşit’in kuzucuklarıyız!
Yakın dönemde Adile Naşit’in gündeme gelmesi yine AKP sebebiyle zira hazırlanan tanıtım filmlerinden birinde görüntüsü vardı. Sloganlarında “yeni” Türkiye’den dem vuruyorlar ama tanıtımları hep “eski” Türkiye ile… Dikkat edin, milleti tavlayacak görüntüler arasında yaptıkları icraata dair bir şey yok. Köprülerin, havaalanlarının ve duble yolların artık “iş yapmadığının” farkındalar. Sığınabilecekleri tek liman AKP öncesi –ki o da sorunlu aslında...
Yasaklı yıllarında Berlin’den Nâzım’a selâm…
Nâzım Hikmet bir dünya ozanı. Önceki yazılarımdan birinde çeşitli dillerde bestelenmiş şiirlerinden dem vurmuş, birkaç örnek vermiştim. 55 yıldır aramızda değil belki ama şiirleri şarkılarla çoğalıyor.
27 Mayıs’a giden yol: 555K
Duymuşsunuzdur: 555K parolasıyla simgelenen bir buluşma bu. Uzun söylersek, 5. ayın 5. günü saat 5’te Kızılay’da… 27 Mayıs öncesinde yapılan sivil eylemlerden. Hayır, orduyu göreve çağırmak için değil, Adnan Menderes başkanlığındaki hükümete itirazlarını dillendirmek için yapılıyor bu buluşma. Öğrencilerin çağrısıyla yapılıyor ve memleket tarihinin ilk sivil itaatsizlik eylemi olarak tarihe geçiyor.
1989 seçimleri üzerinden 'şarkılı seçim tarihi'ne giriş
Seçimlerin tarihine baktığımızda aynı şeyle karşılaşıyoruz: Sağın kullandığı doneler değişmiyor. “İstikrar” bunlardan biri. Beton aşkı da öyle. Sağ iktidarlar yaptıkları barajlar, asfaltlar ve köprülerle övünüyor. Buna son dönemde camiler de eklendi –ki bu da “şehitler” üzerinden kurulan söylemi güçlendiriyor.
İki şarkı üzerinden 1977 seçimlerine bakış
1977 seçimlerini kullanılan iki şarkı üzerinden okuduğumuzda kazanan bizi şaşırtmıyor. Özgürlük, barış, adalet, sevgi ve emek, düşmanlığa karşı mutlak bir zafer kazanmış. Bunun bugün olmaması için bir sebep yok. Bu kez (çok partiye rağmen) iki cephe yarışıyor: İktidar ve muhalefet. İktidar (ve ona yanaşan Bahçeli, Perinçek gibi isimler) düşmanlığı savunurken karşısında duranlar barıştan, huzurdan, birlikten söz ediyor.
6 Mayıs üzerine…
6 Mayıs 1972, bir acının tarihi. 12 Mart sonrasında Sivas’a gitmek üzere harekete geçen Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu kurucularından Deniz Gezmiş, yapılan bir ihbar sonucu Gemerek’te yakalandı. Kayseri üzerinden Ankara’ya getirilen Gezmiş ve arkadaşları Yusuf Aslan ile Hüseyin İnan, 9 Ekim 1971’de biten mahkemede, idam cezasına çarptırıldı. Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan, idam edildikleri gün 25 yaşındaydılar. Hüseyin İnan, onlardan iki yaş küçük. Bugün, aramızdan alınışlarının 46. yılında onları anarken bu bilgileri unutmayalım…
Nihayet üç!
“Bas Şarkıları 3”, bu yıl yayımlanan albümler arasında en iyilerden biri. Konukları bir yana, Gürol Ağırbaş’ı ayakta alkışlamak gerekiyor: Sadece uzak durulan bir enstrümanı ön plana çıkardığı için değil, müzisyenliğini konuşturduğu için. Babasından aldığı bageti penaya çevirmiş, yanına notaları koymuş, ilerliyor. Yeni kuşakların yaptığı işleri takip etmesi faydalı zira ondan öğrenecekleri çok şey var.
Çocukların öldürülmediği bir dünya özlemiyle…
Memleket gerçeği yazık ki bu: İktidara yanaşmazsanız özgürlüğünüz elinizden alınıyor. Bu kadar basit. Ayşe Öğretmen bu yüzen hapiste. İrfan Aktan, söyleşisinin bir yerinde, ona şu soruyu soruyor: “Yaşadıklarınızı tuvale aktarsanız, nasıl bir tablo çizersiniz?” Ayşe Öğretmenin cevabı hepimize ders olacak nitelikte: “Siyah bir yağlıboyayı tuvale fırlatırdım. Muhakkak arada tuvalin beyaz renkleri kalacaktı ki, onlar da benim açımdan umudu simgelerdi.”
Baharın getirdikleri
Bahar umudu beraberinde getirir. Doğayı örnek alalım, şarkılarla canlanalım. Şu ara gerekli olan, birlik olmak. Bunu becerebilirsek bahar gelecek ve hiç gitmeyecek.
Ülkü Tamer’in ardından: Geçmişten geleceğe uzanan ses sustu
Ülkü Tamer, İkinci Yeni'nin kurucularından ve akımın has şairlerinden. Memet Fuat’ın deyimiyle (çeviriler yaptığı için) “Batı etkilerine açık” bir şair. Zaman zaman toplumsal meselelere değiniyor ama ekseni hep aynı yerde. Şiirine dair söz haddim değil, ileride değerlendirecekler çıkacaktır. Müzik üzerinden ilerleyip bestelenen şiirlerinden doğru bir bağ kurabilirim ancak...
Mahir’e selam, kavgaya devam!
Bundan 46 yıl önce 30 Mart günü Mahir Çayan ve dokuz arkadaşı Kızıldere'de öldürüldü. Onu sahiplenen yoldaşları, kavgasını bugüne taşırken dillerinden “On’lar” için yazılmış şarkıları, türküleri ve ağıtları eksik etmedi. Türkiye tarihinde ayrıksı ve güzel yollar açmış bütün devrimciler gibi ardında bıraktıklarını sırtlayıp gelecek kuşaklara aktarmak boynumuzun borcu.
Yasak dilde söylenmiş şarkılar üzerine…
Bugün sözde bir yasak yok ama Kürtçe konuşmak, şarkı söylemek suç. Bir dönem Musa Anter’e “Kürtçe ıslık çaldığı” gerekçesiyle verilen ceza, bugün üniversitelerde düzenlenen toplantılarda Kürtçe şarkı söyleyenlere veriliyor. Dahası, Kürtçe şarkılara kattığı yorumla kalplerimizi fetheden isimlerinden Aynur Doğan, Türkiye’de konser veremiyor.
Yarının tarihine bakış: 12 Mart’ta neler oldu?
Türkiye tarihini şarkılarla yazmaya kalktığımızda, enteresan şeylerle karşılaşıyoruz. Daha önce de pek çok yazımda dile getirdim: Neredeyse her şey için şarkı yazılmış. Zaman zaman tarihin tozlu raflarına girip dünün, günün ya da yarının tarihine bakıyorsam bundan. Bugün de öyle yapacağım. Bugünün değil yarının tarihine bakacağım ama. Önemli bir tarih zira…
Yasaklar ve TRT üzerine
Yakın dönemde “ben bu heykelin içine tükürürüm” diyen belediye başkanlarını, bir heykeli “ucube” bulduğu için yıktıran başbakanları gördük. Sevmedikleri bir şeyi yok etmek, fıtratlarında var. Başkalarının sevmesi onları ilgilendirmiyor. İşin tuhaf tarafı, buna “demokrasi” diyor oluşları. Yakında ortama düşen 208 şarkının yasaklanması da (sorarsanız) demokrasinin gereği.
Sesle çizgiler sustu
Celâl Şahin’den bize “sesle çizgiler” kaldı. Yazık ki onları da döneminde dinleyenler hatırlıyor. Memleketin en büyük mizah ustalarından birinin böylesine sessiz sedasız aramızdan ayrılması can yakıyor. İyisi mi pikaba bir plağını koyalım, sesi yükseltelim, onu en güzel şarkılarından biriyle uğurlayalım.
Aysel Gürel için, hasretle…
Aysel Gürel’e “deli” sıfatını yakıştırmak uygunsuz olmaz zira yaptıkları, yapamadıklarımız. Dillerde dolanan, çoktan şehir efsanesine dönüşmüş hikâyeler var… Misal, “Sevgililer gününde ne yapacaksınız?” sorusuna “mastürbasyon” cevabını verdiği, evinden arayan münasebetsiz bir muhabire “şu anda sevişiyorum, daha sonra arayın” dediği söylenir. Şüphesiz doğruluğu tartışılır hikâyeler bunlar ama hepsini teyit eden cümlesi gerçek: “Ben Türk kadınının bilinçaltıyım."
Bizi çoğaltan iki isim: Cem Karaca ve Müzeyyen Senar
Cem Karaca ve Müzeyyen Senar, sesleriyle özel. Şüphesiz bir çırpıda onları farklı kılan pek çok başka özellik sayabilirim ama benzersiz olan tarafları, sesleri. Muadilleri yok. Bunun için her dem en büyük olarak kalmaya devam edecekler. Şarkılarının içimize işlemesi biraz da bundan.
Moğollar’ın 50'nci yılına selam!
Moğollar, 9 Şubat gecesi, 50'nci yıllarını dostlarıyla kutlayacak. İzzet Öz’den Hayko Cepkin’e, Harun Tekin’den Nejat Yavaşoğulları’na, Yekta Kopan’dan Nebil Özgentürk’e pek çok isim sahne üzerinde olacak. Ben, 31 Mayıs 1993 gecesi yaşadığım heyecanı yaşayacak, konsere yine aynı kalp çarpıntısıyla ve yanımda sevdiceğimle gideceğim. Bu buluşma, ikinci 50'nci yılın ilk buluşması.
Harp ve o şarkı!
Bugün, “savaşa hayır” diyenler “vatan hainliği”yle suçlanıyor. İktidar, her zamankinden daha sert. Dilimizde barış şarkıları, aklımızda bugüne dek yapılanlar, kalbimizde acılarını hissettiğimiz insanlar, hep birlikte bu cümleyi yeniden ve yeniden haykırmak için bir araya gelmemiz gerekiyor
Uğur Mumcu: 25 yılın ardından…
Mumcu’nun ardından çok şey söylendi, çok şey yazıldı ama asıl hafızamızda kalan, bir Selda Bağcan şarkısı: Uğurlar olsun, hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun...
Yasaklar ve hatırlattıkları
Birileri “durmak yok, yola devam” sloganını kullansın, bizim Ortaçgil’imiz var: “Durmamalısın / Yorulmamalısın / Her gün her şey dizi dizi gelse / Yenilmemelisin…” “Yasak” şu ara en çok dillendirdiğim şarkı belki de. Dilden dile yayılsın, hep bir ağızdan söylensin isterim. Her şey bir yana, şarkıların karşısında hiçbir güç duramıyor.
Yine yeni albüm!
12 Ocak’ta rafa çıkan yeni Teoman albümü, “Koyu Antoloji” adını taşıyor ve bir kutu içerisinde, ciltli şık bir kitapla sunulan iki CD’de 26 yeni kayıt barındırıyor. Şarkılar bildik. Düzenlemeler bir hayli değişik, bazıları oldukça yadırgatıcı. Liste kafa karıştırıcı türden: Kimine göre müzik kariyerinin en iyi şarkıları, kimine göre kıyıda köşede kalmış olanlar…
Temaşa ve muhabbetin ıssızlığı
Şanslıyım, ikisini de mutlu oldukları ortamlarda gördüm: Münir Özkul’u sahnede izledim, Aydın Boysan’la rakı içtim. 45 yıllık hayatıma sığdırdığım iki şahane mutluluk –ki ömre bedel!
2017’yi uğurlarken…
2017 kimilerine göre güzel geçti, kimilerine göre vasat bir yıldı. İlk etapta akla gelenlere bakarsak, hiç de fena değil. 2017, umarım bu performansı daha da ileri bir yere getirir. Memleket ahvali göz önünde bulundurulduğunda bu biraz zor ama olsun, müzik, her derde deva.
30 'yeni' Mahzuni türküsü
“Mahzuni’ye Saygı”, Kardeş Türküler’den Kubat’a, yolu Âşık Mahzuni Şerif’le bir şekilde kesişmiş pek çok sanatçıyı yan yana getirmiş. Bunlar arasında Ziynet Sali, Demet Akalın, Mustafa Ceceli gibi yadırgatıcı isimler de var. Akalın’ın Ahmet Aslan’la ortaklığı, geçtiğimiz haftalarda sosyal medya üzerinde tartışılmıştı. Nitekim bu isimlere rağmen albümde [kötü anlamda] göze batan bir yorum yok.
Kişisel bir Berlin yazısı: Kreuzberg hariç değil
Hep derler, doğrudur: Berlin, Türkiye’nin 82’nci vilayeti. Bir dönem Almanya’ya çalışmaya gelen işçilerin yoğunlukla yaşadığı Kreuzberg, bambaşka bir âlem: Doğu’nun incisiyken Batılılarca “uzak durulması gereken yer” olarak kodlanmıştı ama duvarın yıkılmasıyla birlikte yükselen değer haline geldi. Şimdi, Berlin’in “yeni” merkezi.
Arabeskin 'isimsiz' kahramanı: Ali Tekintüre’nin ardından…
Şarkıları plaklara okunmuş, sözlerini dönemin yıldızları seslendirmiş ama cebine hiçbir zaman çok büyük paralar girmemiş. Bunu hiçbir zaman dert etmemiş ve yaşadıklarını şarkılarında dile getirmeyi tercih etmiş. Belki de bunun için bu kadar sahici, bu kadar içten. Tam da bunun için bu kadar bizden.
Yıllar öncesinden gelen çığlık: İnsan hakları yarın değil, şimdi!
Uluslararası Af Örgütü’nün kurucusu Peter Benenson, örgütün amblemindeki muma farklı bir anlam katıyor: “Bu mum bizim için yanmıyor. Bu mum hapishanelerden çıkarmayı başaramadığımız, cezaevine götürülürken yolda öldürülen, işkence gören, kaçırılan, kayıp edilenler için yanıyor. Bu mumun amacı bu.”
Rüşveti kimler alır?
“Para para para / Varlığı bir dert, yokluğu yara…” Flamenko şarkılarıyla adından söz ettiren Berk Gürman, “Para” adlı şarkısında, paranın kimseye yaramadığını anlatıyor ve sözü “üreten”e getiriyor: “Madenciler aç gezerken madenlerin hepsi kayıp”. Rüçhan Çamay şarkısında, buna benzer dizeler var: “Unutmayın her şeyi yaratan biziz / Matbaada parayı basan ellerimiz / Sanmayın onun hükmü değişmez yasa / Para neye yarardı eller çalışmasa…”
Hakan Yılmaz’la yeniden…
“Doğu Türküleri”nin yaratıcısı Hakan Yılmaz, sonrasında ortadan yok oldu. Aslında kendi alanına döndü, çalışmalarına devam etti. Yıllar sonra, bir albümün kapağında ismini gördüğümüzde sevindik, “Sen Yoktun”u heyecanla dinledik. Türküler yoktu bu kez ama türkü tadında şarkılar bizi bizden almayı bildi.
'Hayat bizi deniyor…'
Biz dönme ihtimalini hep göz önünde tuttuk ama o, içindeki umuda rağmen sürgüne ve hasrete dayanamadığı için aramızdan ayrıldı. Şarkılarında vefadan söz ederdi, vefasızlığın en fenasıyla karşılaştı.
50’nci yıla doğru Moğollar tarihine giriş
Önümüzdeki yıl, Moğollar’ın 50’nci yılı. Kutlamalar erkenden başladı: Şu anda süren mini Avrupa turnesi, 19 Kasım’da Essen’de sonlanacak. Sonrasında, memleket konserleri başlayacak. “Bulduğunuz yerde yakalayın ve izleyin” gibi bir cümle kurmayacağım çünkü zaten yapılması gereken o!
Otomobil uçar gider…
Otomobilin sirayet ettiği ilk şarkılar, kantolar. Udî Kadri Şençalar’ın bestelediği ve Bayan Şükran’la birlikte seslendirdiği “Otuz Altı Modeli”, şeytan icadına gönderme yapan şarkılardan. En bilinen otomobil şarkısı, sözlerini Vecdi Gönül’ün yazdığı Münir Nurettin Selçuk bestesi: “Otomobil uçar gider / Gönlüm gibi geçer gider / Ben talihin peşindeyim / Talih benden kaçar gider…”
Gökçek gitti, Ankara sürüyor
Gidenlerin ardından çalınacak çok şarkı var ama ilk kez birinin ardından şarkı çalmak gelmiyor içimden. Sevinemiyorum da. Sevinilecek bir tarafı yok çünkü. “Gelen gideni aratır” sözü bu kez işlemeyecek, onu biliyorum; daha kötüsü yok çünkü. Yaptıkları, ileride “bir şehrin felaketi” olarak anılacak.
Sonbaharın getirdikleri (1): Kardeş Türküler
Sonbahar en sevdiğim mevsim. Resmî olarak 1 Eylül’de başlar, 30 Kasım’da sonlanır. En azından okullarda bize öğretilen bu. Şunlar da öğretilir: Sonbaharda yapraklar sararır, dökülür, havalar soğur, güneş bulutun arkasına girer… Hüznü çağrıştırır sonbahar ama serin akşamları, güzel rengiyle mevsimlerin şahıdır. İnsanları kışa hazırlayan, yazın etkilerini azaltan ve unutturan bir güzellik.
Güneş nereden doğacak?
Terzi Fikri, iktidar yolunu açan, olabileceğini gösteren insandı. Fatsa’ya “öyle bir elbise dikti ki” adı hâlâ hayırla anılıyor. Tırnak içindeki cümle, “Saykodelikdeşik” başlıklı Dinar Bandosu albümünde yer alan “Terzi Fikri”nin açılış cümlesi. Sonrası coşkulu: “Fatsa allegre, allegre Fatsa…
İkili münasebetimizin şarkılı tarihi: Macera dolu Amerika!
Ankara ile Washington / İzmir’in ile San Francisco’n / Benzer derler birbirine / Doyulmaz güzelliklerine // O muhteşem beldelerin / Pınarların nehirlerin / Ünlü şelalen Niyagara / Haykırır gücünü dünyaya…” Celal İnce’nin bu şarkısının 50 bin kişiye ücretsiz olarak ulaştırıldığı, o dönemde yayımlanan raporlardan edindiğimiz bilgilerden. Pek işe yaradığı söylenemez çünkü iktidarın çabasına rağmen bu yakınlaşma kısa sürüyor ve çok değil, birkaç yıl sonra bir başka plak üzerindeki yeni bir şarkı, ortalığı kaplıyor: “Katil Amerika”.
'Raptiye Rap Rap'
‘70’li yılların sonlarında Amerika’da doğan, küçük bir gecikmeyle memlekete gelen rap, başta sadece “orijinal”ini dinleyebildiğimiz bir müzikken artık kendi dilimizde eşlik edebilir hale geldik. Bunu yirmi yılı aşkın bir süredir yapabiliyoruz. Aslında her şeyi başlatan Cartel gibi görünüyor ama o, buzdağının görünen yüzü. Derine indiğimizde karşımıza çıkan, bambaşka bir hikâye.
Bir fotoğrafın hatırlattıkları: Öpüşün!
Öpüşmeyi yekten seks olarak algılayan beyinlerin getirdiği yasaklar yazık ki hayatımızı etkiliyor. “Kimsenin yaşam tarzına karışmıyoruz” diyenler yapıyor bunu, evet. Sokakta bira içenlere yaptırım uygulayanlar yakında sokakta öpüşenlere bir şey yaparsa, bu, şaşırtıcı olmayacak. Mevzu, “adamın nikahlı karısı”na indirgenemeyecek kadar ciddi.
Eylül’ün götürdükleri
Geldi geliyor, gitti gidiyor derken yıl bitiyor. Eylül’ün sonuna geldik. Önümüzdeki hafta onu da uğurlayacağız. Sonrası, en sevdiğim mevsim: Sonbahar. Daha güzel deyişiyle, hazan. Hüznü çağrıştırır –ki aynı kökten gelir gibi görünür ama hüzün kelimesinin kökü Arapça, hazanın ise Farsça. İbranicede bambaşka bir anlamı var: Sinagogda ilahi okuyan kişi! En az sonbahar kadar güzel.
'Eski Türkiye'nin güzel şarkıları
Taner Öngür ve 43.75 albümü “Elektrik Gramofon”, bize “eski Türkiye”nin güzelliklerini hatırlatıyor. Önümüze serdikleri hazine, şu kötü günlerde bir küçük nefes almak için bire bir. Gündemi unutmadan ve yaşananlardan uzaklaşmadan biraz taze kan almak istiyorsanız kulağınızı “Elektrik Gramofon”a çevirin. Taner Öngür, duymayı özlediğimiz sesleri bize ulaştırıyor.
Eylül ve hatırlattıkları
Mozaik ve Bulutsuzluk Özlemi, 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan, o günleri şarkılarında anlatan iki şahane grup. Yanlarına Yeni Türkü, Çağdaş Türkü ve Ezginin Günlüğü’nü koyayım. Ahmet Kaya ve Zülfü Livaneli’yi de eklersek, o günleri bize anlatan isimleri büyük ölçüde tamamlamış oluyoruz. Geç dönem sahaya çıkışlarını görmezden gelerek Grup Yorum’u da bu takıma dahil edeyim ve şu iddialı cümleyi kurayım: 12 Eylül ve sonrasını anlamak, öğrenmek istiyorsanız, bu isimlerin şarkılarını dinleyin.
Nerede o eski bayramlar?
Bayram yerleri çok zamandır kurulmuyor. İnsanlar kendilerine benzeyenlerle "kutluyor" artık "bayram"ı. Bayramın asıl eğlencesi, bayram yeri. Bir dönem öyleydi en azından. Herkesin eşit olduğu yer...
'Şarkılarla Memleket Tarihi'
Ara ara yapıyorum: Günün ve dünün tarihine bakıyorum, hatırlattıklarını yazıya taşıyorum. Bugün 27 Ağustos. Dün ayın 26’sıydı. Memleket açısından önemli bir tarih zira geriye dönüp baktığımıza iki “zafer” var.
Ayla Dikmen: Geçmişten gelen güzel ses
Ayla Dikmen, memleketin kadri kıymeti bilinmemiş solistlerinden. Şarkılarını keşfedin!
Can Yücel: Başka türlü bir şey
Dün, Can Yücel’i aramızdan ayrılışının 18. yılında andık. Memleketin gördüğü en “dobra” şairlerden biriydi; eksikliği hissediliyor. Getirdiği “yeni” soluk, şiirimizi bambaşka bir yere taşıdı. Kulvarında tek çünkü kimse onun gibi yazamıyor. Sadece şiiri değil, dünyaya bakışı, olaylar karşısındaki refleksleri, aksiliği, huysuzluğu ve hatta dilindeki küfrü dahil pek çok şey, onu bugün anmamıza sebep.
Darbeler, darplar, tepkisizlikler…
Son dönemde memlekete baktığımızda gördüklerimiz fena: İki insan işlerini geri almak için açlık grevi yapıyor, onlara destek veren çok sayıda insan gözaltına alınıyor, pek çok gazeteci tutuklu ve adım atmak giderek daha da zorlaşıyor. “Kimsenin yaşam tarzına karışmıyoruz” diyenlerin polisi, şortla gezen bir kadını darp edebiliyor, içki içenlere karışabiliyor ya da bir müzisyenin enstrümanını kırıp canını tehlikeye atabiliyor.
Neden bana aşk şarkısı yazan çıkmaz?
1984 tarihli ilk albüm “Ele Güne Karşı Yapayalnız”dan bu yana adımlarını hep sağlam atan bir topluluk MFÖ. “MVAB” sonrası çalkantılı bir döneme girdi, zaman zaman hatalar yaptı, yakın dönemde art arda “tuhaf” albümlerle karşımıza çıktı ama nihayet toparlanmışlar. Yıllar sonra kapakta topluluğun adını tam gördüğümüz ilk albüm bu: MFÖ şahane kısaltma ama Mazhar Fuat Özkan, onları öyle tanıyan benim gibi insanlar için vazgeçilmez.
O uzaya gidilecek…
Gündem karışık. Söz edilecek çok şey var... Zaman zaman Dünya dışına çıkmakta fayda var. Buradaki dertler nereye gidersek gidelim peşimizi bırakmayacak ama yine de (kaçmak değil belki, biraz nefes almak için) yüzümüzü uzaya çevirmek, gecenin karanlığına bakmak güzel.
Şarkılarda Ankara: Bir toparlama denemesi…
Ankara denince aklımıza ilk gelen, cumhuriyetin başkenti oluşu. “Cumhuriyet” kimine göre yıllar önce ortalığı karıştıran bir Yalın şarkısı, İstanbul’dakiler için Nevizade’de bir meyhane, Afyonlulara sorarsanız sucuk markası, İzmir’e giderseniz en çok okunan gazete… Ankara’ya gelirseniz yönetim şekli.
Hançerin sapı, kalbimde
Daha önce birkaç kere anlattım, yine anlatacağım: En sevdiğim şairlerden biri olan Metin Altıok’la “tanışma” hikâyem… Tırnak içinde kullandım çünkü yüz yüze tanışmadım. Korktum. Hayal kırıklığına uğramaktan değil, daha çok sevmekten. Şimdi hakkında anlatılanları dinliyorum, okuyorum… Haklıymışım.
Sivas acısı, her dem taze
Sivas hakkında çok şey yazılabilir, her yıl bir sürü şey yapılabilir ama bunlar acımızı dindirmiyor. Sevdiğimiz, takip ettiğimiz, merak ettiğimiz insanları elimizden aldılar.
İsyanı isyanımız, türküleri yol göstericimiz
Kâzım, 25 Haziran 2005’te aramızdan ayrıldı. Bugün şarkılarda yaşıyor. Sadece şarkılarda değil ama…
'Halkın Polisi'nin ardından…
Bugün, polis, halkın yanında değil halka karşı. Birilerinin “benim polisim” dediği şey bu. / Haziran'da kaybettiğimiz Sıtkı Öner ise polisin görev tanımının halkı korkutmak değil ona yardım etmek olduğuna karar vererek arkadaşlarıyla birlikte “demokratik ve etkili bir örgüt” olarak tanımladığı Pol-Der’i kurmuştu...
Zor zamanların özeti: Polis kimlik sorar!
Gezi direnişi, 15-16 Haziran, Yüksel Caddesi, Berkin Elvan, 7 Haziran seçimleri, açlık grevleri... Zor zamanlarda 'Polis kimlik sorar'...
Bu daha başlangıç…
Haziran denince ilk akla gelen, en azından benim aklıma gelen, 2013 yılında, 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece ve sonrasında yaşananlar… Haziran, bizler için “yazın ilk ayı”ndan öte bir anlam taşımazken bir anda umudun, direnişin simgesi oldu.
27 Mayıs vesilesiyle bir hatırlatma: Darbenin zararları!
“Marşları ‘bizden’ olanlar söylesin, diğerleri sussun” dendiğinde, bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük yapılıyor. İşte tam burada, “kardeşi kardeşe vurdurmak” deyimi devreye giriyor –ki görmek istemediğimiz tek şey bu aslında.
Anne, biz geldik
Önümüzdeki hafta, ilk buluşmanın 22. yılı. Bu kez hep birlikte orada olalım, seslerine sahiden ses katalım.
Açlık grevlerinin türküleri!
Oturma eylemi sırasında gözaltına alınan, gözaltı sonrası eylemlerini açlık grevine dönüştüren Gülmen ve Özakça, kamuoyundan gördükleri destekle mutlu. Ancak bu, onların giderek eriyor ve aramızdan uzaklaşıyor olduğu gerçeğini değiştirmiyor. İki gün önce, cuma gecesi, Abdal’ın seslendirdiği türküler eşliğinde halay çekenlere gülümseyerek ve alkışlarla eşlik eden iki insan bu gülümsemeden mahrum edilirse, vebali, bu ülkeyi kendilerince yönetenlerin boynuna yazılacak: Yitirilen onca canın yanına! Bunu söylemek ne kadar da acı…
Bir zamanlar, memleketin birinde…
Bir dönem Wim Wenders, Martin Scorsese ve Jim Jarmush’un çektiği belgeselleri izler, hayıflanırdık. “Bizde olmaz” derdik. Oluyormuş. “Blue”, bize bunu gösterdi. Masal gibi işte…
'Yeni' Türkiye’den 1 Mayıs’a…
1 Mayıs, tatil. Aslında bayram ama onu yeniden tatil edenler, insanların bayramı kutlamaması için elinden geleni yapıyor. Yarın ne olacak bilmiyoruz. Umalım ki her şey güzel olsun, işçiler bir kez olsun bayramını kansız ve gazsız kutlayabilsin, öğrenciler, memurlar, halk onların bayramına şenlikle eşlik etsin.
Haftaya 30 Turgut oluyoruz…
Mizah dergilerinin kapanmadığı, şarkıların gönlümüzce söylenebildiği bir çağın özlemini çekiyoruz. Olanlara ve olaylara alışmadığımız, kendi kendimizi sansürlemediğimiz bir döneme ulaşmak istiyoruz.
Ortaçgil, hem de senfonik!
Her şey bir yana, 20 yıldır birlikte çalan bir ekip, inanılmaz değil mi? Topluluklar dağılıyor, üyeleri değişiyor, bir gördüğümüzü bir daha göremeyebiliyoruz ama ‘90’lı yıllarda Ortaçgil konserlerini dinlerken duyduğumuz sesleri bugün aynı şekilde duymak öyle güzel ki…
'Evet mi Hayır mı?'
Sanatçıların, bestecilerin, yorumcuların şarkılarını istedikleri yerde istenen şekilde kullanma hakkı var. Kullanmama hakkı da baki. Herhangi bir kampanyaya şarkı vermemek, o şarkının sahibini ne apolitik yapar ne de şarkıyı alamayan partinin/kampanyanın karşısına koyar.
Baharın şarkısı!
Bugün, kötülükleri unutup bahardan söz etmek istiyorum… Aşiyan Mezarlığı’nın en önemli sakinlerinden Orhan Veli’nin “Gün Olur”uyla açayım yazıyı: “Gün olur, alır başımı giderim / Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda / Şu ada senin, bu ada benim / Yelkovan kuşlarının peşi sıra...” Bu şiiri, Zülfü Livaneli’nin “Ada” albümünün açılışında yer alan aynı adlı şarkıdan biliriz. Besbelli baharı anlatır. “Baharın İlk Sabahları” ve “Güzel Havalar”da olduğu gibi. “İstanbul İçin” şiirinin “Nisan” başlıklı bölümü, mevzua girmek için ideal: “İmkânsız şey / Şiir yazmak / Âşıksan eğer / Ve yazmamak / Aylardan nisansa.”
17 yıl sonra gelen heyecan…
17 yıllık bir hasret sona erdi: Erkan Oğur – İsmail Hakkı Demircioğlu ikilisinin yeni albümü “Bilinmeyenle Karşılaşmak”, geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Uzun süren sessizlik bozuldu, vuslat hâsıl oldu. Dile kolay, 17 yıl!
Ali İsmail Korkmaz anısına: Düşlerinde özgür dünya…
Ali İsmail anısına çok şey yazıldı. Kıbrıs türküsü “Mağusa Limanı” onun için söylendi mesela: “Mağusa Limanı limandır liman / Beni öldürende yoktur din iman / Ulan Alim uyan, uyanmaz oldun / Yedi bıçak yarasına dayanmaz oldun…” Ali İsmail’in dayanamadığı, bıçak yarası değil sinsice atılmış kahpe yumruklardı. Belki de bu yüzden kaybı canımızı hep çok acıttı.
Berkin’e hasret…
Berkin adı geçtiğinde gözlerim doluyor, yüreğim ağrıyor, içim sızlıyor. Şüphesiz bunlara derman değil ama onu ve yaşadıklarını, yaşadığımızı hatırlatan her şey, bir nebze olsun yükümüzü hafifletiyor. Berkin’i, aramızdan alınışını, her fırsatta hatırlatmamız gerekiyor. Belleksiz toplumda yapabileceğimiz en iyi şey bu.
Deli gibi sevmek ruhumuzda var!
Kurtarılamadı. Memleketin en büyük yorumcusu, en has arabeskçisiydi. Arabeskin “isyankâr” yanını törpüleyen, bireyselliğini bir kenara koyup onu toplumsal bir çizgiye taşıyan isimlerdendi.
Bir piyanist insanı nasıl kalabalıklaştırır?
Piyanosunu haksızlıklar, acılar, ağıtlar için aracı kılar, kendi bağına dinleyenleri de katar. Dengin, piyanosu ve siz, o an tek olursunuz. Kalabalık bir tek...
45 yıl önce yarım kalmış bir hikâye
Ulaş Bardakçı’nın hayatı 45 yıl önce, 25 yaşında devlet eliyle sonlandırıldı. Öyle olmasaydı, ondan çok şey öğretecektik. Bize yadigâr kalan, gülüşü, umudu ve kavgası.
Dilimizde şarkılarla, yarına...
Varsın “vatan haini” desinler. Şarkılar dillerde olduğu sürece, kimseyi yıldıramazlar. Bugün Mülkiye’den, DTCF’den, diğer üniversitelerden akademisyenleri atanlar, yarın anılmayacak bile. Yaşayacağız ve göreceğiz. Bugünün şarkısı, bir gün muhakkak yazılacak.
Mazi dediğin: Plağa alınan ilk Türkçe tango ve hatırlattıkları
Tango güzel şey. Unutmamak, unutturmamak gerekiyor. Bildiğim, tango yaşadığı sürece, dünyanın daha güzel bir yer olacağı… Buna inancım tam.
Biraz İlhan Biraz Sezen
Rotayı müzikten uzaklaştırmamak gerekiyor. Eski İlhan İrem şarkılarına yeniden kavuşmanın heyecanı bir yana, geçtiğimiz haftalarda yepyeni bir albüm bizi heyecanlandırdı. Biraz Pop Biraz Sezen”, de sevilmeyecek bir albüm değil. Altı yıllık hasreti dindiren dolu dolu bir çalışma.
Yeniden Nostalji
Bitti sandığımız anda yeniden hortlayan “nostalji” modasının ‘90’lı yıllardaki müsebbibi Muazzez Ersoy, o yılların şarkılarını söylediği bir albümle huzurda. Satıp satmaması bir yana, yeniden Muazzez Ersoy ismini karşımıza çıkarttığı için üzerinde konuşmaya değer bir albüm bu.
Memleketten ve dünyadan Nâzım Hikmet şarkıları
Şiirleri dünyanın neredeyse bütün dillerinde yayımlanan Nâzım Hikmet’in, dünyaca ünlü müzisyenlerin ilgisini çekmesi kaçınılmaz. Yves Montand’dan Pete Seeger’a, The Byrds’den Joan Baez’e pek çok şarkıcı, onun şiirlerini farklı dillerde seslendirdi.
Sabret gönül, bir gün olur…
O dönem, kasetlerin üzerinde gördüğümüz “Danıştay kararıyla” ibaresi, şaşırtıcı değildi. Yurdundan uzakta olanın, vatandaşlık hakkı zorla elinden alınanın hasretini dillendirmesi de… Hasret, şarkılara yansıdı, tarihe kazındı.
Acılarla dolu bir yılın ardından…
Her yeni yıl, yeni kayıplarla gelir. Kimi yıllar daha da artar bu. Kayıpların suçunu yıllara yüklemek abes belki de ama 2016, sahiden canımızdan can aldı.
Yassah hemşerim!
TRT’nin halkın tek eğlencesi olduğu yıllardan biri, 1973. Yılbaşı için geniş katılımlı bir müzik programının hazırlandığı bilgisi sanatçılara ulaşmış. Konuşulan şu: Bu program boykot edilirse TRT zor durumda kalacak, derneğin (ve dolayısıyla sanatçıların) isteğini yerine getirecek... Fikir TRT içinden kimi isimlerce de desteklenince, çekime bir gün kala boykot ilan edilir...
Dünün 18 Aralık’ları…
Zaman zaman bu sütunlarda, yazının yayımlandığı günün tarihine denk gelen olaylar üzerine kelam ettiğim oldu. Bugün, 18 Aralık tarihinin hatırlattıklarından yola çıkacak, radyodaki programımı buraya taşıyacağım: Şarkılarla Memleket Tarihi.
Zamansız, apansız bir Kardeş Türküler yazısı
Kardeş Türküler bu ülkenin şansı. Bunu iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Yapmazsak, sonrasında kafamızı taşlara çok vururuz.
İlhan Baran’ın ardından…
Türkiye'nin önemli müzik insanı İlhan Baran'ı geçtiğimiz günlerde kaybettik. Ünlü müzisyen Fazıl Say’dan Rengim Gökmen’e pek çok önemli ismi yetiştirdi.
İsyanın sakin hali Redd
Bu zamansız bir yazı, çünkü Redd, zamansız bir müzik yapıyor. Bugün yaptıklarını on yıl sonra dinlediğimizde de taze gelecek bize ya da onları hiç tanımayan insanlara…
Kuşakları buluşturan derleme
51 şarkıdan oluşan 3 saat 31 dakikalık “Bir Kuşaktan Bir Kuşağa”, 50 yıllık Livaneli tarihinin bir özeti. Ozanoğlu olarak başlayan macera, Ömer Zülfü Livaneli adıyla sürdü. Önce Ömer gitti, sazla birlikte Zülfü.
16 yıldır dinmeyen hasret
Müziği hep değişkendi. Arabeskten popa, oryantalden rock’a uzanan dokunuşlarla ilerledi, kendi müziğini yarattı Ahmet Kaya. Bu yüzden rakipsiz.
Radyo denince…
İktidarın dokunuşuyla farklı bir yöne giden yayın politikası, eski günleri aratıyor. Neyse ki başta Açık Radyo olmak üzere şahane alternatifler var. Kimi kapatıldı, kiminin davası sürüyor ama radyo hep hayatımızda. Ne olursa olsun var olmaya devam edecek.
Cohen’in görkemli dokunuşu
“Artık ölmeye hazırım” cümlesini yakın zamanda kurmuştu Cohen. Tıpkı Bowie gibi, hazırlandı, son “iş”ini vasiyet gibi önümüze koydu ve gitti.
Uzun yağmurlardan sonra…
Günler fena ama umutsuzluğa düşme zamanı değil. Şarkılar, umudumuzu yeşertiyor. Gülten Akın şiiri ve şiirinden bestelenen şarkılar da öyle.
Marş, sol-ki-üç!
Marşlar bir dönem en iyi yaygınlaştırma aracı ancak sonrasına kalmamasının en önemli sebeplerinden biri, çoğunun kayıt altına alınmamış olması. Hepsinin notası var ancak neredeyse hiçbirinin ses kaydı yok. Bunun içindir ki, “10 Yıl Marşı” bile Kenan Doğulu yorumuyla hafızalarda.
Ankaralı hayalperestler: Heavy Sky
Özgün bir grup, Heavy Sky. Şarkılar, Batu’nun. Yazıyor, ekibe dinletiyor, birlikte ilerliyorlar. Batu’nun şahane vokali, eski usül icrayla birleşince, tadından yenmiyor.
Yirmi yıllık bir hikâye…
Onlara dair söyleyebileceğim tek olumsuz şey, çok “temiz” bir müzik yapıyor oluşları belki de… İcraları, yorumları, sahne performansları o kadar iyi ki, her konser sonrası aynı şeyi düşünmek, artık beni yoruyor: Yine kaset gibi çaldılar!
Ankaralı Çağdaş Türkü
Ankara’da Yeni Türkü Şiir Yayınları çevresinde birleşen şairler, yeni bir akım yaratmakla kalmadı, yayınevinin adını taşıyan topluluğu ve ardından gelen Çağdaş Türkü’yü de besledi. Sadece müzikte değil, edebiyatta da yeni bir soluktu bu.
Yaz gazeteci, hep yaz!
Gazetecilikten söz ettiğim kim bilir kaçıncı yazı bu. Gazetecilerin özgür olmadığı ülkede, kim bilir daha kaç kere yazacağım. Hepsinin başlığı aynı: Toplasanız kitap olur! Her biri ayrı şeyden söz ediyor ama özleri aynı.
“Mühür Gözlüm” ortak paydasında iki büyük isim
Bugün 25 Eylül. Neşet Ertaş’ı, dört yıl önce bugün kaybetmiştik. Dün, Zeki Müren’i, ölümünün yirminci yılında andık. Âşık Ali İzzet Özkan 1981’de öldü ama “Mühür Gözlüm”, en az elli yıldır dillerde.
Ferit’ten Seyit Ali’ye, tanıdığım Tarık Akan
Son hamle Ümit Besen’den geldi
Türkiye üç darbe gördü, pek çok girişim atlattı. Sonuncusu bir “halk zaferi”ne dönüştürüldü. Bu “zafer” sonrası elbette pek çok şarkı yapıldı. Eline sazı ilk alanlar, Uğur Işılak ve İsmail Türüt oldu.
Sahi, o neden içeride?
Dil üzerine kalem oynatan birinin “terörist” olduğu gerekçesiyle tutuklanmasını içime sindiremiyorum. Tıpkı Aslı Erdoğan’ın tutuklanması gibi...
Sahi, o neden içeride?
Dil üzerine kalem oynatan birinin “terörist” olduğu gerekçesiyle tutuklanmasını içime sindiremiyorum. Tıpkı Aslı Erdoğan’ın tutuklanması gibi...
'Bekle o günler gelsin İstanbul'
Saraydan köprüye müzikli zıplamalar…
Cuma günü, güzelim Boğaziçi’nin ve onu saran ormanların canına okuyan üçüncü köprü açıldı. Yine şatafatla. Bombaların patladığı günün ertesinde davul zurnayla köprü açanlar açtı onu.
'Mahalle' halleri üzerine…
Hedef göstermeyi seven bir iktidar bu ve kendilerinden olmayan herkesi yok sayıyor. Yazık ki tuzaklarına düşüyoruz ve insanları “bizden” ve “onlardan” diye ayırıyoruz. Memleketin önündeki en büyük felaket bu.