YAZARLAR

Her şey çok kötü mü olsun yani?

Ne yapalım yani, siz Füsun Hoca’yı cezaevine attınız, Barış İçin Akademisyenlerden Tuna Altınel’i tutukladınız diye artık savaş mı isteyelim? İşçiler ya da başka hak arama mücadelesi verenler sonuç alamayınca susalım mı?

Öyle bir süreçten geçiyoruz ki, yaşadıklarımızın neden-sonuç ilişkilerini anlamlandırabilmek hakikaten kolay değil. Hal böyle olunca da hepimiz reel siyaset ordinaryüsü olduk adeta. Televizyonlar, özünde her gün aynı yorumları yapan gazeteci ve akademisyenlerden geçilmiyor. Her arkadaş, akraba sohbetinde, whatsapp gruplarında konu mutlaka reel siyasete geliyor bir süredir. İstanbul seçimi iptal “edilmeyecek”çilerle, “edilecek”çilerin yoğun rekabetiyle geçti son haftalarımız. Edileceğini önceden tahmin edenler adeta sigarayı bırakmış insanlar gibi her fırsatta konuyu oraya getirmeye çalışıp, takdir edilmeyi beklediler. Ankara’nın siyaset dinamikleri her gün bizi; “Aslında Erdoğan ertelenmesini istemiyordu” tarzı niyet okumalarına, “Artık inişe geçtiler” şeklindeki siyasi analizlerine, “İmamoğlu fark atacak” öngörülerine götürüyor.

Oysa AKP’nin en önemli başarısı zaten kestirilemez olmasında yatıyor. Bir gün söylediğini ertesi gün unutmakta beis görmeyen, değişken ittifak dinamikleri eşliğinde hangi hamleyi, neden ve ne zaman yapacağını artık kestiremiyoruz. Herkesin sorduğu “23 Haziran’da neden kaybedeceğini bildiği seçime giriyor, yoksa kaybetmeyecekler mi”nin yanıtı havada örneğin, muhtemelen onlar da bilmiyor zaten. Haliyle de karşı strateji geliştirmek de kolay olmuyor, malum muhalefet yıllarca proaktif eylem geliştirmek yerine sürekli reaktif kaldı. Ne mutlu ki Selahattin Demirtaş’tan sonra İmamoğlu ile bu makus talihin kırıldığı anlaşılıyor. Tüm bunların ortasında ise çok basit, yalın dik duruşlar da arada kaynayabiliyor. Sanki sade ama saygı durulası eylemler, reel siyasetin konjonktürel saçmalığı içinde buharlaşıyor. Basit anlamıyla direnenler, alternatif üretenler; ya cezalandırılıyor ya da değerler hiyerarşisinde, reel siyaset falcılığı, afilli analizcilerin yanında fazla hümanist kalıyor ve hak ettikleri takdiri bulamıyor.

Örneğin Anayasa Mahkemesi, son derece yalın bir barış talebinde bulunan öğretmen Ayşe Çelik için hak ihlali kararı verdi, kendisi tahliye edildi. Aynı gün Barış İçin Akademisyenler’den Prof. Dr. Füsun Üstel cezaevine girdi. O da çok kısa ve öz konuştu girerken: “Sözün bittiği değil, başladığı yerdeyiz.” Ardından kitaplar yazılabilecek bir bilgelikte, sadelikte…

Çünkü barış istemek suç değildir !

Muş'ta öğrencisinin erken yaşta evlendirilmesinden etkilenen başka bir Ayşe öğretmen, Ayşe Er, boş zamanlarında köyleri dolaşarak ailelere, erken yaşta evliliklerin neden olduğu sıkıntıları anlatıyor. Sivil Toplum Kuruluşu ”Girls Not Brides” verilerine göre çocuk evliliklerinde Türkiye Avrupa’da birinci sırada yer alıyor. Erken yaşta evlilikler nedeniyle ceza alanlar için Meclis’te af yasası hazırlığı yapılırken, Ayşe Öğretmen saygı duyulacak sadelikte bir mücadele veriyor, kendi çapında…

Çünkü eğitim hakkı talep etmek suç değildir!

Arhavi'de bulunan Lipton fabrikasının kapanması üzerine direnişe başlayan işçiler: "Fabrika açılana kadar buranın önünde yatıp kalkacağız!" dedi. Sınıf mücadelesinin son derece karmaşık süreçlerden geçtiği, insanın kendi başına gelmediği zaman kör gözlüklerle dolaştığı bir ülkede Arhavililer en somut ve yalın haliyle haklarını arıyorlar.

Çünkü hak aramak suç değildir!

Bunların dışında ünlü olmaları nedeniyle sosyal medyada seslerini daha çok duyduğumuz, yine basit ama net çıkışlar da yaşadık geçen hafta. Kürsüde su içen milletvekiline “Burası Müslüman Türkiye'nin kürsüsü” diyerek tepki gösterildi mesela. Sekülerlik, laiklik teorilerine falan hiç girmeden laik düzen talep etmek suç değildir! İstanbul seçimlerinin yenilenmesine tepki gösteren ve sadece “Her Şey Çok Güzel Olacak” diyen sanatçılar fişlendi. Halbuki ifade özgürlüğü suç değildir!

İşte bu yalın gerçeklerin ortasında "Her şey çok güzel olacak" demek ne naifliktir ne de hayalperestlik, temel bir haktır. Bunların suç olmadığını bilmek ya da ifade etmek için hukuk mezunu falan olmaya da gerek yok aslında. 6. sınıf sosyal bilgiler kitabında yer alan bu temel değerlerin anayasal haklarla güvence altına alındığını çocuklar da biliyor artık. Böyle bir ortamda sayfalarca siyasal analizler, tahminleri hobi olarak yapalım yine. Ancak 23 Haziran’a giderken daha basit, daha duru nitelikteki yukarIdaki taleplere daha çok sarılmamız gerekiyor. “2019’da nelerle uğraşıyoruz teeallaam” demeden, belki de mücadele ederken Cruyff’un "Futbol basit bir oyundur, zor olan ise basit futbol oynamaktır" sözünü hatırlayarak yola devam etmek gerekiyor.

Yukardaki örnekler nezdinde karmaşık soslara batırmadan yine basitçe sormak gerekiyor: Ne yapalım yani, siz Füsun Hoca’yı cezaevine attınız, Barış İçin Akademisyenlerden Tuna Altınel’i tutukladınız diye artık savaş mı isteyelim? İşçiler ya da başka hak arama mücadelesi verenler sonuç alamayınca susalım mı? Çocuklarımızı evlensinler diye küçük yaşlarındayken sapıklara mı verelim?

Son olarak en temel anayasal haklarını kullananlara “terörist” muammelesi yapanlar da şu iki soruya lütfen yanıt versin artık: “Ya arkadaş siz savaş mı istiyorsunuz? Her şey çok kötü mü olsun yani?”


Azmi Karaveli Kimdir?

İletişim uzmanı. Galatasaray Lisesi’nin ardından Marmara Fransızca Kamu Yönetimi’ni bitirdi, aynı üniversitede Sinema-TV yüksek lisansı yaptı. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Televizyon programcılığının yanı sıra, özel sektörde ve iletişim ajanslarında çalıştı. Kadir Has Üniversitesi’nde iletişim dersleri verdi. Hayat Bilgisi Okulu’nun kurucuları arasında yer aldı. zete.com’da yazılar yazdı. Cumhuriyet Pazar Eki’nde Yurttan Sesler bölümünü hazırladı, zaman zaman kültür sanat sayfasında yazılar kaleme aldı. 2018 yılında gazetede yaşanan gelişmeler üzerine Cumhuriyet’ten ayrıldı. Halen kurucusu olduğu ajansta iletişim danışmanlığı yaparken, bazı STK ve siyasetçilere gönüllü destek veriyor. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora tezini bitirmeye çalışıyor.