
AKP siyasetinde tıkanıklık
Türkiye’nin hem iç hem de dış politikasında bir yoğunlaşma, bir hızlanma dikkati çekiyor. Bu tür durumlar, siyasetin önde gelen aktörlerini kritik karar almaya zorlar. Erdoğan iktidarı da muhalefet de şu anda böyle bir hassas dönemin içinden geçiyor. Erdoğan yönetimi bu süreci şimdiye dek içeride milliyetçi/ulusalcı bir ittifak kurarak, dışarıda ise bozduğu ittifak ilişkilerini denge politikası uygulayarak atlatmaya çalışıyor. Bu siyaset yapış tarzı Erdoğan yönetiminin iktidarda kalış sürecini uzattı ama giderek burada sıkıntılar yaşamaya başladı. Bu yazıda Erdoğan’ın son derece pragmatik bir siyaset anlayışıyla, 2000’lerde aşağıda açacağım pozitif bir gündem üzerinden pazarlık yaptığını, 2010’lardan itibaren ise Batı ile pazarlığı negatif yani Batı’nın istemediği şeyleri yapmama üzerinden yürüttüğünü ama bu siyasetin artık tıkanmaya başladığını savunacağım.
2000’LERİN PAZARLIĞI
2000’lerde Batı’nın Türkiye’deki İslamcılardan ve özelde AKP’den talep ettiği ve onların da gönüllü olarak kabul ettikleri pazarlık belliydi. Milli Görüşçüler kendilerini dönüştürecekler, tanımlama onları rahatsız etse de ılımlı İslamcı olmayı kabul edip liberaller ve Gülencilerle kurdukları ittifak aracılığıyla kurumsal olarak devleti, zihinsel olarak devletçiliği dönüştürecekler, bu dönüşümü de örnek ve model olarak Ortadoğu bölgesine yansıtacaklardı. Bu düzen genelde gayet iyi işledi ve açık bir şekilde desteklendi. Bu pazarlık onlara iktidar kapılarını açtı ve AKP iç ve dış ittifaklar sistemiyle iktidarını güçlendirdi.
Türkiye dışındaki İslamcıların bu pazarlığa tam olarak uymaması, Türkiye’nin ise model olmak yerine bölge lideri olma ihtirasları (Yeni-Osmanlıcılık) bu uzlaşının 2013 civarında sona ermesine neden oldu. Bundan sonrasında ise, ilk dönemden çok farklı gelişmeye, Batı içindeki siyasetin dönüşümü, Trump’ın seçilmesi, sağ popülizmin yükselmesi, Türkiye’de ise Erdoğan’ın yeni bir ittifak kurması bu türden net pazarlıkları deşifre etmeyi zorlaştırdı.
TRUMP VE ABD’NİN SİYASETİNDE DÖNÜŞÜM
Ilımlı İslamcılık üzerinden yapılan pazarlığın sona ermesinin ardından Erdoğan yönetimiyle ABD arasında Obama yönetiminin ikinci döneminde belirgin bir pazarlık sağlanamadı. Erdoğan Trump’ı kendisi için bir kurtarıcı olarak gördü ve pazarlığı doğrudan onunla yapmayı tercih etti. Bunda da büyük ölçüde başarılı oldu.
Trump yönetimi için Erdoğan iktidarı iki açıdan önem taşıyordu. Birincisi, ideolojik karşıtı ve sağ popülist siyasetin temsilcisi olarak belli bir değeri vardı. İkincisi, Trump yönetimi, İran’ı baskılayıp, Ortadoğu’da yeni bir ittifak sistemi kurup daha global bir meseleye, Çin’in yükselişine odaklanmak istiyordu. Bunun için hem Suriye’de çok sorun çıkarmayacak, hem Körfez ile ittifakı güçlendirecek bir Türkiye’ye ihtiyaç vardı. Amerikan sistemi açısından sorun yeni ittifakın (Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, Mısır) bu rolü yerine getirebilecek bir kapasiteye sahip olamaması, Erdoğan yönetiminin ise bu türden bir istikrar sağlayıcı rol oynayamaması oldu.
ERDOĞAN’IN BEKA STRATEJİLERİ
Bundan sonrasının hikayesi Erdoğan’ın artık Batı tarafından desteklenmesinden çok tolere edilmesi üzerine kurulu olmasıydı. Erdoğan Batı’nın çıkarlarıyla kendi ihtiyaçlarını uzlaştıran (örneğin Ortadoğu’ya kendi dönüşümünü yansıtmak gibi) bir siyaset yerine, Batı sistemine zarar verecek bazı şeyleri yapmama üzerine kurulu bir stratejiye geçti. Pazarlığı sorun çıkarmamak konusunda yapmaya başladı. Bunlardan AB ile pazarlık artık Türkiye’nin dönüşmesi, demokratik reformlar, dış politikada uzlaşmacı (Kıbrıs’ta Annan Planı, Ermenistan açılımı) tavır vs değil AB ülkelerine gidecek Suriye ve diğer sığınmacıları Türkiye’de tutmak ve karşılığında bir miktar yardım alarak insan hakları konusunda baskı görmemekti.
ABD ile ilişkilerde ise ilki Astana süreci ve S 400 füze alımında cisimleşen Rusya alternatifinin dengeleyeci olarak devreye sokulması, ikincisi Fırat’ın doğusu konusu ve üçüncüsü İran’a yönelik yaptırımlarda da Türkiye olumsuzdan pazarlık yapmaya çalıştı. Ama bunların hepsinde de geri adım atma sürecine girdi. Yapılan açıklamaların tonundan anlaşılıyor ki, Türkiye S 400 konusunda ABD’yi ikna edecek bir orta yol bulacak. Büyük bir olasılıkla parasını ödediği füze sistemini alıp aktif hale getirmeden bir kenara koyacak ama kamuoyuna aktif olduğu mesajı verilecek. Fırat’ın doğusuna girmeyerek ABD’nin talep ve tehdidine uymuş olacak. İran’a yönelik yaptırımlara uymayız deyip durduğu halde giderek petrol ithalatını indirmesinde görüldüğü gibi, yapmayacağım dediği bu konuda da boyun eğecek. Yoksa, 80 milyon nüfusa sahip komşusuyla 2013’ten bu yana açık verdiği toplam ticaret hacmi ortalama 9 milyar dolar olmazdı ki, 2019’da daha da düşecek.
İktisadi olarak ise Türkiye artık örnek gösterilen bir başarı hikayesi değil derinleşmesi muhtemel bir krizin gündeme oturduğu bir ülke oldu. Erdoğan şu anda Batı’yı, kendi gidişinin krizi daha da derinleştireceği imasıyla ikna etmeye çalışıyor. Erdoğan borcun geri ödenmesini garanti ediyor, yapılan hatalar kurdaki iniş çıkışlar, risk priminin yükselmesi finans sektörlerinin kazançlarını artırıyor. Uluslararası finans çevrelerinde genellikle “Türkiye’de olan Türkiye’de kalmaz” yani Türkiye’den çıkacak 2001 tipi bir kriz, başka ülkelere de yayılır kaygısı var. Erdoğan bu kaygıya oynayarak ve çaresizlik içinde uygun faizle borç arayışına girerek iktidarda kalışını uzatmaya çalışıyor.
ERDOĞAN SIKIŞIYOR
Batı sisteminin Erdoğan’ın Batı’yı rahatsız edecek kozlar yaratıp bundan vazgeçme karşılığında iktidarını sürdürme stratejisine karşı ürettiği siyaset ise hem iç hem dış politikada ona açık destek vermekten vazgeçip, onun iktidardan gitmesine yol açacak bir politikaya girmeden ama kendisine karşı zayıf bir durumda bırakmak oldu. Günümüzde bir on yıl öncesinin tersine ABD’de Kongre’nin iki kanadında, muhafazakar ve liberal kesimlerde Erdoğan karşıtlığı artmaya devam ederken, AB’de negatif Erdoğan algısı iyice yerleşti.
Hem iç hem dış politikada elindeki kozları, araçları giderek azalan Erdoğan iktidarı son 17 yıldır aynı anda hiç bu kadar çok sorunla ve farklı aktörle uğraşmak zorunda kalmamıştı. Hareket alanı giderek daralırken bir siyasal ve ekonomik çıkmazın içine doğru yol aldığının muhtemelen kendisi de farkında.
İçeride üç noktada sıkışmış görünüyor. İlki, son dört yıldır dayandığı Bahçeli, Perinçek ve Soylu (Ağar, Çiller) ekseni, siyaseten yeni bir açılım yapmasını, yeni bir söylem geliştirmesini, hatta en son Türkiye ittifakı çıkışında görüldüğü gibi yeni bir ittifak kurmasını bir şekilde engelliyor. İkincisi, artık Ekrem İmamoğlu gibi bir aktör var. Türkiye’de uzun süredir devam eden merkez sağ ve soldaki lider boşluğu önce Muharrem İnce, şimdi de her renge giren kimliğiyle İmamoğlu ile dolmaya başladı. Üçüncüsü ise medyaya İstanbul seçiminden sonra daha fazla yansıyan AKP içindeki artan rahatsızlık ve Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi isimlerin parti kurma ihtimalleri.
Dışarıda durum daha parlak değil. NATO’da devir teslim törenine Kıbrıs Rum Cumhuriyeti temsilcisi çağrıldı, ABD yönetimi Müslüman Kardeşleri terör örgütü ilan etme tartışmasını yine başlattı, Doğu Akdeniz’de ABD ve AB bir blok olarak Türkiye’nin karşısına çıktı ve diğer bölgesel aktörlerle Türkiye’yi bölgede marjinalleştirdi, İsrail Gazze’de Anadolu Ajansı’nı vurdu. Bu arada Suriye İdlib’te Türkiye’nin gözlem noktasını bombaladı, bu şehirde Türkiye’nin silahsızlandırma sözünü verdiği ama bir türlü gerçekleştirmeye ikna edemediği radikal İslamcılara yönelik saldırılarını yoğunlaştırdı.
AKP geçmişte görmeye alıştığımız türden kıvrak bir dönüş yapamıyor, yeni bir siyaset dili ve söylem üretemiyor, elindeki bütün kozları tüketen bir iktidar olarak dar bir hukuksuzluk alanında ömrünü uzatmaya çalışıyor. Dışarıda ise son iki dayanağı Trump yönetimi ile finans sermayesinin desteği şimdilik devam ediyor. Artık içeride tökezlemeye başlamış bir iktidara onların desteğinin ne kadar süreceği ise belirsiz.
1988’den itibaren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde çalıştı. Bölüm başkanı iken Şubat 2017’de ihraç edildi. Ankara ve Cambridge Üniversitelerinde yüksek lisans yaptı, Ankara Üniversitesinden doktora derecesini aldı. LSE, Georgetown gibi üniversitelerde doktora ve doktora sonrası araştırmalar yaptı, Oklahoma City Üniversitesinde dersler verdi. British Council, Jean Monnet ve Fulbright gibi burslardan faydalandı. Daha çok ABD dış politikası, Türk dış politikası, Balkanlar gibi konularla ilgilendi. Ulusal Çıkar (2004, İmge), Türkiye’nin Komşuları (derleme, 2002, İmge) ve AKP Kitabı (derleme, 2009 Phoenix) gibi çalışmaları vardır.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Kürt sorununu Baltıklar'a taşımak
Bu süreçten Türkiye YPG’yi terör örgütü olarak kabul ettirerek çıkarsa, uzun süredir ortada görünmeyen diplomasisi büyük bir başarı elde etmiş olacak, Erdoğan bunu iç politikada sonuna kadar kullanacak, NATO’yu dize getiren lider olacak. Ayrıca, Erdoğan’ın bu ısrarı, aslında Baltık savunma planının hedefi olan Putin’i de memnun etmiş olmalı.
Trump, Erdoğan'ı neden seviyor?
Erdoğan’ı kapitalist Batı sistemi ve yerli sermaye açısından en değerli kılan unsurlardan biri yalnızca kendisinin neoliberal piyasacılığa sıkı sıkıya bağlı olması değil, bunu oy aldığı gelir düzeyi düşük kitlelere benimsetebilme gücünde yatıyor. Sermaye çevreleri ekonomi yönetimini becerikli bulduğu için değil, bir tür istikrar programını uygulama güç ve iradesine sahip olduğu ve siyasal istikrarı gerektiğinde baskı yoluyla sağladığı için Erdoğan’ı tolere ediyor.
Yeni siyaset ve 'petrolü seviyorum' dönemi
Trump’ı içeride sıkıştıran kesimler ile Erdoğan’a yönelik kampayayı yürütenler ABD’de aynı çevreler. Her iki lider de küresel sistemde aynı siyaset anlayışını temsil ediyor. Şu anki koşullarda, Trump başkan kaldığı sürece, büyük bir olasılıkla, Erdoğan da iktidarını sürdürecek.
Prof. Mehmet Gürses: Savaşın kaynağı bölünme riski değil, 'eski' ile 'yeni' arasındaki mücadelede
Florida Atlantik Üniversitesi’nden Siyaset Bilimci Prof. Mehmet Gürses, 10 yıl önce söylediği "Türkiye'nin bölünme riski yok" tezinin bugün de geçerli olduğunu söylüyor. Gürses, Suriye'deki harekatla ilgili de “Savaşın kaynağı bölünme riski değil, daha çok “eski” ile “yeni” arasındaki mücadelenin bir senteze dönüşememesinin krizi bu. Yeni siyasi erk ve elit; eskinin en büyük sorunu ve fobisi olan Kürt sorununu asmak yerine sahiplenmeyi seçti" diyor.
Suriye'de 'Türk koridoru'
ABD açısından, eğer kendisi yıllarca burada askeri varlığını tutmak istemiyorsa, stratejik olarak, bu uzun ve savunulması zor hattın daha güçlü, NATO üyesi müttefiki tarafından kontrol ediliyor olması bir kayıp değil, avantaj teşkil ediyor. Dikkat edilirse, Türkiye’de hiçbir yetkili ağızdan “çıkış stratejisine” dair bir cümle duyulmuyor. Tersine Türkiye öncelikle Afrin, Azez ve el Bab’a giderek daha çok yerleşiyor, egemenliğini, kendi devlet otoritesini kuruyor.
Trump azledilir mi?
Azil tartışmasıyla birlikte Trump’ı onaylayanların oranında iki puanlık artış olduğunu söyleyen şirketler de var. Şu sıralar bütün gözlemcilerin aklına Clinton için başlatılan azil soruşturması geliyor ve bunun Clinton’un oylarını nasıl artırdığı biliniyor. Aynı sonucun Trump için işleyip işlemeyeceğini zaman gösterecek.
Çin'in ince stratejisi ve ABD'nin açmazı
Çin, ABD’nin tarihsel ve şu anki tüm rakiplerinden farklı bir ülke. Henüz resmen kendisini Amerikan hegemonyasına bir meydan okuyucu (challenger) olarak tanımlamadıysa ve ABD de öyle tanımlamıyorsa da, sahip olduğu nüfus, ekonomik kapasite ve artan askeri güç ve tarihsel bilinç açısından, görüp görebileceği en ciddi rakip. Trump yönetiminin başlıca misyonu Çin’in yükselişini yavaşlatmak, küresel kazanımlarını durdurmaya çalışmak olduğu görülüyor.
ABD'nin Çin ile sorunu ne?
ABD açısından Çin yalnızca ekonomik açıdan yarattığı sorunlardan oluşmuyor. Konunun bir de stratejik ve askeri boyutu var. Çin’in hızla silahlanması, savunma harcamalarını artırması, Bir Kuşak Bir Yol gibi son derece hırslı ve kapsamlı projelere girişmesi, Rusya ile yakınlaşması, Asya Yatırım Bankası gibi alternatif finansal kaynaklar yaratması ve bunu cazip kılması gibi çok sayıda gelişme var.
Suriye'de, ABD-Rusya-İsrail uzlaşısına doğru
Bundan sonraki sürecin Cenevre ve Astana’dan çok Kudüs üzerinden, yani ABD, Rusya, İsrail arasında ama yalnızca Suriye değil, daha geniş kapsamlı bir pazarlık süreciyle devam etmesi ihtimali var.
Küreselleşme böler mi?
Türkiye küreselleşme ve bölünme konusunun neredeyse her boyutunu deneyimlemiş bir ülke. Bir yanıyla Türkiye, bölünme algı ve kuşkusunun en güçlü olduğu ülkelerden biri, hatta iç, dış ve güvenlik politikasının temel dayanaklarından birini bu kaygı oluşturuyor. Küreselleşmeye dahil ama 40 yıldır yaşanan çatışma, kapitalizmin en az geliştiği Güneydoğu bölgesinde yoğunlaşmış durumda.
Küreselleşme ile emperyalizm aynı şeyler mi?
Küreselleşme bir yanda neoliberal bir birikim rejimi öte yanda teknolojik imkanların ticaret, üretim ve finans alanlarında sağladığı dönüştürücü imkanlar ile kapitalizmin büyük bir hızla yerkürenin her bir noktasına yayılması anlamına geliyor. Bu anlamda emperyalizmi de içeren çok daha kapsamlı bir olgu, kapitalizmin tarihsel evrimi içinde kapitalizmi küresel ölçekte yeniden organize etme çabasının bir ürünüyle karşı karşıyayız.
Küreselleşmeye Trump freni
2010’lardan itibaren ABD karar verme çevrelerinde, küreselleşme sürecinden bazı ABD müttefikleri ama özellikle Çin’in daha fazla fayda sağladığı şeklinde bir görüş hakim olmaya başladı. Obama döneminde bu duruma dair yakınmalar başlamıştı ama bunun siyasete dönüşmesi için Trump gibi birinin işbaşına gelmesi gerekti.
Kendisini tüketen bir iktidar olarak AKP
Şu an AKP’yi otoriterlik dışında tanımlayacak bir sıfat yok. Ne İslamcı, ne milliyetçi, ne (muhafazakar) demokrat, ne Batıcı, ne Avrasyacı, ne anti-emperyalist. Bütün bu öğelerden zamanı gelince faydalanmaya çalışan, kendisini tanımlayabildiği ya da bizim ona atfedebileceğimiz bir kimliği olmayan, tek meselesi günlük hamlelerle iktidarda kalışını uzatmaya çalışan ama her hamlesiyle kendisini çöküşe götüren bir yönetimle karşı karşıyayız.
Trump'ın misyonu ne?
ABD, küresel sorumluluklarını azaltarak, yurt dışındaki yatırımlarını geri çağırarak ve serbest ticareti kendi lehine daha fazla çevirerek göreli gücündeki azalmayı durdurma ve Çin’in hızlı büyümesini yavaşlatma stratejisine geçti. Dolayısıyla, küresel sistemde ABD müttefikleriyle özellikle ticari ilişkileri kendi lehine çevirme talebi Obama döneminde başlamıştı. Ama bunun nasıl gerçekleşeceği konusu belirsizdi ve Trump’ın misyonu bu noktada anlam kazandı.
Trump döneminde hegemonik restorasyon
ABD mutlak olarak küçülmüyor, düşmüyor, gerilemiyor. Ekonomisi 2008’den bu yana her yıl istikrarlı bir şekilde büyüyor, işsizlik oranı ve enflasyon düşük, savunma harcamaları azalmıyor. Ama küresel sistemin hâlâ ABD hegemonyası merkezli işliyor olması bunun hiç değişmeden böyle devam edeceği anlamına gelmiyor.
Erdoğan'ın denge politikasının sonu geliyor mu?
Şu an Türkiye ekonomisi ve özellikle döviz kuru konusundaki kırılganlık, değil bir ABD yaptırım kararını, bunun ima edilmesini bile kaldırabilecek durumda değil. Erdoğan yönetiminin ABD ile aynı anda hem S 400, hem İran’a yaptırımlar, hem de Fırat’ın doğusu konusunda bastırıp istediğini elde etmesinin imkanı yok.
İslamcılara göre İslamofobi
İslamofobi ciddi bir sorun ve buna aynı ciddiyetle yaklaşmak gerekiyor. Ne var ki, böylesine karmaşık bir meseleye Türkiye’deki İslamcıların yaklaşımı, iç siyasetin her noktasında gördüğümüz aşırı öznellik, abartılı bir mağduriyet söylemi, özeleştiriden yoksun, kendini her koşulda, her sorunda mutlak haklı gören yorumlarla kendisini gösterdi.
Batı Erdoğan'ı gözden çıkarır mı?
Bundan sonra Batı ve ABD şunun hesabını yapmak zorunda kalacak. IMF ya da varsa eğer başka bir kaynaktan sağlanan ve birikmiş borcu ödemek için alınacak borcun geri ödenmesini sağlamak için eskimiş, yıpranmış bir liderle mi devam etmek gerekecek yoksa, 2001 koşullarında olduğu gibi, yeni, topluma umut vaadeden bir liderin çıkışını mı tercih edecek. Erdoğan hala yüzde 40’a yakın bir oy tabanını kontrol edebiliyor. 450 milyar dolar civarındaki borcun ödenebilmesi için içeride istikrar gerekeceğini, bunu da ancak kendisinin sağlayabileceğine Batı ve ABD’yi ikna etmeye çalışacak.
Amerika’nın üzerinde sosyalizmin hayaleti dolaşıyor (mu?)
ABD’de sağ çevreler, bazı düşünce kuruluşları şimdiden yükselen sol tehlikeye karşı alarm vermek gerektiğini seslendirmeye başladılar. Özellikle Trump konuşmalarında sosyalizm tehlikesine dikkat çekmeye başladı.
Amerika’da sol var mıydı?
ABD dünyada liberal olmanın solcu olarak görüldüğü, günlük hayatta kamusal olanı övmenin tuhaf karşılandığı, 40 milyon civarında insanın fakirlik düzeyinde yaşadığı ama sosyalizmin bir kavram olarak bile duyulmadığı bir ülkeye dönüştü. Ta ki 2010’lardan itibaren Amerikan Demokratik Sosyalizm tartışmalarının başlamasına dek.
Hizbullah Venezuela’da!
Trump, John Bolton’un Ulusal Güvenlik Danışmanı olmasından sonra anlaşmadan çekilerek daha sert bir politikaya geçti. Trump’ın hukuk danışmanı Guiliani rejim karşıtı Halkın Mücahidi örgütünün temsilcileriyle görüştü ve Pompeo Şubat başında İran’ın desteklediği Hizbullah’ın Venezuela’da hücreleri bulunduğunu söyleyiverdi. Foreign Policy dergisi Hizbullah’ın Latin Amerika’da ne kadar faal olduğunu ve uyuşturucu kaçakçılığı yaptığını anlatan bir yazı yayınladı. Bütün bunlar çemberin daralmakta olduğunun işaretleri.
Venezuela tipi anti-emperyalizm mümkün mü?
ABD birçok fazla zayıflığı ve tutarsızlığı olan bir modeli zamana yayarak, başarısızlığını bütün dünyanın gözüne sokarak, kendi halkına tasfiye ettiriyor. Bu noktada sosyalist model denemesinin ABD yaptırımlarına ve dolarla belirlenen petrol fiyatlarına bağlı olması da zaten kendi içinde yeterince ironiyi barındırıyor. Sonuçta, Chavez’in Bolivarcılığı çevre bir ülkenin merkeze bağımlılığını azaltmadığı gibi, kırılganlığını artıran, küçük bir dokunuşla tasfiyeye açık bir modele dönüştürdü ve yalnızca enerji kaynağına dayalı bir anti-emperyalizmin geçersizliğini gösterdi.
ABD'nin Ortadoğu'da bölünme siyaseti
Kimse emperyalizmin asla bölme çabası içinde olamayacağını iddia edemez. ABD Irak işgalinde olduğu gibi açık bir şekilde işgal ediyorsa, bölme de bir siyaset olabilir. Ama Batı’nın belli bir bölgeye yönelik siyasetini yalnızca bölünme endişesi içine hapsetmek, Ortadoğu bölgesinde İsrail karşıtlığıyla birlikte en çok prim yapan, siyasetin çok daha önemli diğer alanlarını gölgeleyen bir söyleme dönüştü.
Trump, derin devlete karşı (mı?)
Amerikan derin devleti üzerine yazanlar ya genelde fantezi kuruyorlar ya da dezenformasyon yapıyorlar. Çünkü bu yapının kendisini çözseniz, aktörlerini doğru tespit etseniz bile siyaset üzerindeki etkisini, nerede kimin hangi çıkarı yansıttığını tam olarak ortaya koyabilmek mümkün değildir.
Küreselleşme krizinin göstergesi olarak Sarı Yelekliler
Modern kapitalizmin ilk ortaya çıktığı kıta olan Avrupa, kapitalizmin krizinin yoğun olarak yaşanacağı bir coğrafya olacak ve öyle görünüyor ki bu kriz(ler) derinleşecek. Ama sorun bunu da aşıyor ve şu anda Avrupa genel olarak birden fazla krizle karşı karşıya.
Ulusalcılar kazanabilir mi?
Kuşkusuz ulusalcılığın toplumsal tabanı liberallerden çok daha geniş ve muhtemelen hala elindeki imkanlar daha fazla. Ama bu yine de Erdoğan ile girdikleri bu ittifak oyununun mutlaka onların lehine sonuçlanacağı anlamına gelmiyor.
Soros out, otoriter liderler in
Erdoğan’ın Soros ile bir derdi yok, öyle olsa 2000’lerin başında görüşüp poz vermezdi. Mesele, Soros bağlantısını vurgulayarak bir yandan küresel sistemdeki dönüşümde nerede durduğunu Trump başta olmak üzere dünyadaki diğer merkezlere gösterirken, öte yandan da toplumsal muhalefeti susturmanın, korkutmanın bedelinin ne olabileceğini hatırlatıyor.
Erdoğan-Trump ittifakı
Erdoğan, nasıl ki 2000’lerde o zaman gündemde olan demokratikleşme dalgasının temsilcisi idiyse ve İslamcıların demokratikleşmesinin modeli rolünü oynadıysa, 2010’larda yükselen popülist sağ dalganın Müslüman ülkelerde seçimle iktidara gelen örneği olarak yerini sağlamlaştırdı. Örneğin, Trump’ın Türkiye’de kendi izdüşümü olan Erdoğan ve AKP yönetimi yerine sosyal demokrat bir iktidarı tercih edeceğini beklemek saflık olur.
Kaşıkçı olayının nedeni petrol ve özelleştirme mi?
Her bir on yıllık dönemde ABD, müttefiklerini enerji, finans ve ticaret üzerinden terbiye etti. Ama hiçbir dönemde müttefikleri üzerindeki baskısı bu kadar yoğun olmadı. Suudiler şu anda kendi paylarına düşeni yaşıyorlar.
Sorun Erdoğan’da mı, CHP’nin muhalefet yapma tarzında mı?
Sorun ana muhalefet partisinin AKP ve Erdoğan’ın daha iktidar olma sürecinden başlayan Amerikancılığını hiçbir zaman ortaya koyamamış olması, bundan ısrarlı bir biçimde kaçınması. Asıl tuhaflık, AKP ve Erdoğan’ın 16 yıllık iktidarı sürecinde Amerikancılığına dair onlarca veri varken, bunlardan birinin bile ana muhalefet partisi tarafından dile getirilmemiş olmasıdır.
Küreselleşme karşıtı Trump ve 'İlkeli Realizm'
Akademik bir yaklaşım olan Realizm bu kez doğrudan bir başkanın ağzından yeni bir ön ek alarak, İlkeli Realizm adıyla yeniden piyasaya sürüldü ve 2017’den bu yana Trump’ın Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretten, en son BM’deki konuşmasına kadar sıkça gündeme getirdiği bir kavram oldu. Açıkça dillendirilmese de bu fikrin sık sık Trump'la bir araya gelen Kissinger’dan çıktığı tahmin ediliyor ve yorumlar bu yönde.
Suriye’de ABD’nin en iyi ortağı Türkiye hep Türkiye oldu
Suriye gibi bir sahada ABD’nin dahil olduğu bir çatışmanın sorunsuz işlemesi beklenemezdi ve ABD’nin, IŞİD’i bahane ederek PYD ile yakınlaşmaya başlaması, iki ülke arasında gerçekten bir ayrışma yaratsa da, işbirliği ve pazarlık devam etti. PYD güçlenince ve batıda kalan Menbiç dahil Fırat’ın doğusuna ABD askeri varlığını yerleştirmeye başlayınca yeni bir pazarlığa geçilmesi gerekli oldu.
ABD küreselleşmeyi bitiriyor mu?
ABD hem yüksek teknoloji içeren alanlardaki üstünlüğü, hem doların hakim konumu hem de genel olarak dış ticaretin ekonomisindeki payının göreli küçük olması gibi avantajlarını kullanarak küreselleşmeyi yavaşlatıyor ve Almanya gibi müttefik ve Çin gibi rakiplerinin ekonomilerini yavaşlatmaya çalışıyor. Bunun ABD için de bir bedeli olacak.
2001 krizinde İslamcılar ne yaptı?
Muhaletefin, Erdoğan iktidarına yönelik olarak, bir zamanlar iktidara gelmek için şimdi direniyormuş gibi göründüğü emperyalizmle işbirliği yapma konusunda hiçbir rahatsızlık hissetmediğini, ülkesini emperyalizmin finansal sömürüsüne sonuna kadar açtığını ortaya koyması gerek. Kendi bölgesinde hegemonya arayışı başarısızlığa uğramış, sebep olduğu diplomatik başarısızlığı anti-emperyalizm olarak sunan ve ne 2001 krizi sırasında ne de sonrasında bir kez olsun o döneme ilişkin herhangi bir uluslararası operasyondan, dış güçlerden bahsetmeden, krizin getirdiği fırsatın üzerine konmuş olanların, şimdi yana yakıla Türkiye’ye operasyon çekildiği ve hep birlikte hareket etme çağrısında bulunmasının bir anlam ve değeri bulunmuyor.
Rehin alma siyasetinin sonu
ABD, Brunson olayı aracılığıyla kendi vatandaşı üzerinden sürekli el arttırmaya dayalı bir pazarlığı kabul etmeyeceğini gösterirken, yaklaşmakta olan İran’a yönelik ağır yaptırımlardan önce zemin yokluyor. Bu durum ileride Türkiye’yi daha da zor durumda bırakacak.
Trump ve küreselleşmede revizyon
Neoliberal küreselleşmenin işleyişinde kapitalizmin kendisine özgü çelişkilerinin giderek ağırlaşması nedeniyle sorunlar yaşanıyor. Bu yüzden ABD yönetimi bir arayış içinde ama Trump ne yaparsa yapsın kapitalizmin sorunlarına çözüm getirme imkanı yok.
ABD ve yükselen sağ siyasetin Türkiye ayağı olarak yeni rejim
Erdoğan’ın adım adım uygulamaya koyduğu bu yeni sağ siyaset Trump’ın ABD’de uyguladığı modelin tipik bir yansıması ve örnekleri de giderek yayılıyor. Bu açıdan Erdoğan’ın son dönemde girdiği seçimleri kazanmasını aynı zamanda bu modelin de bir başarısı olarak görmek gerek.
Menbiç’te zamanlama manidar
Bu uzlaşı hayata geçerse ABD Türkiye ile Suriye’de doğrudan ve açık bir şekilde askeri işbirliğine girmiş olacak. ABD böylece Türkiye’yi Rusya ve İran’la diplomatik işbirliği yapan bir ülke olmaktan, kendisiyle askeri işbirliği yapan bir ülke konumuna getirmiş olacak.
AKP, kriz ve İslamcılığın tükenişi
Bir uluslararası operasyon varsa ve bu ekonomik kriz ile tetiklenmişse, 2001 krizi, yapısal ekonomik sorunların yanında, buna daha uygun bir tablodur çünkü o dönemde DSP’nin bir iktidar partisi olarak 60 civarında milletvekilinin istifa ederek bölünmesi gibi bir gelişme de krize eşlik etmişti. 2001 krizi için uluslararası boyutu görmezden gelen AKP çevresinin, şimdiki TL devalüasyonunu doğrudan üst akıla bağlaması ilginç doğrusu.
Sorun İran’ın ötesinde
ABD’nin hamlesi yalnızca İran’a yönelik değil, İran’da bir rejim değişikliği sağlayarak Rusya ve Çin’in de Ortadoğu’daki ayağını kesme politikası üzerine kurulu. Kısa vadede rejim değişikliği gerçekleşmese bile, Çin yine, 2015 öncesi gibi İran’a yatırım yapıp bazı sektörlerde ABD pazarından vazgeçmek zorunda kalacak.
Trump, Neoconlar'ın yükselişi ve küresel gerilime doğru
Suriye’nin Batılı üçlü tarafından bombalanması, sahadaki dengeleri değiştirmeye yönelik bir girişim değildi, öyle olsaydı farklı hedefler seçilirdi. Burada amaç ABD’nin yanına müttefiklerini alarak ve istediği an bahane üreterek kuvvet kullanabileceğini göstermesiydi.
Putin ve Amerikan hegemonyasını test etmek
Almanya, Fransa ve hatta İngiltere’nin ABD’den uzaklaştığı yönündeki görüşlerin ileri sürüldüğü bir dönemde, ne olduğu tam anlaşılmayan bir olayda 26 ülkenin ortak hareket etmesi, ileride Çin ile yaşanacak bir krizde alınacak pozisyonları belli etti. Putin ise büyük bir olasılıkla Karadeniz, Akdeniz ve Ortadoğu ve Doğu Avrupa gibi bölgesel alanlarda artık gücünün sınırlarına ulaştı, bundan sonra gücünü test ettiği ABD hegemonyasının hamleleriyle uğraşacak.
ABD'nin Ortadoğu stratejisinde PYD ve FKÖ
ABD’nin Ortadoğu’daki iki büyük devletsiz toplumun siyasal hareketleri üzerinde 1980’lerden günümüze uzanan süreçte adım adım kendi nüfuzunu kurduğunu görüyoruz. Barzani ve PYD aracılığıyla Irak ve Suriye üzerinde önemli bir stratejik avantaj elde ederken, Filistin hareketi üzerinde kurduğu nüfuz ile bu hareketin İsrail’e zarar vermesini önleyip ve Rusya ve İran gibi ülkelerin mümkün olduğunca Filistin hareketinden uzak tutulmasını sağlamayı amaçlıyor.
ABD’nin Ortadoğu stratejisinin ilk aşaması
Sıkça söylendiği gibi bu politikanın kaybedeni hiçbir koşulda ABD değil. ABD başarılı olsa da olmasa da son aşamada kaybeden bölge halkları oldu. Reel siyaset açısından bakıldığında ise Ortadoğu’daki bütün çatışma dinamiği dikkat edilirse ABD müttefiklerinde değil, Rusya’ya yakın ve küresel sisteme eklemlenememiş ülkelerde yaşanıyor.
Suriye’nin güneyinde CIA operasyonu
ABD, İsrail’in güvenliği ve İran’ın Akdeniz bağlantısının kesilmesi için Suriye’nin güneyine de askeri olarak yerleşiyor. Bunun için de CIA operasyonundan arta kalanların bir kısmı Ürdün’de, bir kısmı ise güneyde Tanaf şehrinde ABD ve İngiliz özel kuvvetleri tarafından eğitiliyor. Hedef artık Esad rejimi değil, İran ve ona bağlı unsurlar.
ABD Suriye'de kalıcı mı?
Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin denetimindeki bir özerklik ABD’nin burada askeri olarak bulunabilmesi için kaçınılmaz bir gereklilik. ABD böylece Suriye’de kalıcılaşıyor, Türkiye, Ürdün, Irak, İsrail, Lübnan ve askeri üsleri nedeniyle Rusya’ya komşu oluyor, askeri olarak çok stratejik bir konuma yerleşmiş oluyor.
Kürt sorununa çözümü ÖSO’yla aramak
Öyle görünüyor ki, ilk hedef olarak Türkiye Afrin’den İdlib’e bir koridor oluşturmaya çalışacak. Böylece hem Kürt koridorunu daha güçlü bir şekilde kesmiş olacak hem de İdlib’teki birlikle fiziki bağlantı kurulacak. Ama sonuçta Türkiye’nin temel sorunu içeride Kürt sorununu bir türlü çözüme kavuşturamamış olması.
IŞİD bitti, sıra İran’da mı?
ABD, Sünni radikalizmi tasfiye için Şiilerin desteğinden yararlanırken, İran’ı geriletmek için şimdi de Sünni bloku devreye soktu. Irak’ın işgaliyle karşılaştırıldığında çok daha düşük maliyetli olan bu siyasetin başarıya ulaşması için zamana gerek olduğunu ABD’li uzmanlar da biliyorlar. Ama Ortadoğu siyasetinin bundan sonraki ana ekseninin İran’a karşı yürütülen bu geriye sarma politikası ve buna eşlik eden gelişmeler olacağını göreceğiz.
Trump’ın Ulusal Güvenlik Stratejisi: Çin sorunu ciddileşiyor
Trump yönetiminin strateji belgesi yeni dönemin nasıl olacağına dair işaretleri veriyor. Küresel kapitalizmin ihtiyaçlarını karşılamayı da önceleyen, müttefiklerinin talep ve beklentilerini gözeten, demokrasi ve insan haklarına göstermelik de olsa değinen bir söylem yerine, büyük güçler arasında en azından gerilimli bir döneme geçildiğini kağıda dökerek ilan ediyor.
Suriye'de ABD-Rusya uzlaşması
ABD-Rusya pazarlığının üç önemli ayağı olduğu anlaşılıyor. Bunlardan birincisi Esad’ın kısa vadede başta kalması. İkincisi, ülkenin kuzeyinde önce fiili, sonradan hukuki statüye kavuşmuş bir Kürt özerk bölgesinin kurulması ve buraya ABD’nin askeri olarak yerleşmesi. Üçüncüsü ise Suriye’nin elinde bulunan kimyasal silah depolarının imhası.
Bölgesel liderlik hevesinden savrulmaya: Dış politika
Çöken yalnızca AKP’nin projesi değil, Batı’nın da AKP’ye yaptığı yatırımdı. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Yeni Osmanlıcılıktan beslenen Ortadoğu’nun lideri olma hayali Libya, Irak, Suriye gibi ülkelerin yıkılmasıyla ve İran’ın etkisinin artmasıyla neredeyse liderlik yapacak bir bölgenin kalmamasıyla sonuçlandı.
Trump'a tutunamamak
Türkiye’deki bazı gözlemcilerle birlikte Erdoğan ve AKP çevreleri, bir yandan ne yaptıklarının farkında olmakla birlikte, Obama gidince ve onun devamcısı olacak H. Clinton seçimi kazanamayınca, yerine gelecek Trump yönetimiyle, bütün geçmişi silerek ilişkilerde yeni bir sayfa açmayı umut ettiler. Ama yanıldılar.
BOP'un haritası var mı?
Türkiye’deki BOP analizinin düz mantığı şöyle işliyor. BOP, ABD’nin Ortadoğu’yu bölme planının adıysa ve Ralph Peters adlı emekli bir Amerikalı Albay da bu projenin haritasını, yani sınırların değiştiğini gösteren bir Ortadoğu haritasını yayınladıysa, bu harita otomatik olarak BOP haritasıydı. Bu haritayı hayata geçirecek olan da, bu durumda tabii ki BOP eşbaşkanları olmalıydı.
Büyük Ortadoğu Projesi uygulamaya mı konuldu?
Eğer ABD’nin Ortadoğu’daki bazı ülkeleri bölme planı varsa, ki olabilir de, onun adı BOP değildi. Böyle bir strateji zaten diğer ülke liderleriyle açık toplantılarda tartışılmaz. Yüz yıl önce bile Sykes-Picot anlaşması gizli saklı imzalanabilmişti. Bu türden siyasetler daha alttan alta yürütülür ve açıkça bir isim vererek uluslararası kamuoyuna duyurulmaz.
Küreselleşme çağında jeopolitik
2000’lerden itibaren küreselleşme devam ederken önce 11 Eylül ve ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri, ardından Rusya ve Çin’in farklı nedenlerle güçlenmeye başlamaları hem küreselleşmenin içeriğinde, hem de jeopolitiğin anlamında yeni değişimler yarattı.
Emperyalizm mi, küreselleşme mi?
1990 sonrası küreselleşme öncelikle neoliberal bir içerikle anlam kazanır çünkü dünyanın ticaret, kültür ve savaş gibi unsurlarla birbiriyle bağlantılı olması, bir yerdeki gelişmenin başka coğrafyaları etkilemesi çok eski bir olgudur. Dolayısıyla, neoliberalizm, aslında eski ve mekanik bir olgu olan küreselleşmeye yeni bir içerik katmış, kapitalizmin küresel ölçekte yeniden örgütlenmesinin adı olmuştur.
Asya'nın yükselişi efsanesi
Çin’in küresel kapitalist sisteme kendisine özgü entegrasyonu, Batı sistemi için kurtarıcı olan birçok avantaj sağladı. Öncelikle Batı sermayesi, kapitalizme içkin azalan kar oranları, aşırı birikim gibi sorunları öteleme imkanı buldu... Çin’in Rusya ile yakınlaşması dünya sisteminde yeni bir denge oluşturacağı beklentisini yaratırken, ekonomik ilişkilerin bütün çabalara rağmen çok yetersiz kaldığı görülüyor.
ABD'nin bitmeyen düşüşü
Şu anda Çin ve Rusya dahil aslında hiçbir ülke ABD hegemonyasının çökmesini istemiyor. ABD hegemonyası, yalnızca ABD öyle istediği için değil, dünyanın geri kalanı bundan bir çıkar elde ettiği için devam ediyor.
İnsan haklarına elveda mı?
İnsan hakları konusu küresel olarak gittikçe gerileyen demokratikleşmeyle birlikte sancılı bir dönemece girdi. Demokratikleşmeden geri çekilme ve otoriterliğin yükselişinin bir semptomu olarak içinden geçtiğimiz dönemde insan hakları konusunda da bir zemin kaybı yaşanmaya başlandı.
Amerika’nın Orta Doğu politikası var mı?
ABD 2011’de Asia Pivot adını verdiği bir strateji ile ağırlığını Uzak Doğu’ya kaydıracağını açıklamıştı. Bu stratejiyi ilan eden dönemin Savunma Bakanı Leon Panetta’ya gazeteciler, bu durumda ABD’nin Orta Doğu bölgesinden çekilip çekilmeyeceklerini sorduklarında verdiği cevap manidardı: “Hem yürüyüp hem sakız çiğneyebiliyoruz.”
Körfez'de kriz: Katar yenilirse Türkiye de yenilmiş sayılır mı?
Türkiye geleneksel olarak Ortadoğu’da, özellikle Araplar arası krizlere mesafeli dururdu. Bunu gereksiz bir şekilde Kemalizm'in basiretsizliği, inisiyatif eksikliği ya da Ortadoğu’ya sırtını dönme olarak tanımlamak yerine, belli bir mantığa dayanan bir politika olduğunu tekrar düşünmek gerekiyor. AKP ile bu politika tamamen terk edildiği gibi, dış politikada önce yeni Osmanlıcı ve İslamcı, sonra Sünni eksenli dış politika izlenirken, bu son krizle birlikte Türkiye artık Sünni Araplar arası bir krizin parçası oldu ve açıkça Katar’ın yanında yer aldı.
Trump vs. Merkel ya da kapitalist merkezde çatlak mı?
ABD merkezli küresel sistemin işleyişiyle ilgili çok temel bir mekanizma var. ABD 1945’ten bu yana bu kapitalist sistemin güvenliğini ve korumasını sağlıyor. Karşılığında da müttefiklerinden işbirliği bekliyor. ABD’nin hegemonik pozisyonundan ve işlevinden en çok yararlanan Almanya, Japonya ve G. Kore oldu.
Trump görüşmesinden geriye kalan: İlişkilerde Soğuk Savaş mantığına geri dönüş
Trump’ın görüşme sonrasında yaptığı kısa konuşmada dile getirdiği gibi, ilişkiler Soğuk Savaş dönemindeki gibi çok dar bir alana, güvenlik konusundaki işbirliği konusuna sıkışıp kaldı. Gelinen noktada ABD açısından Türkiye’nin rolü Suriye’de negatif olarak görülürken, geriye halen devam eder gözüken İran konusunda işbirliği ile ileride gündeme gelebilecek olan Rusya’yı çevreleme olasılığı karşısında Türkiye’nin desteğiyle sınırlı kalıyor.
Ilımlı İslamcılıkla milliyetçi otoriterlik arasında siyaset
Otoriterliğin, İslamcılığa tercih edildiği bu küresel bağlamda, AKP siyaseti yeni bir siyasal kabuk değişimi yaşıyor ve neredeyse Soğuk Savaş döneminde denenmiş olan bir milliyetçi çizgiye yerleşiyor. İçte otoriter, dışta ise ABD’yle stratejik alanda işbirliğine dayalı tanıdık ve demokratikleşmeye dair sonuçları açısından olumsuz bir tablo bu.
Bir çare olarak Trump'a tutunmak
Türkiye, Erdoğan ve AKP altında Trump yönetiminin yeni belirlediği Ortadoğu siyasetinde, kendi yarattığı yalıtılmışlık ve yalnızlığı aşmak, buradan iktisadi bazı avantajlar elde etmek amacıyla Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün diğer Körfez ülkeleri ve İsrail ile yakınlığa dayalı İran karşıtı bir eksenin parçası olmayı kabul etti. Çaresizlikten kaynaklanan bu siyaset Türkiye’nin dış politikada yaşadığı sorunlara çözüm getirmeyecek, hatta bazı yeni sorunlar yaratacak.