YAZARLAR

Aile bahane ama emeller şahane değil

Aile Şurası'ndan ne inciler saçılacak etrafa? Kadının insan haklarını temel alan eşitlikçi yapıya sahip ailelerin huzurlu ve uzun ömürlü olduğu gerçeğini dile getiren çıkacak mı? Çıksa bile bu fikirler, oluşturulacağı ilan edilen konuya ilişkin tutum belgesinde yer alacak mı?

Nafakaya ilişkin mevcut yasal düzenlemenin bahane olarak kullanıldığı yönündeki kötü niyet ihtimali ağırlık kazanıyor. Nafaka olmazsa velayet hakkı, boşanmaların arttığı iddiaları gibi gerekçelerle ama illa ki bir yolunu bulup Medeni Kanun'da bir şeyleri değiştirme arzusu, söz ettiğim kötü niyet. Medeni Kanun karşıtı niyeti, iktidara dayatan bir damarın parti ve hükümet içindeki varlığı seziliyor, siyasi söylemler, iddialar ve sosyal medya kampanyaları, dikkate alındığında. Ve tabii ki konunun 31 Mart yerel seçimleri sonrasına ertelenişini göz önüne alınca burada muhtemel oy potansiyelinin, Erdoğan tarafından hesaba katıldığı, açığa çıkıyor.

Mayıs ayı başlarına kadar yerel seçimle ilgili tüm işlemlerin bitmiş olacağı varsayımıyla hareket edilerek “bütüncül aile hukuku” şeklinde ifade ettikleri amacı, toplumun gündemine taşımayı hedefledikleri söylenebilir. Ekrem İmamoğlu’na haksızlık etmek gibi olmasın ama kadın karşıtlığıyla yasal düzenlemeler yapılma ihtimalinin güçlü gündem haline gelmesini önleyen, geçici fayda yarattı, henüz İstanbul’un akıbeti hakkında karar çıkmayışı. Tabii ki Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş başta olmak üzere büyükşehirlerde gerilemesini sağlayan politikacılar sayesinde iktidarın kendisini aile hukukunu değiştirmek yönünde eskisi kadar rahat hissedemeyeceğini düşünürsek onlara çokça teşekkürü de borçluyuz. Yine de tehlike hayli yakınlaştı ve sorun bir nafakayla sınırlı kalmayıp çokça büyüdüğü için Medeni Kanun'a sahip çıkmak yönünde uyanık olmalıyız.

İki ayrı kurumun, aile konulu toplantıları, mayıs başına ve peş peşe tarihlemesini, seçimleri iktidarın kayıpsız tamamlayacağı varsayımına dayalı görüyorum. Aralık ayında Erdoğan’ın “konunun olgunlaştırılması” direkitifine uyularak elbette. Ve uzun seçimsiz döneme girileceği için toplum hayatını diledikleri gibi değiştirebilecekleri yönündeki öz güven olmalı, üst üste gelen aile çalışmalarının sebebi. 24 Haziran seçimlerinden kısa süre sonra KADEM Genel Kurulu'ndaki konuşmasıyla Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın, Türkiye için “ince işçilik dönemi” ifadesini hatırlayalım. Toplumsal doku ve yaşama yönelik hayli ciddi çalışmalar yürütülmesinin hedeflendiği kuşkusu, kuşku olmaktan çıkıp, yakın tehlikeye dönüşür. Seçim sonuçlarıyla bu özgüven sarsıldı ama niyetlerin değişmesini beklemek hayalcilik olur.

Aile konulu geniş çaplı toplantılar düzenleyen iki ayrı kurumdan birisi Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı. 7'nci Aile Şurası düzenleniyor 2-3 Mayıs tarihlerinde ve Cumhurbaşkanının himayesinde, külliyede. Diğeri 29-30 Nisan'da Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu (TİHEK) Vakit Aile Vakti sloganıyla gerçekleştirilen sempozyumdu. Uluslararası Ailenin Korunması Hakkı Sempozyumu'yla arzı endam etti TİHEK ve Başkanı. İnsan hakları kavramına takla attırarak aile hakları kavramını icat etti Başkan Süleyman Aslan. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 16'ncı maddesini dayanak göstererek icat ettiği bu kavramla insanı, insanın onurunu ve haklarını değil, aile kurumunu önceliyor. Maddeye baktığımızda ise aile içindeki bireylerin eşit haklara sahip olmasını öncelediğini görürüz. Aile kurma hakkının koruma altına alındığı görülür ayrıca. Ama Süleyman Aslan'ın ve başkanı olduğu kurumun eşitlik ve insan hakları kavramıyla uzaktan yakından alakası olmadığı yıllardır bilindiği için şaşırmak da mümkün değil kurumsal öncelik anlayışına. Özellikle sempozyum açılış konuşmasının bir bölümü hak kavramı açısından ibretlik: "Bugün karşı karşıya kaldığımız saldırıları bertaraf etmek, devlet ve millet olarak yeniden bir medeniyet hamlesi yapmak, 'Dünya 5'ten büyüktür' diye haykıran bir devlet olarak dünyada yeni bir insan hakları hamlesi gerçekleştirmek, insan hakları bağlamında dünyaya değer katmak istiyorsak işe önce aileyi, ailenin mutluluğunu, topyekun nesillerimizi korumaktan başlamak gerekir, diye düşünüyorum."

İnsan yok bu cümlelerde. Devlet var. Oysa insan hakları hukuku, başta kendisi olmak üzere her türlü otorite karşısında bireyi korumakla yükümlü kılar devletleri. Başında olduğu kurumun varlık nedeni, tıpkı devlet gibi insan hayatını şekillendirme gücünden kaynaklanan otoriter yapısı nedeniyle aile kurumu içindeki bireylerinin haklarını korumak. Süleyman Aslan, insan hakları ve eşitlik kavramlarını yok eden tutumuyla hak ihlallerini, görmezden gelerek meşrulaştıran bir misyon yürüttü yıllardır. Devletçi bürokrat kimliğiyle üstlendiği bu rolle şimdi aile kurumunu, olduğundan daha fazla otoriter bir yapıya dönüştürmeyi hedefliyor. Sıcak, korunaklı, insanı mesut eden, bireylerin güven içinde yaşayacağı ideal aile ortamı anlayışının da içini boşaltıyor, bu haliyle.

Yasada ailenin mutluluğunu mümkün kılacak düzenlemeler yapılmalıymış, söylediğine göre. Yani nafaka düzenlemesi mümkün olmazsa sırf ailelere “mutlu ol” buyruğu vermek bahanesiyle bile olsa Medeni Kanun'da değişiklik yapılsın istiyor, paşa gönlü. Ailenin mutluluğundan kastı da sözlerinden anlaşıldığı üzere kadınların ve çocukların erkek şiddetine karşı korunması için hazırlanmış 6284 güvencesindeki şikayet hakkından mahrum bırakılması. Şiddetin varlığını değil şiddetten korunma yollarının varlığını, aile için zararlı gören bu zihniyete haddinden fazla önem vererek bunca satır ayırmak bile abesken yazık ki içinde bulunduğumuz şarlar böylesi abuk sabuk lafları görmezden gelme lüksü tanımıyor. Bekleyip görelim külliyedeki Aile Şurası'ndan ne inciler saçılacak etrafa? Kadının insan haklarını temel alan eşitlikçi yapıya sahip ailelerin huzurlu ve uzun ömürlü olduğu gerçeğini dile getiren çıkacak mı? Çıksa bile bu fikirler, oluşturulacağı ilan edilen konuya ilişkin tutum belgesinde yer alacak mı?

TİHEK Sempozyumu'nda, BM Türkiye Mukim Koordinatörü Irena Vojackova Sollerano da açılış konuşmalarından birisini üstlenmişti. Konuşmasında BM Genel Sekreteri'ne atıfla dile getirdiği “Bütün aile üyelerinin haklarının korunması bizim en büyük hedefimizdir” sözleriyle aile hakkı kavramına örtük eleştirisinin dikkate alınması mümkün olsa keşke. Ve mukim koordinatörün konuşmasının bütününe yayılan, son derece haklı, ince alay sezilerek, TİHEK Sempozyumu ve Süleyman Aslan’ın yaklaşımlarıyla ülkenin ne kadar küçük düşürüldüğü anlaşılsa keşke. Veya Yargıtay Başkanı İsmail Hakkı Cirit’in konuşmasındaki “İstanbul Sözleşmesi bizim pusulamız” sözleri dikkate alınsa yapılacak Aile Şurası'nda.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.