YAZARLAR

Seçmensiz Demokrasi!

Bir anlık bir ümit ışığı… Cumhurbaşkanı İstanbul'un, Ankara’nın ve diğer büyükşehirlerin kaybedildiğini kabul ediyor, belki de bir tür normalleşme işareti veriyordu. Hem “demokrasi budur”, dediğine göre sandıktan çıkan iradeye saygı göstereceğini açıkça ilan ediyor değil miydi?

Bu sefer balkonda tek başınaydı. Danışmanları, milletvekilleri, kızı, damadı, Ankara ve İstanbul’da aday gösterip seçim kampanyası boyunca onların adına konuşmalar yaptığı, billboardlarda birlikte fotoğraflar verdiği başkan adayları yanında değildi. Girdiği her seçimde en çok seçmeninin kendisine duyduğu sevgiye güveniyordu. Bu yüzden yalnızca doğrudan aday olduğu Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde değil, yerel seçimlerde de seçmene oylattığı kendisiydi. 31 Mart gecesi yaptığı balkon konuşmasında, adeta 1955’te partisinin meclis grubunda bakanlarını istifa ettirip yalnızca kendi adına güvenoyu isteyen Menderes gibi, yalnızca birkaç adım arkasında duran eşi ve kendisi adına konuşur bir hali vardı. Bir aydan uzun süredir meydanlarda yaptığı gibi esip gürlemedi; rakiplerini terörist olmakla, şunla bunla suçlamadı. “Bu seçimde arzu ettiğimiz neticelere alamadığımız yerlerdeki sonucun tek sebebini, milletimize kendimizi yeterince anlatamamış, gönüllere yeterince girememiş olmamız olarak görüyorum” dedi. “Eksiklerimizi düzeltmek boynumuzun borcudur” … “kardeşlerim şunu unutmayın, her olanda hayır vardır. Demokrasi mücadelesi budur.” diye devam etti. Anadolu Ajansı’nın veri girişini durdurduğu anlarda yapılan bir konuşmaydı. Ekranların başında soluğumuzu tutmuş bekliyorduk. Bu sefer “atı alan Üsküdar’ı geçti” demiyordu; tam tersine balkondaki yalnız görüntüsü, yenilgiyi kabul ettiğine, ancak kendisini bu yenilginin müsebbibi olarak gördüklerinden ayrı tuttuğuna işaret ediyordu. Bir anlık bir ümit ışığı… Cumhurbaşkanı İstanbul'un, Ankara’nın ve diğer büyükşehirlerin kaybedildiğini kabul ediyor, belki de bir tür normalleşme işareti veriyordu. Hem “demokrasi budur”, dediğine göre sandıktan çıkan iradeye saygı göstereceğini açıkça ilan ediyor değil miydi?

İzleyen günlerde, partisinin İstanbul’da seçimi kazandığı baştan beri apaçık olan İmamoğlu’nun mazbatasını almasını geciktirmek için yaptığı onca itiraza, yeniden saydırma, baştan saydırma, son anda yeni bir itirazla bir kez daha saydırma girişimleri karşısında sessiz kalmış, nihayetinde mazbata sahibine verildikten sonra yaptığı konuşmada “seçim döneminde yaşanan tartışmalar artık geride kalmıştır. Kızgın demiri soğutma, kucaklaşma ve birlik sürecine girmeliyiz” demişti. Bütün bunlar, Erdoğan’ın kutuplaşma siyasetinin ve beka söylemine katık ettiği otoriter uygulamaların yerine bir tür “normalleşme” siyasetine geçeceğinin işareti olarak değerlendirilebilir miydi? Baskı, hak hukuk tanımazlık ve olağanlaşmış olağanüstü hal uygulamalarının yerine, kısmen de olsa bir yumuşama siyasetine geçişin işaretini mi veriyordu?

AKP’nin seçim yenilgisinin ardından Erdoğan’ın bu tavrını yeniden demokrasiye dönüşün bir işareti olmasa da bir tür normalleşme sürecinin başlangıcı olarak değerlendirenlerin yanılmıyor olmasını dilerim. Ancak balkon konuşmasını bir kez daha dinlerseniz, Erdoğan’ın seçim sonrasında ne yapacağının işaretini açıkça verdiğini görebilirsiniz. O konuşmada, seçim yenilgisinden dolayı hesap sorulacak adresi net bir şekilde ifade ediyordu: “ Milletimizle aramızdaki kalpten kalbe giden yolun zedelenmesine yol açanlardan bunun hesabını sormak da dâhil, gereken her gayreti göstereceğimizden kimsenin şüphesi olmasın.” İlk bakışta balkona tek başına çıkarak partisine kızgınlığını ifade ediyormuş gibi görünse de, ardından yaşananlar ve partisinin canhıraş bir çabayla İstanbul seçimlerini iptal ettirme girişimi, bize bu cümlesinde yenilginin sorumluluğunun kendisiyle özdeşleşmiş ve kendi talimatı dışında tek bir adım bile atması mümkün olmayan partisine yüklemediğini gösteriyor. O zaman, bize bir kez daha şu soruya yanıt aramak düşüyor: Liderle milletinin arasındaki gönül bağını zedeleyenler kimdir? Elbette seçimi kazanan muhalefet partilerinin adayları hatta o partilerin liderlerinin bu bağı zedelediği ileri sürülebilir. Doğrudur da, onlar seçim kazanmasaydı, 1 Nisan sabahı İstanbul’un sokaklarını “Gönül Belediyeciliği Kazandı: Teşekkürler İstanbul” afişleriyle donatan lider arasındaki gönül bağı karşılıksız bir aşk hikâyesine dönüşmezdi. Ne var ki, bu aşkın bir kez daha mutlu sona ulaşmamasının gerçek müsebbibi, her zaman olduğu gibi kazanmak için seçime giren rakip adayların varlığı değil; sandığa giderek oy kullanan seçmenin kendisi. Meşruluğunu sembolik seçimlerle perçinlemeyi yeğleyen otoriter rejimlerde olduğu gibi, demokrasi ile otoriterlik arasındaki son yol ayrımını kaçırdığı anlaşılan AKP için de seçmenin sandıkta ne oy kullanacağının önceden biliniyor olması son derece kritik. Başka bir deyişle, kazanılmayacak seçim yapılmamalı. Bir hata sonucu seçimden galip çıkılamadığı durumlarda, bunun hesabı bizzat oy vermeyenlerden sorulmalı ve bir yolu bulunarak o seçim yenilenmeli. Bu nedenle, balkon konuşmasında “hesabı sorulacaklar” olarak işaretlenenler, AKP’ye oy vermeyen seçmenden başkası değil. Bunun işaretini AKP’nin eski İstanbul belediye başkanı ve Büyükçekmece adayı Mevlüt Uysal’ın seçmen listesi üzerinde çalışma yapıp “soyadından AKP’ye oy verdiği anlaşılanlar seçmen listesinden düşürülmüş” itirazında görüyoruz. Polis, günlerce evleri basıp seçmen kaydı kontrolü yaparken seçmene verilen böyle bir mesaj, “soyadınıza bakarak AKP’ye oy verip vermediğinizi anlayabiliyoruz” anlamına geliyor. Ardından, gündeme AKP’nin YSK’ya yaptığı itiraza verdiği ek dilekçeyle KHK’lı seçmenler oy kullandığı için seçimin iptal edilmesini istediği düşüyor. Böyle bir itirazın birinci anlamı şu: Yargı eliyle alınmış bir karar olmaksızın, sadece çalıştığı kurum yöneticisinin aldığı idari bir kararla, yani ismi ibişlerce hazırlanan bir listeye eklendiği için kamu hizmetinden ilelebet çıkarılan ve pasaportları süresiz ellerinden alınanlar yine aynı idari karar nedeniyle Anayasaca korunan temel bir haktan daha, seçme hakkından mahrum edilmeliler, diyorlar. Böyle sakat bir akıl yürütmenin varacağı noktanın seçimleri tüm Türkiye’de iptal ettirmek, hatta 16 Nisan referandumunu ve 24 Haziran seçimlerini de iptal ettirmek olacağını ve KHK ile ihraç edilmiş 130 binin üzerindeki yurttaşı “yurttaşlıktan çıkarmak”, “vatansız” konumuna düşürmek anlamına geleceğini düşünmüyorlar bile. İkinci olarak ise, tıpkı soyadından sandıkta kime oy verdiğinin anlaşıldığı iddiasında olduğu gibi, bu itirazı yapan AKP KHK ile ihraç edilenlerin de sandık başındaki iradesinin ne olduğunun önceden bilinebileceğini ilan ediyor. YSK’nın bu itirazları kabul edip etmeyeceğini bugün olmazsa yarın göreceğiz. Ancak bu karar, basit bir seçim iptali kararı olmayacak; geçen haftaki yazımda “demokrasiden korkuyorsanız dükkânı kapatın” diye seslenmiştim. Bu sefer “seçmensiz demokrasi”ye geçişin önünü açacak dükkânı kapatıp kapatmama kararını, bizzat YSK verecek.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.