YAZARLAR

Memleket gibidir ev

Eve sahip çıkmak, bir çeşit beka meselesine dönüşüyor. Beka meselesi, bütçe ile doğrudan ilintili. Evin kirası, faturalar, apartmanın anlamsız bakım parası, aniden genel bütçeyi altüst edebilecek elektronik eşyaların bozulma ihtimalleri ve akla gelmeyen daha neler neler. Bu yüzden sadece aylık değil, yıllık bütçeyi de öngörebilmeliyim.

“Memleket gibidir ev. Her şey düzenli ve kontrol altında olmalıdır. Kaidelere uyulmalıdır, kanunlara, nizamlara. Ben de bu memleketin baş şeyi, başkanı gibiyim (…) Aslında bir başkandan daha çok görevim var. Çünkü onun bakanları var, adamları var. Benim yok. Bu evde güvenlik de, eğitim de, sağlık da, eğlence de benden sorulur (…) Bu yüzden çok disiplinli ve çakı gibi olmalıyım. Sürekli kendimi kollamalıyım (…)

Tanıdık geldi, değil mi? Yönetmen Serdar Akar’ın "Gemide" filminin başlangıç repliğindeki “gemi” kelimesini, “ev” kelimesi ile değiştirdim, biraz da kısalttım. Seyredenler bilir, filmin sonunda her şeyin nasıl tamamen kontrolden çıktığını ve o meşhur “N’apıcaz be Kamil?” sözünü.

TEK ADAM

“Tek adam” kelimesi siyasal ve gündelik hayata Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan ile girdi. Erdoğan, tek adamlık konusunda defalarca çok ağır eleştirildi. Fakat bakıyorum, uzun zamandır diğer partilerini liderleri de hep aynı. Sanki koltuk ile sahibi arasında yarı simbiyotik, tek taraflı bir ilişki var. Sanki koltuğun sahibi, koltuğun kendisi tarafından ele geçirilmiş.

Çevrenize bir bakın, onlardan bir sürü... Yönetmeyi seven, hayatta sadece yönetmekten beslenen, hayatla kurduğu tek ilişki şekli yönetmek olan bir sürü tek adam (kadın da olabilir, n’apalım dile böyle yerleşti) var. Koltuğun bir makam olduğunu idrak edemiyorlar. Koltuk yoksa, onlar yok; onlar yoksa koltuk yok.

Sonsuz bir hırs ve kibre boğulmuşlar. Her şeyi tek başlarına, en doğrusuyla yapacaklar. Buna tereddütsüz inanıyorlar. O nedenle, diğer herkes kendi dünyalarının figüranı. Herkesten, her şeyden daha yukarı (!) bir konumda olduklarını düşünmekten besleniyorlar. Bir ip cambazının sürekli ipin üzerinde yaşaması gibi bir şey bu. En ufak hatada yoksun. Zor iş olmalı, her an bu yokluk duygusu ile yaşamak.

EV YÖNETİMİ

O kadar tek adam(lar)ı eleştirdim ama aslında ben de onlardan biriyim. Yalnız yaşıyorum. Arkadaşlarımın bir kedi edindirme çabalarına bile inatla direndim. Toplum “bekarlık sultanlıktır” der,“sultan”ı hafiften kıskanır. Ama tek adamsanız bir evi yönetmek çok meşakkatli bir iştir.

Aile kavramı benim için muğlak. Ancak kendi ailemden ve evli arkadaşlarımdan bir fikir edinebiliyorum. O da daha çok serzeniş şeklinde. Çocuk sahibi olmak konusunda ise hiçbir fikrim yok. Çok geç yaşta evlenen bir arkadaşım, çocuğunu ilk kucağına aldığında, hüngür hüngür ağlamıştı. Neden? “İlk defa, her şeyi ile sorumlu olduğum bir canlıyı elimde tutuyorum.” Sanırım mutlak sevgi ve mutlak korku, aynı anda, aynı yoğunlukta. Arkadaşım, çocuktan sonra değişti. Geleceğini daha çok düşünür oldu.

Ben, şimdide yaşıyorum. Zamanın ancak şimdisini kontrol etmeye gücüm yetiyor. Zihnim, daha ötesini hayal edecek araçlardan yoksun. Sakın şimdide yaşamayı, anlık yaşamak olarak anlamayın. Herhangi bir hata yaparsam, suçlayabileceğim, böylelikle kendimi rahatlatabileceğim birilerinden yoksunum. Kendimden, kendi yaptığımdan sorumluyum. Kıvırma şansım yok. Bedelleri olan, ağır bir yük.

Mekanı paylaşmayı hiç bilmiyorum. Ev bana göre şekillenmiş, ben eve göre şekillenmişim. Ev ile bütün olmuşum, bir olmuşum. Bir arkadaşım bende kalacak olsa, (ne kadar samimi olduğumuzun önemi yok) birliğim bozulmuş hissine kapılıyorum. Mekan daralıyor, rahat etmesi için bir odayı ona ayırıyorum, kısıtlamalar geliyor, hep açık duran kapılar kapanıyor. Nedendir bilmem, kapalı kapılardan nefret ediyorum. Belki de kapalı kapılar arkasında neler döndüğünü bilmeme duygusundan.. Durumumu bilirler, aramızda şakasını bile yaparız. Ama şaka, gerçekleri söylemenin en doğrudan yoludur.

Evin tekilliğinin sürekliliğini sağlamak için zamana ve mekana karşı mücadele halindeyim. Eve sahip çıkmak, bir çeşit beka meselesine dönüşüyor. Beka meselesi, bütçe ile doğrudan ilintili. Evin kirası, faturalar, apartmanın anlamsız bakım parası, aniden genel bütçeyi altüst edebilecek elektronik eşyaların bozulma ihtimalleri ve akla gelmeyen daha neler neler. Bu yüzden sadece aylık değil, yıllık bütçeyi de öngörebilmeliyim.

Mali disiplin önemli. Kredi kartını, hesapta karşılığı varsa kullanırım. Taksitle asla bir şey almam. Sanki bir şeyi 12 defa satın alıyormuşum gibi geliyor. Ama bu kuralı öğrenmek öyle kolay olmadı. Kredi kartı ekstresinin minimum borcunu, yine aynı kredi kartından nakit çekip, sonra çektiğim parayı geri yatırmak zorunda kalarak öğrendim. İlk o zaman anladım, bir devletin, borçlarının faizini ödemesi için borçlanmasının ne demek olduğunu ve bir ülkenin yurt dışından kredi alma derecesi ile övünmesinin ne kadar aptalca olduğunu.

Ev, dışı ve içi ikiye ayırıyor. Dış, kesinlikle içeri sızmamalı. Bu ne demek? Dışarıda yaptığın tiyatroyu, sahte gülümsemeleri, yapmacık hareketleri ve bunun benzeri daha tonla saçmalıkları dışarıda bırakmak, evde yapmamak demek. Yoksa ev, ev olmaktan çıkar. Bu, bir dış-iç ilişkiler politikası gerektirir. Gelenin yanında istediğin gibi dolanma (tercihen don tişört), ayağını istediğin yere uzatabilme (Annem, onları ziyarete gidince hep “çek şu sonradan çıkmalarını” der) ve evin dağınıklığının akla bile gelmemesi en önemli dış politika kuralı. Birine özen göstermek biçimle olmaz, içten olur. Huzursuz hissettiriyorsa, o kişinin evde ne işi var? Zaten dışarısı onlarla dolu.

İç ilişkilere gelince. İlk ve son karar verici olmak yetmiyor. İlk taşındığımda, kanepe, masa ve televizyon arasında uzun bir çatışma çıktı. Masa hareket ettikçe, her defasında elektrikçi çağrıldı, üzerinde duran büyük lamba için tavanın orasına burasına bir sürü delik açıldı. Kanepe de, masa gibi çatışma yorgunudur. Televizyon ile yatay vaziyette film seyretmenin doğru açısını bulmak kolay olmadı. Artık hepsi kendi özerk alanlarında, birbirleri ile uyum içinde duruyor.

İkinci büyük ve daha uzun çatışma, arkadaki iki oda arasında çıktı. Hangisi yatak hangisi çalışma odası? Biri büyük, ferah ve terasa açılıyor, diğeri küçük ve insanı daraltıyor. Defalarca yerleri değişti; öylesi denendi; böylesi denendi. Nihayet, yıllık bütçeden önemli bir miktar kullanmak pahasına, büyük olanına duvar boyunca bir kitaplığın yapılmasıyla çatışma son buldu. Büyük çatışma dönemleri çok gerilerde kaldı. Son beş yılda evin nihai şeklini aldığını söyleyebilirim. Bir yere yerleşmek, yer edinmek öyle kolay olmuyor, vakit alıyor.

Peki, dağınık bir ev midir? Kime göre, neye göre? Evdeki her nesnenin hangi odada, o odanın hangi köşesinde ve ne ile yan yana duracağı bellidir. Böyle olunca toplamak kolay oluyor, dağınık bırakmak da. Nerede oldukları belli olmayanlar da, başlarına buyruk evin içinde dolaşıyorlar. Hoş görmeli onları. Çünkü ben hareket ettikçe, nesneler de benimle hareket ediyorlar. Nesneler üzerinde hakimiyet kurmamalı, onların sadece nesne olduğunu unutmamalı, onlarla yaşamayı öğrenmelisiniz.

Her an tören düzenlenecekmiş gibi düzenli evler gördüm. Boğulacaktım. İnsan hareket etmeye, yanlış bir şey yapmaya korkuyor; sürekli izin istemek zorunda kalıyorsun. Tabii ki her evin kendi kuralları var, ama kural oldukları belli olmamalı ki, nefes alabilesin.

Anahtar meselesi kritik. Yedek anahtar kimde kalacak? Yaşantını emanet ediyorsun. Cumhurbaşkanının kendisine bakan seçmesinden daha önemli bir seçim bu. Hem evi tanıyacak hem kurallarını bilecek hem istismar etmeyecek hem eve yakın mesafede oturacak hem de gecenin köründe kapısına dayanabileceğin kadar samimi olacak.

Bu konuda çok şanslıyım. Yan komşu... Anahtar döndü dolaştı, en son onda kaldı.Tabii öyle hemen olmadı. Yan daire 10 yıl boş kaldıktan sonra hemen dibime iki çift göz ve kulak gelmesinden hiç hoşlanmadım. Güvenmem, benzer dillerimiz olduğunu anlamam iki yılımı aldı. Kafa insanlar.

Keşke sadece bu kadarı yeterli olsaydı. Ev, işleyen bir makine. Mütemadiyen temizlik, çamaşır, yemek yapmak, bulaşık yıkamak gerekiyor. Evin bir prizi yok, fişe takıyorsun, tüm bu işler kendi kendilerine halloluyorlar. İşleyişi, ruh halin belirliyor. Hayat bu, inişli çıkışlı. Bazen her şey tıkır tıkır işliyor, keyifle yemek yapıyor, arkadaşlara kapını açıyorsun. Bazen de karanlık çöküyor. Dışarıdakiler ruhunu, enerjini emmişler. Kanepeden kalkacak halin yok. Canın hiçbir şey yapmak istemiyor ve çamaşır sepetinden en az kokan tişörtü seçmen gerekiyor.

Tek adam olmanın zorluğu işte burada. Sanıyorsun ki, teksin ve her şeyi yapmakta özgürsün. Ama hayat buna izin vermiyor. Bir anda dünya üzerine yıkılıyor. Düzen yok, kuralları hatırlamıyorsun, neyin nerede olduğunu unutalı ise çok olmuş.

Günlerdir kayıp uzaktan kumanda nihayet çöp torbasından çıktı! Sahi o çöp torbası niçin bir türlü kapının önüne konamadı? Bilgisayarın salonda ne işi var? Kaç gündür duş almadım? Patlayan ampulleri kim değiştirecek? Oha, bu kredi kartı ekstresi ne? Ve kapıda kaldım, yan komşu tatilde, n’apıcam ben şimdi?


Hakkı Yırtıcı Kimdir?

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi mezunu olan Hakkı Yırtıcı, yüksek lisans ve doktora eğitimini de aynı üniversitede tamamladı. Çağdaş Kapitalizmin Mekansal Örgütlenmesi isimli kitabı, 2005 yılında Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından basıldı. İktidar, mekan, dil ve psikanaliz alanlarına yoğunlaşan Yırtıcı; iktidar ve mekanın yeniden üretimi, modernleşme ve gündelik hayat pratikleri, sinema ve mekan analizi ve kent modernleşme tarihi üzerine dersler vermektedir.