YAZARLAR

Erdoğan vs İmamoğlu mu?

Türkiye’nin en büyük, en kalabalık, ekonomik açıdan en önemli ve belki de en güzel şehri İstanbul, değişim talep etti. Sentezi (Doğu-Batı), evrensel değerleri; kısacası bize hediye edileni; artık, bilinçli bir biçimde koruyup, derinleştireceğimize olan inancın bir sembolüdür Ekrem İmamoğlu. Çocukluk devri bitti, yapılacak çok iş var, altında ezileceğimiz denli ağır sorumluluklarımız var.

Önemli bir ameliyat olacaksak en iyi doktora ameliyat olmayı istememiz, çok önemli bir davamız varsa, iyi bir avukat araştırmamız normal bir davranıştır. Onları seçmeye çalışırız. Başkalarının onlarla ilgili anlattığı yetenek, algı yüksekliği, el becerisi öykülerinden etkilenerek, eğer şansımız varsa seçeriz. Bedelini ödemeye hazırızdır. Uygulamada farklar olabileceğinin, sözsüz kabulü arayışımızı normal kılar.

Oysa, hakim arayışı olmaz. Atanan bir hakimin, duruşunun sağlamlığına bakılır. Dünyanın en zengin en güçlü insanı bile, bir hakime yasal yollardan ücret ödeyemez. Rüşvet vermek isteyen ise onurlu bir hakim istemez. ‘Hak yerini bulsun’ diye düşünense, her zaman yasalara uygun kararlar veren bir hakime denk gelmeyi arzu eder. Hakimin, öznel beceri ve algısından söz bile edilmez. Kendisine teslim olduğumuz şey sistemdir; güvenilir bir adalet sistemi devletin temelidir.

Orası devlet kapısıdır. Devlet, hakkımı koruyan, yüce bir devlettir. Henüz normun, düzenin, yasanın geçerli olmadığı amanlardaki haksızlık ve hukuksuzluğun, haramiliğin, yandaş olanın kayrılmasının geride bırakıldığının bir ispatıdır devlet.

Toplumlar bu aşamaya gelmeden önce, kahramalar, kahramanlık öyküleri, öne çıkan bireyler vardır. Bir hukuk toplumunda, artık, kahramana ihtiyaç duyulmadığından söz eder felsefe. Hatta, bir hukuk toplumunda, düzeni bozmaya değiştirmeye çalışan birisinin, artık bir kahraman değil bir suçlu olduğundan söz edilir; yasa tesis edilmiştir zira. Kurulan düzen insan aklının ulaştığı en üst düzeydir, adalet ‘çatı ilke’ olarak en tepededir. Aksayan yönleri, demokratik yollarla giderilir, hatta demokrasi geliştirilmeye çalışılır: Ussal tutum, Külli akla katılım.

Cumhuriyet kurulalı neredeyse yüz yıl oldu. Ne yazık ki bizim hâlâ kahramanlara ihtiyacımız var. Sayın Erdoğan ile oluşturulmaya çalışılan kahraman imajı, aslında toplumun geriye gidişinin bir yansımasıydı. Çok partili rejime geçtiğimiz günlerden bu yana, kısmen de olsa, partiye güven yerine, lidere kahramanlık boyası sürmeye çalışan bir toplum olduk.

Uğrunda, bilinçli olarak savaşmadığımız, evrensel ilkelerle bezenmiş bir paket hediye edilmişti bize. Sayın Erdoğan, bu hediyeyi açıp içinde ne olduğuna bakmamızı sağladı. Bu anlamda, uyuyan bir devi uyandırdı. Üzerinde hiç düşünmediğimiz değerleri kaybetme riski karşısında, toplumun kenetlenmesine vesile oldu.

Artık, uygar araçlarla geriye dönüşün söz konusu olmadığı bu kavşakta, kendisine, Atatürk’ün sevdâlısı olduğu evrensel değerlerin uygulanabilmesindeki en önemli adımı gerçekleştirdiği için teşekkür etmeyi unutmamalı. Toplum, yirmi yıl öncesinden çok daha bilinçli bir biçimde “başka” dediğinin “kendi başkası” olduğunu idrak etmiştir. Din, dil, ırk, cinsiyet farkları evrensellik potasında erir. İşte, icraatları sayesinde, altında toplanan kalabalığın arttığı çatı. Gönülden teşekkürler.

Bir arenada, aslanın önüne atılan köleyi görünce, sağlıklı her ruh insanın tarafını tutar; ölümüne üzülür, zaferine sevinir. İnsan, ait olduğu kümeyi düşünebilen bir canlı. İnsanlık kümesini. Bir kedi için kedilik ve kediler tanımlı hâle gelemez. Ayrımın farkına varmak soyutlayabilmek insana tanınmış bir ayrıcalıktır. İnsan olmadan, kutsal aramak beyhûde bir çaba. Amma, “insanın en görünmeyen yanı kutsaldır” der Simone Weil. Beden kutsal değildir.

Köyde üretim ve tüketim bedenin ihtiyaçları çerçevesinde örgütlenir. Oysa şehirler, ‘görünende görünmeyen’ uğruna, insanlık adına, birlikte onurlu bir biçimde yaşanan yerleşim alanlarıdır. Demokrasi, şehirde yaşamı başarabilmiş toplumlarda doruğa çıkıyor. Şehirler, yan yana yaşamanın değil, birlikte iyi yaşamanın başarıldığı yerlerdir, Aristoteles’e göre. Şehir, insan bedeninin ötesinde olanı tümeli/külliyi anlayabildiğimizi, kısacası medeni olduğumuzu, barışçıl birlikteliklerde gösterebildiğimiz yaşam alanlarıdır. Din istismarcıları, adı gerçekte ‘Yesrib’ olan köyün adının, niçin ‘Medine’ olarak değiştirildiğini anlamaya çalışmalı. Medine şehir demektir, şehirde medeniyet beklenir. Medine vesikası ‘gelin hepinizi tek renge boyayım’ anlayışının değil ‘hep birlikte, bir arada nasıl huzur içinde yaşarız’ arayışının dışlaşmasıydı. Evrensel değerlerin, görünür kılınma çabasıydı.

Türkiye’nin en büyük, en kalabalık, ekonomik açıdan en önemli ve belki de en güzel şehri İstanbul, değişim talep etti. Sentezi (Doğu-Batı), evrensel değerleri; kısacası bize hediye edileni; artık, bilinçli bir biçimde koruyup, derinleştireceğimize olan inancın bir sembolüdür Ekrem İmamoğlu. Çocukluk devri bitti, yapılacak çok iş var, altında ezileceğimiz denli ağır sorumluluklarımız var. İmamoğlu bir kahraman değil. Aksine, artık bir kahramana ihtiyaç duyulmamasının, yetişkin toplumuna atılan adımın sembolü olmalı.

Geçtiğimiz hafta, sosyal medyada, köşe yazılarında; Green Book (Yeşil Rehber) filmindeki yolculuğu yaptığı hâlde, değil dönüşmek, bir nebze olsun değişmemiş insanların varlığını üzülerek izledik. Kemikleşmiş tutumlar önümüzdeki yolda en büyük tehlikelerden olsa gerek. Cumhuriyet Halk Partisi’nin sorumluluğu çok ağır. Daha ilk haftadan kendi altınızı oymaya başladınız: Mozart yayını yapılması ayrıştırıcı ve çiğ idi. İşte bu tek renge boyama sevdası, tehlikelidir. Ayrıca, bu müziği değerli bulup, herkese dinletmeye çalışan kişinin ruhunun, Mozart’ı işitmiş olduğu şüphelidir.

İstanbul, Ankara, Antalya, Adana gibi büyükşehirlerde zafer getiren oyların, partiye duyulan güven oyları değil, AKP’ye tepki oyları olduğu ortada. Gerçekte, İzmir bile, bu partinin icraatlarından tatmin olmuş değildir. CHP’den beklenen belediyecilik anlayışı, Sayın Büyükerşen ile Eskişehir’de gerçekleşmiştir.

Atatürk bir önderdir. İmamoğlu, ona verilen liderlik görevini samimiyetini koruyarak sürdürebilir. Erdoğan, bir lider olarak başladığı politik yaşamını, partili bir başkan olarak tamamlıyor.


Gülgün Türkoğlu Pagy Kimdir?

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Hidrobiyoloji mezunudur. University of London King’s College’da yüksek lisansını tamamladıktan sonra National Rivers Authority ve Anglian Waters’da biyolog olarak görev yapmıştır. Türkiye’ye döndükten sonra özel kuruluşlarda Ar-Ge alanında uzman olarak çalışmış, yöneticilik yapmıştır. Ege Üniversitesi Biyomühendislik Bölümü, Tıp Fakültesi ve CNRS Paris ortaklığında yürüttüğü doktorası insan genetiği üzerinedir. Avrupa birinciliğini kazanan Bio-Ace Centre of Excellence başvurusunu yürüten iki kişilik ekiptendir. Bir süre bu projenin müdürü olarak görev yapmıştır. Düşünüyorum Dergisi yazarlarındandır. Felsefe ve Kadın Sorunları üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir.