YAZARLAR

Açarayda özgürlük çiçekleri açar mı?

Çırpınışlarımız, siyaseti tekrar bir imkana dönüştürmek için. Bu yerel seçimlerle yavaş da olsa bir tükenişin başladığını görüyoruz. Yaşadığımız krizin siyasetin açmazına ışık tuttuğu, tutabileceği anlaşılıyor. İstikrar adına feda edilen özgürlüklerimizin, haklarımızın yeniden kazanılması için bu açmazı aşmak gerekiyor.

Nisan ayının ilk günleri hiçbir zaman aynı olamayacak benim için. Geçen yıl, bu günlerde Gazete Duvar’a ilk yazımı yazmaya hazırlanırken annemi kaybettik. İlk yazımı, Simurg’um anneme ithaf etmiştim. Şimdi bir yıl sonra bir yandan 31 Mart Yerel Seçimlerinin yarattığı umut, öte yandan artık asla dolmayacak bir boşluğun hüznü, öyle karmaşık duygular içindeyim işte. Açaray, adına yakışır biçimde neşeli çiçeklerle donatırken yeryüzünün kuzey yarı küresini, benim içimdeki umut çiçekleri açsın mı açmasın mı kararsız… Ama anneme sözüm var; direnmek, umuttan kesilmemek gerek. Temkinli bir umut olmalı bu. Öyle dizginlenmemişinden olmamalı. Gerçekçi, mesafeli bir umuda ihtiyaç var çünkü. Direnmek için, kaybedilenleri tek tek yeniden inşa edebilmek için. Yol uzun, engeller çok.

Son seçimler, iktidar açısından yavaş ilerleyen bir tükeniş sürecinin henüz başında olduğumuzu gösteriyor. 17 yıl herhangi bir siyasal oluşumun iktidarda kalması için çok uzun bir zaman. 2002 yılında doğan çocuklar artık reşit olmanın eşiğinde, üniversite çağında gençler. Onlar büyürken AKPli iki cumhurbaşkanı, dört başbakan gördüler. Koalisyon bilmezler. Koalisyon görüşmelerinin heyecanını anlayamazlar. Cumhurbaşkanınca hükümeti kurma görevinin kime verileceğine dair arkadaşlarıyla iddiaya girmediler. Hükümet kurulabilmesi için gerekli milletvekili sayısının ne olduğunu ezbere bilmeleri gerekmedi; seçimlerden birinci olarak çıkan bir siyasal partinin mecliste hükümeti tek başına kuracak çoğunluğa sahip olmadığı durumlarda meclis aritmetiğini takip etmek zorunda kalmadılar. Azınlık hükümeti gibi bir nosyona sahip değiller. Muhalefetin meclis içinde iktidarlara kök söktürebileceğine dair de fikirleri oluşamadı. Meclis’te verilen gensoru önergelerinin hükümetler için doğurabileceği sarsıcı sonuçlara hiç tanık olmadılar. Gensoruyla hükümet düşürülebileceğini havsalaları almaz. Soru önergelerinin demokratik işleyiş açısından ne kadar önemli araçlar olduğundan da habersizler. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay gibi yüksek yargı kurumlarının denetleyici, dengeleyici işlevlerini hiç öğrenmediler, bu işlevlerin önemini hiç kavrayamadılar. İşin kötüsü, onlar büyürken bu kurumların saygınlıkları öylesine zedelendi ki daha eski kuşaklar bile bunların işlevsizliklerini neredeyse kanıksamış görünüyor.

12 Eylül’den itibaren istikrar adına yürütmeyi güçlü kılmak üzere yapılan her anayasal değişiklik, bugün tek adamın şirket mantığıyla yönettiği bir rejime çıkarttı bizi. Etkin, verimli yönetim fikri, demokratik değerlerin feda edilmesiyle sonuçlandı. Yalnız 17 yaşındakiler değil, 12 Eylül’den sonra doğanların pek çoğu, istikrar mitinin işgali altında bir siyasal kültürün içinde yetişti. 12 Eylül öncesine tanık olan, pek çok bedel ödemek zorunda kalmış kuşaklar, onları korumak adına istikrarı savunurken çocuklarına, torunlarına demokrasinin denge-denetleme mekanizmalarının yok edildiği bir siyasal süreci miras bıraktı. Hak bilinci zedelendi; yıllar süren hak mücadelelerinin kazançları teker teker elden gidiyor. Yurttaşın siyasal süreçlere katılımı için seçimler dışında pek az seçenek kaldı. Seçimlerse iktidarın işine yarayan sonuçlar doğurduğu sürece milli iradenin tecellisi olarak anlaşılıyor. Seçilmiş muhalif belediye başkanlarının bazılarına mazbatalarının hâlâ verilmemiş olması, iktidarın aracına dönüşmüş seçim kurullarının iktidardan gelen itirazların neredeyse tamamını kabul edip pek çok il ve ilçede oyların yeniden sayılmasına karar verdikleri halde, örneğin HDP’nin itirazlarının tamamını ret etmeleri bunun açık işaretleri değil mi? Dersim’de “söylenemeyen güvenlik gerekçesiyle” Fatih Mehmet Maçoğlu’na mazbatasını vermemenin anlamı ne ola ki?

Demokrasinin alanı giderek daralıyor. Ne için, istikrar için… Sağ iktidarların dilinde istikrarın adı, kah birlik-beraberlik oldu, kah beka. Devletseverlik, vatanseverlik sanıldı. Devlet araç olmaktan çıktı, amaca dönüştü. Bir siyasal partinin kendini devletle kendini özdeş kılmasına, ana unsurları devlet, istikrar, beka, birlik ve beraberlik olan mitsel söylemin baskınlığında seyirci kalındı. Yaygın çıkar ağları bu söylemin ardına ustalıkla gizlendi. Halk kendini devlete feda etti. Siyaset, neredeyse bütünüyle imkansız hale geldi.

Çırpınışlarımız, siyaseti tekrar bir imkana dönüştürmek için. Bu yerel seçimlerle yavaş da olsa bir tükenişin başladığını görüyoruz. Yaşadığımız krizin siyasetin açmazına ışık tuttuğu, tutabileceği anlaşılıyor. İstikrar adına feda edilen özgürlüklerimizin, haklarımızın yeniden kazanılması için bu açmazı aşmak gerekiyor. Yerelde elde edilen kazançlar, verilecek özgürlük mücadelesi için bir başlangıç, hepimiz için bir fırsat. Bu fırsatı iyi kullanmak lazım…


Nur Betül Çelik Kimdir?

Ankara’da doğdu ve yetişti. 1978’de Cebeci Kampüslü oldu, 1986 yılında asistan olarak girdiği Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden Barış Akademisyeni olduğu için 7 Şubat 2017 tarihli 686 no.lu KHK ile haksızca ihraç edilişine kadar da öyle kaldı. Yükseköğretim Kurulu bursuyla gittiği İngiltere Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünden, 1996 yılında, “Kemalist Hegemony: From Its Constitution to Its Dissolution” başlıklı teziyle doktora derecesini aldı. Kemalizm, hegemonya, söylem kuramları, politik ontoloji alanlarında makaleleri, İdeolojinin Soykütüğü I: Marx ve İdeoloji başlıklı bir kitabı var. Ayrıca Ernesto Laclau’nun Popülist Akıl Üzerine başlıklı kitabını çevirdi. Metodoloji, bilim felsefesi, postyapısalcılık, ideoloji kuramları, söylem kuramları, siyasal düşünce alanlarında çok sayıda ders verdi. İhraç sonrasında ADA (Ankara Dayanışma Akademisi) Kitaplığı bünyesinde iki arkadaşıyla birlikte Türkiye Siyasetinde Popülizmin İzini Sürmek başlıklı bir kitap çalışmasının hazırlıklarını sürdürüyor.