YAZARLAR

Büyük resmi gördünüz mü?

31 Mart yerel seçimleri 20 Temmuz’un, 16 Nisan’ın asla konsolide olamayacağının ilanıdır. Sıradan insanın siyaset sahnesine en basit aracıyla seçimle müdahalesidir. Biçimsel demokrasinin niteliksel bir demokratik zemine alan hazırlamasıdır ve iktidar dilinin aktarıcısı gazetelerin, seçimi bile operasyon, darbe gibi kavramlarla açıklaması artık nafiledir, demokrasi düşmanlığının maskesi düşmüştür.

Türkiye’de ana akım siyasette ve onu topluma empoze eden medyada kullanılan sözcüklerdeki dönüşümü izlemek, siyasal dönüşümleri anlamak bakımından önemli bir referanstır. Örneğin doksanlı yıllar siyasal iktidardan Hürriyet gazetesine, oradan da topluma yayılan yeni bir siyasal terminoloji yaratmıştır. Anarşistin yerini teröristin alması, ölümün yerini etkisiz hale getirmenin alması, harekatın yerini operasyonun alması bu yıllara denk gelir. Tabii bunların neredeyse her toplumsal meseleye yayılması da. Trafik terörü bu yayılmanın en bilinen örneği. Dilin yörüngesinin bu hatta çekilmesi uğraşı, elbette zihinlerin de aynı hatta çekilmesi amacına dayanıyor.

AKP gazetelerinde seçim sonuçlarına darbe diyebilen dilin, buna inanan zihnin nasıl yaratıldığını da burada aramak, bulmak gerekir. AKP iktidara geldiğinden itibaren bu dille oynadı. Demokrasi karşıtı bir dilin hattına çekilme uğraşıydı zihinlerde yaratılmak istenen dönüşüm. Demokrasinin sıradan insanına karşı bir savaş dili kurgulandı. 2013 Gezi sonrası süreçte açık hale gelen 2017 plebisitinde kurumlaştırılmaya çalışılan demokrasi düşmanlığından bahsetmiyorum. Demokrasinin sıradan insanının nasıl siyaset sahnesinin dışına itildiğinden bahsediyorum. HES’lere karşı direnen köylülerin nasıl terör çemberine alındığından, Atatürk Orman Çiftliği’nin Saray’ın çiftliği haline getirilmesine karşı kent hakkı mücadelesi veren yurttaşların neye hizmet ettiğinden, ataması yapılmayan öğretmenlerin, greve çıkan işçilerin, eşitlik talep eden kadınların, savaş politikalarına direnenlerin, laik eğitimi savunanların, demokratik üniversite mücadelesi verenlerin “neye hizmet ettiği”nden bahsediyorum. Önceleri Fethullah Gülen çetesinin televizyonlarında sergilenen dizilerin dilinden, sonrasında AKP tarafından sahiplenilip geliştirilen Abdülhamid dizilerinden, ana haberlerden, sabah programlarından… Yani büyük resmi bizlere anlatan her şeyden.

DEMOKRASİ KARŞITLIĞI

Bu dilin demokrasi karşıtı kurgusunu güçlü kılan, demokrasi ile kurduğu ilişkiydi. Bu da darbe, algı operasyonu, milli irade karşıtlığı, dış mihraklar, iç düşmanlar kavramları ile şekillenen dildi ve hep liderle ilişkili oldu. Demokrasi karşıtlığı kurgusunu güçlü kılan ve çözümünü zorlaştıran da bu oldu. Demokrasi liderdi, halk Erdoğan’la özdeşti, dolayısıyla o her şeyi yapabilirdi. Üzerinde hiçbir “vesayet” olamazdı. Eğer yaptıklarının hukuka uygun olmadığını söyleyen bir mahkeme varsa o bir vesayet mercii idi. O mahkeme Erdoğan düşmanı, dolayısıyla halk düşmanı bir vesayet kurumu idi. Dolayısıyla onun kararlarını tanımayabilir, ona uymayabilirdi. Anayasa bir vesayet kuruyordu, dolayısıyla bizzat halk olarak bu vesayeti tanımayabilirdi. TEKEL'i satabilirdi örneğin, direnen işçiler onu eleştirdiği için darbeci olurdu, vesayet mekanizmalarının hizmetkarı olurdu. Kamunun olan her şeyi satabilir, şirketlerin kârını garantiye almak için toprak düzenlemeleri yapabilir, köylülerin can damarları olan dereleri yok edebilir, üniversiteleri kendi yönetimi ve denetimine alabilir, eğitimi ve sağlığı özelleştirebilirdi. Eleştirenler darbeci, demokrasi düşmanı, terörist, faiz lobicisi vs. ilan edilirlerdi. Büyük resme bakınca, üst aklın neler planladığını görürdünüz. TEKEL’in kapatılması örneğin üst aklın asla kabul edemeyeceği bir şeydi, dolayısıyla direnen işçiler de üst akıl tarafından örgütlenmiş, hükümeti devirecek bir darbe planının parçası haline gelmişlerdi. Üniversite öğrencileri, öğretmenler, hakkını arayan, protesto hakkını kullanan bütün sıradan yurttaşlar yalnızca büyük resmi görebilenlerin anlayacağı bir büyük oyun içerisinde cereyan eden bir algı operasyonunun parçasıydılar. Demokrasiyi, Erdoğan ve halk arasındaki özdeşliği vesayet altına almak isteyen üst aklın… En büyük demokrasi nefreti, demokrasinin öznesini siyaset sahasından uzaklaştırmaya çalışandır. AKP darbe karşıtlığı kurgusu içinde bu dili yarattı, kendisine karşı eleştiri yönelten herkesi darbeci, Ergenekoncu, Balyozcu, terörist ilan etti. Ardından eski müttefikinin bu politikayı ve dili yaratmada ortak olduklarının darbe girişiminin yarattığı lütufla demokrasiyi ortadan kaldıran rejimini inşa etti.

HEGEMONYANIN SONU VE YEREL YÖNETİMLERİN SORUMLULUĞU

Bu politikaya, bu politikanın yaygınlaştırdığı dile karşı en güçlü karşı çıkış Gezi direnişinin öznelerinden, sıradan yurttaşlardan geldi. AKP dilini bozan, hegemonyasını sarsan ve yıkan bu dönemin ardından Gezi direnişi de darbecilikle, üst aklın oyunuyla suçlanmaya başlandı. O dönem bugün Fethullahçı yargı çetesinin parçası olmaktan dolayı cezaevinde olan savcıların açtığı davaların kapatılmamış olanlarından, özenle gizlenenlerinden biri aynı dil ile yargıda. Hiçbir illiyet bağı kurulmamış bir iddianame ile. Fakat Gezi o kadar zor kıldı ki sıradan insanın böylece terörleştirilmesini, kriminalize edilmesini. O kadar meşru, o kadar doğrudan, o kadar kalabalık ve hiyerarşi karşıtıydı ki. Elbette kullanılan dil bir daha asla hegemonik bir zihin yapısı yaratamadı.

Ardından 7 Haziran seçimlerinde hegemonya ile birlikte tek parti düzeni de yıkıldı. AKP’nin beka sorunu da MHP ile ittifakı da doğrudan savaş dilinin devreye sokulması da milli irade söyleminin ortadan kalkması da bu dönemde başladı. Ondan sonraki seçim süreçleri de artık Erdoğan halk özdeşliğinin onayının tekrarına dönüştürüldü. Darbe girişiminin ardından gelen Allah’ın lütfuyla yeni rejimin inşasına başlandı ve 16 Nisan plebisiti ile bu yasallaştırmaya çalışıldı. Amaç artık halkın politikaya katılımının Gezi’nin ve 7 Haziran’ın yarattığı dönüşüm potansiyeline asla izin verilmemesi, sıradan insanların siyaset sahnesinden zor yoluyla kovulmasıdır. Bütün devlet kurumları partizanlaştırıldı, bütün kamusal hizmetler parti emriyle görülmeye başlandı, medya satın alındı, direnenler uzaklaştırıldı.

İşte 31 Mart yerel seçimleri, bunların hepsinin, 20 Temmuz’un, 16 Nisan’ın asla konsolide olamayacağının ilanıdır. Sıradan insanın siyaset sahnesine en basit aracıyla seçimle müdahalesidir. Biçimsel demokrasinin niteliksel bir demokratik zemine alan hazırlamasıdır ve iktidar dilinin aktarıcısı gazetelerin, seçimi bile operasyon, darbe gibi kavramlarla açıklaması artık nafiledir, demokrasi düşmanlığının maskesi düşmüştür.

Bundan sonra açılan zeminde kamu kurumlarının yeniden, demokrasinin koşulu olan kamusal güvencelerin inşa edilme mücadelesinin zamanıdır artık, demokrasi nefretinin ortadan kaldırılması, yurttaşın siyaset sahnesine girişinin zamanıdır. Yerel yönetimlerin üzerine düşen görevin iktisadi ve siyasal zorlukları şimdiden çok güçlü yazılarla kaleme alındı. Bu zorlukları aşmanın yolu da sıradan yurttaşların sahnede tutulabilmesindedir.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.