YAZARLAR

Eski sevgiliyle yeniden barışmak: A Milli Futbol Takımı

İkide iki ile güzel bir başlangıç yaptık. Öyle ya da böyle Şenol Güneş'in takımı Euro 2020'ye taşıyacağını düşünüyorum. Ama bunun gerçekten bir başarı sayılacağını düşünmüyorum. Yine de Şenol Güneş, bize bir Dünya Kupası daha yaşatırsa bence Türk futbol tarihine kolay kolay “bypass” edilmeyecek, yadsınamayacak bir başarı yazacaktır.

Aslında konuya nereden girsem bilemedim. O kadar fazla tutulacak kulpu ve “açmaz”ı var ki karar veremedim. Tamam, buldum, şöyle başlayalım: Gündemi aylardır Şenol Güneş'in Milli Takım'la anlaşacağı, anlaştığı ve anlaşması meşgul etti. Takımın başında ilk iki maçına geçtiğimiz hafta içinde çıktı ve iki galibiyet aldık. Yani diğer bir deyişle kısaca ikide iki yaptık. Televizyonlarda, gazetelerde, sosyal medyada okuyorum, izliyorum. Sezon başından beri Beşiktaş'taki görev süresince yerden yere vuran gazeteciler ve yorumcular, şu günlerde Şenol Güneş'e methiyeler dizmekle ve onu övmekle meşgul oluyorlar. Hatta tabiri caizse bir nevi “Mesih” muamelesi yapıyorlar. Dibe vuran milli takımı yeniden zirveye taşıyacak bir kurtarıcı. Sakın yanlış anlaşılmasın, bu bir Şenol Güneş'i eleştirme yazısı değildir. Bu tip ikiyüzlü spor yazarlarını ayrıca masaya yatırırız. Şenol Güneş, A Milli Futbol Takımı'na ve bize muhakkak çok parlak günler yaşatacaktır. Bu konuda bir şüphemiz yok. Sadece resmin bütünü böyle değil. Fazla uzatmayalım, girelim konuya.

Son yıllarda A Milli Futbol Takımı'na olan ilgi bir hayli düşmüştü. Öyle ki milli maç günleri en sıradan diziler bile milli maçtan daha fazla reyting alıyordu. Ki maç açık kanaldan yayınlanıyor olmasına rağmen. Hatta daha ileri gideyim, kimse maçın hangi gün oynandığını, hangi kanalda yayınlandığını bile bilmiyordu. Çok şahit oldum “Aaa bugün maç mı vardı?” gibi sorulara. “Aaa dün mü oynandı? Eee ne oldu şimdi?” sorularına kadar gelmişti işin boyutu. Bu, meselenin ilgisizlik boyutu. Bir de antipati var. Kasıtlı olarak uzak durma eğilimi.

Ne olduysa 2016'daki Avrupa Şampiyonası'nda oldu. “Fatih Terim-Arda Turan meselesi” ve bundan ötürü “Game of Thrones” hadiseleri. Bu, savaşın işaret fişeğiydi. Asıl rezillik “prim skandalı” ile patladı hatırlarsanız. Elenmiş olmamız mühim değil o turnuvadan ama ülkenin bu haberlerle çalkalanması gerçekten rezilliğin ve dibe vurmuş olmanın resmiydi. Rezillik ve dibe vurmaktan kastettiğim sportif olarak değil elbette, sosyo-kültürel ve kamuoyu algısı olarak. Turnuva sonrası 2016 sonbaharında 2018'deki Dünya Kupası elemeleri sürecinde Arda Turan ve Fatih Terim medya önünde atışmalarıyla bize resmen bir “Game of Thrones” izlettirdiler. Prim skandalı, ödenmiş ödenmemiş para meseleleri halkı Milli Takım'dan iyice soğuttu diyebiliriz. Çünkü bizim gözümüzde onlar "kırmızı-beyaz" formamız için mücadele eden sporcular değil, paragöz profesyoneller olarak algılandılar.

Ben A Mill Futbol Takımı'nın sekiz yediği zamanları hatırlarım. Doğu Almanya'yla berabere kalmıştık, Türk basını üç gün manşet atmıştı “Doğu Almanya zaferi”, “Almanya Fatihleri” diye. İngiltere'den sekiz yemiştik ama o zaman bile biz Milli Takımı severdik. Bizimdi çünkü. Kendi takımımız. Yenilirdik belki ama boynumuz eğilmezdi. Samimiydi o kadrodaki tüm futbolcular. Sadece ülkemizdeki futbolun seviyesi oydu o zamanlar. Ama şimdi işler öyle değil. Milli Takım, son yıllara baktığınızda hiç samimi gelmiyor kimseye. Hatta bildiğiniz antipatik geliyordu. Ama Şenol Güneş dönemi ile birlikte bu imajın kırılacağını ve herkesin yeniden “milli hava”ya gireceğini düşünüyorum.

Şenol Güneş, hakikaten enteresan bir hoca. Bir buçuk yıl sonra yeniden milli olan Emre Belözoğlu ki kendisi 39 yaşında; ilk kez Şubat 2000'de milli olmuştu. Şenol Güneş'le birlikte ilk kez Milli Takım'a çağrılan Ozan Kabak ise 2000 doğumludur. Yani farklı jenerasyonların bir arada buluştuğu bir ortam yaratıldı. Düşünseniz Ozan Kabak şu an itibariyle 19 yaşında ve muhtemelen en az 10-15 yıl daha milli olacak. 2035 yılında oynayacağını var sayarsanız gerçekten enteresan bir matematiksel denklem kurabilirsiniz.

Şenol Güneş ile Milli Takımımız yeniden güzel günlere yürüyecek elbette ama şimdi başka konular var. Önümüzdeki fikstürde Fransa maçı var. Okuyorum, Şenol Güneş'in aleyhine bir takım tetikçiler şöyle bir algı oluşturmaya çalışıyor: “Sonuçta Arnavutluk ve Moldova'yı yenersin. Fransa'yı yensin de görelim” Arkadaşlar, konu Şenol Güneş falan da değil. Takımın başında Aykut Kocaman, Ersun Yanal, Yılmaz Vural, Fatih Terim, Jose Mourinho, Pep Guardiola bile olsa söz konusu takım Fransa. Şu an itibariyle gezegende Fransa'yı yenebilecek üç bilemediniz dört takım olabilir maksimum. Yani biz Fransa'yı yenemediğimiz takdirde “bu demek ki böyle olmayacak” yorumuna mı varacağız? Gerçekten çok enteresan. Gülsek, ağlanacak halimize gülmüş olacağız. Halbuki bizim bütün hatalarımız burada yatıyor. Gerçekler ile yüzleşmemekte ısrarcı bir toplumuz ve bu, sporda da, siyasette de, sanatta da hep böyle.

Tarih, tekerrürden ibaret falan değil aslında. Hatalar, tekerrürden ibarettir.

Biz de usanmadan, sıkılmadan aynı hataları yaparız. Bari yenilerini yapalım öyle değil mi? En azından denedik, sabrettik diyebiliriz. Başka bir yol aranır böylelikle. Ama yok, bir havaya girmemiz lazım, sonra her şey mükemmel gidiyor zannetmemiz lazım, sonra ilk kazada nasıl bu kadar başarısız olunabiliyor diye günah keçisi bulmamız lazım. Bu fatura da genelde teknik patrona kesiliyor.

Beşiktaş'ta ve Trabzonspor'da görevleri süresince Şenol Güneş'le bir hayli mesai yapan birçok muhabir arkadaşım hep aynı raporu verirdi bana: “Şenol Güneş, müthiş bir insan ama biraz ters bir adam.” Şenol Güneş'in bazen bilmiş bazen de işine karıştırmayan tavrı bazı zümrelere ters gelebiliyor. Ama düşününce hiç de haksız sayılmaz. Düşünsenize bir yönetici gelip sizin işinize karışıyor. Ama başarısızlıkta o yöneticiyi bağlayan bir durum yok. Kendi bacağından asılacak olan hoca neden başkalarının işine karışılmasını istesin ki?

İkide iki ile güzel bir başlangıç yaptık. Öyle ya da böyle Şenol Güneş'in takımı Euro 2020'ye taşıyacağını düşünüyorum. Ama bunun gerçekten bir başarı sayılacağını düşünmüyorum. Yine de Şenol Güneş, bize bir Dünya Kupası daha yaşatırsa bence Türk futbol tarihine kolay kolay “bypass” edilmeyecek, yadsınamayacak bir başarı yazacaktır. Çünkü Şenol Güneş'in her başarısında muhakkak bir kulp takılmaya çalışılmıştır. 2002 Dünya Kupası'nda “o zaten Fatih Terim yarattığı takımdı” dendi. Beşiktaş'ta “Slaven Bilic'in mirasına kondu” dendi. Bakalım bu sefer ne kulp bulacaklar? Kısa vadede mi olur, orta vadede mi, uzun vadede mi bilemiyorum. Muhakkak bir hedefe ulaşılacaktır. Ama asıl büyük başarı katılınılacak turnuvalarla ve atılacak gollerle değil, sevgiyle olmalı. Aramızda uçurumlar oluşan takımla seyirciyi yeniden kavuşturmak gerekiyor, imajın ve algının tamamen değişmesi gerekiyor ve en önemlisi samimi olunması gerekiyor. Bunun için belki de Şenol Güneş en iyi hamle olabilir. Bekleyeceğiz ve izleyeceğiz. Kimse kumandayı evde başkasının eline vermesin. Milli Maç açık kalsın. Yüz yüze gelirsek daha hızlı barışırız.


Ara Gözbek Kimdir?

Yayın hayatına 2005'te üniversite radyosu CIU FM'de başlayan Ara Gözbek aralıksız üç sene İngilizce ve Türkçe yayınlarla canlı radyo programı hazırladı ve sundu. 2005'te CNN Türk'te Frekans programında yapım asistanı ve muhabir olarak görev aldı. Gazeteciliğe ilk olarak 2006'da BirGün gazetesinde adım attı. BirGün'de Pazar eki ve spor bölümlerinde 400'den fazla makale yayınladı, ardından Türkiye'nin en çok takip edilen spor haber sitesi sporx.com yazarlığa devam etti. 2007 yazında staj yaptığı TRT'de “NBA Europe Live” adı altında NBA'in uluslararası projesinde TRT'yi NBA muhabiri olarak temsil etti. SporX TV'de “NBA ARA'SI” programını yaptı. Bunların dışında Taraf gazetesi, tempo24.com.tr ve birçok sitede makaleleri ve haberleri yayınlandı. Döneminde çok popüler bir radyo olan Metro FM'de pek çok programa konuk ve yorumcu olarak katıldı. sokaksesi.com sitesinin ve Android ile Apple'larda uygulaması da olan Sokak Sesi Radyosu'nu kurup burada uzun bir süre “underground” radyo yayınları yaptı. Halen Gazete Duvar'da yazmaktadır.