YAZARLAR

Sonunda kediler mutlaka kazanır

Sırf cesaretleri için bile “Güldür Güldür” ekibine teşekkürler. Her gün birbirinden ucuz açıklamalar yapan, rögar kapağını açıp açıp özelliklerle kadınlarla ilgili atıp tutan bugünün yarı meczup, full hesapçı bazı 90’lar ünlüleri bakımından da yine zengindi bu hafta. Adlarını tekrar anıp ihya etmeyelim... “Güleriz ağlanacak halimize”yi çoktan aştı artık durum. Hayat komediyi çatırdatıyor. Nitelikli komediye her zamankinden çok ihtiyaç var yine de.

Seçim yaklaştıkça günlük hayatımızda da, sosyal medyada da sayko desen ve döngüler gözle görülür ölçülerde artıyor. Vapur beklerken tacizkâr olmayan şakacılıkta iki görevliyle sohbet etmek; güleryüzlü, sakin ve saygılı taksi şoförüne rastlamak; otuz saniyelik kasa kuyruğu karşılaşmasını bir pasif agresyon şölenine çevirmeyen market müşterisine denk gelmek, lüks gündelik malzemeye dönüştü.

Sosyal medyada durum daha vahim. Görünmeden görünürlük, kaçak güreş, anında inkâr, çarpıtma ve hızlı ittifak olanakları arsızlık, saygısızlık, hedefi şaşmış hınç oranını çok yükseltiyor. Bazı takıntı, sataşma, çığırından çıkma hallerini benim hâlâ aklım almıyor. Siyasi ortam sponsorluğundaki genel toplumsal mutsuzlukla da açıklayamıyorum bunları. Bana göre zombi istilasına uğrasak bile “amaan, nasılsa sonunda öleceğiz” diye bir dereceye kadar akıl, mantık, sağduyu sınırları içinde kalabilmeliyiz. İyi insan tanımımı da “High Fidelity” filminden ilhamla uzun süre önce şu noktaya kadar genişlettim: “Kötü geçen günün, genelde hayatın hıncını başkalarından çıkarmayan kişi.”

Herkesin kendince dertleri ve dertle başa çıkma biçimleri var. Her şeye rağmen iyi, sabırlı, nazik olmaya çalışan insanları çileden çıkarmamakta yarar var. Minimum tutarlılığı da hâlâ koruyabiliriz. Oyumuzu hayattan yana kullanacağız. İmkân, cesaret ve vicdanımız ölçüsünde memnun olmadığımız gidişatta ufak da olsa kımıldanmalar yaratmak için uğraşacağız. Birbirimizle uğraşmak yerine mümkün olduğunca işimize gücümüze bakacağız. Ekmek bulamazsak pasta yemeyeceğiz ama birbirimizi de ısırmayacağız. Daha oralara gelmedik.

Bu hafta farklı bir şey yapmak istedim. Hepimiz sürekli full şarjlı durum analizatörleri halini aldık. Kısa değiniler yazısı olsun bu da.

GÜLDÜR GÜLDÜR SHOW

Show TV’nin ekrandaki yerini uzun süredir başarıyla koruyan komedi programı “Güldür Güldür”deki, konvansiyonel medyanın habercilik anlayışını eleştiren bir skeç nedeniyle yer yerinden oynadı bu hafta. Böylelikle aslında yerin kaç kat dibine inmiş olduğumuzu gördük. Bir genel yayın yönetmeninin haberlere pozitif manşetler attırma trajikomik çabası etrafında dönüyordu skeç. Ekmeğe %20 zam konulu haber, “obeziteye tokat”, artan obezite oranları ise “var ki yiyoruz”şeklinde başlıklandırılıyordu örneğin. Yer yer komik, tümüyle nostaljik bir skeç…

Nostaljik çünkü özellikle alt ve orta sınıfların günlük hayatı etrafında dönen siyasi hiciv, yaşı 30+ olan herkesin çocukluğundan aşina olduğu en bildik komedi türlerimizden biridir. Biriydi yani. Bu skeçlerin doğrudanlığı, kör göze parmaklığıyla dalga geçer, Batılı örneklerle karşılaştırıp dururduk.

Zaman zaman keyif alarak yazmış olsam da skeç formatı, skeç mantığı en sevdiğim komedi anlayışı değildir kesinlikle. Tüm o önlenemeyen teatrallik, kendini güncelleyememe halinin demodeliği beni bir nebze daraltır(dı). “Güldür Güldür” sayesinde gördük ki, bu kadar düz kontak eleştiriyi bile mumla arar hale gelmişiz. Üstelik hayatın kendisi çoktan Zaytunglaşmışken gerçeği karikatürize etme potansiyeli de çok azalmış siyasi hicvin. Gerçek, karikatürden beter zaten. Biz buna şaşırıp sevinirken program bu kadarıyla bile bazı şimşekleri üstüne çekti, algı operasyonlarından dem vuruldu, “muhalif medyaya da aynısını yapabiliyo musunuz bakalım?” dendi. Ya sabır, ne diyelim. Sırf cesaretleri için bile “Güldür Güldür” ekibine teşekkürler. Allah da onları güldür güldürmeye devam etsin, başlarına bir iş gelmesin.

Her gün birbirinden ucuz açıklamalar yapan, rögar kapağını açıp açıp özelliklerle kadınlarla ilgili atıp tutan bugünün yarı meczup, full hesapçı 90’lar ünlüleri, bakımından da yine zengindi bu hafta. Adlarını tekrar anıp ihya etmeyelim.

“Güleriz ağlanacak halimize”yi çoktan aştı artık durum. Hayat komediyi çatırdatıyor. Nitelikli komediye her zamankinden çok ihtiyaç var yine de.

AŞK, ÖLÜM VE ROBOTLAR

Biliyorsunuz, bizde görece eğitimli kesimin paralel evreni, Netflix. Koltuğa geçip bir flixliyorsun, ne gam kalıyor ne kasvet. “Sadece Netflix dizileri izleyerek kendini farklı ve entelektüel hisseden bir kesim var,” gibi haklı eleştirilere de konu oluyor bu durum. Öyle olmaz çünkü güzelcim, o kadar basit değil. Ayrıca bazı Netflix içerikleri de gayet ve bilinçli olarak basit. İlk Netflix dizimizi dört gözle beklerken çıka çıka Superman Çağatay çıktı örneğin. (İlk birkaç bölümü izleyebildim sadece ve temposu sıkı evet dizinin, haksızlık olmasın.)

Kesin olan şu ki içerikler, farklı kültürlere özgü dinamikleri, izleyici gruplarını ve zamanın ruhunu göz önünde bulunduran sağlam planlamalar sonucunda belirleniyor. Üç-beş tane vasat, “bu mudur” dedirten dizi varsa en az iki katı oranında da fişek gibi dizi çıkıyor her sezon.

Son zamanların en tatlı, yaratıcı, özgün işlerinden biri, “Love, Death&Robots”. Teknikleri ve üslupları açısından birbirinden çok farklı mini hikâyeler içeren bir bilimkurgu animasyon antolojisi. Korku, gerilim, noir, kara komedinin bilimkurguyla harmanlandığı iyi bir türler melezi, daha doğrusu.

Her bölümü farklı yaratıcı ekiplerce gerçekleştirilen projenin tasarımcısı Tim Miller. Bölüm süreleri 5-15 dakika arasında değişiyor. En sevdiğim bölümleri “Three Robots”, “When the Yogurt Took Over” ve “Zima Blue” ama tümünü de zevkle izledim. İddiasına, çeşitliliğine, kısacık sürelerde bizi kıskıvrak yakalayan renkli dünyalarına bayıldım. Darısı günün birinde başımıza olabilse keşke!

Serinin çok sevilen bölümlerinden Zima Blue

Serinin en sevdiğim taraflarından biri de en az birkaç hikâyenin önemli rollerinde kedilerin olması. Sonunda iyiler mutlaka kazanacak mı, bizler dünyanın daha iyi bir halini görebilecek miyiz, bilmiyorum. Bugünkü hayatımızı da en çekilir kılan şeylerden olan kedilerin kalması fikri çok rahatlatıcı geliyor.


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.