YAZARLAR

Ekmek mi, mermi mi, hukuk mu?

Hem vatan savunması, hem “o ihtişamlı emperyal geçmişe kutlu yürüyüş” iktidarın, reisin tekelinde. Dolayısıyla bence iyi niyetle de yapılsa hiçbir dışişleri yahut savunma politikaları çözümlemesi bu siyasi durumu, arkaplanı göz önüne almadığı takdirde, ne denli nitelikli olursa olsun açıklayıcı olamıyor.

Türkiye, cumhuriyet tarihinin en büyük deniz tatbikatını “Mavi Vatan” adıyla tamamladı. Tatbikata yüz küsur parçadan oluşan bir donanma katıldı. Savaş gemileri, Karadeniz dönüşü tören nizamında Boğaz’dan geçti. Konunun, söz gelimi değil, gerçekten kitabını yazmış olan saygın akademisyen Prof. Dr. Serhat Güvenç bir zincirle tamamlayıcı bilgiler paylaştı. Benzer geçişin daha önce ilk kez 1997’de dönemin ünlü Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya tarafından yaptırıldığını anımsattı.

Tabiatıyla Prof. Dr. Güvenç’in yaklaşımı münhasıran stratejik pencereden ve gayet aydınlatıcı. Bununla birlikte, benim zihnimde 1990’ları kabaca ikiye ayırırsak, ilk yarısındaki yakıcı terörle mücadele kampanyası ve ikinci yarısındaki irticayla mücadele ortamı canlandı. Asker-sivil ilişkilerini, kabataslak “vesayet” yahut “müesses nizam” denilen meselelerimizi düşündüm.

Hariciyeye, aday meslek memuru olarak 1992 yılında intisap etmiştim. İlk yıl NATO-Askeri İşler Dairesi’nde görevlendirilmiştim. O yıllarda askerin, deniz kuvvetleri dahil “büyüklenmeci” (“grandiose”) vizyonunu ve buna uymayan iktisadi ve toplumsal durumumuzu, müzmin yetersizliklerimizi yeniden gözümde canlandırmaya çabaladım.

Sözünü ettiğim dönem, biliyorsunuz, 1999 depremi ve 2001 ekonomik krizi sonrası devletin kendi içine çöküşüyle (“implosion”) tamamlanmıştı. Açık kaynaklardan erişebildiğim rakamlara göre, söz konusu on yılda toplam savunma harcamaları değil sadece terörle mücadeleye harcanan kaynak 80 milyar ABD Doları'nı aşmış.

Mavi Vatan açık deniz tatbikatı hakkında, EDAM’dan Dr. Can Kasapoğlu bir makale yayımladı. Kıdemli gazeteci Barçın Yinanç da (e.) Tuğamiral Cem Gürdeniz’le bir söyleşi yaptı. Görülüyor ki, TCG Anadolu “uçak gemisinin”* çevresinde örülen devasa bir donanma, tam kapasite 7/24 bu donanmaya gemi yetiştiren bir sanayi ve ta Hint Denizi’ne ulaşan bir açık denizler vizyonu önümüze konulmuş.

Artı TV’deki “Dünya ve Biz” programımı izleyenler Prof. Dr. Güvenç’in düzenli konuklarımdan olduğunu bilecekler. Onun ilk katıldığı bölümlerden birinde, bıyık altından gülmek için değil, gerçekten öğrenmek için Türkiye’nin etkin bir donanmaya sahip olmak için hangi parçaları bir araya getirmesinin uygun olacağını sormuştum. Yine TCG Anadolu “uçak gemisi” üzerine konuşuyorduk. Serhat Hoca gülerek (ve cehaletimi mazur görerek) bunun yanıtının pek kolay olmadığını, amaca göre değişeceğini ayrıntılı biçimde anlatmıştı.

Aynı soruyu, diyelim, cumhurun başı kendi savunma bakanına da sorabilir. Hatta sormalıdır. Vizyonu, seçimle işbaşına gelen hükümet belirler, denetler, onaylar (“civilian oversight”). “Demirden korksam trene binmezdim” denilir ya, sadece bu konuda Erdoğan haklı: Bürokrat, düzeyi ne olursa olsun, askerler de dahil hatta başta yürütmenin başının iradesi doğrultusunda çalışmalıdır. İçeride hür bir tartışma ortamı olması, terfilerde liyakat, savunma ve dışişleri gibi konulara siyasi parti bağlantılarının sokulmaması vs. bunlar zaten işin (bizde olmayan) abecesi. Konumuz o değil.

Asıl konumuz, Sayın Mahfi Eğilmez tarafından paylaşılan aşağıda gördüğünüz görseldeki durum. Tuhaf tecelli: Eğilmez de o sözünü ettiğim tantanalı doksanlı yılların ikinci yarısında 1997 Temmuz ayında atandığı Hazine Müsteşarlığı görevinden aynı yılın aralık ayında istifa etmişti. Çizelgeden göreceğiniz üzere, sözü uzatmayalım, halimiz harap ve en azından yakın geleceğimiz de karanlık.

Kaynak: Mahfi Eğilmez’in “Kendime Yazılar” blogu

Şimdi, ayrıldığımız yan patikadan ana konumuza geri dönelim -Türkiye çapında ve konumunda bir ülkeyi yönetmek, tarihin her döneminde zor iş, onu da teslim ederek. Aynı Boğaz geçişini, iktidarın (Fahrettin Altun ve İbrahim Kalın gibi) “düşünürlerinden” Ömer Çelik haftalık basın toplantısında, “Barbaros Hayreddin Paşa’nın türbesini selâmlamak” olarak yorumladı. İktidar düşünürlerinin söyleminde sürekli bir arabesk motifli dekorasyon eğilimi var. İşlevin, biçimi belirlediği modernizmden, rasyonellikten ise eser yok.

Fahrettin Altun’un Hakkari semalarından yaptığı “birlik, kardeşlik” güzellemeleri, İbrahim Kalın’ın “ezanı susturmaya nefesiniz yetmez” yollu hamaset patlamaları hep aynı arabesk dekorasyon kaleminden. Öze dair emare yok, bulamazsınız. Oysa hesap ortada, ya tanzim kuyrukları, birbiri ardına iflâs eden şirketler, Gezi iddianameleri, hapse tıkılan seçilmişler, beyin göçü ya hukuk, aydınlanma, kalkınma, “muasır medeniyet seviyesi.” Ayrıca, ya S-400, ya F-35. Ya sağlık, eğitim, aş, iş, ya uçak gemisi, Hint Okyanusu’nda devriyeler.

Bunun yanında da, devlet içi kurumlar arası toplantılarda çatık kaşlarla “askeri meselelerdir” diye müzakereyi kesip atan yaklaşımın hesap vermezliği var. Özetle “vatan mevzubahis ise gerisi teferruattır” kafası. Sana kim verdi “vatan” tekelini, ben de yurttaş değil miyim? Sormayacaksınız. Terörle mücadele, beka: Dudaklarda hep o küçümseyici, aşağılayıcı tebessüm. Yahut nefretle, öfkeyle sıkılmış dişler, kasılmış çehreler, çakmak bakışlar.

İşte mevcut iktidar, adeta post-modernist, post-Kemalist bir tavırla, yukarıda değindiğim iki kafayı harmanlayıp, günbegün popülizme yeni bir anıt dikiyor. Hem vatan savunması, hem “o ihtişamlı emperyal geçmişe kutlu yürüyüş” iktidarın, reisin tekelinde. Dolayısıyla bence iyi niyetle de yapılsa hiçbir dışişleri yahut savunma politikaları çözümlemesi bu siyasi durumu, arkaplanı göz önüne almadığı takdirde, ne denli nitelikli olursa olsun açıklayıcı olamıyor. Anlatıyı bir bütün olarak görmek zorunlu.

Belki en doğrusunu 1987’de Cem Karaca söylemiş: “Bir çiviyi çakar gibi / Vura vura günlere / Dörtnala gidiyoruz / Bizi bekleyen yere.” Yaşayıp göreceğiz. Duvara vurunca duracağız. Sonra yeniden ayağa kalkabilecek miyiz? Onu bilemiyorum. Bizler, toplumu oluşturan bireyler, bir yerde bu absürd gidişe “dur” diyebilecek miyiz? Onu geçtim, yapıp ettiklerimiz, yazımız sözümüz bu ana gövdeden bir yonga olsun koparıyor mu, ondan da emin değilim. Ama devam etmek zorundayız, ediyoruz.

*“Uçak Gemisi” diye her defasında tırnak içine alıyorum zira bu platformda (teslim edilirse, alacak para bulunursa) VSTOL yani dikine kalkan F-35B’ler kullanılacak. Oysa İspanyol Navantia tersanesi yapımı gemi esasen “helikopter gemisi”.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.