YAZARLAR

Kadınlara zulmedilen camilerde kadınlara zulüm duası organizasyonu

Kadınla değil kadının haklarıyla imtihanda din adamları ve erkekler. Görelim bakalım iktidar ve iktidarın memurları olan Diyanet mensupları, Kur’an buyruğu olan kadının haklarını alenen çiğneme suçuna ortak olacaklar mı?

Geçen hafta başlayıp önümüzdeki cuma gününe kadar sürecek bir kampanya ilanı, kızdırırken güldüren türden. Düşündürürken değil ama kızdırırken. Feminist mücadele ve örgütlenme yöntemlerini taklit edişleri güldürüyor. O kadar çok taklit ediyorlar ki yakındır feminist olmaları ? Tıpkı Gazali’nin filozoflara ve felsefeye karşı çıkışı gibi. Tehafüt’ü-t Felasife (Filozofların Çöküşü) adlı eserini yazmak için yaptığı inceleme ve araştırmalarla felsefeye vakıf oluşu nedeniyle kitabı zaman içinde İslam felsefesinin önemli yapıtlarından sayılır olmuştu. Gazali’den sonra ise kelam ilmi, kimilerince İslam felsefesi olarak nitelenmeye başlar. Karşıtına benzemek/dönüşmek ihtimali şimdilerde de kadın karşıtlarını/düşmanlarını kovalayan hoş bir tehdit gibi. Yöntemleri ve eylemleriyle o kadar çok benzemeye başladılar ki bizler dururken korkarım kadın düşmanları, İslamî feminizmin temsilcisi sayılma yolunda.

8 Mart eylemi yapıyorlar örneğin. Gece yürüyüşüyle değil ama cami eylemleriyle 8 Mart artık dinbaz kadın düşmanlarının da günü. “Türkiye Âile Meclisi (ailemeclisi.org) Âile Yıkan Yasalar Kalksın - Basın Açıklaması Dua - 8 Mart Cuma namazı tüm camilerde” başlığını taşıyan afiş, nereden tutsan elinde kalacak cinsten. İlkin ailenin “â” sı dikkati çekiyor. Hemen anlıyoruz bu bizim bildiğimiz aile değil. Türkçe yazım kurallarına aykırı olarak şapka kondurulmuş “â” ile başlayıp söylerken de iki elif miktarı uzatılan âile, bizim bildiğimiz sıcak yuva olmaktan çıkmış. Dinbaz kadın düşmanının put edindiği kurumlardan biri haline dönüşmüş. Kadın, önce erkeğe zimmetlenip sonra da âile hanesine demirbaş kaydı düşülerek “şey”leştirilmiş burada. Evdeki eşyalarla özdeşleştirildiğinde kadın, akıllarına ilk hangi eşyaların geldiğini merak eden yoktur sanırım.

İki elif miktarı uzatılarak söylendiğinde bundan böyle anlayalım ki Katolik nikahıyla kurulup boşanmanın yasak olduğu yerden bahsediliyor. Tek farkla ki sadece kadına var boşanma yasağı. Erkek isterse boşanmadan kolayı yok. Mektupla, telefonla, kısa mesajla hangisi işine yararsa o şekilde boşanabilir. Evdeki eşyaları değiştirir gibi yapabilir bunu. Ama evdeki eşyalardan biri nasıl “sıkıldım artık bu evden gidiyorum” diyemezse kadın da “boşanıyorum, boşanmak istiyorum” diyemesin, hayallerindeki bu iki elif miktarı uzatılarak söylenen ailede. Kampanyayı tartışmak isterken afişin tek harfine bunca takıldıktan sonra feminizm taklidi de neresi diyebilirsiniz. Haklısınız eylem gününden ibaret değil taklitleri, kampanyayı örgütleyen yapının ismiyle devam ediyor.

Türkiye Aile Platformu adlı sivil toplum oluşumu ki Türkiye adını malum Bakanlar Kurulu (eskiden) verdiğine göre hükümet destekli gruplardandı. İşte bu kurum aile meclisi adıyla organize etmiş kampanyayı. İlk akla gelen içinde kadınların ve çocukların katline karar verilip ortaklaşa suç işlenen yer oluyor ama bana yaptığı çağrışım farklı. Kadın meclislerini taklit ediyorlar bana göre. Yoksa bu ismi öteden beri kullanabilirlerdi. Şimdi icat edişleri, şimdi bu isimle kampanya yürütmeye başlamaları, bağımsız kadın meclislerine alternatif bulma çabasını aşikar ediyor. Bilindiği gibi gezinin yarattığı ivmeyle kadınların sokaklarına, semt ve mahallelerine sahip çıkışlarıyla başlamıştı bu yeni örgütlenme biçimi. Giderek yayılmış, ülkenin dört bir yanında birbirinden de bağımsız olmakla birlikte dayanışma kültürüne sahip olarak kadın hareketine katılmıştı artık, mahallenin kadınları. Kadın yerine aileyi ikame etme çabasıyla kadın meclisi ismine paralel aile meclisi isimlendirmesi, feminist örgütlenme biçiminin taklidi bence.

Diğer yandan İslamî feminizmin son yıllarda yükselen eylem biçiminin simgesi “Kadınlar Camilerde” hareketini taklit ederek eylemlerini camilerde gerçekleştirme yoluna gitmişler. İslami kesimin cami eylemleri öteden beri vardı denilebilir. Hemen aradaki farkı göstermeye çalışayım. Ulusal veya uluslararası politik ve insani sorunlarda evet cami eylemleri yapılır. Ancak bu eylemlerin duyurusu mutlaka cuma namazı çıkışı cami önü veya avlusu olarak duyurulurdu ve öyle de yapılırdı. Söz ettiğim afiş ise: “İstanbul Sultanahmet Camii, Diyarbekir Ulu Camii, Batman Fatih Camii, Urfa Halilürrahman Camii, Ankara Hacı Bayram Camii, Kocaeli Yeşil Camii, Antalya Murat Paşa Camii, Konya Veysizade Camii ve her şehirdeki katılım” çağrısıyla doğrudan camilerin iç mekanını işaret ediyor. Tıpkı Kadınlar Camilerde eylemleri gibi. Şu farkla ki kadınlar kimseye karşıtlık üretmeden kendi ibadet haklarını kullanmak cami mekanını erkeklerle eşit paylaşmak için eylem koymaya yöneldi. Fakat bu uzatmalı aile meclisi, kadınların camiye girişini engellemeyi de hedefleyen biçimde kadına yönelik şiddetle mücadele edilmesin, kadın şiddetle yaşamaya mecbur kalsın demek için cami içinde dua etmeye hazırlanıyorlar.

Zira afişte yer alan temel taleplerinden ikisi, eril şiddetle mücadele için oluşturulmuş ulusal ve uluslararası mekanizmaların yok edilmesine dair: “İstanbul Sözleşmesi iptal edilsin, 6284 Sayılı Yasa kalksın!” duasıyla yakaracaklar. Allah’a yakarılan mekandan dua kılıfıyla iktidara hem de seçim öncesi mesaj iletecekler.

Buradan Diyanet İşleri Başkanlığı'nı uyarıyorum: İzin vermeyin, göz yummayın! Allah’ın evinde Allah’ın kuluna “şiddet uygulansın” anlamı taşıyan bu dua kılıklı politikaya fırsat verilmesin. Sayılan camilerden üçünün, cami yönetimlerince kadınlara eziyet mekanına dönüştürüldüğünü kişisel deneyimlerimle biliyorum. Sanırım diğerleri de farklı değildir. Allah’ın kullarının yarısını oluşturan kadınları camilerden dışlayarak ibadet haklarını gasp edenlerin bu mekanları, bir de kadın düşmanı propaganda için kullanması, uhrevî-dünyevî her türlü ziyan.

Kadınlar Camilerde hareketine zorluk çıkarıp ibadet hakkı için mücadele eden kadınları, camilerden “kov(ala)maya utanmayan imamlar, din görevlileri gördük biz. Allah’tan korkmayan kuldan da tekil olduğunda utanmayıp ancak çok sayıda kadın, habercilerle geldiğinde zorluk çıkarmayan Diyanet mensuplarını şimdi önemli bir sınav bekliyor. Kadınla değil kadının haklarıyla imtihanda din adamları ve erkekler. Görelim bakalım iktidar ve iktidarın memurları olan Diyanet mensupları, Kur’an buyruğu olan kadının haklarını alenen çiğneme suçuna ortak olacaklar mı? Açıktan veya zımnen ne kadar destekleyecekler, bir kere daha görelim. Kişisel ve partizan çekişmelerde kükreyen muhalif dindar erkekleri de göreceğiz kuşkusuz. Bakalım bu duaya kimler utanıp sıkılmadan “âmin” diyecek?

Yazı sekiz yüz elli kelimeyi geçtiği halde afiş de bitmedi afişteki slogana dahi gelemedi sözüm. Dolayısıyla mecburen sonraki yazımda da bu konuya devam edeceğimi belirtip bir kere daha eyleme katılacaklara ve göz yumacaklara hatırlatmak isterim:

Şiddet savunuculuğu suçtur, bu suça ortak olmayın!


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.