'Odun koysam kazanır diye bir tabir var. İktidarın biraz fazla odun koyduğu kanaatindeyim’
31 Mart'ta yapılacak yerel seçimler nedeniyle bir araya geldiğimiz Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, "Siyasetimizde klişe tabirdir, 'ceketimi koysam kazanır' veya 'odunu koysam kazanır'... İktidar boyutunda biraz fazla odun koydukları kanaatindeyim" diye konuştu. Uysal herhangi bir ittifakta yer almamalarına ilişkin ise "Eleştirdiğimiz sistemin değirmenine, ittifaklar dolayısıyla su taşır hale geliyoruz" yorumunu yaptı.
Demokrat Parti (DP), bugün 13’üncü Olağan Büyük Kongresini yapıyor. Ankara Congresium’daki kongrede, DP’nin 31 Mart 2019 Yerel Seçimindeki adaylarının da tanıtılacağı duyurusu ve tabii İYİ Parti’nin Mersin krizini DP’nin yardımıyla aşması, kongreye ilgiyi arttırdı. Kongre öncesi DP Genel Başkanı Gültekin Uysal ile bir araya geldik.
Demokrat Parti, 31 Mart Yerel Seçimi için İYİ Parti’nin il teşkilatının başvuruyu geciktirmesi nedeniyle aday gösterilemeyen Burhanettin Kocamaz için devreye girdi ama YSK Kocamaz’ın DP’den aday olması yönündeki başvuruyu da reddetti. Bunun üzerine yeni bir formül bulundu. İYİ Parti’li Ayfer Yılmaz, partisinden istifa ederek DP’den aday olmak üzere Seçim Kuruluna başvurdu.
DP Genel Başkanı Uysal, Burhanettin Kocamaz ve Ayfer Yılmaz’ın da bugünkü kongrede olacağını söyledi. Bu sıcak gündem maddesinden başlayarak sözü sorularımıza yanıt veren Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’a bırakalım…
‘YARIN MERAL AKŞENER VE AYFER HANIM’LA BİRLİKTE MERSİN’E GİDECEĞİZ’
İYİ Parti’nin Mersin’den Burhanettin Kocamaz’ı aday gösterememesiyle başlayan süreçte devreye girdiniz. Neler oluyor Mersin’de?
Mersin’de bir takım operasyonel işlere muhatap olundu. Demokrat Parti olarak vicdani, akli, demokratik şuurumuzla tavır aldığımıza inanıyoruz. Ayfer Yılmaz bizden iki dönem milletvekilliği ve bakanlık yapmış bir isim. Ayfer Hanım’ın adaylığı bizi ziyadesiyle memnun etmiştir, Mersin’i de edecektir. Arkadaşlarımız resmi başvuruyu yaptılar(dün). Kongremizde Burhanettin Bey ve Ayfer Hanım da bizimle olacak. Pazartesi günü de inşallah Sayın Meral Akşener ve Ayfer Hanım’la birlikte Mersin’e intikal edeceğiz.
‘ELEŞTİRDİĞİMİZ SİSTEMİN DEĞİRMENİNE, İTTİFAKLAR DOLAYISIYLA SU TAŞINIYOR’
24 Haziran Seçiminde ittifakın içinde yer almanıza rağmen 31 Mart Yerel Seçiminde CHP-İYİ Parti iş birliğine dâhil olmadınız. Neden?
İki kutupluluğa mahkûm edilmiş bir Türkiye var. Eleştirdiğimiz sistemin değirmenine, ittifaklar dolayısıyla su taşır hale geliyoruz. Demokrat Parti olarak biz ne bir siyasal partinin kazandıranı ne bir siyasal partinin kaybettireniyiz. Biz kendi mücadelemizi veriyoruz. Her daim tercihimiz siyasetin iki kutuplu olmaması ve milletin iradesinin önüne kuvvetli bir tercihi ortaya koyabilmektir. Mersin’de çok özel bir süreç yaşandı. Ayrıca Mersin özelinde, siyaset orada iki kutuplu değil. CHP’nin de ayrı bir adayı var.
‘İKTİDAR, SEÇİMDE, TERCİHLERİ DOLAYISIYLA ÖNEMLİ MALİYETLERLE KARŞI KARŞIYA KALACAK’
Siyasi iktidar, 31 Mart Yerel Seçiminde hayal kırıklığına uğrayacak mı?
İktidarın, Türkiye’de belirleyici hüviyetini bu seçimle beraber yitireceği kanaatindeyim çünkü artık mekanizmalar işlemiyor. Siyasetimizde klişe tabirdir, “ceketimi koysam kazanır” veya “odunu koysam kazanır”... İktidar boyutunda biraz fazla odun koydukları kanaatindeyim. Pek çok yerde tercihleri dolayısıyla da önemli maliyetlerle karşı karşıya kalacaklardır.
En çok merak edilen, büyükşehirlerde nasıl bir sonuç çıkacağı…
Yerel seçimlerin kendine has bir mahiyeti var. Özellikle bu kutuplaşma konjonktüründe bir takım lokasyonlar önemlidir. AK Parti’nin İstanbul ve Ankara’yı kaybetmesi, muhalefetin İzmir’i kaybetmesi önemli bir parametredir. Antalya, Bursa, Hatay, Adana, Mersin, Diyarbakır bir takım referans yerler, temayüller onu gösterir.
Siz nerelerde iddialısınız, DP için başarı ölçüsü ne olacak bu seçimde?
DP olarak bizim hedefimiz Türk siyasetinde yeniden daha kuvvetli bir ses olabilmek adına bir siyasal varlık olarak kendimizi konumlandırabilmektir. İstanbul, Ankara’dan başlayarak özellikle büyükşehirlerde bu iki kutupluluğa mahkûm edilmiş diye tarif ettiğim sürece bizler de muhatabız. Ama onun dışında mukayeseli üstünlüğümüz, Ege’den başlayarak Türkiye’nin pek çok noktasında kendi varlığımızı ortaya koyabileceğimiz adaylarımız ve bu mücadelemize destek olmak isteyen insanlar var. Sayın Mehmet Kocadon Muğla büyükşehir adayımız. Muğla, Aydın, İskenderun, Yalova iddialı olduğumuz yerler. Büyük ölçekli ilçelerimiz arasında da iddialı olduğumuz yerler var.
‘EGE SANKİ BİR PARTİNİN MÜLKİYETİNE YAZILMIŞ GİBİ AMA ÖYLE DEĞİL’
Ege ile ilgili şöyle bir hüviyet var, sanki kadastro geçmiş de buralar bir siyasi partinin mülkiyetine yazılmış gibi. Kitleleri konsolide etmek adına kutuplaştırmayı Tayyip Bey kendi adına çok başarıyla uyguladı ama artık o havuzdan alacağı su kalmadığı kanaatindeyim.
‘ERDOĞAN’IN STRATEJİSİ, CHP ÜZERİNDEN TÜM ALANI DİZAYN ETMEK’
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın kullandığı dilin ve muhalefeti topyekûn kriminalize ederek aynı çuvala koymasının sonuçları ne olur?
Bu zehirli bir dil ve kabul edilebilir değil. Demokrasi bir rıza rejimi. Oyunuzu aldığınız kitlelerin dışında alamadıklarınızın da rızasını gözetmek mecburiyetindesiniz. Sayın Erdoğan’ın CHP’yi, CHP üzerinden de tüm alanı dizayn etmek gibi bir stratejisi var. CHP’yi HDP’ye doğru itmek, merkez sağda, orta sağda, muhafazakâr sağda, milliyetçi sağda yedeğini alabildiği siyasi partilerin yedeğini almak, alamadıklarını da CHP’ye doğru iterek ve onları kriminalize etmek gibi bir strateji yürütüyor. Devletin tüm istihbari bilgileri ellerinde. Ellerinde böyle bir bilgi varsa ve hukuk nezdinde bunun gereğini yapmıyorlarsa görevlerini yapmıyorlar demektir. Ama biz bunların niçin yapıldığını biliyoruz. 16 Nisan Referandumunda da söylemiştik, siz 82 milyonun cumhurbaşkanı olmanız gerekirken sadece kendinize oy veren kitlelerin cumhurbaşkanı olmayı yeğlerseniz bu ülkenin birliğini, beraberliğini zedelersiniz.
‘BİR TARAFTA AK PARTİ-CHP, DİĞER TARAFTA MHP-HDP KAVGASI VAR’
Sayın Erdoğan, 7 Haziran 2015’ten bu yana kurduğu mekanik dolayısıyla siyasetin hatlarını, sınırlarını çizdi. Türkiye’de bir süredir iki aksta kavga var. Bir tarafta AK Parti-CHP aksı, diğer tarafta MHP-HDP aksı. Bu iki akstaki kavganın yanı sıra seçim sisteminin kendisi yani yüzde 10 barajı da buna elverişli bir imkân sunmuştur. İnsanlarımız son 10 yıldır doğrudan kendi tercihlerini yapabilir halden çıkmış, stratejik oy kullanır hale gelmiştir. Sebebi de bu kutuplaşma. Doğrudan tercih yerine “aman ha, a partisi gelmesin b partisine verelim” deniyor.
Biz bir ucube, sistem bile diyemeyeceğimiz, yerli ve milli yaftası altında propagandası yapılan keyfi bir rejime geçtik. Kuvvetler ayrılığı, demokrasinin, cumhuriyet rejiminin temelidir. Bütün bunları silikleştirdik. Bir kişinin şahsında, bir kişinin nefsinde bütün kuvvetleri topladık. Topluma deyim yerindeyse şöyle bir propaganda yapıldı, “Allah'ın 21’inci asırda yüce Türk milletine hizmet etmekle görevlendirdiği birisi var, ona tabi olun, o ne biliyorsa okusun!”… Bunu, demokrasi, meşruiyet, sorumluluk, hesap verebilirlik, denetim, hukuk devleti, bütün bunların içinde konumlandırabilme imkânımız yok.
‘GEZİ İDDİANAMESİ BANA GERÇEKÇİ GELMİYOR’
Seçime kısa zaman kala, 2013 yılında gerçekleşen Gezi olayları ile ilgili bir iddianame hazırlandı. Bir buçuk yıldır tutuklu bulunan Osman Kavala’nın da aralarında bulunduğu 16 kişi hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor. Onlardan biri olan oyuncu Mehmet Ali Alabora’nın “Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” etmesi, size inandırıcı geliyor mu?
Bana gerçekçi gelmiyor. İktidarın hamasi, hurafe ve safsatasıyla beraber ete kemiğe büründürülmüş bir pazarlama unsuru… Gezi’deki refleksi bu gözle okursanız Türkiye’nin yaşadığından hiçbir ders almamışsınız manasına gelir.
‘KENDİ İSTEDİKLERİ NETİCELERİ ANKETLERDE BİLE ALAMIYORLAR’
Cumhurbaşkanı Erdoğan kamuoyu yoklamalarına güvenmediğini söyledi. Henüz kendi kitlesini konsolide edemediği için mi böyle söyledi yoksa gerçekten seçmen anketleri manipüle mi ediyor?
Türk siyasi tarihinde görülmediği kadar anketlere önem veren Sayın Erdoğan bile kamuoyu yoklamalarına güvenmediğini ifade ediyor çünkü kendi istedikleri neticeleri anketlerde bile alamıyorlar. Anketlerin, kamuoyu yoklamalarının bugüne kadar neredeyse tüm seçimlerde adeta bir psikolojik harekât unsuru, manipülasyon unsuru gibi kullanıldığını gördük. Seçim yasaklarına rağmen bir takım kontroller altında bulunan yaygın yazılı ve görsel medya aracılığıyla bu propagandayı geniş kitlelere bu zamana kadar yaptılar. Maalesef insanımızın zaman zaman kazanan yerde olma refleksi var. Bunu da tetikleyerek yaptılar. Bir ay kalmış oy kullanacağımız güne, ülkenin baş şehrindeyiz. Bir takım ilan panoları dışında sokağa yansımış bir seçim havası gözlüyor musunuz?
Belki en fazla Ankara’da gözlüyoruz ya da biz kendi çevremizde hissediyoruz. Birçok yerde böyle bir gündem yok gerçekten.
En yüksek politize olunan alan 2014 Seçiminde de Adana ve Mersin’di. Bu seçimin de öyle olacağı kanaatindeyim. Ülkenin bir takım başka vilayetlerine, büyükşehirlerine göre iki kutuplu değil çok sayıda aktörün sahada mücadele edebilme imkânının olduğu yerler buralar.
‘MUHALEFET İKTİDARLA REKABET EDEBİLMEK İÇİN AYNI USULLERLE MÜCADELE VERMEK İSTİYOR’
Türkiye’de belediyelerde bir takım kaynakların genelin kaynağı haline getirilmesi gerekirken, rant üzerinden gayrimeşru biçimde bu kaynakların dar bir zümrenin eline kazanç olarak sevk edildiği ve bunun siyaseti enfekte ettiği kanaatindeyim. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi…1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesini ele geçireceğiz diyerek yola çıkıp oradaki kaynaklarla bugünkü Türk siyasetinin nasıl bu noktaya getirildiğini biliyoruz. Bugünkü siyasi irade bu kaynaklarla siyaset yaptı. İstanbul’un metropol belediyelerinden başlayarak hepsi, maalesef siyasetin tabii karar alma süreçlerini Türkiye çapında etkiler hale gelmiş durumda. İktidar bunu büyük ölçüde yaptığı için muhalefet de iktidarla rekabet edebilmek için yanlışla yarışarak aynı usullerle mücadele vermek istiyor. Üzülerek ifade etmem gerekiyor, Türkiye’de bir talan grubunun elinden siyaseti kurtarmak isterken saikimiz “onlar gitsin de aynı usullerle biz yapalım” olmamalı. Muhalefet de popülizm kıskacına sıkışmış durumda.
Muhalefet partileri, siyasi iktidarın karşısında siyaset üretemeyince, ikna edici bir alternatif sunmayınca, onun kötü taklidi olmaktan öteye geçemiyorlar…
Aynen öyle. Hem kötü taklidi hem de iktidara öykünerek bir fark yaratabilme şansınız yok. Türkiye’nin çok radikal, çok can alıcı, çok derinden işleyen problemleri var. Türkiye bir sistematik çöküşle karşı karşıya. Devlet nizamında, demokrasisinde, hukukunda, bunlarla birlikte bugün sahada yansımasını gördüğümüz ekonomisinde… Üretim planlaması yapamayan, tarımda fiyat istikrarı üretecek bir çerçeveye sahip olmayışınızın suçlusu Polatlı’daki soğan üreticisi, halcilik yapan insanlar olamaz. Hayvancılık ile tarım iç içe geçmiş bir döngüdür. Yemde bile girdinin yüzde 50’lere geldiği bir süreçte siz hangi maliyeti kontrol edeceksiniz?
‘AK PARTİ 2001’DE HANGİ İDDİAYI BAYRAKLAŞTIRDIYSA, BUGÜN TAM TERSİ İSTİKAMETTE’
AK Parti Tüzüğünün 4’üncü şöyle deniyor, “AK Parti, piyasa ekonomisinin tüm kurum ve kurallarıyla tesisini amaçlar”… Bugün ise Merkez Bankası’nın faiz artışından domates fiyatına kadar pek çok şeye müdahale etmek istiyor.
AK Parti, 2001 yılında hangi iddiayı bayraklaştırmışsa bugün tam tersi istikamette. O kavramların içini boşalttılar. Serbest rekabet yok. Süreç, talimatlı ekonomiye, talimatlı demokrasiye evrildi maalesef. Dışarıdan bakılınca Türkiye’de yatırım yapmak isteyen insanları endişeye sevk edecek bir durumla karşı karşıyayız. Kâğıt üzerinde tıkanmış da olsa iktisadi, siyasi, askeri akitleri dolayısıyla “AB ile üyelik müzakeresi yürüten Türkiye” konumundan küme düştüğümüz ortada. Bunu kabul etmek mümkün değil.
‘BUGÜN ANA MUHALEFET, EKONOMİDİR’
Hukuk ve demokrasinin başladığı yer mülkiyetin teminatıdır. Bugünün dünyasında hukuk ve demokrasi, ekonomilerin en temel girdisi. İnsanlarımızın doğrudan tercihi yerine güç algısı üzerinden bir tercih yapma eğilimi var. Ancak bu seçim Türkiye’de ana muhalefet ekonomidir. Sadece bir veriye bakarak Türkiye’deki demokrasi açığının maliyetini görebiliriz. Keyfi bir rejimin tabii çıktısı çift haneli işsizlik, çift haneli enflasyondur. 24 Haziran’dan bugüne bir milyon 200 bine yakın insan işsiz kalmış. Bu rakamlara bakarak hepimizin endişeye sevk olması lazım.
‘CUMHURBAŞKANI DANIŞMANLARI YERİNE BU İKİ BAYANI İSTİHDAM ETMELİ’
Tanzim satış kuyruğunda sıraya giren bazı vatandaşlar, gelinen noktadan 16 yıldır ülkeyi yöneten iktidarı değil muhalefeti sorumlu tutuyor gibi görünüyor…
Türkiye’de çok sistematik bir dezenformasyon bültenine dönüşmüş, 7 /24 manipülatif yayın yapan bir yazılı ve görsel medya var. Türkiye için dünyanın 17’inci büyük ekonomisi demek dilimize pelesenk olmuş. Böyle bir ülkede siz büyükşehirlerin birkaçında 30 tane tanzim satışı kurarak ekonomiyi dizayn edemezsiniz. Dün sosyal medyada iki yaşlı bayanın videosunu izledim. Bence Sayın Cumhurbaşkanı Külliye’de pek çok danışman yerine bu sorumlu vatandaşlarımızı istihdam etse kendisi için de ülke için de çok yararlı olur.
‘AK PARTİ, ERDOĞAN FUN CLUB’A DÖNÜŞTÜ’
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2001 yılındaki kurucu metnini, 2002’deki seçim beyannamesini, 2007’deki anayasa teklifini ortaya koyalım, buradan tam tersi bir istikamete savrulmuş bir AK Parti var. Özellikle 2014’te Sayın Erdoğan’ın cumhurbaşkanı, sonrasında da parti genel başkanlığını tekrar devralmasıyla beraber bir parti olmaktan çıktı, deyim yerindeyse adeta bir fan club’a(İng. hayran kulübü) dönüştü. O kişi ve dar çevresinin, aile efradının çok daha belirleyici olduğu bir süreç.
Sahada da görüyoruz AK Parti’nin yerelde ve geneldeki kurucu tüm kadroları bugün AK Parti’nin uyguladığı tüm politikalarının, tercihlerinin karşısında. Yerel seçimde de destek verdikleri kanaatinde değilim. Kimisi açıktan söylüyor bunu kimisi açıktan söylemiyor.
‘ERDOĞAN, SİYASETİ BİLİNÇLİ BİR TERCİHLE PAHALI BİR FAALİYET HALİNE GETİRDİ’
Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan’ın da aralarında bulunduğu isimlerin yeni bir parti veya iki ayrı parti kuracağından bahsediliyor. Siz bekliyor musunuz bunu?
Bir rahatsızlık olduğu ortada. Bu zamana kadar kuruluşunda bulunmuş ama zaman zaman kopan insanlar oldu. Ama bugün ismi geçen kişilerin daha öncekilerden farkı, AK Parti hareketinin çekirdeğinde bulunan insanlar olmaları. Uzun zamanlar beraber yürünmüş ama gelinen noktada kurucu kadroların neredeyse tamamı dışlanmış. Sayın Erdoğan, ‘ben size lütfedebileceğimi lütfettim, artık hatları meşgul etmeyin!’gibi bir davranış içerisinde. Netice alır almaz, onlar için bir yorum yapmak istemem. Ancak Türkiye’nin sosyolojisi, ortalama siyasal gelenekleri, ana akım çizgileri üç aşağı beş yukarı ortada.
Geçmişte iktidar partisiyle onun karşısındaki bir siyasal partinin farkı şuydu: birisinin iki tane anons arabası varsa diğerinin bir tane vardı. AK Parti ve Sayın Erdoğan, siyasal rekabette çok bilinçli bir tercihle siyaseti pahalı bir faaliyet haline getirdi. Siyaset yapmak yerelde ve genelde çok pahalı artık. Sadece finansman boyutunu halletseniz de bugün iktidara muhalefet etmek fiilen yasak konumunda. Bir korku iklimi var zaten. Ana muhalefet liderinin muhatap olduğu tazminat davalarına bile bakmak yeterli. Bu açılardan bakılınca karşılıklı bir teamülü, anlayışı ortaya çıkarmamız gerekirken Türkiye’de demokrasimizin oksijeninin tükenmekte olduğu kanaatindeyim. Demokrasinin meşru çizgilerinin silindiği, orman kanunu misali güçlünün sesinin daha çok çıktığı bir Türkiye portesi var. Ama bütün bunlara rağmen meşruiyetten ayrılmadan, doğru tercihleri milletimizin önüne koyduğumuzda, seçimlerde de görüyoruz, doğru neticeler alınabiliyor.