YAZARLAR

Özel mülkiyet ya da Küba'da sosyalizmi gömme keyfi

Sevgili gömmeperverler madem büyük bir coşkuyla özel mülkiyetin bu son zaferini kutladınız, gören de zanneder ki sizin çoook özel mülkiyetiniz var. Yani senin ülkende kaç yıldır anayasa güvencesinde özel mülkiyet ama senin neyin var?

Eski bir arkadaş mesaj atmış. "Bir haber var; 'Küba’da özel mülkiyeti kabul eden anayasa ezici bir çoğunlukla kabul edildi.' diyor haberde". "Kötülük hep kazanır" diye de eklemiş bir de.

Zaten 2011’den beri yasal olarak Küba’da var olan ‘özel mülkiyet’, hiç bizim bilmediğimiz ve aklımızın alamayacağı bir biçimde, halkın doğrudan katıldığı, aylarca süren uzun tartışmalar sonucu oluşturulan yeni bir anayasa ile ‘anayasal bir güvence’ kazandı.

Burada hep beraber soluklanıp, ziller takıyoruz. Özel mülkiyet kazandı. Zaten akıl dışıydı sosyalizm. Son kale Küba bile ‘ezici bir çoğunlukla’ özel mülkiyeti kabul etti. Zamanında bin atlı akınlarda çocuklar gibi şen olduğumuz devrim mücadelesini bir kenara iyi ki koymuşuz ya da tatil günleri hobileri arasına eklemişiz. Biz de bir zamanlar sizin gibiydik olmuşuz ama şimdi gördünüz sadece biz değiliz bunu beceremeyen ya da soluğu kesilen. Koca Küba (!), devrimin son Mohikan'ı da özel mülkiyeti kabul etti.

Gerçi demokrasi yoktu orada ama işte ama maç sonucuna göre istediğimizi kabul edebiliriz. Özel mülkiyet kabul edildiğine göre vardır şimdilik, edilmeseydi yoktu zaten.

Ah ne güzel iştir, bu maç ertesi futbol yorumculuğu…

Bu yazıda, ‘sosyalizm’, ‘reel sosyalizm’  ya da ‘Küba’da Fidel sonrası’ gibi tartışmalar yapmak değil amacım.

‘Özel mülkiyet’ meselesi de daha 1990’ların başında, Deleuze ve Guattari okurken, Çatalhöyük örneğini verdiklerini görüp otostopla Konya Çumra’ya gittiğimizde, -kazı henüz yeniden başlamıştı- 10 bin yıl kadar önce üretilmiş testilerin üzerinde, Deleuze- Guattari’nin söz ettiği ‘markaları’ gördüğümde, başka bir nitelik kazandı benim için. Yani ‘özne ve nesne’ ilişkisini yabancılaşmamış bir toplumsal yapıdan koparıp bugünün ‘özel mülkiyeti’ üzerinde tartışmak da değil derdim şu an için.

Ve insanın oturduğu evin kendisinin olması, yani barınma hakkı, dünyada kapitalist hegemonya karşısında bir çıkış arama ve Küba’nın resmi müdafaası filan da değil hiç bu yazının konusu.

Ben bir ‘sosyalizmi gömme’, ‘Küba’yı gömme’ keyfinden söz ediyorum.

-‘Gömme’ lafı da son dönem muhabbet favorilerinden biri olduğu için yazar tarafından kullanılmıştır.-

Sevgili gömmeperverler madem büyük bir coşkuyla özel mülkiyetin bu son zaferini kutladınız, gören de zanneder ki sizin çoook özel mülkiyetiniz var. Yani senin ülkende kaç yıldır anayasa güvencesinde özel mülkiyet ama senin neyin var? Anayasada bu maddenin olması, seni özel mülk sahibi mi yapıyor ya da tam tersine seni ‘özel mülk’ olmasa da kullanım hakkından mı yoksun kılıyor?

En fazla bir evin vardır, binbir güçlükle çalışıp, borçlanıp aldığın, hayatının büyük kısmını altına gömdüğün ve hatta babanın, annenin çalıştıklarını da. Belki bir de yazlığın vardır yine aynı çalışma, boyun eğme, sessiz kalma, pek itiraz etmeme, sınırları geniş tahammül  etme ve eh çocuklara kalsın bir gün diye edindiğin.

Yani sen niye bu durumda timsah gözyaşları ile kutlama halindesin anlamıyorum.

Ayrıca bir mülkiyet haritası ile dünyanın üzerindeki bütün şehirlerde, yerleşim yerlerinde mesela bankaların ne kadar kredi alacaklarının olduğunu görseniz, o zaman bu şehirlerin, zaten sizin değil daha çok bankaların, finans kapitalin olduğunu anlayacaksınız.

Biz, hepimiz sadece borçlular mükellefi hanesinde, bir sedadan başka neyiz ki?

Sosyalizmde de insanlar ayrıcalıklı, bakın komünist partileri yöneticilerinin arabası, yazlık evleri oluyordu mesela Sovyetler Birliği’nde, ‘daça’larda yaşıyorlardı, diyenler var bir de.

Eh abi-abla ama kapitalizmde bu zaten var. Yani bütün patronların, müdürlerin, yöneticilerin yasal olarak sahip oldukları şeyler bunlar. Hatta bundan hava basıyorlar, maldan mülkten manita yapıyorlar, hiç buna bir şey demiyorsun, biz sınıf eşitsizliğinden söz edince sosyalizmde de şu parti yöneticisinin arabası varmış diyorsun ve ‘daça’da bir ay tatil yaparmış.

Bırak da bunu biz düşünelim.

Hangisini isterseniz artık siz seçin, emeğinizden daha iyi çalmanın ve soymanın başarı olduğu, bunun yasal olarak korunduğu, teşvik edildiği bir sistem mi yoksa en azından bunu yapanın kapı arkalarında da olsa küfür yediği mi?

Eh tabii ikisini de seçmeyebilirsiniz ama üzülüyormuş gibi yapmayın bari.

Her geçen gün, ‘dostlarının içine düştüğü kötü durumundan haz duyduğu’ hastalıklı bir duygu halinin, etrafımıza hakim olduğunun farkında mısınız?

Ben de sizi gömdüm işte…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...