
Ulus ve emperyalizm karşıtlığı
Bizim milli (ulusal) duygularımız, beş metre toprak için komşusunu katleden köylünün mensubu olduğu ailenin, sülalenin şerefini ihlal ettirmemek için ailesine vehmettiği tarihe tutunmak üzere dayandığı duygulardan aslında hiç farklı değil. Vatan köylünün icabında uğruna canını verdiği beş metre toprak… Peki, beş metre toprak için değer mi? Meselenin beş metre toprak olmadığı, kimsenin boyunduruğuna girmeden yaşamak olduğu hemen ortaya çıkıyor. Ne demek boyunduruğa girmek? Tecavüze uğramak, esir edilmek, köleleşmek…
Yani milli duygularımızın asıl dayanağı özgür yaşamak. Şayet özgürlük için, yani tecavüze uğramamak, köleleşmemek, sömürülmemek için ötekiyle girdiğimiz kavganın göze görünmeyen tarafı esasında herkesin temelde hayatta kalmak refleksiyle kendiliğinden dâhil olduğu güç oyunu gereği bizim de başkasını boyunduruk altına alma isteğimiz ise özgürlüğü sadece kendimiz için istiyoruz demektir. Peki, özgürlük neden herkes için istenmez? Yani ezelden beridir hür yaşayan Alman’ın, Arap’ın, İngiliz’in, İtalyan’ın, Kürt’ün, Rus’un, Türk’ün, bağımsızlık arzusu hiç de masumane değildir. Çünkü şimdiye kadar hiçbiri özgürlüğü, bağımsızlığı açıkça herkes için istememiştir; esasen kurallarına hiç itiraz etmedikleri, doğal kabul ettikleri oyunla bu mümkün değildir. Ulusun bağımsızlığını teminat altına almanın tek yolu vardır: başkasına köle olmayacak kadar güçlü olmak. Kimsenin gücünün kestirilemediği bir oyunda çaresiz en güçlü olunacaktır. Dünyada hiçbir ulus yoktur ki dünya hâkimi olmak istemesin, yeter ki buna imkânı olsun.
Şirketlerle birlikte günümüz dünya düzeninin en temel unsurları olan devletler, ulus devlettirler. Kendilerinden önceki hanedanlıklara tabi olanlar kuldur (Osmanlı Hanedanlığı’nın tüm tebaasının padişahın kulu olması gibi), hükümdara kul olmak hanedanla özdeş olan devlete mensup olmaya yeterdir. Modern dönemde şirketlere ve devletlere tabi olanlar ise bir ulusa mensupturlar. Yani örneğin Rus ulusuna mensup Rus dili, Çeçen dili, Tatar dili, Yakut dili konuşanlar aslında Rusya devletinin ve bağlı şirketlerin tabileri olmak bakımından Rus ulusuna mensupturlar. Ulus dille, dinle, soyla, ırkla tarif edilebilir değildir. Örneğin 2015 yılında Nobel Kimya Ödülü alan Aziz Sancar Amerikan ulusuna mensuptur (Amerikan devletinin ve şirketlerinin belirlediği yasal çerçeveye bağlılık açısından), soyca Arap’tır (Arap dili konuşan bir aileye mensuptur), dil, kültür, siyasal aidiyet (ülkü) bakımından Türk’tür. Peki, ulus (millet) bir dili konuşmak, bir inanıştan olmak, bir soydan, ırktan gelmekle açıklanamıyorsa, nedir, neden vardır? Örneğin Türkiye’deki Hıristiyanlar, Yahudiler, Sünni Müslümanlar, Şii Müslümanlar, Aleviler, Ezidiler, Arap dili konuşanlar, Çerkez dili konuşanlar, Kürt dili konuşanlar, Laz dili konuşanlar, Türk dili konuşanlar, ağırlıklı olarak Mongoloid, ağırlıklı olarak Negroid, ağırlıklı olarak Kafkasoid olanlar Türk ulusuna mensup kabul edilmektedirler. Bu inanış, dil, soy çeşitliliğinin bir ulus olarak kabul edilmesi aynı ideale bağlılıkla tanımlanmaktadır. Yani farklı diller konuşan, farklı inanışlara sahip, farklı soylardan insanların aynı ideale bağlı olmakla bir ulusu (milleti) oluşturdukları kabul edilmektedir. Nedir peki bu ideal ya da idealler bütünü? Temelde bir coğrafyada bir araya gelen insan toplulukları neden bir ideale bağlanmaya ihtiyaç duyarlar, teker teker insanlar için böyle bir ihtiyaçtan bahsedilebilir mi?
Bir ulus devlet içinde, ulusu ulus kılan idealle uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan, hatta bundan haberdar olmayan çok sayıda insan yaşayabilir, yani ulusa mensubiyet su gibi, ekmek gibi temel bir insan ihtiyacı değildir. Ancak özellikle de her insanın ve insanın her hareketinin devletler ve şirketler tarafından kayıt altına alındığı çağımızda dil, inanış, soy gibi doğduğumuz anda sahip olduğumuz niteliklerle tanımlanamaz hale gelen ulusa mensubiyet bir zorunluluk halini almıştır. Öyle ki esası bir devletler ve şirketler sistemi içinde devletlere yasal bağlılık ve şirketlerin çalışanı olmak olan ancak devletin üzerine kurulu olduğu coğrafyadaki herkesin bağlı olduğu ortak gelecek ülküsüne koşulsuz sadakat ile tarif edilen ulusa mensubiyetin aksi düşünülemez bile. ‘Ulusun anlamı nedir, gerekli midir?’ soruları nihai olarak ‘vatan’ kavramında somutlaşan ortak ülküye ihanet olarak anlaşılıp cezalandırılır. Oysa başından beri insanlığın kültürel varlığının inkârı ve tahribi (dili son derece önemsemesi beklenen milliyetçilikler nedeniyle yok edilen diller düşünülsün) pahasına kurulan ve sürdürülen ulus devletler, dünyayı burjuvazinin baş aktörleri oldukları yeniden üretim alanları olarak pay etmenin eseridir. Burjuvazi parsellediği alan ve nüfusları insanın doğuştan sahip olduğu dil, soy ve inanış temelinde ortak bir gelecek arzusuna bağlama becerisini gösterip kanlı bir tarihin ebeliğini yapmıştır. Yaşanan katliamlar, soykırımlar, vahşet ulus devletleri, ulusa mensubiyetin evrensel hukuka dayalı yurttaşlıkla tanımlandığı bir momente sürüklemiştir. Ancak bu yeniden üretim çerçevesi içinde coğrafyalar, esasen nüfuslar sermayelerin nüfuz alanı olarak kalmayı sürdürmüştür. Her ne kadar gittikçe kozmopolit sömürü rezervlerine dönüşseler de uluslar, iç sömürü mekanizmalarının tıkandığı anlarda birbirlerine kadim dil, din, soy eksenleri üzerinden düşmanlaştırılarak sömürü uluslararası alanda sürdürülmeye çalışılmaktadır. Böyle anlarda sömürü karşıtları kapitalizm karşıtlığının yanına emperyalizm karşıtlığını (yani uluslararası sömürü karşıtlığını) koyuverirler ve bu para da eder, çünkü burjuvazinin diğer sermayelerin nüfuz alanlarına karşı desteğe ihtiyacı vardır. Bu anların en yıkıcı etkileri, ulusu oluşturan dil, din, soy etnisitelerinin baskın olan etnisite lehine karşı karşıya bırakıldıkları şiddettir. Olağan zamanlarda spekülatif olmanın ötesine geçemeyen emperyalizm karşıtlığı, ulusal burjuvaziyi ayakta tutma amacına eklemlenir, ancak olağan şartlar altında ulusun mensubu kabul edilen dil, inanış ve soy mensupları inkâr ve şiddetle karşı karşıya kalırlar. İşler normale döndüğünde ise emperyalizm karşıtlarının radikallikleri yeniden keşfedilir ve şeytanlaştırılırlar. Çünkü ulus gibi emperyalizm ve emperyalizm karşıtlığı da sonuç itibarıyla büyük insanlığa karşı, birbirlerinin tamamlayıcı parçaları olan burjuva icatlarıdır. Tanımı, içeriği ihtiyaca göre değiştirilen ulus, devletlerin ve şirketlerin emirlerine amade nüfustan başkası değildir, asıl sorun nüfuz alanlarının korunmasıdır.
Güçlü devletlerin ve onların güçlü şirketlerinin, çoğu kez kurallarını kendilerinin belirledikleri iktidar oyunları çerçevesinde zayıf devletlerin nüfuslarını da sömürdükleri vakıa. İlk bakışta emperyalizm karşıtlığıyla uluslararası sömürüye karşı çıkılıyordur. Her ulusun uluslar topluluğunun sömürüye uğramayan bir mensubu olması talep ediliyor gibidir. Ama emperyalizmin ulus olgusunda zaten içerildiği görülmez. Ulus, kendi çıkarlarını ülke nüfusunun ortak geleceği olarak sunmaya çalışan devletin ve kapitalistin emir eridir, çoğu zaman iddia edildiği gibi tersi geçerli değildir. Dolayısıyla kendiliğinden emperyal olan ulusun emperyalizm karşıtı olması beklenemez. Bu yüzden emperyalizm karşıtlığı en iyi ihtimalle vicdanlı bir spekülasyona karşılık gelir. Asıl işlevini ise devletler sisteminin krize girdiği zamanlarda devletler ve şirketler arası rekabetin payandası olmakta kavrar. Ne kadar korkunç gözüküyor olursa olsun, ulusun yıkıcı niteliği görülmeli ve terk edilmeli. Büyük insanlığın devletlere ve onların tamamlayıcısı aktörler olan şirketlere esir edilmesi için icat edilen ulus, inanışların, dillerin, soyların bir arada yaşamasının yegâne çerçevesi değildir. Aksi halde her kriz zamanı ulusun sahip olduğu yıkıcı potansiyel kıyım, katliam ve soykırımlar olarak yeniden yeniden hortlatılacaktır. Bir kere ulusun dışına çıkıldığında, sömürü karşıtlığının bir biçimi olarak emperyalizm karşıtlığı anlamını yitirecektir, örneğin iktisadi sömürü için kapitalizm karşıtlığı kâfi gelecektir. Bununla birlikte daha kapsayıcı bir sömürü karşıtı çerçeve imtiyaz karşıtlığında ifade bulabilir: Aynı şartlar altında hiçbir insanın bir diğerine, hiçbir dilin bir diğerine, hiçbir inancın bir diğerine, hiçbir soyun bir diğerine vb. ayrıcalıklı kılınmamasını talep etmek sömürüye karşı çıkarken sömürücülere hizmet etmenin önüne geçebilir.
1979'da İmranlı'da doğdu. ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümünden mezun oldu. Siyasal-iktisadi bir kategori olarak parayı tanımlama sorununu konu alan doktora çalışmasını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde sürdürmektedir.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Yeni bir toplumsal sözleşmenin imkânları
Türkiye’nin temel açmazlarını dünya kapitalist sistemi ve Akdeniz havzasındaki yerini esas alarak kavramak ve söz konusu açmazlara çözüm önerilerini bu doğrultuda biçimlendirmek, kökendeki yapısal faktörleri ıskalamamanın koşullarıdır.
Eşitsizlik nasıl sürdürülebilir?
Kime sorulsa, açıkça karşı olduğunu söyleyeceği eşitsizliğin, aslında dört elle sarıldığımız imtiyazlarla sürdürüldüğünü bilmeliyiz. Diğer yandan çoğumuz için kabul edilebilir sınırların içindeki eşitliğin de totaliter, dışlayıcı aynılığa denk geldiğini, dolayısıyla düşünüldüğü kadar kıymetli olmadığını da bilmeliyiz.
İktisat disiplini, piyasa ve burjuva siyasallığı
Rekabetin öngörülemez kıldığını, modelleyerek burjuvalar ve onların siyasal temsilcileri hükümetler için öngörülebilir kılar iktisat. Öte yandan piyasanın asıl olarak burjuvaziye ait olduğunu da görmezden gelip gizlemek zorundadır. İktisat bu nedenlerle burjuva bilimidir ve asıl katkısı toplumun tamamının katıldığı iktisadi faaliyeti, ortağı olduğu piyasanın siyasal işlevini gizlemesidir.
Bilimcilerin mesnetsiz imtiyazları
Daha çok bilen, bilgisi toplum için daha hayati olan, daha becerikli olanın neden daha az bilenden, daha az becerikliden iyi şartlarda yaşamaya hakkı olsun? Peki, bilim gibi hakikat aşkından başka hiçbir dayanağı olmayan bir uğraş nasıl olur da bunca mesnetsiz imtiyaza zemin teşkil eder?
Bürokrasiden nasıl kurtuluruz?
Yapılmak istenmeyen işin bahanesidir bürokrasi. Herhangi bir süreci sündürmenin en kestirme yoludur. Örneğin devlette yapılmak istenmeyen işler için derhal komisyonlar kurulur.
Tanrı ne anlama gelir?
Tanrı ister ilk neden, her şeyin yaratıcısı, ister her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, ister her şeyi kuşatan, her şeyin kaderini tayin eden olsun, her durumda mutlak aşkındır. O halde sorulan mutlak aşkının ne anlama geldiğidir.
Kapitalizmin asli siyasal aparatlarından biri olarak yoksul
Yoksulu ve onun dengi varsılı her toplumsal formasyonda hayat bulacak kadar sürekli kılan nedir, yoksul neden ortadan kalkmamış, yoksulluk neden son bulmamıştır? Bunun gibi varsıllık, zenginlik neden sonlanmamaktadır?
Orta sınıflar ve toplumsal değişme
Kapitalistler orta sınıfların üzerinde durduğu sağlam zemini, yani gelecek kaygısını çok iyi kavradıklarından, hatta bizzat toplumsal tertibatı bu kaygıyı sürekli kılmak üzere şekillendirdiklerinden muazzam bir güce sahipler ve bundan yarım asır sonrasını güven içinde tahayyül edebiliyorlar.
Kapitalizm ve hekimlik
İnsan bedenini ömürlendirmek amacı esas alınarak tarif edilebilecek hekimlik mesleği, varlık, doğa ve toplum hakkında hüküm sahibi olacak kadar olup biten her şeyin farkında olmayı gerektirir. Bu bakımdan hekim uzmanlaşamaz, uzmanlaşmayı esas alan bir tıp eğitimi hekim yetiştiremez; bayağı pragmatizm icrası anlamında zanaatçı olur. Hâlbuki ‘neden’ sorusunu sormayı düstur edinmiş her meslek erbabı, bilgelikten pay alır.
Şebekeler ve taassuplar
İnsanın bir arada yaşama ihtiyacının doğurduğu şebekeler, varlıklarını insan zaaflarını istismar ederek sürdürürler. Zenginlik, refah, güvenlik ve şöhret sahibi olmak isteyen herkesin cemaat, tarikat, kardeşlik örgütü, açık çıkar şebekeleri, lobiler, siyasal örgütlere yakın olmak, bu şebekelerin birer mensubu olmak gibi refleksleri kendi zaafları tarafından tetiklenmektedir.
Kapitalizme karşı yeni eğitim modelleri
Sermaye birikiminin içinde bulunduğumuz aşamasında eğitime yapılacak radikal müdahalelerin yapısal dönüşümlere yol açması kuvvetle muhtemel. Yapının imtiyazlıları olan kapitalistler dışındaki kesimler, demokratikleşmesi kaçınılmaz olan bilginin bireye mal edilmesi için bütün eğitim rejiminde gerçekleştirilecek dönüşümleri talep edebilirler. Bunun için mevcut eğitim rejiminin sorunlarının nasıl çözüleceği sorusundan ziyade, muhayyel gelecekteki toplumun eğitim rejiminin nasıl olacağı sorusuna odaklanmak daha makul.
Türkiye üniversitelerinden dersler
Son siyasal gelişmeler, üniversite hocasını hem tabi olunan personel rejimi bakımından hem de siyasal bakımdan son derece güvencesiz kılmıştır. Hem idari üstlerinin hem de muhbir meslektaş ve öğrencinin baskısıyla karşı karşıya olan akademisyenin temel refleksi geçimini sağlayan işini elinden kaçırmamak olmuştur.
Üniversitenin hal-i pür melali
Üniversite, ikiyüzlüce tesis edilen idealini destekleyen bir sosyolojik temel olmasa kullanışlı bir yalan olmayı bu kadar uzun zaman sürdüremezdi. Geç kapitalizm söz konusu sosyolojik temeli, şirketleşme ve güvencesizleştirme ile büyük oranda aşındırdığı için üniversite yalanı sürdürülemez hale geldi. Peki, günümüzde ne iş yapar üniversiteler, ne işe yararlar?
Büyük biraderin büyük çaresizliği
Bunca gizliliğin, mahremiyetin nedeninin kulluğu sürekli kılan ahlak rejimlerinin işi olduğu ortada; üstelik bu ahlak sadece geleceği üzerinde son derece sınırlı söz hakkı olan ortalama insan için geçerli, hiyerarşinin tepesindekiler için değil. Hakikatsizliği, yani gizlemeyi, gizlenmeyi, mahremiyeti, dolayısıyla kulluğu geriletmeyi esas alan bir ahlak rejimi Büyük Birader’i, büyük insanlık üzerine yaptığı insafsız seferinde mağlubiyete mahkûm edecektir.
Tamamlanmakta olan devrim ve devrimciler
Kapitalizm, devrime gebe doğmuştur. Hatta kapitalizm, köklü değişim arzusunu kurumlaştırmış, bu arzu devrim kelimesi ile kavranır olmuştur. Kapitalizm öncesine kadar isyan, kıyam olarak kavranan ve mevcut durumdan rahatsızlık üzerinde temellenip etraflı bir gelecek kurgusuna nadiren sahip olan olaylar kapitalizmle birlikte devrim olarak kavranmaya başlamıştır.
Çağdaş kapitalizmin ideal tipi: Pop star
Bugün neyi arzularsanız arzulayın nihai olarak salt sıra dışı gözükmeyi radikal bir biçimde belli belirsiz hedefleyen pop star olmayı arzulamıyorsanız görmezden gelinirsiniz. İster ses sanatçısı, ister politikacı, ister gazeteci, ister yazar, ister bilimci, ister din adamı olun, görünür olmak için pop star olmayı yahut sıra dışı gözükmeyi arzulamalısınız.
Kapitalizm ve geleceğimiz
Kapitalist, insana tüketmese birkaç gün içinde ölmesine sebep olacak temel gıdaları satar. Kölesine su vermeyen bir efendidir kapitalist. Bütün bunları, kendi zaman anlayışına göre yarattığı köleler dünyasının ‘fertlerini’ en temel içgüdülerini istismar edip birer yarış hayvanına dönüştürerek yapar.
Bu ülke kimin?
'Bu ülke’, efendilerin saltanatı, mülkü için varlıklarını inkâra zorlanan, dünya tesis etme kapasiteleri akim kılınan ‘vatana’ esir edilmiş kölelerin değil, efendilerindir, ama er geç herkesin (bütün dillerin, dinlerin, ırkların, cinslerin…) olacaktır. Çünkü insanın asıl vatanı dünyadır.
'Milli' değil kamusal eğitim
Sormak lazım, milli tarih öğretenler, neden milli fizik de öğretmiyorlar? Ya da bütün bu millilik arzusu neden üniversite eğitimine taşınmıyor? Çünkü insan, insan olsun diye değil de uyruk (yurttaş, soydaş, ümmet, ırkdaş) olsun diye eğitim namına kültürel varlığı inkâr edilmek, kendine yetemez, biçare kılınmak zorundadır.
'Büyük adam' büyük insanlığa karşı
Büyük adamlık tekleştirici, istisnai kılıcı yetenekler ve tercihlerle mümkün. Ancak yine de kimin büyük adam olduğuna, bu şartları yerine getirenler arasından bu payeyi kimlerin alacağına büyük adamlık ölçütünü belirleyen, ortak bir gelecek tasavvurunda görünür olan iktidar şebekesi karar verir.
Medeniyet dediğin tek dişli canavar
Türkiye toplumu ve diğer toplumlar için mesele medeniyetten esareti, kulluğu ayıklamaktır. Ne İslamcılar ne de Kemalistler’in medeniyetten anladıkları bu. Onlar muasır medeniyeti hedefliyorlar. Oysa kulluğu, dolayısıyla medenilik-gayri medenilik ayıbını ortadan kaldırma perspektifine sahip olmayan bir medeniyet projesi yalana, ikiyüzlülüğe hizmet eder.
Modern köleliğin çoban köpekleri: Bankalar
Para üzerindeki tekelin icracıları, Atinalı Platon tarafından ideal devletinde çoban köpeklerine benzetilen bekçiler misali başını bankaların çektiği finansal kuruluşlardır. Bankalar güya tasarruf sahipleri ile yatırımcıları bir araya getiren aracı kurumlardır. Asıl amacın hiç de bu olmadığı yatırımların çoğu zaman milli hâsılaların görece küçük bir kısmını oluşturmalarından kolaylıkla anlaşılabilir
Demokrasi gerekli ve olanaklı mıdır?
Demokrasinin, her sıfatı yüklenebilen bir idea olarak belirişi hangi çok temel insan ihtiyacına binaen olmalı? Yoksa aslında yüklendiği sıfatlar tarafından iğfal edilmesi için “korunup kollanan” bir ideal mi, bu bakımdan gerçekleşmeyeceği bilinse de diri tutulan ortak bir düş mü demokrasi?
Modern zamanın asli siyasal aktörleri: Şirketler
Kapitalizm, terk edilmelidir. Gerçekte gayri adil bir israf düzeni olduğu ya da rakiplerine (esasen nasyonal sosyalizm ve sosyalizm) nazaran iddia edildiği kadar üretken olmadığı için değil, düpedüz ahlaksızlık olduğu için. Nitekim israf da verimsizlik de ahlaksızlıktan kaynaklanır.
Kapitalizm neden 'şeffaflık' der?
Her şey kapalı kapılar ardında oluyor, orada olup bitenin yeter derecede dışarı yansıtılmasına şeffaflık deniyor. Açıklık ise kapalı kapıların hükümsüz kılınmasıdır. Şeffaflığıyla övünülen bir dünyada her şey gizli saklı: genel kurullar, yönetim kurulları, merkez komite toplantıları, vb. Her şey gizli saklı olmasaydı, milyonlarca insanın yaşamlarından edildiği savaşları başlatmaya kimse cesaret edemezdi. Hele de eşitlik ve özgürlük amaçlayanların kitlelerden saklayacak neleri olabilir, eğer dertleri bu ideallerin gerisine saklanıp gemilerini yürütmek değilse?
Sağ ve haysiyet
İnsanın özgür iradesini kendi rızasıyla teslim alan kapitalist sistem çöküşün eşiğine gelmiş durumda. Siyasal alanın anlamının yeniden değişeceği bir ortamda sağ ve sol ayrımının da yeniden yorumlanması gerekecek.
Zürefanın düşkünü
Zarifin hoşa giden, beğenilen biçim, görünüş, dış yüzden başka bir şeyi yoktur; içi dışı birdir. Bir başka deyişle yalan nedir bilmez, olduğu gibidir. Çünkü tıpkı küçük serseri Şarlo gibi umursamaz dar ceketini, bol pantolonunu, ayaklarına büyük gelen ayakkabılarını. Bununla birlikte mendili, şapkası, bastonu olmak zorundadır.
Asalet peşinde
Kategorik kötülüğümüzün nedeni olan sığlığı çepere sürmenin yoludur asaletle hareket edilmesi, daha doğrusu asaletin kuruculuğunun farkında olunması. Asalet, birincilliğe işaret eder; köklü olma, esaslı olma, özü, temeli teşkil etme. Birincillik ise şu ya da bu biçimde vazgeçilmezliği imler. Bizzat asaletinize kani topluluk için vazgeçilmez olduğunuzdan asilsinizdir.
Derinleşen sığlık
Tam da böyle bir şey sığlık: Doğruluğu ayan beyan ortada olan yolu, “işi kolay kılmak” namına terk edip birlikte yaşam için gerekli olan lafzi doğruyu kolaycılığın elverdiği ölçüde herkesi az çok ortak ederek yeniden kurmak. Sığlıktan azade toplum yok yani; kolaycılıkları ölçüsünde daha çok ya da daha az sığlar.