YAZARLAR

'Her şeye rağmen' evlilik

Hiçbir suç “evlilikle” affedilemez, üzeri kapatılamaz. Bir kereliğe mahsus olduğu söyleniyor. Olamaz. Bu “Bir kereden bir şey olmaz” söylemini anımsatıyor zamanında aile bakanının. Siz bir kereliğine de olsa suçu meşrulaştırdığınızda –ki bu çocuğa karşı işlenmiş bir suçtur- insan hakları sisteminde bir gedik açmış olursunuz ve sistem temelinden sarsılır.

Bu ara yine kadınların haklarına yönelik üst üste ağır girişimler var:

Bunlardan ilki “evlilik affı” olarak bilinen yasa önerisi. TBMM tatil olmadan önce Meclis’ten geçirilmesi planlanıyordu ama henüz geçmedi. Hepimizin bildiği, 2016 yılında tepkilerimizle geri çektirdiğimiz şu meşhur öneri: Çocuğun istismarcısıyla evlenmesi halinde failin hapis cezasından kurtulmasını, cezanın ertelenmesini ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını öngören yasa.

Öncelikle belirtelim, yasanın erken yaşta evlilik yaptığı için ceza alan kişilerin mağduriyetini önlemek için çıkarıldığı söyleniyor. Fakat bu söylem aslında bir gerçeğin üzerinin kapatılması; o da şu ki çocuk yaşta –yani 18 yaş altında- biriyle evlilik yapmak demek o çocuğu istismar etmek demektir. Hadi kanuna göre 17 yaşında çocuklar anne-babasının izni dahilinde evlenebiliyor. Hadi 16 yaşındaki çocuklar da mahkeme kararıyla evlenebiliyor. 15 yaşındakilerin evliliği nedir? Açıkça söyleyelim; istismardır. Çocuk istismarıdır. Erken yaşta bir çocukla evlilik yapan kişi de istismarcıdır, suçludur.

Dolayısıyla hiçbir suç “evlilikle” affedilemez, üzeri kapatılamaz. Bir kereliğe mahsus olduğu söyleniyor. Olamaz. Bu “Bir kereden bir şey olmaz” söylemini anımsatıyor zamanında aile bakanının. Siz bir kereliğine de olsa suçu meşrulaştırdığınızda –ki bu çocuğa karşı işlenmiş bir suçtur- insan hakları sisteminde bir gedik açmış olursunuz ve sistem temelinden sarsılır. Kaldı ki bunun ikincisinin olmayacağının garantisini kimse veremez.

Suçlular ya da bu suçu işlemeyi düşünenler de aynen bu şekilde düşünürler; ‘aman canım bir kez yaptılar, ikinciyi de yaparlar’. Bu da “cezasızlık” algısının yayılması demektir. Yani suçun cezasız kalması ve bu sebeple insanların suça teşviki anlamına gelir ki şiddetin artmasının altında yatan sebeplerin en önemlilerinden birini teşkil eder.

Bununla birlikte, söz konusu düzenlemenin BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve İstanbul Sözleşmesi dahil tüm uluslararası sözleşmelere ve yasalarımıza aykırı olduğunu söylemeye sanırım lüzum yoktur. Zira, asgari evlilik yaşına uyulması zorunluluğu dünyadaki var olan tüm hukukların neredeyse tamamen birleştiği bir noktadır.

Asgari evlilik yaşına uyulması zorunluluğu, çocukların hür iradesinin, velisi de olsa, bir başkasına devredilemeyeceği sebebiyledir. Söz konusu tasarıda cebir, şiddet, tecavüz yoluyla veya zorla yaptırılan evliliklerin bu düzenlemenin dışında tutulacağı belirtiliyor. Lakin kimin cebirle, korkutmayla yahut tecavüzle evlenip evlenmediğini bilmek neredeyse imkansız. Bu ülkede küçücük çocuklar ailelerinin uygun gördüğü kimseyle evlenmeyi reddettiği için öldürülüyorlar. Bu ölümlere kolayca intihar süsü veriliyor. Türlü tehditlere maruz kalıyorlar. Nasıl çıkıp söylesin? Zaten o yapıda bir yerde yetişse bu şekilde evlendirilmezdi. Uygulama alanı ve imkanı olmayan bir istisnadan ibaret bu detay.

Tam olarak bu cebir, korkutma, şiddet riskini içerisinde fazlaca barındırıyor olması sebebiyle, bu öneri TCK madde 80’de hüküm altına alınan insan ticareti suçuna da zemin hazırlıyor. Şöyle düşünün; esasında çocuk ticarete konu olmuş durumda, suçun üzerini evlilik kılıfı ile kapatmak mümkün hale geliyor. Çocukları köleleştiriyor. Çocukları istemedikleri ya da henüz kendi iradeleriyle üzerinde bir karara varamadıkları bir evliliğe mahkum ederek kendi geleceklerini planlama ve hatta eğitim haklarını ellerinden almış oluyorsunuz.

Hiçbir suç evlilikle meşrulaştırılamaz. Suç işlenmişse, cezası çekilmelidir. Bunun hiçbir istisnası, affı olamaz. Bir kereye mahsus meşrulaştırılamaz. Kaldı ki, bir kereye mahsus öneri yasalaşsa dahi bunun uzun vadede hiçbir getirisi yoktur. Esas olan, suçun kökünü kazımaktır. İnsan hakları bilincini zihinlere yerleştirmektir.

Öneri yasalaştığı takdirde 10 bin hükümlünün tahliyesi öngörülüyor. Bizler, bu önerinin yerel seçimler öncesinde iktidarın oy toplama aracı olduğunun farkındayız. Hele hele çocukların söz konusu olduğu bu durumun bir oy aracı haline çevrilmesi karşısında sessiz kalmamız mümkün değil. Ayrıca, biliyoruz ki hapishaneler dolmuş taşmış durumda. Gerek geçtiğimiz zamanlarda gündeme getirilen af teklifi ile gerek bu evlilik affı önerisiyle hapishanelerde yer açmaya çalışıldığının da farkındayız. İktidarın suçu artıran kendi söylem ve davranışlarını düzeltmesi yerine çocukları ve adalet sistemini kullanarak cezaevlerini rahatlatma çabası katiyen kabul edilemez. Cezaevlerinin dolup taşması ne bizlerin ne de çocukların sorunu değildir.

Yine iktidarın bu tarz toplumdan tepki geleceğini bildiği tepeden inme her tasarı için uyguladığı gibi, bu yasa da uzmanlarla, akademisyenlerle, STK’larla oturulup tartışıldı mı? Üzerine fikir teatisi yapıldı mı? Yapılmadı. Tıpkı Müftülük Yasası’nda dedikleri gibi, ‘Siz isteseniz de istemeseniz de biz bu yasayı geçireceğiz’. 2016’da toplumun tepkisiyle geri çektirilen bu yasanın tekrar önümüze getirilmesinin başka açıklaması olamaz zaten.

Ayrıca, önerinin Roman vatandaşların yaşadığı mağduriyet üzerine getirildiği söyleniyor. Bu ne kadar doğru? Roman vatandaşlar böyle bir mağduriyet yaşıyor olabilirler fakat toplumun küçük bir kesiminin yaşadığı mağduriyetin genele uygulanması doğru değildir. O kesim için farklı çözüm arayışına girmek iyileşme anlamında daha kalıcı bir etki yaratacaktır.

Bu önerinin de diğer saldırılarla (nafaka, 6284 vb.) ortak bir amaca hizmet ettiği açık: “Her şeye rağmen evlilik”. Şiddete, istismara ve de cinayete rağmen evlilik. Aile kurumunun aşırı kutsanması ve muhafazakarlaştırılması. Hatta tek tipleştirilmesi. Her şeyde olduğu gibi.

Biz elbette bu öneriyi geçirmemek için elimizden geleni yapacağız, sonuna kadar direneceğiz.

* * *

Kadın düşmanı ataklardan bir diğeri de; Akademide Kadın Çalışmaları ve Sorunları Komisyonu’nca 2015 yılında hazırlanan ve YÖK tarafından, “Tutum Belgesi” adıyla üniversitelere gönderilen Yükseköğretim Kurumları Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’nin sonlandırılması oldu. Projeye “Murat edilenin dışında” anlamlar yüklendiğini savunan YÖK Başkanı Yekta Saraç, söz konusu projenin kaldırılma gerekçesini halkımıza “Projenin, toplumsal değerlerimiz ve kabullerimizle mütenasip olmadığı ve toplumca kabul görmediği hususunun göz önünde bulundurulması gereği ortaya çıkmıştır. Bu istikamette tutum belgesinde de gerekli değişikliklerin yapılmasına yönelik olmak üzere bir müddetten beri YÖK bünyesinde çalışma yürütülmekte idi. Bugün itibarıyla Tutum Belgesi’nde, ‘Toplumsal cinsiyet eşitliği’ kavramı çıkarılarak güncelleme yapılmasına ilişkin çalışmalar son aşamasına gelmiş olup yakında üniversitelerimize duyurulacaktır.” olarak bildirdi.

Yeni Akit denilen “şey” ise bu haberi “O sapkın projeyi Bakanlık iptal etti” olarak duyurdu. Projenin çok doğru bir adım olduğu Akit’in attığı bu başlıkla bir nevi tescillendi.

“Toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramı içerisinde her türlü cinsiyetin yahut cinsiyeti reddedenlerin eşitliğini konu alan bir kavram. Doğal olarak LGBTİQ’yu da konu alıyor. İktidar ve iktidar gibi düşünenler ise LGBTİQ’nun varlığını reddeden bir tavır içerisinde. Bu çatıya ilişkin her şeyi sapkınlık” olarak görecek kadar ötekileştirici bir tavır içerisinde. Neyi murat etmişlerdi bilemiyoruz fakat kadınları da öteki gördükleri için proje dahilindeki her çalışmayı kendilerine aykırı gördükleri ve şeytanlaştırdıkları kuşkusuz.

Toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi iktidarın tasarrufuna kalmayacak kadar köklü ve örgütlü bir mücadele. Onların engellemesiyle son bulacak değil yani. Bu hamleyle olumsuzluk hanelerine bir çizik daha atmış oldular ve bizler de ayrıştırıcı niyetlerini bir kez daha anlamış olduk yalnızca.

* * *

Kadınların toplumdaki ikincil konumlarını pekiştirecek üçüncü hamle ise İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Kadının İlerlemesi Teşkilat Tüzüğü’nün Meclis onayına sunulması oldu. Öncelikle belirtelim biz bu örgüte üye değiliz. Olmamalıyız da; çünkü söz konusu örgüt –yeni adıyla İslam İşbirliği Teşkilatı- İslam ülkelerinin üye olabildiği bir örgüt. Türkiye ise bir İslam devleti değildir. Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.

Doğal olarak, bu örgütün tüzüğü de bize uygun değil. Tüzükte “Müslüman aleminde, hızla değişen ve modernleşen bir dünyada kadınların, erkeklerin saygı duyulan eşleri olarak yetiştirilmesi, eğitim, öğretim ve durumlarının iyileştirilmesinin rolünün önemi teyit ederek…” gibi ayrımcı ifadeler bulunuyor.

Tüzükte geçen “kadınların, erkeklerin saygı duyulan eşleri olarak yetiştirilmesi” ibaresi kabul edilebilir bir durum değildir. Kadın kadındır. Erkeklerin saygı duyulan eşleri olarak tanımlanamaz. Kural olarak tüzükler kanuna, kanunlar da anayasaya aykırı olamaz. Bu hüküm kadın-erkek eşitliğine, dolayısıyla Anayasa’ya aykırı. Böylesi çağ dışı bir şeyin altına imza atmamız kabul edilemez.

Tüzük şu an Kadın- Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nda. Umuyoruz ki komisyon bu tüzüğü geri çevirecektir.

Ve ayrıca umuyoruz ki iktidar kadınların kazanılmış haklarına yönelik ataklarına da bir an evvel son verecektir.


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.