YAZARLAR

Ya tek seçeneğiniz hiç bilmediğiniz bir ülkeye sığınmaksa?

Çocukluğunuzun geçtiği sokak tanınmaz halde. İşyeriniz çoktan yıkılmış. Geride kalanlar, hayatta kalabilmek için hâlâ büyük bir çaba içindeler. Artık geriye dönmek çok zor. Çocuklarınız oraları hiç hatırlamıyorlar. Geri dönseniz, nerede, nasıl yaşayacaksınız?

Geçtiğimiz yıl, çeşitli sebeplerle Türkiye’yi terk edip yurt dışına yerleşenlerin sayısının 250 bini aştığı ortaya çıktı. Üstelik New York Times’ın haberini yalanlayan Cumhurbaşkanlığı’nın atıf verdiği TÜİK raporu da bu sayıyı doğrular nitelikteydi. Bianet’in bu konudaki haberine buradan bakabilirsiniz. Türkiye’den göçün sebepleri üzerine uzun uzadıya tartışmaya gerek yok. Görünen köy kılavuz istemiyor. Yine de Gazete Duvar’da yayınlanan şu yazı daha fazlası için bir fikir verebilir. TÜİK raporu göç edenler arasında özellikle 25-29 yaş arasındaki genç nüfusun ağırlıklı olduğunu gösteriyor. Gençlerin, özgürlüklerin giderek daha fazla kısıtlandığı bir ülkede, otoriterleşen rejimin baskıcı politikaları altında kendilerine bir gelecek görememeleri son derece anlaşılır. Üstelik bu baskıcı politikalara derin bir ekonomik krizin ve genç nüfusta yüzde 22’yi aşan işsizlik oranlarının eşlik ettiği düşünülürse, haksız da sayılmazlar. Aslında, Türkiye’den gitmek isteyenlerin sadece gençlerle sınırlı olduğunu düşünmek de doğru değil. Bir yandan, KHK ile ihraç edildiği için pasaportlarına el konulan ve seyahat özgürlükleri, haklarında herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın engellenen binlerce kişi var. Diğer yandan, kendine Türkiye’de bir gelecek görmeyenler sadece bunlarla da sınırlı değil. Yine de gitmek ya da kalmak arasında bir tercih yapabiliyorsanız, o kadar da şanssız sayılmazsınız. En azından hâlâ bir seçme şansınız var. Peki ya, tek seçeneğiniz yollara dökülüp hiç bilmediğiniz bir ülkeye sığınmaksa?

Adına iç savaş, çatışma, kargaşa, ne derseniz deyin, bir anda sokağınıza, evinizin bahçesine, çatısına düşen bombalar yüzünden yerinizi yurdunuzu terk etmek zorunda kaldığınızı düşünün. Öyle üç beş aile, bir mahalle, bir köy değil; milyonlarca kişinin birkaç yıl içinde başını sokacak bir evinin, gidecek bir işinin, açacak dükkânının, ekecek toprağının, bahçesinde elma ağacının kalmadığı bir duruma düştüğünü ve sizin de ailenizle birlikte bunların arasında olduğunuzu farz edin. Ülkenizde kalıp tam olarak kim olduğunu bilmediğiniz bir düşmana karşı, birbiriyle çatışma içinde olan ve barbarca suçlar işleyen çetelerden birinin ya da kendi halkına zulmeden bir rejimin yanında savaşa girmek ve belki kendi kardeşinize, çocuğunuza, kuzeninize silah doğrultmak ile en azından sizin ve ailenizin can güvenliğinin sağlanacağı en yakın ülkeye sığınmak arasında bir seçim yapmak zorunda iseniz ne yaparsınız? Her durumda bir kazananının olmayacağı belli olan bu savaşa girmek ve ailenizi mutlak ölümden kurtarmak için gitmeyi mi seçtiniz? Yine de işiniz pek kolay değil. En başta, yaşamınızı kurtarmak için çıktığınız yolculuk zorluklarla ve tehlikelerle dolu. Bir şekilde sınırı geçmeyi başardığınızda karşılaştığınız şartlar da öyle çok iç açıcı değil. Şanslıysanız bir kampa yerleştiriliyor ve orada size sunulan kısıtlı imkânlarla, dışarıdan yalıtılmış bir hayat sürmeye çalışıyorsunuz. Şu ya da bu nedenle kendinize bir kampta yer bulamadıysanız, sokaktasınız. Başınızı sokacak bir ev bulmak, çocuklarınızın karnını doyurmak için bir işte çalışmak zorundasınız. Hiç kimsenin oturmak istemeyeceği derme çatma evlere fahiş kiralar ödemelisiniz. Sizlere, sırf “buralı” olmadığınız için evini değerinin çok çok üzerinde kiralayan ev sahibinin adı bile anılmaz. Kiraların artmasından siz sorumlusunuz. Kendi ülkenizde bir meslek sahibi iseniz de burada mesleğinizin, tecrübenizin, kimliğinizin hiçbir hükmü yok. Her şeye sıfırdan başlamalısınız. Bir iş bulduysanız bile, sigortasız, ağır koşullarda ve çok düşük ücretlerle çalışmalısınız. Yine de artan işsizlikten siz sorumlusunuz. Siz, diline, kültürüne yabancı olduğunuz bu ülkede kendinize bir hayat kurmaya çalışırken çocuklarınız yokluk içinde büyüyor. Şanslı olanlar okula gidebiliyor; çoğu ise tıpkı sizin gibi çalışmak zorunda. Elbette ağır şartlarda ve çok düşük ücretlerle. Kız çocuklarınız ise o kadar bile şanslı değiller. Küçük yaşlarda evlendiriliyorlar. Bundan siz sorumlusunuz. Yaşlı adamlar ikinci, üçüncü eş olarak para ile satın alıyorlar. Karşılığında belki cüzdanınıza üç beş kuruş giriyor ya da bir boğaz eksildi, hayatı kurtuldu, daha iyi bir yaşamı olacak diye düşünüyorsunuz. Her durumda, parayı verenin bir suçu yok. Herkesin gözünün önünde, apaçık kadın ve çocuk ticareti yaşanıyor. Bu istismarın tek suçlusunun, yine sizler olduğu düşünülüyor.

İlk başlarda siz de bugünlerin geçici olduğunu, bir süre sonra evinize, yurdunuza geri dönebileceğinizi düşünüyordunuz. Şimdi ise o günler çok uzak görünüyor. Belki bir yolunu bulup bayramda ülkenize gittiniz, sağ kalan akrabalarınızı, yakınlarınızı aradınız. Sizin oralar artık bıraktığınız gibi bile değil. Kim kimdir, bilemiyorsunuz. Çocukluğunuzun geçtiği sokak tanınmaz halde. İşyeriniz çoktan yıkılmış. Geride kalanlar, hayatta kalabilmek için hâlâ büyük bir çaba içindeler. Artık geriye dönmek çok zor. Çocuklarınız oraları hiç hatırlamıyorlar. Geri dönseniz, nerede, nasıl yaşayacaksınız?

Peki ya kalsanız? Bunca yılın ardından, bunca yokluğa, istismara göğüs gerdikten sonra, dilini bilmediğiniz bu ülkede iyi kötü bir hayat kurmaya çalışmışken, bir geleceğiniz olabilir mi? Ama burada istenmiyorsunuz. Buradaki her huzursuzluğun, düzensizliğin, hatta ekonomik krizin, vergilerdeki artışın sorumlusu bile siz olarak görülüyorsunuz. Üstelik, muhalefet için kullanışlı bir seçim vaadisiniz. Her şeyden sorumlu tutulduğunuz için, sanki sizi artık sizin olmayan “evinize” geri gönderseler her sorun çözülecekmiş gibi propaganda yapıyorlar. Sonra, ufacık bir sürtüşmede, karıştığınız bir sokak kavgasında, sosyal medyanın da katkısıyla hızla yayılan söylentiler, sizi “burada” istemeyen kalabalıkları tutuşturacak kıvılcımlara dönüşüyor. Basının genelde “tehlikeli gerginlik”, “kargaşa”, “mahallede kavga” adıyla verdiği haberlerde suçlu yine sizsiniz. Elbette kimse size mikrofon uzatacak değil. Bir bilgi alınacaksa da, sizi buralarda hiç istemeyen mahalleliden alınıyor. Aslında bir linç girişimine maruz kalıyorsunuz geçen gece, ama basın suçu yine sizde buldu. Polis mahalleliyi buradan gönderileceğiniz sözünü vererek yatıştırıyor. Sabah apar topar otobüslere dolduruluyorsunuz. Meçhule gidiyorsunuz. Çünkü kimse nereye gönderildiğinizi sormuyor. Sizin suçunuz.

Gelelim, Suriyelileri “burada” istemeyen ama şu ya da bu sebeple, bir fırsatını bulursa Türkiye’den gitmeyi hayal eden yüz binlere. Bütün bunlar bir gün sizin başınıza gelir mi? Yok canım. Nereden çıkardınız?


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.