
Ne ‘dikey’ ne ‘yatay’, mesele çukur!

Fotoğraf: Hacı Bişkin
Binali Bey (Yıldırım), “İstanbul’un çözülemeyecek hiçbir sorunu yok” dedi. Ankara adayı Mehmet Bey (Özhaseki) durur mu? “Başkent ak belediyecilikle tanışacak” diye el yükseltti, o da. Bu açıklamaları duyanların “Peki ama bizi kim yönetiyor?” sorusu ise Başkan’ın, “Orman dinlemiyor kesiyor, oraya dikey mimari yapayım arada da malı götüreyim. Doğa umurunda mı” sözlerinin çizdiği sürreal siyasetin boşluğunda yankılandı…
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Abdullah Efendi’nin Rüyaları” hikayesinde olaylar düş ile gerçek arasında bir yerde durur. Sahici mi, hayal mi ikilemindeki bir adamın öyküsüdür anlatılan. Tanpınar, okurun da içinde kaybolduğu Abdullah Efendi’nin bilinç akışını şöyle özetler:
“Talihi küçük bir vodvil muharririydi. Fakat o bu vodvili bir Sofokles veya Shakespeare tiyatrosu imiş gibi ciddi ve mustarip yaşadı. Onun için hayatı dışarıdan gülünç ve iç tarafından büyük ve azametliydi. Hepimizin seyrederken o kadar güldüğümüz ve eğlendiğimiz Sekizinci veya cinsinden bir piyeste ciddiyetle rol almış bir Kral Oidipus veya Antigone, yahut Othello tasavvur edin. İşte zavallı Abdullah’ın hayatı.”
Türkiye de sanki bir seçim sürecinde değil, AKP’nin bilinç akışına kapılmış sürükleniyor. Trajediyi kimin, vodvili kimin oynadığı; kimin kahraman, kimin mağdur olduğu birbirine karışıyor.
Lakin 25 yıldır belediyeleri, 16 yıldır ülkeyi yöneten bir partinin bu denli gerçeklikten kopmasının imkansız olduğunu söylüyor, bir dış ses. Seçmeni sürreal boyuta çekmeye çalışmanın bir manası olduğunu, iktidarın sunacak somut şeyler bulamamasından ziyade, günahlarından arınmak için sandığı bir ‘vaftiz ayinine’ çevirmeye çalıştığını fısıldıyor.
Yoksa iktidar bol keseden para verip yardım dağıtıyor yine, proje açıklıyor, hatta cennet beratına vardırıyor işi. Demek ki, kolay kolay giderilemeyecek bir hasar var ortada. Gerçeklikle düş arasında bir yerlerde kaybedilmek istenen bir hasar…
Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul romanında, “Gerekirse takayla yüzer Londra’yı, takunyayla yürür Berlin’i alırız” diyen Sofular mahallesinin kıraathane ajitatörü palavracı İttihatçı Sakallı Vasfi gibi, AKP’li adayların coşmasının nedeni biraz da bundan.
Öyleyse kendi belediyecilik pratiğinin sonuçlarını kelime oyunlarının ardına gizlenip sinsice reddedecek kadar vahim olan sorun nedir? Belediye hizmetleriyle çözülemeyeceği düşünülen, ancak ‘beka halısının’ altına süpürülerek örtülmeye çalışılan mesele ne?
İroniktir ki, Recep Tayyip Erdoğan’ın şu sıralar pek sevdiği ‘yatay-dikey’ mimari karşılaştırması, aynı zamanda bu soruların da yanıtını barındırıyor…
DİKEY-YATAY TOPLUM MİMARİSİ
Bina mimarisindeki ‘yatay-dikey’ yaklaşımının toplumsal mimaride de bir karşılığı bulunuyor. Üstelik çok daha gerçek ve can yakıcı.
Gelir adaletsizliği ölçülürken de bu iki kalıba başvurulur. Yatay ölçüm; toplumda üretilen her bir kazanç kaleminin zenginle fakir arasındaki dağılımını gösterir. Mesela; gayrimenkul rantı veya maaş gibi. Dikey yaklaşım ise toplam gelirin nasıl bölüşüldüğüne işaret eder. “Gelirin yüzde 50’sine nüfusun yüzde 20’si el koyuyor” denildiğinde kastedilen şey de budur. Teori kabaca böyle.
Gelin somut bir örnekten gidelim şimdi. Bakalım İstanbul’un çözülemeyecek esas sorunu neymiş ve Binali Bey geçmiş 25 yılı niye silmek istiyormuş.
TÜİK verilerinden çıkarılan aşağıdaki grafik İstanbul’un en zengin yüzde 20’si ile diğer dört gelir grubu arasındaki uçurumun kaç katına çıktığını anlatıyor.

.
Mavi renkli 1. grup en yoksul yüzde 20’yi temsil ediyor. Kalanlar da gelire göre diğer gelir gruplarını. En fakirle en zengin arasında şu andaki fark 8.2 kat. Sırasıyla diğerleriyle fark da 5.3, 3.8, 2.7. Burada önemli olan, resmi verilere göre Türkiye genelinde fark 7.7’den 7.5’e düştüğü halde farkın İstanbul’da büyüyor olması. Hatta diğer illerde de küçük azalmalar söz konusu. İstanbul’da 2014’ten beri durmadan açılıyor.
Şu çizgi ise İstanbul’daki yoksulluk oranının değişimini gösteriyor:

.
Son beş yılda yoksul sayısı İstanbul’da yüzde 31 artarken, yoksulluk oranı yüzde 16.2’den yüzde 18.8’e yükseldi. Yine dikkat çeken şey, son bir yılda oranın bir puan artması. Türkiye genelinde tam tersi, küçük de olsa azaldı. Aynı şekilde diğer illerde de öyle. Tabii bu hesaplamanın en fakirler için aylık ortalama 2 bin 500 lira gelir üzerinden yapıldığını hatırlatalım. Bağımsız araştırmalar gerçek yoksulluk sınırının İstanbul için çok daha yüksek olduğunu belirtiyor. Haliyle oran da sayı da resmi verinin üzerinde.
Gelelim asıl meseleye… Bu gelir nasıl bölüşülüyor? Bütün sorun burada. Önce gelir gruplarının kazançlarındaki artışı gösteren grafiği verelim.

.
En zenginleri temsil eden 5’inci grubun gelir artışı diğerlerinin kat kat üzerinde. Kendine en yakın 4’üncü gelir grubunun dahi neredeyse iki katı. Özellikle birkaç yılda makas iyice açıldı. En fakir kesim olan 1’inci grubun gelir artışı 2016’dan sonra adeta çöktü. Diğer grupların da benzer. 2018’deki ekonomik krizin tabloyu daha da dramatik hale getireceğini öngörmek zor değil.
Sıradaki grafik ise AKP iktidarının ısrarla kaçmaya çalıştığı ‘en büyük günahı’nı temsil ediyor işte. Yukarıdakilerin tamamı ‘dikey’ ölçümdü. Bu ise Erdoğan’ın sevdiği ‘yatay’ tarzın toplumsal mimarideki tam karşılığıdır.

.
Grafik 2017’de toplam gayrimenkul rantından, ücret gelirlerinden, emekli ikramiyesi ve maaşından hangi kesimin ne kadar pay aldığını veriyor. En üst gelir grubunun tüm kalemlerde aldığı payın yüksekliği görülüyor zaten. En fakirlerin maaş ve ücretlerden aldığı minik pay bir yana, emekli dahi olamıyorlar.
Ama özellikle gayrimenkul ve menkul kıymetler yani faiz, döviz, hisse senedi vb. gelirindeki devasa fark göze çarpıyor. Gelir adaletsizliğinin en önemli nedenlerinden birini bu rant kaynakları oluşturuyor çünkü. En fakirle en zengin arasındaki ‘adaletin’ kısa bir bilançosunu çıkaralım: Maaşta 13, emeklilik gelirinde 12, menkul kıymette 24, gayrimenkulde ise fark 64 kat.
Yaratılan rantın neredeyse tamamı en zenginlere gidiyor. Diğer gelir düzeylerindeki vatandaşların o çok övünülen kentsel ranttan aldıkları paylar deyim yerindeyse devede kulak! Mirasyedilerin, rantiyelerin, yeni yetme zenginlerin yanında ‘hayattan bir dilim’ sadece…
AKP döneminde ne kadar geriye giderseniz gidin sonuç değişmiyor. Türkiye genelinde en zenginler toplam gelirin yüzde 47’sine el koyarken, İstanbul’da bu oran yüzde 51.7’dir. Bir yıl önceye kıyasla illerdeki adaletsizlikteki değişim yarım puanı zor bulurken, İstanbul’un artışı 2.6 puan oldu. Beş yılda İstanbul’da ortalama gelir de 2 bin dolara yakın eridi.
Buyurun size ‘yatay’ mimari…
***
İster ‘dikey’ ister ‘yatay’ tercih etsinler, iş dönüp dolaşıp birilerini daha zengin, birilerini daha fakir yapan inşaata kilitleniyor sonuçta. Zira, cennet de vaat etse AKP’nin bilinç akışı budur. Kentin rantı daima Cengiz Efendi’ye, çukuru da zavallı Abdullah’a düşer…
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Geçmiş olsun, 3. havalimanı battı!
3. havalimanından şirket kaçışları şüphe uyandırıyor. Kolin’den sonra iki şirketin daha çekileceği iddia ediliyor. Her çıkan da 6 milyar Euro borçtan payına düşeni kalana devrediyor. Peki o borç sonunda kime yıkılacak? Yanıtı 15 Kasım 2017’de THY’nin kurduğu yeni şirkette saklı. Nasıl mı? İşte bir kara deliğin hikayesi…
Bir ihalenin perde arkası: Büyük ‘yandaş’ niye çekildi?
Geçen hafta ekonomi kulislerine sürpriz bir haber düştü. Aydın ve Antalya şehir hastanelerine talip olan ve Saray’a yakınlığı ile bilinen büyük bir şirket, ani bir şekilde ihalelerden çekilme kararı aldı. İki yıldır hazırlanan ve Arap bankalarından da yüklü miktarda kredi bulduğu söylenen şirketin bu kararı, ekonominin gidişatına dair çok şeyler anlatıyor…
Toplumun ortasındaki bomba: ‘Sosyal molozlar’
Ne işte, ne eğitimde ne de yetiştirmede olmayan gençlerin sayısı oldukça fazla. Bu üretim sürecinden kopuk ‘boş gezen kütle’nin AKP iktidarındaki rolü üzerinde durulmayı hak ediyor. Zira, rant çarkına sadece aileleri vasıtasıyla eklemlenebilen bu ‘sosyal moloz’a milliyetçi mukaddesatçı ideolojinin taşıyıcısı rolü biçiliyor. Dolayısıyla mevcut skatükoya bağlılığı sürdüğü müddetçe, geri kalan herkes için saatli bir bomba gibi…
Kolin havalimanından niye çekildi?
Kolin’in 3. havalimanı ortaklığından çekilmesi, önümüzdeki sürece dair ilginç ipuçları veriyor. Zira bu kararı TÜSİAD Başkanı’nın “aynı trende olmamız, aynı yöne gittiğimizi göstermez” sözleriyle birlikte okumak lazım. Her iki olay da 31 Mart sonrası ekonomi politikasında mecbur kalınacak değişikliğe dair ilginç ipuçları veriyor.
Milyarlarca dolar kime, nasıl transfer edildi?
Kamu İhale Yasası ile 12 yılda verilen ihaleler, “Türkiye’nin kaymağını kimler yiyor”un da yanıtını gösteriyor. 10 yılda 200 milyar doların üzerinde bir servet transferi bizzat hukuk yoluyla sadece 10 şirkete aktarıldı. Türkiye’de işsizliğin, fakirliğin, kutuplaşmanın bir müsebbibi aranacaksa eğer, işte o adreslere de bakılmalı.
2019 mesajı: Murat Ülker kime meydan okuyor?
Kime, neye kafa tutuyor? Malına çöken mi var ya da canına kasteden mi? Acaba dolara mı kızıyor, yoksa bankaların kredi faiz oranlarına mı? Bu şiddetin, celallenmenin, heyecanın sebebi nedir? 2017, 2016, 2015... Yılbaşı mesajlarındaki iyi dilekler, ümitvar sözler, çalışanlara birlik, beraberlik öğütleri ne ara meydan okumaya evrildi?
Başkan yetmedi, ‘süper belediye başkanı’ da verelim
Son dönemde geçen bir dizi yasa başkanlık rejiminde bir eksen değişikliğine işaret ediyor. Merkez-yerel arasında bütçe ayrımı kaldırılıyor. Merkezi kaynaklar yerelleşirken, yerel projeler merkezileşiyor. Ve bu durum, kendine uygun bir idari sistemi de beraberinde getiriyor. CEO gibi yönetilecek başkanlık sistemi diye çıkılan yol, devasa bir belediyeye uzanıyor. Tek kafada iki şapka var: Patronlara ve dışarıya karşı ‘Başkan’, halka karşı ‘süper belediye başkanı’...
En kötüsü başladı
TÜİK’in açıkladığı verilere göre, ekonomi yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 1.6 büyüyebildi. Birinci çeyrekte yüzde 7.2, ikincide 5.3 olarak gerçekleşmişti. Dolayısıyla daralma hayli sert gerçekleşti. Asıl tablo ise detaylarda ortaya çıkıyor.
AKP İller Bankası’ndan ne istiyor?
Köylerin, nüfusu az, küçük belediyelerin hizmet güvencesi İller Bankası, şu sıralar Meclis’te bulunan torba yasa ile inşaat batağına sürükleniyor. Yerel seçime giderken fiilen iflas etmiş belediyeleri ve mega projeleri kurtarmak için atılan bu adım, kamu hizmetine gitmesi gereken milyarlarca lirayı yine betona gömecek!
Sopayla enflasyon nasıl düşürülür?
Kasım ayı enflasyonu, güç marifetiyle siyasette istediği sonucu alan iktidarın ekonomide de benzer metotları denediğini gösterdi. Yüzde 1.44’lük düşüşün üzeri kazındığında altından çıkan şey; iktidarın ekonomide zor yoluyla sonuçları değiştirmek uğruna şimdiden altına imza attığı, yakın gelecekte vatandaşın kapısını çalacak olan ağır faturadır…
Soğan deposu basanlar ve 'Ölü Canlar'
Market raflarındaki acı gerçeğin nedeni nedir? Bir zamanlar toprağı kazsan çıkan patates, soğan ne ara güvenlik güçlerinin 'operasyon nesnesi' haline geldi? Bu soruların yanıtı, Türkiye'nin yaşadığı bir 'Ölü Canlar' hikayesidir aslında. Nasıl mı? Trakya'ya bakın. Göz kamaştıran Kırklareli Ovası'nda tarım arazilerinin tek elde toplandığı bir 'derebeylik' yükseliyor. İktidar yeni Trakya haritasını ayçiçeği, buğday, çeltikle değil betonla çiziyor...
Bir 'yandaş' nasıl yaratılır ve beslenir?
İhalelerin veriliş şeklini, fahiş ödemeleri, Hazine garantilerini şimdilik bir kenara bırakın. Yolların, köprülerin, tünellerin ihaleleri alan yandaş şirketlerce yapıldığını mı düşünüyorsunuz? O halde Sayıştay'ın Ulaştırma Bakanlığı'na dair raporunu hâlâ okumamışsızın demektir. Okurken bile insanın yüzünü kızartan bu rapor, yandaş üreten bir 'devridaim makinesi'nin nasıl çalıştığını bütün açıklığı ile ortaya koyuyor.
Vur doktora, ver inşaatçıya!
AKP'nin 16 yılda ustalaştığı maharetlerinden biri, alakasız torba yasalardan istediğine istediği kaynağı aktarmanın yolunu bulmasıdır. İşte şimdi bir yenisi daha gündemde. Bu kez kılıf, doktora şiddeti önlemek. Ama tasarıya bakınca mesele saldırılara gelene kadar iktidar vatandaşa, "sen dur, ben senin yerine de vururum" diyor. Tabii maksadı yine en sona gizlemiş. Şehir hastanelerini yapan inşaatçılar için yeni yeni kıyaklar...
Çarpık havalimanındaki ‘Hophopçu’ cinayeti
3. havalimanı; göller kurutulup ağaçlar sökülerek, kuşların yuvası yıkılıp toprak çürütülerek, onlarca işçinin bedeni parçalanarak kurulan çarpık bir iktidarın suretinden başka bir şey değildir. Yapımında seri cinayetler işlenen bir mekanda, nasıl bir ‘zafer tarihi’ yazılabilir ki?
Ne o, yeni bir Gezi mi var?
Bakmayın siz bankacıların, para gurmelerinin mutluluğuna. Bir ekonomide reel olarak büyüme oranından fazla faiz ödeniyorsa, bunun tek bir anlamı vardır: TL faiziyle emeğiyle geçinenlerden zenginlere; dolar faiziyle de yurt içinden yurt dışına servet transferi yapılıyordur.
Erdoğan'ın en zor seçimi
Erdoğan ilk kez sert bir ekonomik daralmanın yaşandığı süreçte seçime giriyor. Krizin henüz ucunun göründüğü 24 Haziran'da yedi puan oy kaybetmiş bir partinin yerel seçimlerde istediği başarıyı elde edebileceğini söylemek iyimserlik olur. 2023 vizyonunu çoktan 2019'a çeken Erdoğan oy isterken ne vadedecek? Cevabı verdi aslında: "Ben gidersem sizin durumunuz hiç iyi olmayacak!" Bu, AKP'yi oy pusulasında coşkulu bir tercihten ziyade ehven-i şer durumuna çekmektir.
Bu kriz zaten McKinsey'in eseri değil mi?
McKinsey, tasarruf yapın diyecek, istikrar programı hazırlayacak ve hatta denetim yapacak bir anlayışa sahip değildir. Onun mahareti seçimle ekonomik kriz arasında bocalayanlara kısa vadeli çıkış planları hazırlamak, yerli ve yabancı sermaye ile siyasi iktidar arasında bir çıkar uzlaşması yaratmaktır. Nereden mi biliyoruz? 2003'te hazırladığı ekonomik plana bir bakın, AKP'nin kısa vadeli parlak yıllarının ve bizi bu krize sürükleyen nedenlerini göreceksiniz!
Patron çıldırdı!
Krize karşı halkı tatmin edecek çözüm reçetesi elinde olmayanların psikolojiye sarılmaları boşuna değil. Zira psikolojiyi insanı anlayan, tedavi eden, iyileştirici bir bilim değil; bir algı yönetimi, manipülasyon tekniği, ürkütücü bir etiketleme ve hatta hokkabazlık marifeti olarak görüyorlar.
Erdoğan’dan halka: ‘Sizi yiyen ben değilim!’
Menderes, Özal, Erdoğan… Üçünün de ortak paydasında sağ siyaset, muhafazakar kimlik ve söylemin yanında tuhaf bir benzerlik daha var. O da, serbest piyasaya bağlılıklarını üzerine basa basa ifade etmek zorunda kaldıkları iki farklı dönemin olması. İlki iktidara gelirken, ikincisi kriz iktidarlarını sarsarken. Ve şimdi Erdoğan ikinci dönemi açmış bulunuyor…
BİM’in rafındaki acı gerçekler...
Simgeler, imgeler, semboller derken Kemal Tahir’in “Büyük Mal” romanındaki fazla düşününce bedenine ağrılar saplanıp yorgun düşen Sülük Ağa’ya çevrilen vatandaş, bir sabah BİM’in raflarında acı gerçeklerle yüzleşiyor. İtibarsız havuz medyası “çok büyüdük” desin, en çarpıcı manşeti BİM attı bile: Kebir tereyağı 18.5 TL!
Krizin ‘iç savaş’ cephesi açılıyor!
Seçim öncesi ‘oyu verin, kuru bana bırakın’ sözü yerini ‘Bu da geçer ya hu’ya bıraktı. Belli ki iktidar, krizin yıkıcı sonuçlarını kabullenmiş durumda. Şimdi sıra hesabı bölüşüm hiyerarşisinde yukarıdan aşağıya doğru kesmeye geldi. Lakin TOBB’un ‘bizim borcumuz 81 milyonun borcudur’ açıklaması, bu hesabın Alman usulü gelmeyeceğini gösterdi. Erdoğan krizi ‘savaş’ olarak tanımlıyorsa eğer, TOBB da bunun ‘iç savaş’ cephesini açtı şimdi. Ücretleri eriyenler, işlerini kaybetme tehlikesiyle yüz yüze artık.
Erdoğan kimin için Allah'ın bir lütfu?
Türkiye bugün 'tek adam siyaseti' ile yönetiliyor olabilir, fakat bunun bir 'tek adam iktidarı' olduğunu söylemek pek gerçekçi değil. 24 Haziran seçimleri ile birleşen ekonomik kriz, demokrasi adına beklenen en küçük adımları bile sermaye sahiplerinin ajandasından tamamen sildi. Karşımızda ekonomik ayrıcalıklarını kaybetmektense siyasi çıkarlarından feragat eden mali sermayenin ve büyük sanayi patronlarının ön saflara dizildiği; tüccar-inşaatçı güruhun çeperinde yer aldığı, eş-dost, yandaş, vurguncu ekibin eteklerine yapıştığı bir iktidar aygıtı yükseliyor.
Erdoğan ne yapmaya çalışıyor?
Dolar, Edirne'den Kars'a tüm ülkeyi sallarken Erdoğan 'ataların Malazgirt'ten önce Bayburt'a geldiğinden', 'dolara karşı Allah'a sığınmaktan' bahsetti. Çoğu kişiye göre gerçeklikten kopuk bu sözler aslında tam da Erdoğan'ın ekonomik krize karşı geliştirdiği stratejiyi gösteriyor.
Devletten ‘altın vuruş’ bekleyenler!
Kendi çıkardıkları krizin faturasının adresini şimdiden açık açık ilan ettiler bile. Kanal İstanbul'un milyarlarca dolarlık kaynağını inşaata gömecek olanlar, hesabı da kabul etsinler veya etmesinler 'millet bahçesi'ne gönderecekler. Elde on binlerce satılmamış konutuyla bekleyen GYODER Başkanı boşuna söylemiyor, "Devletten bir altın vuruş bekliyorum" diye.
Bir WC fotoğrafı ve 1 No'lu KHK'daki büyük tehlike!
10 Temmuz günü yayımlanan ilk başkanlık kararnamesinde yer alan Ekonomik İşler Olağanüstü Hal Koordinasyon Kurulu, Türkiye'nin yeni rejiminin yeni ekonomik aklının nasıl olacağını da gösteriyor. Bu kurul maden kanununun 7. maddesine eklendi. İşte Türkiye'yi bekleyen yeni tehlike de o andan itibaren başladı. Neden mi? 8 gün sonra Resmi Gazete'de yayımlanan bir ihale ilanı, yeni rant düzeninin de ilk adımı oldu çünkü...
Asıl fırtına daha yeni başlıyor!
Finans kulislerinde dolaşan iddiaya göre, pek çoğu büyük 85 şirket iflasın eşiğinde. Buna rağmen 'başkan ve aile kabinesi' tek elde bir yönetim inşa ediyor. Kriz böyle engellenemeyeceğine göre, ülkeyi 'küçük korku dükkanı'na çevirmenin yegane anlamı var: Krizle değil, krizin sonuçlarıyla mücadele etmek! Ama hukuk iktisadı düzenlemedi mi, iktisadın doğal hukuku devreye girer. Ve fırtına daha yeni başlıyor...
AKP'nin Lagoda Akademisi: Okursan aç kalırsın!
AKP'nin bilime, okumaya, okuyana dair tahayyül sınırlarını aşan açıklamaları ve tavırlarını sadece entelektüel birikime yönelik bir saldırı olarak görmek hata olur. Zira, altta tehlikeli bir dip dalgası hızla büyüyor. Son 16 yılda ekonomik popülizmin yol açtığı tahribat, eğitimle refah; dolayısıyla adalet ve demokrasi arayışı arasında oldukça ürkütücü bir denklem kurdu.
AKP'nin omurgası çatladı!
Seçimlerde rakamlar önemlidir. Lakin önemli rakamları sayamayıp, sayabildiğiniz rakamları önemli kılarsanız eğer, işte o vakit yanılgı da büyür. Recep Tayyip Erdoğan önemli rakamı görüyor mesela; seçim gecesi de dahil o günden beri partisinin omurgasındaki 'çatlağı' işaret edip duruyor çünkü. Peki nedir o çatlak?
Daha güzel bir ülke için... Batsın bu zihniyet!
MESAM'da neler oluyor? Orhan Gencebay ne istiyor, anlayan var mı? Açıklamaların satır aralarına sinmiş yönetimin yıllardır 'belli siyasi, etnik ve dini' aidiyete sahip kişilerin elinde olduğuna dair imalar ipucu veriyor aslında. Belli ki, son yıllarda hayli etkili olan 'yerli' ve 'milli' hücum borusuyla, 'ben de isterem' diyenler tarafından 65 milyon doları bulan yeni bir 'havuza' daha sefer düzenlenmek isteniyor.
Bu faturayı onlar ödemez!
Şu anda 20 milyar dolarlık borç yapılandırması masada duruyor. Ve kur artışı bu faturayı her geçen gün daha da kabartıyor. Oysa aynı kur, 'borcumu ödeyemiyorum' diyen şirketlerin sahiplerinin servetine de servet kattı. Bir yandan borcunu bankaların önüne atanlar, diğer yandan da bir başka ballı ihaleye kaşık sallamayı sürdürüyorlar.
İşte Türkiye'yi batıracak tezgâh!
Cumhuriyet yazarı Çiğdem Toker'e niye 3 milyon liralık tazminat davası açtılar biliyor musunuz? Bu ülkenin Düyun-u Umumiye'den beri gördüğü en tehlikeli tezgâha çomak soktu çünkü. O yıllardır anlatıyor ama gelin, '2023 vizyonu' adıyla pazarlanan şu tehlikeli oyunu, somut örneklerle bir kez daha masaya yatıralım. Bakalım o vizyon kimin için, nasıl çizilmiş?
Saraydaki Rasputin!
Erdoğan'ın baş danışmanlarından Yiğit Bulut, bir zamanlar şehvetle savunduğu her düşünceden vazgeçti, tek bir tanesi hariç: 1946'dan beri ülkenin yegane sorununun 'faiz lobisi' olduğunu düşündüğü için, zehirli bir formülü ekonominin 'güç iksiri'ymiş gibi erk sahibi kulaklara fısıldayıp duruyor.
'Uzay-zaman bükülmesi'... Kabinede köstebek mi var?
Geçen pazartesi saat 16:00'da Türkiye bir 'uzay-zaman' bükülmesine tanık oldu. Borsada son yılların en hızlı spekülatif dalgalanması yaşandı. Hükümet S&P'yi suçladı. Oysa ortada tuhaf bir zaman çelişkisi duruyor. İşin şifresi saat 17:30'da açıklanan 'emekliye ikramiye'de saklı...
AKP'nin kelime oyunları neyi gizliyor?
AKP sözcüsü Mahir Ünal, "Kılıçdaroğlu SGK'nın başındayken galoş 25 bin liraydı" dedi ve 'umumi hela hesabı'nın yanına bir de 'galoş hesabı' ekledi. Bir süredir AKP'lilerin fena halde kelime oyunlarına sarması dikkati çekiyor. Gelin "Böyle kelime oyunu yapan..." diyen İngiliz yazar Stern'e kulak verip, şu işin perde arkasını biraz kurcalayalım...
Eski bir fotoğraf ve cayır cayır itiraflar!
Murat Ülker, Hürriyet'teki röportajında "kriz geliyordu, ben de tedbirimi aldım" dedi. Borcunu yapılandırmak için yol yordamı ise Avukat Aydoğan Semizer'den öğrendiğini söyledi. Bu kritik isim kim mi? 'Yeni Türkiye' retoriğinin AKP ve muhiplerinin elinde sadece vatandaşa yönelik 'şehvetli bir manşet' olmak dışında karşılığının olmadığının kanıtı. Nasıl mı?
İnşaatın 'ağaları'... Yapı paydos mu?
Gelin biraz 'inşaat bulmacası' çözelim. Şu anda 4 büyük şirket ciddi darboğazda. Malum, yasalar resmen açıklanmadan isim vermeyi yasaklıyor ama, şu 'ekmek kırıntıları' sizi doğru adreslere götürecektir: İlki, farklı sektörlerde faaliyet yürüten devlerden birisi. Diğerini, Frank Sinatra hayranları hemen bulacaktır zaten. Öbürü, diktiği AVM'lerle övünüyordu; sonuncusu ise Ankaralı olanların gayet iyi bildiği bir mekanla özdeşleşmiş...
Erken seçim: Bu gelen bambaşka bir kriz
Tünelin ucundaki kriz, ne 1994'e ne de 2001'e benziyor. Öyle özelleştirmeyle, kemer sıkmayla, bir kesime fatura çıkarmayla aşılabilecek gibi de durmuyor. Erken seçim tam da bu yüzden gündemde. Duvara toslamadan henüz, siyasi ikbali garantiye alma çabasıdır. Ama bir de Erdoğan kadim piyasa gücü IMF'yi anmaya başladı ki, işte o zaman bambaşka bir tablo çıkabilir karşımıza.
Vazgeç o zaman... Vaz-ge-çe-mez-sin!
Ziraat Bankası'nın 22 farklı ülkeden aldığı 1 milyar 440 milyon dolarlık rekor borç, 'bir yerli bankanın Cumhuriyet tarihi boyunca aldığı en büyük kredi' diye gururla açıklandı. Kulağa tuhaf gelebilir lakin, umumi tuvaletle ekonomik gelişme ölçülüyorsa eğer, rekor borç da pekala övünç madalyası olarak takılabilir. Ne var ki, Con Ahmet'in devir daim makinesi değil ki bu, kamu bankaları sürekli kredi üretebilsin.
'Goriot Baba'lara ne oluyor? Ülker, Doğan, şimdi de Şahenk!
Ferit Şahenk de tıpkı Murat Ülker gibi borçları için bankalarla masaya oturmak istiyor. Çünkü 2017 yılı bilançosuna bakılırsa Doğuş Grubu'nun 5.8 milyar dolar borcu var. Yani Nusret gürbüz etleri tokatlayıp, tuz resitali ile ünlüleri büyülerken paralar kamunun da içinde olduğu banka havuzundan akıyormuş. Peki Garanti'nin satışından gelen 7 milyar dolar nerede?
Gemi su alırken Kronos evlatlarını yiyor
Önce kurun Gezi değil ekonomideki kırılganlıklar nedeniyle arttığını ima eden Babacan, şimdi de 'döviz borcu fazla, tedbir lazım' diyen Şimşek'in ipi çekildi. Erdoğan çok net: Kriz demek yedi günahın en büyüğü! Şimşek ve Babacan'ın tasfiyesi sadece AKP için değil, İslami burjuvazi açısından da çok önemli bir değişimin işaretidir.
Yüzde 7.4: Ağaoğlu büyümesi!
Türkiye yüzde 7.4'lük büyüme oranı ile dünyada İrlanda'dan sonra ikinci oldu. Gerçekten parlak bir rakam. Ancak detaylara bakıldığında bu büyümenin pırıltısının sadece kağıt üzerinde kaldığı görülüyor.
Basının kısa tarihi: Ye kürküm ye!
Doğan Grubu'nun satışı 'basın' sınırları içinde vahim bir tablo. Ama Türkiye'de medyanın yakın tarihinin aynı zamanda kamu kaynaklarını paylaşmanın da tarihi olduğu düşünülürse, hiç de sürpriz değil. Freud'un söylediği gibi: Nevrotik hatırlamaz, tekrarlar. Türk medyasının hali de biraz böyle. Onulmaz bir hastalıkla malül.
Taşra finansı: Oylar AKP'ye, paralar altına
Bankaların topladığı mevduatın dağılımı incelendiğinde, özellikle Anadolu'da bir 'altına hücum' dönemi yaşandığı görülüyor. Altın mevduatındaki iki yıllık artışın, AK Parti'ye yüzde 50'nin üzerinde oy veren illerde rekor düzeyde olması ise dikkat çekici. Peki bu tablo bize ne anlatıyor?
Bankalar 800 milyon lirayı kime, niye dağıttı?
Bankaların yabancılardan aldığı borç 690 milyar liraya çıktı. Vatandaşın bankalardan aldığı borç 490 milyar liraya dayandı. Öyleyse 49 milyar lira kâr nereden deldi? Peki bankalar, 800 milyon lirayı prim olarak kime, niye dağıttı?
5 paralık satış: Kim zengin olacak?
Brecht'in Beş Paralık Roman'ındaki açgözlü tüccar, devlet ihalelerini 'soygun cinayetine' benzetir. 14 şeker fabrikasının ihalesi de yakın zamanda işlenmesi planlanan korkunç bir cinayettir aslında. Muhtemel fail kim mi? Bunun için daha öncekilere bakmak yeterli...
İller domino taşı gibi dizildi: Bir ülke nasıl batar?
Ülke gerçekten 'batar' mı? Sivas, Çorum, Bayburt, Kastamonu batarsa, tabii ki ülke de batar! Şeker fabrikalarının niye alelacele satışa çıkarıldığı belli. Çünkü iller, borç hizasında domino taşı gibi dizildi. Devrilmeleri için şu anda 'hunharca' pompalanan sıcak paranın keyfinin kaçması yeterli!
Savaş Tanrısı: Rheinmetall!
Şu sıralar ünü kulaktan kulağa yayılan Babylon Berlin adlı diziyi izlediniz mi hiç? Oradaki Nysenn şirketi, Almanya ile son günlerde yaşadığımız tuhaf değişimin perde arkasını ele veriyor çünkü. Bir de Yuri Orlov ortaya çıksa keşke. Uğur Mumcu Sokak, numara 4'te oturanlarla ilgili kim bilir ne ilginç hikâyeler anlatırdı...
'Yerli ve milli' diyet listesi: Sadece dört ürün kaldı!
Cumhurbaşkanı son olarak 'yerli' ve 'milli' gıdadan bahsetti. "Gıdası yerli olamayan bağımsız olamaz" dedi. Doğru söylüyor. Biz de buna uyup bir 'yerli' ve 'milli' diyet listesi hazırladık. Ama gelin görün ki; listeye meyvede yer elması, sebzede ebegümeci, ette hamsi, içecekte musluk suyu dışında koyacak pek bir ürün bulamadık...
Külçe külçe altınlar neden gidip geliyor?
Cari açığın dörtte biri altın ithalatından geldi. Hangi ihtiyaç için 16 milyar dolarlık altın satın alındığı hiç açıklanmıyor. Peki bu altının adresi alırken de satarken de niye hep aynı ülke? Üstelik o ülkeyle daha iki ay önce kanlı bıçaklı olunmuşken...
Bir Ülker masalı: Lady Godiva çıplak!
Murat Ülker'in 6 milyar dolarlık borcunu ödemeyip erteleme istemesi pek çok soruyu da beraberinde getirdi. Dünyanın en ünlü markalarını satın alırken aralarında kamu bankalarının da olduğu 10 bankadan borç aldı. Ama bir yandan da İngiltere merkezli Pladis'e iki yılda yüzde 51 hisse transfer etti. Ortada tuhaf bir durum yok mu?
140 milyarlık narko-ekonomi: Türkiye'nin Escobar'ı kim?
Hazırlanan raporlara bakılırsa Türkiye'nin narko-ekonomisi 140 milyar liraya ulaşıyor. Bu GSYİH'nin yüzde 16'sı demek. Bu hacimdeki uyuşturucu trafiğinin bir de Escobar'ı olması lazım değil mi? Oysa insan bir 140 milyara bir de yakalanan torbacılara bakıp Nasrettin Hoca'nın o meşhur sorusunu sormadan edemiyor: Kedi buysa ciğer nerede, yok ciğer buysa kedi nerede?
OHAL'de kimler olağanüstü kâr etti?
2017 bilançoları, "OHAL'i sizin için getirdik. Herhangi bir sıkıntınız var mı?" diye soran Erdoğan'ı haklı çıkardı. Şirketlerin her dakika elde ettikleri kârlar adeta göz kamaştırıyor. Peki ya terazinin diğer kefesinde olanlar? İşte orada bir 'afet' var!
Köprülerde Ali Cengiz oyunu bitmiyor: 0,0003'ün sırrı ne?
Küçük bir hesaplamayla enflasyondaki ali-cengiz oyununun nerelere vardığını görmek mümkün. TÜİK'e göre geçen yıl köprü ücretlerine yüzde 47 zam yapıldı. Üzerine herkesin payına düşen 200 TL de konulunca bunun enflasyon hesabına yansıması gerekmez mi? Ancak TÜİK milyarlık projelerin enflasyona etkisini hesaplarken katsayıyı yüzde 0.0003 alıyor. Yani 'herkesi kıskandıran' yatırımların ağırlığı enflasyona gelince sadece onbinde 3'e iniyor!