YAZARLAR

Ben senin bildiğin erkeklerden değilim!

Zihnimizin en derinlerine kodlanmış ataerkiyi silip atmak o kadar kolay bir iş değil. Nihai amaca erişebilmek ve cinsiyet eşitliğini tam anlamıyla sağlayabilmek adına, insanları sarsan yaratıcı işler yapılması zaruri. Ve tabii ki cesur olmadan yapılamayacak işler bunların hepsi.

Hepimiz artık az çok cinsiyetçiliğin ne demek olduğunu öğrendik. Fakat içselleştirip refleks haline getirmemiz için sanırım daha çok fırın ekmek yememiz gerekiyor. En azından kadın-erkek rollerinin tersine döndüğü bir anda yaşadığımız şaşkınlık bile bunun göstergesi.

Geçenlerde benzin istasyonunda araca benzin koyan arkadaşın kadın olduğunu gördüğümde ilk etapta yaşadığım belli belirsiz şaşkınlık ve hemen ardından gelen mutluluk beni biraz düşündürdü. Böyle bir durumla karşılaşınca normal tepki verene kadar devam edecek eşitlik mücadelesi, daha ne çok yolumuz var, diye düşündüm.

.

Aklıma da bir film geldi; “I Am Not an Easy Man”. Türkçe’ye “Ben Senin Bildiğin Erkeklerden Değilim” diye çevrilmişti. Adından da az çok anlaşılacağı üzere; film kadın-erkek rolleri değiştiğinde olanları konu alıyor. Son derece sıradan bir “erkek” şahıs son derece sıradan bir erkek-egemen dünya gününde yürürken yolda kafasını direğe çarpıp bayılıyor. Uyandığında, kadınların “erkek gibi” erkeklerin de “kadın gibi” olduğunu görüyor. Örneğin kadınlar tüylerini almıyor, sokakta üstsüz spor yapıyor, erkeklere laf atıyor, işyerlerinde genelde onlar egemen ve erkekler genellikle kadın patronları tarafından taciz ediliyor, kadınlar maç izleyip playstation oynarken erkekler evde çocuk bakıp yemek yapıyor, örneğin erkekler çanta taşıyor, hatlarını ortaya çıkan kıyafetler ve topuklu ayakkabı giyiyor, masculinist örgütlere katılıp eylemlere katılıyorlar, kadınlar masculinistlerden pek haz etmiyor falan… Yani şu dünyada gördüğümüz her türlü kadın-erkek rolünün tersine çevrildiğini düşünün ve kafanızda türetin, işte tüm bunları bize izleten daha doğrusu gözümüze sokan bir film.

Filmi bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine izlemiştim. Komedi filmi olarak geçiyor fakat bence tam bir ‘kamu spotu’. Film izleyenleri güldürmekten öte rahatsız ediyor. Hatta erkek bir arkadaşımla birlikte izlemiştik filmi, rahatsız olduğu açıktı; çünkü bir erkek olarak büyük ihtimalle iki duygu hissetti: Suçluluk ve hegemonya kaybıyla ortaya çıkan erkeklik krizi (Ne kadar özgürlükçü-eşitlikçi iseler de yaşıyorlar bunu).

Bu tarz birçok kısa-uzun yapım var. Cinsiyetlere yüklenen bu rolleri, bu yapımlardaki gibi ters yüz edilmiş şekilde izleyince, üzerimize yapıştırılan bu rollerin ne derece saçma ve hatta utanç verici olduğunu daha iyi anlıyoruz. Tokat gibi çarpıyor yüzümüze.

Bu yöntem, reklam kampanyalarında da kullanılıyor. En son Suistudio diye bir kadın giyim markası takım elbiselerini tanıttığı reklamlarında ezberlenmiş rolleri kırdı. Bilirsiniz genelde reklamlarda kadınlar ‘çekici obje’ olarak kullanılır. Ya da örneğin çamaşır makinesi, bulaşık deterjanı gibi reklamlarda hep ‘ev içi rollerin kahramanı’ olarak kadın oynatırlar. Bu marka ise, tam tersini yapmış, cinsiyetçi reklamları bir protesto biçimi olarak çıplak erkek bedeni kullanmış. Mesela, takım elbise giymiş, güçlü ve dominant görünümlü kadınların yanında uzanan ya da arkasından geçen çıplak erkek bedenleri… Oldukça çarpıcı bir etki uyandırıyor bu da. Elbette markanın bu reklamlarına, eleştirdikleri unsurları kullandıkları ve kendileriyle çeliştikleri yönünde ciddi eleştiriler gelmiş; ancak markanın yönetim kurulu başkanı Kristina Barricelli zaten amaçlarının konuya dikkat çekmek olduğunu belirterek eleştirilere takılmıyor.

.

Aynı şekilde, Eli Rezkallah adlı bir fotoğrafçı dünyanın en cinsiyetçi bazı reklamlarını toparlayıp, bu reklam afişlerindeki kadınları erkek, erkekleri de kadın olarak değiştirip sunan bir iş yapmış. Son derece başarılıydı, bu linkten belki bir göz atarsınız.

Bununla birlikte cinsiyetçilik elbette yalnızca kadın ve erkek cinsleri ile sınırlanmış bir kavram değil tabi ki. Bu konuda LGBTIQ zaten dikkate alınmıyor. Buna ilişkin de enteresan bir reklam kampanyası mevcut. Erkekler için takım elbise tasarlayan Hollanda menşeli Suitsupply markası, reklamlarında genelde kullanılan “yakınlaşan bir kadın ve bir erkek ilişkisi”ni değil, yakınlaşan iki erkek ilişkisini kullanıyor. Yani eşcinselliğe vurgu yapıyor. Amaç, güçlü erkek-objeleştirilmiş kadın cinsiyetçiliğine dikkat çekmek, aynı zamanda katı heteroseksüel tutumu eleştirmek. Elbette, kampanya ağır bir tepkiyle karşılaşıyor. Marka yalnızca bir günde sosyal medyada 12 bin takipçi kaybediyor. Marka yöneticileri ise bu durumu pek önemsemiyor, zaten bekledikleri bir tepki olduğunu ve kampanyanın amacına ulaştığını cesurca ifade ediyor.

Görüldüğü üzere, zihnimizin en derinlerine kodlanmış ataerkiyi silip atmak o kadar kolay bir iş değil. Nihai amaca erişebilmek ve cinsiyet eşitliğini tam anlamıyla sağlayabilmek adına yukarıda bahsettiğimiz gibi, insanları sarsan yaratıcı işler yapılması zaruri. Ve tabii ki cesur olmadan yapılamayacak işler bunların hepsi. Bu esnada, “ben zaten eşitlikçiyim” deyip geçiştirmeden, kendimizi anbean sorgulamamız, eleştirmemiz de büyük önem taşıyor. Çünkü öylesine köklerimize işlemiş bir düzeni ki, hiç ummadığınız bir anda ağzınızdan çıkan bir kelimeye ya da aklınızdan geçirdiğiniz bir düşünceye şaşırmamanız işten bile değil. Evet, değişim zordur; fakat aslolan da, bizi ileriye taşıyacak olan da odur.


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.