YAZARLAR

Sosyalistler neyi seçecek?

31 Mart yerel seçimlerinin özgül anlamı, fiili rejimin kurumsallaşması için bir adımın daha siyasal iktidar tarafından atılma planının hayata geçirilecek olmasıdır. Bu plan seçimlerde alınacak bir pozisyon ile bozulabilir mi? Mevcut koşullarda bunu söylemek çok güç.

Hüzünlü bir soruya yanıt arayacağım bugün. “Önümüzdeki yerel seçimlerde sosyalistlerin tavrı ne olacak?” Hayır, gerçek soru bu değil. Şöyle sormalı, “sosyalistlerin önümüzdeki yerel seçimlere ilişkin bir tavrı mı?” Yok, asıl duygudan kaçmadan sormak zorundayım. “Sosyalistlerin önümüzdeki yerel seçimlere ilişkin tavrı kimin umurunda?” Hüzün, Arapçadan dilimize geçmiş, ad ile nesnesi arasındaki ayrımı kaldıracak kadar, duyduğunuzda nesnesini yaratacak kadar güçlü bir kelime. Bir sosyalist için bu son soruyu duymak ve mümkün yanıtları düşünmek de aynı etkiyi yaratıyor olmalı.

SON YEDİ SEÇİM

Türkiye’de, ülkenin gördüğü en etkili muhalefet ve direniş hareketinin gerçekleştiği 2013 yılından itibaren yedi seçim gerçekleşti. Bu seçimler aracılığıyla iktidar birkaç şey başardı. Milli irade mefhumu istismar edilerek millet ve lider özdeşleştirildi. Bu yolla anayasal sınırlamalardan kurtulmanın zemini yaratıldı. 2014’te Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan, seçilmesinin hemen ardından AKP’nin 1. Olağanüstü Kongre’sinde yaptığı konuşmada parti başkanı unvanını kullandı. O zamanlar anayasaya aykırıydı tabii… Kazandığı seçimde güçlü rakibi MHP’liydi, CHP’nin adayıydı. Sonrasında MHP’den milletvekili oldu, eski rakibine destek veriyor şimdi. Diğer aday, “seni başkan yaptırmayacağız!” sözüyle dimağlarımızda yer eden HDP adayıydı. Aynı yıl yapılan yerel seçimlerde CHP Ankara’da yine MHP’li bir adayı çıkardı seçmeninin önüne. İstanbul’da Erdoğan’ın bir benzerine ihtiyaç duymuştu. 2015’te millet ile liderin bağını koparacak şekilde tek parti çoğunluğu, HDP'nin çok da beklenmeyen başarısı ile kaybedilince şiddet araçlarına da başvurularak yeniden seçimlere gidildi. Hegemonya ortadan kalkınca milli iradenin yerini devletin bekası aldı. CHP ve MHP Erdoğan’ın bekasına payanda oldular. Seni başkan yaptırmayacağız diyen Demirtaş, CHP’nin “anayasaya aykırı” desteğiyle cezaevine atıldı. 2016’da Fethullah Gülen çetesinin darbe girişiminin lütfu ile ilan edilen OHAL’in ardından artık fiili hale gelmiş zor rejiminin kanuni inşasına girişildi. Klasik anlamda bir anayasa metni olarak yorumlanması mümkün olmayan 6771 Sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu, iki buçuk milyon mühürsüz oyun YSK kararıyla o zaman geçerli olan kanuna açıkça aykırı olarak geçerli sayılmasıyla kabul edildi. Sosyalistlerin kadro ve kampanya desteğinin oluşturulmasında önemli pay sahibi olduğu “Hayır Cephesi”nin yarattığı heyecan böylece kırıldı.

Bu sürecin ardından milli irade mefhumu yerini tamamen “iktidarın bekası” söylemine bırakmış, seçim ise artık olağan bir demokratik prosedür olmaktan çıkmıştı. 24 Haziran seçimlerinde CHP başkan adayı gösterdi. Başkan adayının fiili rejimin sistem dediği şeye ilişkin ciddi itirazları yoktu, ama seçimlerin ardından başkan o olacaktı… Gerçi seçim mevzuatı uygunsuz biçimde değiştirilmişti, seçim baskın bir kararla öne alınmıştı, 2017 değişikliğinin seçimden önce yürürlüğe giren maddesiyle seçim sürecinde yürütücü bakanlıkların istifa zorunluluğu kaldırılmıştı ama CHP’nin başkan adayı seçim güvenliğini sağlama sözü verdi. Ne aksi ki sistemi çalışmadı. Zor rejiminin geriletilebileceğine inanan, çok büyük bir çoğunluğu CHP’nin oldukça solunda yer alan binlerce insanı motive eden, sandıklara taşıyan ve sandıkları onlara korutan sözler, sistem çalışmayınca tutulmamış oldu. Seçim güvenli değildi, artık seçimin güvenli hale getirilebileceğine dair inancın son kırıntıları da temizlenmiş oldu. Seçim adil değildi, parti başkanları, milletvekilleri, cumhurbaşkanı adayı cezaevindeydi. Seçime giren partiler, bunu çok önemsemedi. Nasıl olsa seçim güvenliği sağlanacaktı. Son yedi seçimin her birinde normalleşme beklentisi yaratıldı, fakat her seferinde bir eşik daha aşılarak seçim, diktatörlük yetkilerinin onay aracına dönüştü.

31 MART YEREL SEÇİMLERİ

Türkiye 31 Mart yerel seçimleri ortamına bu siyasal bağlam içinde gidiyor. Garp cephesinde yeni birkaç şey var. HDP İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere Batı’da kimi illerde aday göstermiyor. ÖDP ve Emek Partisi seçimlere girme hakkı elde edemedi. ÖDP’nin seçime giremeyeceğinin belli olmasının hemen ardından CHP ön seçim sözü verdiği Hopa ve Şavşat’ta kendi adaylarını açıklayıverdi.

CHP, kaybettiği bir önceki seçimden sonra dile getirdiği seçim güvenliği ve adaletine ilişkin söylediklerini unuttu. Çünkü her seçime olduğu gibi buna da hazırdı. Ankara’da 2014’te gösterdiği eski MHP’li adayını yeniden aday olarak gösterdi. İstanbul’da Karadeniz bölgesi oylarını almayı hedefleyerek, Karadenizli klasik merkez sağ profilindeki adayını çıkardı. Gaziantep’te de eski MHP’li aday CHP-İYİ Parti ittifakının adayı oldu. Son beş yılda gerçekleşen yedi seçimde gösterdiği başarısız istatistikçiliği çerçevesinde, programsız-gevşek merkez sağ hattını biraz daha sağa taşıyarak, seçimlere her zamanki gibi güvenerek ve yüksek gerilimli parti meclisi toplantılarında sadece adayların parti içi merkezlere uzaklıklarına ilişkin hesapları yaparak 31 Mart yerel seçimlerini nasıl kavradığını gösterdi.

Peki mevcut fiili rejimden demokratik bir düzene geçilmesini savunan solcular, demokratlar; bunların içlerinde yer aldıkları, HDP dışındaki siyasal özneler?

Her seçim, özgül bağlamı içinde değerlendirilir, bu değerlendirmenin ardından politika üretilir ve bu politikayı uygulayacak politik araçlar kullanılır. Eğer repertuvarda yoksa icat edilir. 2013 Haziran'ının heyecanlı günlerinin öğrettikleri arasında en çok da icat deneyimleri var.

31 Mart yerel seçimlerinin özgül anlamı, fiili rejimin kurumsallaşması için bir adımın daha siyasal iktidar tarafından atılma planının hayata geçirilecek olmasıdır. Bu plan seçimlerde alınacak bir pozisyon ile bozulabilir mi? Mevcut koşullarda bunu söylemek çok güç. Peki fiili rejimin devamına yönelik pozisyonların dışında gerçekçi bir seçeneği, güçlenmek için, en azından hareket etmek için, ayağa kalkmak için düşünmek de mi çok güç? Örneğin CHP’nin kurumsallaşmış sağcılığından sol bir beklenti duymak yerine, siyasal merkezi sola çekecek güçlü programların ve adayların, seçilmiş kentlerde ya da ilçelerde bağımsız olarak çıkarılması, bunun için çalışacak kadroların yaratılması mümkün müydü? Gerçekçi olmak gerekirse artık bu da güç. O zaman en baştan başlamak gerek, bu güçlüğü doğuran örgütsel formlardan…

Hüzün, dingin de bir duygu, anlamayı kolaylaştıran bir duygu, fakat anlamanın harekete geçirici hale geldiği bir son nokta vardır. Harekete geçmek, hüznün yerine heyecanı koyar, aniden hem de. 31 Mart yerel seçimlerine ilişkin tek umudumun bu olduğunu söyleyeyim, seçim sonrasında, hareketsiz kılıcı örgütsel formların çökeceğine ilişkin beklentim…


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.