YAZARLAR

Kadının unvanı yok

Sorun tweeti kimin attığında değil aslında, göründüğü kadar. Meselemiz dünyaca ünlü bir erkekle evlenen, mesleğinde yetkin, başarılı bir kadının hayattaki en önemli becerisinin ‘o adamı nikah masasına oturtabilmiş olmak’ oluşunu gayet doğal kabul eden ortak erzihinlilikte. ‘Kadın olarak ne ve kim olursan ol, istersen atomu parçala, istersen Boğaz’ı tersine yüzerek geç, nikah masasına oturtabildiğin adam kadarsın.’ Beş yaşından beri kadınlara belletilen temel bilgi bu.

Duymayan kalmamıştır, Fazıl Say, Ece Dağıstan’la evlendi. İki ünlü, yetenekli müzisyen hayatını birleştirdi. Evlilik haberi Fazıl Say’ın resmi Twitter hesabından İngilizce-Türkçe, şu sözlerle duyuruldu:

“(kırmızı kalp emojisi) Dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say, Ece Dağıstan ile Milano’da 25 Ocak 2019’da dünya evine girdi. (kırmızı kalp emojisi)

Başına sonuna kalp iliştirilmese, şahsi mutluluk duyurusu değil, kötü manşet zannedeceğiz. Öncelikle, kendinden üçüncü tekil şahıs olarak bahsetmek de nesi? Kurmaca anlatılarda buna 'Tanrısal bakış açısı' adı verilir. Çünkü yaşanmış, yaşanan, yaşanacak olan her şeyi görür, duyar, akıldan geçenleri bile sezer. Olayların dışında ve üstündedir. Bizde siyasilerin, aşırı ünlülerin, mafya liderlerinin kendilerinden bahsetme biçimidir bu. Kesinlikle güçle alakalı, ‘erk’ektir. Bir kadının espri içinde geçmiyorsa kendinden ‘biz’ ya da ‘o’ biçiminde bahsettiğine pek rastlayamazsınız. Rastlarsanız, yakınınızsa münasip bir dille “bizim bir arkadaş gitti, çok memnun kalmış, bi baksana” diye terapist tavsiyesinde bulunabilirsiniz kendisine. Dost acıyı ‘nesir’ macununa bulayarak söyleyebilen kişidir lüzumunda, öyle her durumda “ayh şahanesin” diyerek iyi dost olunmuyor.

Fazıl Say’a dair son dönemde dönen tartışmaları geçiyorum, yeterince bahsi geçti, bu yazının konusu bu değil. ‘Hayatının en mutlu günü’nü (bu da ayrı konu, kadın ya da erkek, insanın hayatının en mutlu günü neden evlendiği gün olsun ki? Çocukluğa ait bir gün, dünyanın kalanı için küçük, kişisel tarih açısından mühim herhangi bir gün daha mutluluk vericidir belki, kim bilebilir ki…) kendi hesabından üçüncü tekil şahısla duyurmuş oluşu bir mesele. Kendi dünyaca ünlülüğünün altını fosforlu kalemle çizerken, meslektaşı, yetenekli bir müzisyen olan eşini hiçbir unvan kullanmaya gerek duymaksızın, kılçıksız, eşi olarak tanıtmış olması tabii esas mesele…

Bu konu dünden beri sosyal medyada epeyce döndü dolandı haliyle. Görür görmez akıllara derhal geçen yıl The Guardian’da çıkan George Clooney, Amal Clooney haberini getirdi. Gazete, çiftin geçen yılki ‘royal wedding’e (Prens Harry, Meghan Markle) katılımını “Uluslararası hukuk uzmanı, insan hakları avukatı Amal Clooney ve kocası” şeklinde duyurmuştu. Haberi yazan elbette Clooney değildi ama onun da bu duruma bir itirazının olmadığı, olmayacağı pek açıktı. Aynı şeyi kanırtmalı espri düzeyinde olsun herhangi bir statü sahibi çok ünlü Türkiyeli erkek için aklımızdan geçirebiliyor muyuz peki? Ben pek beceremedim valla.

Elbette ki bu tweeti Fazıl Say’ın kendisinin atmadığını, ‘en mutlu gününde’ tık tık tweet atmakla falan uğraşmayacağını tahmin ediyorduk. Hesabı yöneten sosyal medya ekibi duyurmuş olmalıydı Dağıstan’ı azaltılmış, sodyumsuz evlilik haberini. Nitekim ben bu yazıyı yazarken Say’ın kendisi de geldi, aşağıdaki tweeti attı.

Sorun kimin attığında değil aslında, göründüğü kadar. Meselemiz dünyaca ünlü bir erkekle evlenen, mesleğinde yetkin, başarılı bir kadının hayattaki en önemli becerisinin ‘o adamı nikah masasına oturtabilmiş olmak’ oluşunu gayet doğal kabul eden ortak erzihinlilikte.

‘Kadın olarak ne ve kim olursan ol, istersen atomu parçala, istersen Boğaz’ı tersine yüzerek geç, nikah masasına oturtabildiğin adam kadarsın.’ Beş yaşından beri kadınlara belletilen temel bilgi bu. Mümkün mertebe iyi bir evlilik yapmak da yetmiyor, o evliliği tüm hava ve yol şartlarına rağmen sürdürebilmek, en az bir çocuk doğurup büyütebilmek gerekiyor. Kadınlar için ‘başarı’nın olmazsa olmaz ölçütleri hâlâ bunlar. Bu ölçütlerin birinde ya da tümünde tökezleyen kadının yarım, eksik, erkekleşmiş, erkek düşmanı sayılma ihtimali halen şiddetle mevcut, maalesef. Neyi nasıl yaparsak yapalım, bize verilmiş tek hayatı hâlâ bu erkek egemen başarı ölçütleri üstünden yaşamaktan tam manasıyla kaçamıyoruz. ‘Eksik parçamızı’ bulamadığımız, bulup da yitirmiş gibi olduysak bu uğraşı fiziki gücümüz elverdiğince tekrarlamadığımız için suçlu ve eksik hissettiriliyoruz. Böyle olunca da ne aşk tam anlamıyla aşka benziyor ne de tamamlanma, tamamlanmaya…

Herhangi bir tedbir babında değil, şahsi görüşüm olarak söyleyeyim: Ben aşka, sevgiye inanırım. Kadın ya da herkes için mutluluk bir yanıyla da sevgiyi, hayatı paylaşabilmekten geçer bence. Üretim, yaratım, ün, parayla satın alınabilecek ya da alınamayacak herhangi türden bir mutluluk bunun ikamesi değil. Moulin Rouge’da “Hayat boyu öğrenebileceğin en büyük şey; sevmek ve karşılığında sevilmektir,” denir. Bence doğrudur bu, sevginin her türü için. Ama aşk, sevgi, toplumsal kriterlere uygun biçimde ‘sahip olunup’ tırnak geçirilebilir şeyler olmadığı gibi onlar da diğer şeylerin ikamesi değil. Kendini, yeteneklerini gerçekleştirememiş bir insanın salt birinin eşi, sevgilisi olarak mutlu olabileceğine de inanmıyorum. Ya da sevgi kısmı çoktan bitmiş, “görünüşü kurtarmak” için göz yumulan bir ilişkinin de kendini kandırmak dışında herhangi bir yaraya merhem olabileceğine…

Anlaşma ve tamamlanma içeren gerçek bir sevgiyi yakalayabilenlere ne mutlu. Hiçbir garantisi yok bunun, o nedenle de ayrıca güzel… Yalnız olanın yalnız kalacağının da, eşli olanın yarın eşsiz kalmayacağının da garantisi yok. Her şeyin kökü bizde ve hepimize bahşedilmiş bir tek hayat var. Mutluluğu dayatılmış kriterlerle bulmaya, hayatımıza katlanılır hale gelsin diye şeker katılmış şurup gibi yedirmeye çalışmayalım yeter.

Bu konuda anlamlı bulduğum bir söz var: “Gerçekten mutlu bir insanı ararsanız, onu ancak bir tekne yaparken, bir senfoni yazarken, evladını eğitirken, bahçesinde yıldız çiçekleri yetiştirirken ya da Gobi Çölü’nde dinozor yumurtası ararken bulursunuz. Kaloriferin altına kaçmış yaka düğmesini arar gibi mutluluk ararken bulamazsınız.” Psikiyatrist, yazar W. Beran Wolfe’a ait.

Mutluluk ya da mutsuzluk aranmakla bulunacak, bulununca kazık çakılıp bayrak dikilecek haller değil. Eşli olmakla, ‘eşsiz’ olmakla, şunun veya bunun eşi, şuraya ya da buraya ait olmakla değil, en çok, hayallerimizin bize ait olmasıyla ilgisi var galiba, mutluluğun.

Dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say ve ünlü, müzisyen piyanist Ece Dağıstan’a değil, Ece Dağıstan ve Fazıl Say’a mutluluklar dilerim. Bu yaşlı, kirli dünyada mutluluğu yakalama şansına sahip olan sadece ve sadece, bir odada dış dünyadan olabildiğince soyunmuş vaziyetteyken de mutlu olabilen iki insandır. İki unvanlar ordusu değil.

Ece Dağıstan ve Fazıl Say


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.