YAZARLAR

Bir ihalenin perde arkası: Büyük ‘yandaş’ niye çekildi?

Geçen hafta ekonomi kulislerine sürpriz bir haber düştü. Aydın ve Antalya şehir hastanelerine talip olan ve Saray’a yakınlığı ile bilinen büyük bir şirket, ani bir şekilde ihalelerden çekilme kararı aldı. İki yıldır hazırlanan ve Arap bankalarından da yüklü miktarda kredi bulduğu söylenen şirketin bu kararı, ekonominin gidişatına dair çok şeyler anlatıyor…

11 Eylül 2017… Aydın Şehir Hastanesi’nin onayı Bakanlar Kurulu’ndan çıktı. 22 Eylül’de ön yeterlilik başvurusu alınacak, 7 Ekim’de ihalesi yapılacak. 2018’in ilk çeyreğinde de temeli atılacak.

14 Şubat 2018… 13 Nisan’da ön yeterliliği geçen firmalardan ilk teklifler alınacak, 17 Mayıs’ta firma belli olacak, temmuzda temeli atılacak.

18 Mayıs 2018… İhale 7 Haziran’a ertelendi, temel atma töreninin ise 2019’a sarkması beklenmiyor.

18 Temmuz 2018… 17 firma ön yeterliliği geçti, inşaatı yapacak firma bir ay içerisinde açıklanacak.

4 Ağustos 2018… Cumhurbaşkanı’nın ilk 100 günlük icraat planında Aydın Şehir Hastanesi yer almadı.

28 Aralık 2018… Hastanenin ihalesiyle ilgili Sağlık Bakanlığı ile görüşmeler sürüyor.

***

Bu cümlelerin tamamı AKP’nin Aydın milletvekillerinin resmi açıklamalarından alındı, çoğu da yerel gazetelerde manşet oldu. Açıkçası gelişmeleri alt alta yazınca ihalenin kaderiyle ilgili bir sonuç çıkarmak hayli güç. Doğal da. AKP döneminde pek çok projede süreci takip etmek mümkün olmuyor zaten. Şartlar, garantiler, hatta Çanakkale Köprüsü’nde olduğu gibi, yatırım miktarı dahi tesadüfen öğrenilebiliyor.

İşte yukarıdaki ihalenin perde arkasında da bambaşka bir hikaye var. Bir dönemin kapandığını anlatan, kamu kaynaklarıyla büyütülen şirketlere teslim edilen hizmetleri bekleyen muhtemel çöküşü işaret eden bir hikaye…

İNŞAATÇIDAN SAĞLIKÇI OLUR MU?

Şehir hastanelerini alanların çoğunu kamuoyu yakından tanıyor. Mesela Saray’ın inşaatçısı Rönesans Holding ya da 1 milyar dolarlık kredi borcunu yapılandırma peşinde koştuğu söylenen Gama İnşaat gibi. Aydın ile Antalya ihalesine de AKP döneminde ‘yandaş sermaye’ düzeninin kurucusu sayılabilecek büyük bir şirket talipti. Malum, yasal kısıtlılık. Ancak tahminleri daraltmak için ‘havuz medyası’nın da mimarı olduğu ipucunu verelim yeter.

Şirketin ihaleleri almasına kesin gözüyle bakılıyordu. Fakat kur şoku, erken seçim derken planlar aksadı. Ve sonunda ekonomi kulislerine ilginç bir haber düştü. İddiaya göre, şirketin yönetim kurulu geçen hafta yaptığı toplantıda iki şehir hastanesi ihalesinden çekilme kararı aldı. Kolin’in havalimanından çekilmesinin ardından bu şirketin de iki yıldır hazırlandığı ihaleden çıkılması büyük sürprizdi doğrusu. Zira, ihaleleri yakından takip edenler bilir ki, böyle devasa kamu projeleri gönüllü olsun olmasın belli şirketlere pay edilir. Bir büyük vurgunla klasman atlamak isteyenler koşa koşa giderler ama bir de ince eleyip sık dokuyanlar vardır. Pek de gönüllü olmayanlar için iş, iktidarın biçtiği bir nevi ‘vatani görev’ gibidir…

Bu şirket için ikincisinin geçerli olduğu yorumları ağırlıktaydı. Nitekim inşaat işlerinin neredeyse tamamı yurt dışındaydı. İki şehir hastanesi son yıllardaki ilk büyük ‘yerli’ inşaat projesiydi.

Peki bu kararın arkasında ne yatıyor?

Onun da motivasyonu Kolin’inkinden çok farklı değil aslında. Kriz nedeniyle taahhütlü işlerin riski her geçen gün artıyor çünkü. Yine de diğer ‘yandaşlara’ nazaran daha eski ve deneyimli sayılan söz konusu şirketin mazeretlerinin biraz daha derinlerde olduğu söylenebilir.

Şehir hastaneleri verilen garantilerle birlikte uzun vadede kârlı bir iş. Toplam yatırım miktarı 10 milyar doları bulan 18 şehir hastanesi için devletin 25 yılda ödeyeceği kira bedeli 30 milyar doları aşıyor. Hizmet ücreti, tesis gelirleri vb. hariç tabi. Ancak sorun da burada başlıyor.

800-900 yataklı hastane kompleksi için inşaat maliyeti yaklaşık 200-250 milyon dolar olsa da, mesele işletmede düğümleniyor. Her iki şehir hastanesi için örneğin teknoloji ve ekipman yatırımları dahil çıkarılan işletme maliyeti 25 yıl için 2 milyar dolar civarında. İhaleleri alanların neredeyse tamamının inşaatçı olduğu düşünüldüğünde, hizmetler için başka şirketlerle, taşeronlarla anlaşmaların yapılması mecburi. Böylece örümcek ağı gibi bir sistem çıkıyor ortaya. Köprüye, otobana yazar kasa koymaya benzemiyor yani.

Şehir hastanelerini alanlara bir bakın, hangisinin geçmişte sağlık hizmeti, hastane işletme tecrübesi veya buna yakın bir meziyeti var? Hayati bir hizmetin kısa vadeli ranta alışkın inşaatçılarca aksamadan yürütülebilmesi mümkün mü? Sistemin mucidi İngiltere örneği; acillerin kısa sürede kapanması, hastanelere yatırımın durması, tedavi hizmetlerinin aksaması ile Türkiye’yi bekleyen muhtemel sonu işaret eden acı bir deneyimdir.

Çekilme kararının perde arkasında da, maliyetlerin krizle birlikte katlanacağını öngörmesinin ve işin karmaşıklığının yattığını tahmin etmek zor değil. Nitekim Arap bankalarından yüklü miktarda kredi bulduğu söyleniyordu. Ne var ki, o kredinin kur şokuyla nerelere varacağının anlaşılması ve daha önemlisi önümüzdeki süreçte yeni şoklar beklenmesi, ihaleden vazgeçmek için yeterli sebepler.

Ayrıca taahhütlü işlerin parasının ödenmesi konusunda gelecekte ortaya çıkabilecek sorunlar da aklının bir köşesini kurcalıyordur muhakkak. Ne de olsa 25 yıl uzun bir süre ve atılan imzanın garantisi siyasi ve ekonomik istikrara fazlasıyla bağlı. Şimdilerde küçük ve orta boy kamu müteahhitlerinin yaşadığı hak ediş problemi ya da ilaç şirketlerinin ‘resmi’ baskıyla alacaklarından yüzde 25 iskontoya gitmek zorunda kalması, ileriye dönük bir şeyler anlatıyordur.

Bu arada Sayıştay’ın 2017 yılına ait şehir hastaneleri raporundaki görüşler de bugün için hasıraltı edilebilir belki, lakin Sayıştay durduğu yerde duruyor ve her yıl bu denetimleri yapıyor.

Elbette bunlar meseleye dair yorumlar. Ancak Kalyon’un 2017’de yenilenebilir enerji ihalesine birlikte girdiği Güney Koreli ortağının da çıkma kararı aldığı bilgisi eklendiğinde, kamu ihale havuzunda suyun herkese yetecek kadar kalmadığını söylemek, yorum olmasa gerek. Kalyon’un yapması gereken yatırım tutarının 1.3 milyar dolar olduğunu hatırlatalım. Özkaynak kıtlığında sadece siyasi kayırmayla işlerin uzun yıllar gitmeyeceğinin son örneği de karşımızda duruyor. Şeker fabrikasının ardından bir de enerji santrali verilen, 2 milyar dolarlık krediye rağmen üretebildiği yegane ürünler salça, bisküvi, fındık kreması olan Torku da yapılandırma peşinde.

Dolayısıyla 3. havalimanı için kamu bankalarının öncülüğünde özel bankalarla birlikte kurulan ‘kredi havuzunu’ bir daha oluşturma imkanının kalmadığını, bizatihi bankaların bilançoları söylüyor. Son dönemin klişe tabiriyle deniz bitti, bitiyor! Önümüzdeki dönemde ihalelerden çekilme kararı alan daha çok şirket göreceğimize emin olabilirsiniz.

Sonuçta verileri ne kadar gizlesen de, ihaleleri ne kadar karmaşık hale getirsen de, bütçeden sübvansiyonlara devam etsen de, sanayi patronlarına bakanları gönderip, “Seçime kadar toplu işten çıkarma yapmayın, üretime ara verin, işçi ücretlerini biz karşılayacağız” desen de… Ya da boş verin, Bakan Albayrak’ın Davos’taki sözleri durumu daha iyi anlatıyor:

“Birçok kişide şunu gördük ki, süreçlerden Türkiye'nin çok güçlü bir refleks göstererek başarılı bir şekilde bu politikalar doğrultusunda ne kadar olumlu başarılı bir setiyle karşı karşıya kaldık ve övgü aldık.”