YAZARLAR

Toplumun ortasındaki bomba: ‘Sosyal molozlar’

Ne işte, ne eğitimde ne de yetiştirmede olmayan gençlerin sayısı oldukça fazla. Bu üretim sürecinden kopuk ‘boş gezen kütle’nin AKP iktidarındaki rolü üzerinde durulmayı hak ediyor. Zira, rant çarkına sadece aileleri vasıtasıyla eklemlenebilen bu ‘sosyal moloz’a milliyetçi mukaddesatçı ideolojinin taşıyıcısı rolü biçiliyor. Dolayısıyla mevcut skatükoya bağlılığı sürdüğü müddetçe, geri kalan herkes için saatli bir bomba gibi…

Şu anda YÖK Denetleme Kurulu’nda görevli Prof. Bülent Arı’nın, 2016’da yaptığı açıklamayı hatırlayanlar vardır: “Ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum. Üniversite mezunları daha tehlikeli.” Benzer sözleri AKP’nin Ankara adayı Mehmet Özhaseki’nin de söylediğini öğrendik. 2016 yılında Kayseri’de bir imam hatip okulunun açılışında, “Devlete hainlik edenlerin çoğuna bakın, üniversite mezunu” diyordu…

İktidar kendisi açısından sorunu çözmek için; imam hatipleştirme, bilimsel müfredattan azade üniversiteler açma ve NASA’nın cinleri kullanmayı düşündüğünü savunabilen akademisyenler vasıtasıyla adımlar atıyor. Nitekim eğitimdeki yeniden örgütlenmenin ürünlerini çoğu kez sosyal medyadan şaşkınlıkla izliyoruz şimdi. Bazen Çin Seddi’nin Çin’de olduğunu bilemeyen üniversitelinin yarışma performansında, bazen de pazarda uzatılan mikrofona “Mercedes Türk malı” diyen vatandaşın yanıtında…

Doğrusu ürkütücü bir tablo. Topyekun bir ‘akla isyan’ hali gibi. Kalabalıkların etrafına mantıktan, bilgiden gücünü alan her girişimin çarparak dağıldığı bir ‘cehalet kalkanı’ örülü sanki. Işığın içeri sızmasını sağlayacak bir çatlak aramaktan başı dönenler, akılcı araçların işlevsiz kaldığı sanrısına kapılmak üzereler. Boşvermişlikle fantastik muhalif kurgular arasında salınıp duranların sayısı hiç de az değil.

AKILDIŞILIĞIN SIRADANLIĞI…

Alman tarihçi Arthur Rosenberg, 1930’larda yazdığı bir makalesinde, “faşizmin mantığa aykırı davranışlarla kendisinin mantıki nedenlerle aşılamayacak, kırılamayacak bir oluşum olduğu” fikrini yerleştirdiğini söyler. Faşizm her eylemiyle, “aklın ve mantığın defterinin dürüldüğünü ve artık en ilkel dürtülerin hakimiyetinin kurulduğunu” göstermek ister. Ve arzular ki, herkes aynı yola sapsın, bu ürkütücü karnavala katılsın…

Ancak stratejinin başarısı nihayetinde akıldışılığı gündelik hayatta sergileyebilecek bir sosyal tabanın varlığına muhtaç. İktidarın sınıfsal karakteri ile uyuşmak mecburiyetinde olmayan, pasif destekle sınırlı kalmayan bir tabana… Sosyal statü ve konumların sınır çizgilerinin iyice silikleştiği ‘deklase’ unsurlara… Kısaca kimliklerini üretim sürecinin belirlemediği, ilkel güdülerin konakçısı rolünü üstlenebilecek, Rosenberg’in çağdaşı August Thalheimer’in tabiriyle, ‘sosyal molozlar’a ihtiyaç duyar.

İşte Prof. Ersin Kalaycıoğlu’nun 20 Ocak’ta Medyaskop TV’de katıldığı programdaki konuşması, bu sosyal tabana dair ilginç ipuçları sunuyordu. Yaptıkları araştırmanın en çarpıcı sonuçlarından birinin, katılımcıların yüzde 35-40’ının şu ana kadar, “kazanç karşılığı hiç çalışmadığını” beyan etmeleri olduğunu söylüyordu. Derinlerdeki bir tehlikeye işaret eden sözlerdi bunlar. Kalaycıoğlu, Batı’da benzer bir oranın görülemeyeceğini belirtirken, bunun çok daha azının dahi oralarda iktidarların değişimine yol açtığını vurguluyordu.

Bu son cümle önemli. Zira, AKP döneminde işsizlik verisinin içine gizlenmiş bir ‘unsur’ hem büyüklük hem de konum itibariyle üzerinde durulmayı hak ediyor. Peki nedir bu olgu ve kimlerden oluşuyor?

Batı’da özellikle 2008 krizinden sonra dikkatle izlenen sosyal sorunlardan biri, “Not in Education, Employment and Training (NEET)” meselesi. Türkçesi, Ne “Eğitimde ne İstihdamda ne de Yetiştirmede (NEİY)” bulunmayanlar. Kavramı klasik işsizlik ve istihdam göstergelerinden farklı kılan şey, aktörlerini 15-29 yaş arası gençlerin oluşturması. Yani, bir toplumda gelecek ‘yaşam tarzı’nın taşıyıcıları... Bu grup, Türkiye’de de ölçülmeye başlandı. Her ay açıklanan işsizlik verisinin altında tek satır olarak yer alıyor. Gelin bu göstergenin üzerini biraz kazıyalım…

Şu grafik, NEİY’in dağılımını gösteriyor.

.

Eğitim, istihdam veya herhangi bir ‘kamusal aktivite’ içinde bulunmayan genç nüfusun toplamı 4 milyon 520 bin kişi. Söz konusu yaş grupları içindeki oranları ise sırasıyla şöyle: Yüzde 17.2, yüzde 32.8, yüzde 33.9. Resmi işsizlik verisi yüzde 11.6’yken, geniş kapsamlı, yani iş aramayı bırakanlar, umudunu kesmişler de dahil edildiğinde gerçek işsizlik oranı yüzde 18.3’tür. Buna karşın gençlerin işsizlik oranı yüzde 22.3. Tüm bunlarla kıyaslandığında NEİY oranları muazzam düzeyde. Burada esas mesele, NEİY kapsamında yer alanların çoğunluğunun iş aramadıklarını veya çok kısa süre çalıştıklarını beyan etmeleri. Dolayısıyla TÜİK’in resmi işsizlik oranına dahil edilmiyorlar. Zaten TÜİK, ayda 1 saat bile çalışmış olanları ‘istihdam içinde’ kabul ediyor. Son üç ayda herhangi bir iş başvurusu yapmamış olanlar da adeta ‘ıskartaya’ çıkarılır gibi işsiz sayılmıyor.

Tablonun detaylarına bakalım… Şu grafikler de NEİY’deki erkek ve kadınların ayrı ayrı yaş gruplarına dağılımını gösteriyor:

.

.

Genç kadınlardaki durum oldukça dikkat çekici. 3.5 milyon kadın herhangi bir işte bulunmadığı gibi, eğitim sürecinde veya herhangi bir şekilde kamusal alanda yetilerini geliştirici bir faaliyete dahil değil. Meselenin biraz daha detayına girmek için eğitim durumunu gösteren dağılıma da bakalım.

Koç Üniversitesi Sosyal Politika Merkezi’nin 2015’de NEİY üzerine yaptığı araştırmadan alınmış aşağıdaki grafikler de kadın ve erkekler açısından bunu işaret ediyor:

.

.

Fazla yoruma gerek yok aslında. Üretim sürecinin ve sosyal yetileri geliştirecek kamusal imkanların dışında kalan gençlerin eğitim dağılımı sorunun kaynağına bir nebze ışık tutuyor. Herhangi bir okul bitirmeyenlerin sayısı hayli fazla. Ama özellikle kadınlarda her üç kişiden birinin diplomasının bulunmamasının yol açacağı riskler malum. Çocuk yaşta evliliğe zorlanmadan nafaka tartışmasına kadar pek çok olgunun ekonomi politiğini ele veriyor. Erkeklerde üniversite mezunu oranı sadece yüzde 2’yken, kadınlarda yüzde 6. Eğitim düzeyinin ağırlığı ortaokulda toplanıyor. Tahmin etmek zor değil elbette. İmam hatipleştirmenin doğal sonucu.

Bu verileri nasıl yorumlamalı? Büyük politik sonuçlar çıkarmak bakımından yetersiz olsa da, toplumsal yapıdaki en dinamik kesimin geldiği konumu göstermesi bakımından bir şeyler anlatıyor yine de.

Gençliğin üçte birinin üretim ve sosyal yetilerini geliştirici mekanizmaların dışında kalması demek, orta sınıfın ortasına yerleştirilmiş bir bomba demektir. Ekonomik ve sosyal kökü koparılmış, dolayısıyla üretim dışına itilmiş kalabalıkların ‘özerkleştirilmiş yürütme gücü’ne tabi kılınması, otoriter siyasetin hareket kabiliyetinin hamurunu oluşturuyor. Bu ‘boş gezen’ kütlede eğitimle yeti kazanan bir kesimin de ‘atanamama’ sarmalı içerisinde polislik, askerlik ve bekçilik vasıtasıyla bir anlamda ‘deklase’ edildiğini ekleyelim.

***

Yandaş sermaye, teşvik ve krediye müptela küçük işletmeler, topraktan koparılmış köylüler, torpilli memur ve bürokrat ordusu… Başkanlık rejiminin iddiası her ne kadar ‘şirket gibi yönetilecek devlet’ modeli olsa da, üretim alanındaki kazançlarla tatmin edilemeyecek, ancak devlet kesesinden mutlu edilebilecek unsurlar o kadar fazla ki. Milyarlık ihaleler ve teşviklerin karşısında imar affından elektrik faturasına desteğe, Yeşil Kart'tan kredi kartı borcunun yapılandırılmasına bir dizi uygulamanın ‘sosyal politika’ kılığında pazarlanması bundan.

Ne var ki, üretime yabancılaştırıldığı kadar bu ekonomik rant zincirine de sadece aileleri vasıtasıyla dahil edilebilen milyonlarca gençten oluşmuş ‘sosyal moloz’un payına, milliyetçi mukaddesatçı ideolojinin taşıyıcılığı düşüyor. Oranın sürekli tahkim edilmesi, tahakküm altında tutulması elzem. Aksi halde statükoya tabi kaldıkça geri kalan herkesin yaşam tarzına tehdit içeren bu saatli bomba, bir çözülme anında iktidarın başına da belalar açabilir…