YAZARLAR

Binali Yıldırım neden istifa etmez?

Erdoğan daha önce olduğu gibi rakiplerini test etmektedir. Anayasa’ya uymak zorunda olmadığını, onun üzerinde olduğunu dostuna düşmanına göstermektedir. Bu bir hükmetme stratejisidir. Muhalefetin kendi hükmü altında olduğunu, kendi çizeceği sınırlarda varlık gösterebileceğini deklare etmektedir.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan TBMM Genel Başkanı Binali Yıldırım’ı partisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olarak tanıttı. Durumu gözyaşları ile karşılayan Yıldırım’ın adaylığı bir siyasal-hukuksal tartışmayı da beraberinde getirdi. Erdoğan Yıldırım’ın TBMM Başkanlığı’ndan istifasının söz konusu olmayacağını açıkça söyledi. Muarızı Kılıçdaroğlu, durumun anayasaya aykırı olduğunu ama seçim faaliyetini buradan yürütmeyeceğini beyan etti, daha sonra yaptığı bir açıklamada da YSK’ya başvurmayacağını çünkü YSK’ya güvenmediğini söyleyiverdi. Dokunulmazlıkların kaldırılması döneminde işlettiği akıl yine devreye girdi: Anayasaya aykırı ama… O sürecin sonunu görmüştük. Bunu da göreceğiz. Yıldırım’ın rakibi İmamoğlu ise AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı’ndan oy istediği toplantının ardından yaptığı açıklamada, biraz yorum katarak söylersem, ben bu işleri bilmem, bunlar siyasi işler yönünde bir açıklamada bulundu. Meseleye tarihi noktayı ise Binali Yıldırım koydu: “Seçim siyasi bir faaliyet değil.” Bu tarihi açıklamaya Yıldırım’ın düştüğü bir eki daha anmak gerek: “hukukun olduğu yerde etik konuşulmaz.”

Türkiye’nin son beş yılına baktığımızda meselenin asıl kritik yönünün bir hükmetme tarzının yansıması olduğunu söyleyeceğim. Asıl önemsediğim de bu. Fakat öncelikle hukuksal boyutu açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Bunun için uygun bir zeminin, Binali Yıldırım’ın tarihi açıklamasında ve ekinde yansımasını gördüğüm Tolga Şirin’in hukuki yorumunda olduğunu düşünüyorum.(1) Şirin son tahlilde istifa etmesi gerektiğini söylediği Yıldırım’a bir yandan da “seçim siyasi bir faaliyet değil” dedirten bir yandan da hukuk ve etik arasında kurduğu ilişkiyi kurmasını sağlayan mantığın araçlarını veriyor. Şirin’in hukuk yorumu bu iki açıklamaya da zemin sağlıyor. Dolayısıyla TBMM Başkanı’nın aynı zamanda belediye başkan adayı olmasındaki anayasa aykırılığın tartışmaya yer bırakmayacak kadar net olduğunu göstermek için Şirin’in yorumundaki tutarsızlıkları göstermek uygun ve güncel bir zemin sağlıyor.

BİR HUKUKİ YORUMUN SAĞLADIĞI ARAÇLAR

Şirin’in temel iddiası şöyle: “Partili bir meclis başkanının herhangi bir seçimde (2) aday olması için istifa etmesi de zorunlu değildir. Milletvekilliği veya belediye başkanlığı için adaylık, dar anlamda siyasi parti faaliyeti sayılmaz. Aksi hâlde siyasi parti üyesi olmak ile olmamanın anlamı kalmaz. Fakat bir kişinin seçim çalışmalarına katılıp diğer partilerle aktif bir yarışımda bulunmak gibi dar anlamda siyasi parti faaliyetlerine girişmesi için meclis başkanlığından istifa etmesi bir zorunluluktur.” Dolayısıyla Yıldırım’ın “seçim siyasi bir faaliyet değil” açıklamasının da bir hukukçu görüşüyle ilişkisini kurmak mümkün oluyor. Şimdi Şirin’in hukuki iddiasının dayanaklarına bakalım.

Öncelikle konuyla ilgilenen herkesin atıf yaptığı anayasa normunu değerlendiriyor Şirin. Madde şöyle: “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasî partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar; Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamazlar.” Burada istifaya ilişkin açık bir hüküm bulunmadığını söyledikten sonra 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun’a atıf yaparak TBMM Başkanı’nın istifa etmesi gerekenler arasında sayılmadığını yazıyor. Halbuki istifa etmesi gerekmeyenler arasında TBMM Başkanı yok. İlgili hüküm şöyle: “Milletvekilleri, belediye başkanları, il genel meclisi ve belediye meclisi üyeleri ile muhtarlar mahalli idareler seçimlerinde adaylıklarını koyabilmek veya aday gösterilebilmek için görevlerinden istifa etmek zorunda değildirler. Milletvekilliği, belediye başkanlığı, il genel meclisi ve belediye meclisi üyeliği ile muhtarlık bir şahıs uhdesinde birleşemez. Bu görevlerin birisinde bulunanlardan bir diğerine seçilenler, seçim sonuçlarının kendilerine tebliğ edildiği tarihten itibaren 15 gün içinde tercih haklarını kullanırlar. Bu süre içinde tercih haklarını kullanmayanlar seçildikleri yeni görevi reddetmiş sayılırlar.” Şirin milletvekillerinin istifa etmek zorunda olmamasından yola çıkarak TBMM Başkanı'nın siyasi faaliyetler bakımından milletvekilinden ayrı bir statüsü olduğunu göz ardı ediyor. Hem de anayasanın sistematik yorumunu yaptığı söylediği bir yazıda.

Peki devam edelim. Şirin, Siyasi Partiler Kanunu’nun 24/2 hükmünün anayasanın sistematik yorumu ve karşılaştırmalı anayasa hukuku ile desteklediğini de iddia ederek yasa koyucunun anayasaya uygun olarak Meclis Başkanı’nın apolitizasyonunu engelleme amacı güttüğünü söylüyor. Bu maddede istifaya ilişkin bir durumun söz konusu olmadığını, hatta tersine Başkan’ın politizasyonunun teşvik edildiğini iddia ediyor. Fakat Birleşik Krallık ve Birleşik Devletler’deki uygulama örnekleri verse de bu hükmü yazısına koymamış, onu yorumlamamış. Çünkü norm Şirin’in bütün argümanını çürütüyor. Hüküm şöyle: “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasî partinin ve parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine katılamazlar. Ancak, yeniden milletvekili adayı olmaya ilişkin faaliyetleri bu hükmün dışındadır.” Şirin hükmün birinci cümlesindeki yasaktan ve bu yasağın istisnası olan milletvekilliği seçimlerinden bahsetmiyor. Genel olarak seçimlerden bahsediyor. Yukarıda TBMM başkanının anayasal statüsüyle milletvekilinin anayasal statüsü arasında bir ayrım yapmadığı gibi milletvekili seçimleri ile yerel seçimlerin anayasal statüleri arasında da bir ayrım yapmıyor. Yasa koyucunun da böyle bir ayrım yapmıyor olduğunu düşünüyor olmalı ki yasa koyucunun neden “seçimler” ifadesini değil de “milletvekili seçimleri” ifadesini kullandığını tartışmıyor. Hükmü yazısına almamasının da nedeni sanırım bu.

Şirin, Anayasa’nın mülga 114. maddesini de sistematik yorumunun içine katıyor. Bu madde 16 Nisan 2017 öncesinde seçimleri yürütmekte aktif görev alan üç bakanlığın, ulaştırma, adalet ve içişleri bakanlarının çekilmesini hükme bağlıyordu. Amacı iktidarda bulunan partinin ilgili bakanlarının seçimlere müdahale etme ihtimalinin önünü kesmekti. Şirin, sistematiğini anlamadığım biçimde, Meclis Başkanı’nın çekilmesi öngörülen kişiler arasında yer almadığını söyleyerek Yıldırım’ın istifa etme zorunluluğu olmadığı tezini destekliyor. Halbuki gerçek bir sistematik yorum için burada bakılması gereken, normun anayasal bütünlük içinde nasıl değerlendirileceğidir, 114. maddede seçimlerin güvenli ve adil yapılmasının yürütücü bakanlıkların çekilmesini gerektirdiğine ilişkin bir norm ihdas edilmiştir. Meclis Başkanı sayılmayan diğer bakanlıklar gibi seçimlerin yürütülmesine ilişkin bir sorumluluk taşımadığı gibi zaten siyasi faaliyette bulunması Anayasaca yasaklanmıştır. Dolayısıyla üç bakan ile Meclis Başkanı’nın birlikte sayılmamasının herhangi bir sistematik anlamı yoktur. Şirin devam ettiği sistematik yorumunda temel hakların ancak kanunla sınırlanabileceği hükmünden yola çıkarak, anayasa ve yasalarda Meclis Başkanı’nın seçilme hakkına ilişkin açık bir yasak olmadığını söylüyor. Bu iddiaya karşı tek önerim Anayasa’nın 94. maddesinin son fıkrası ile Siyasi Partiler Kanunu’nun 24/2 hükmünün alt alta konup okunmasıdır. Özellikle SPK 24/2’nin anılarak değil yazılarak konmasını da tavsiye ederim.

ERDOĞAN TEST ETMEKTEDİR

Şirin, sıraladığı argümanların ardından yine de Yıldırım’ın istifasının anayasal bir zorunluluk olduğunu söylemektedir. Bu yorumu da siyasi parti faaliyeti ile adaylık arasında bir ayrım yaparak türetmektedir. Yani eğer siyasi parti faaliyeti yapmadan aday olursa, TBMM Başkanı’nın istifası zorunlu olmamaktadır. Güzel, TBMM Başkanı da “seçimlerin siyasi bir faaliyet olmadığı”nı söylememiş miydi zaten? Ayrıca açık bir norm varken bu yokmuş gibi davranarak propaganda ile adaylık arasında ayrım yapmak Yıldırım’ın hukukun olduğu yerde etik konuşulmaz açıklamasına da meşruiyet kazandırmamakta mıdır?

Çok uzatmadan söyleyeceğim. Anayasa’nın 94. maddesi ve Siyasal Partiler Kanunu’nun 24. maddesi açıktır. TBMM Başkanı milletvekili seçimleri dışında bir seçime katılamaz! Milletvekili seçimlerinin genel yasağın istisnası olarak konduğu konusunda bir tartışma türetmek mümkün değildir, karşılaştırmalı hukukun ya da başkaca yolların bunu mümkün kılamayacağını yukarıda gösterdiğimi düşünüyorum. Yani, hukuk vardır, mesele etik meselesi değil, bir hukuk meselesidir ve eğer Türkiye bir hukuk devleti olsaydı, Yıldırım’ın TBMM Başkanlığı’nı sürdürürken belediye başkanı adayı olması, yani istifa etmemesi tartışılabilir bir mesele olmazdı.

Fakat mesele bu kadar açıksa Binali Yıldırım neden istifa etmez? Asıl yoruma ihtiyacı olan sorun budur. Erdoğan daha önce olduğu gibi rakiplerini test etmektedir. Anayasa’ya uymak zorunda olmadığını, onun üzerinde olduğunu dostuna düşmanına göstermektedir. Bu bir hükmetme stratejisidir. Muhalefetin kendi hükmü altında olduğunu, kendi çizeceği sınırlarda varlık gösterebileceğini deklare etmektedir. Anamuhalefet de bu deklarasyona yanıtını açıkça vermiştir. “Seçimleri bunun üzerinden yürütmeyeceğiz; YSK’ya güvenmiyoruz ama seçimlere bu koşullarda girmeye de diyeceğimiz bir şey yok” Anamuhalefet bir kez daha Erdoğan’ın yaptığı testi başarıyla geçmiştir, Erdoğan’ın çizdiği sınırlardaki iktidarını koruyacağını şimdiden ilan etmiştir.

Seçimler mi? Bu koşullarda gerçekten siyaset biliminin değil, hükümranlık stratejilerinin konusudur artık. Hukuk bilimi konusuna gelince, bazen onun da nasıl stratejilere yaslandığını görmekteyiz.

(1) https://www.tolgasirin.com/single-post/meclisbaskani

(2) Vurgu bana ait.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.