
Kapitalizm ve hekimlik
Hekim Arapça bir kelime, hâkimle aynı kökten, bilge, filozof, hüküm veren, hikmet sahibi demek. Hikmet ise bilgelik, sebep, gizli sebep, fizik, felsefe anlamlarına geliyor, kökende yargılama, karar verme anlamlarına gelen hüküm kelimesi var. Türkçe karşılığı otacı, şifalı bitkileri, yani otları bilen kişi. Batı’da ‘medic’ kelimesiyle karşılanıyor; kökende Latince hekim anlamına gelen ‘medicus’ kelimesi, daha da kökende yargıda bulunmak, tahmin etmek, üzerine düşünmek, gerekli önlemleri almak, yönetmek anlamlarına gelen ‘med’ kelimesi var. Türemiş kelime ‘medicine’ hastalık iyileştirmede kullanılan malzeme, iyileştirme sanatı anlamlarına geliyor. Bir de ‘physician’ kelimesi var, hekim demek, esasen de doğa bilimcisi; doğa anlamına gelen Yunanca ‘physis’ kelimesinden geliyor; ‘physike’ ise doğa bilgisi anlamında. Bu durumda hekim doğayı bilen oluyor. Bugünkü yaygın karşılık doktor, Latince öğretmek anlamına gelen ‘docere’ fiilinden; Ortaçağ’da kilise babası, din öğretmeni, danışman, bilge anlamlarında kullanılmış. Almanca ‘Arzt’ kelimesinin kökeninde Eski Yunanca’da iyileştirmek anlamına gelen ‘iomai’ kelimesi var.
Kökene ilişkin bu soruşturmanın nedeni, hekim olmanın, hâkim ve hükümdar olmakta olduğu gibi, bir meseleyi hüküm sahibi olacak kadar bilmeye bağlı olduğunu ortaya koymaktı. Bir şeyi hüküm sahibi olacak kadar bilmek ise esasen o şeyin hikmetini, yani altında yatan nedeni bilmekle olur; bu yüzden hekim varlık hakkında hesabını verebileceği bir hükme sahip olmakla filozof, toplum hakkında hesabını verebileceği bir hükme sahip olmakla bilge, doğa hakkında hesabını verebileceği bir hükme sahip olmakla bilimcidir. Nihayet insan bedeni, toplum, doğa ve varlık muammalarını aynı anda kapsadığından, bu muammaların çözüm yeridir. O halde insan bedenini ömürlendirmek amacı esas alınarak tarif edilebilecek hekimlik mesleği, varlık, doğa ve toplum hakkında hüküm sahibi olacak kadar olup biten her şeyin farkında olmayı gerektirir. Bu bakımdan hekim uzmanlaşamaz, uzmanlaşmayı esas alan bir tıp eğitimi hekim yetiştiremez; bayağı pragmatizm icrası anlamında zanaatçı olur. Hâlbuki ‘neden’ sorusunu sormayı düstur edinmiş her meslek erbabı, bilgelikten pay alır. Geçim, iktidar, statü gibi kendi amacından başka amaçlarca araçsallaştırılmış meslekler, zanaatlar tekniğe dönüşür. Salt şeyleri birbirine oranlamak olan teknik, insanın bedeninde bir amalgama dönüşen varlık, doğa ve toplumu görmezden gelecek amaçları yapılan işin asıl amacının önüne geçirmeye yarar. Teknik, aslı hikmet olan, ‘neden’ sorusunun kılavuzluğunda oluşturulmuş bilginin, rakip iktidar şebekelerinin amaçlarına yedeklenmelerini sağlar. Bunun en tipik örneğine iktisat alanında rastlanır. Enflasyon kavramını düşünelim. Fiyatlar genel seviyesindeki artış olarak tanımlanır. Bu tanımın, fiyat artışı olgusunun altında yatan nedeni açık etmesi halinde, artışa maruz kalan toplum kesimlerinin çıkar çatışmaları açık hale geleceğinden, olgu, ilişkiyi gizleyen bir oran olarak (enflasyon oranı) teknik bilgiye dönüştürülür, hikmet görünmez kılınır. İktisatçılardan hakim (hekim) olmaları beklenebilir mi? Bunun gibi geçim (zenginleme), statü saiklarını insan bedenini ömürlendirme amacının önüne geçiren hekimler hakim olabilir mi?
Kuşkusuz hekimliğin zanaata, tekniğe dönüşmesi kapitalizmle olmamıştır, hatta hekimlik her şeyin düğümü olan insan bedeniyle alakalı olduğundan söz konusu sürecin daha geç yaşandığı söylenebilir, ne de olsa mevzubahis olan insan canıdır. Üstelik bir hekim, ne kadar can kurtarıp iyileştirirse, statüsü o kadar pekişir. Ancak kapitalizm, hekimlik mesleğini özünden, yani toplum, doğa ve varlığın birbirlerine düğümlendikleri insan bedenini ömürlendirmek işinden o denli koparmıştır ki son derece istisnai bir meslek erbabı olan hekim, geçim ve statüyü insan canının önüne geçirir olmuş, hekimliği, yani bilgeliği terk etmiştir.
Uzmanlık ve çetrefil teknik bilgi yitirilen bilgeliğin yerine geçirilmiş, mesleğin değeri bunlarla etrafına örülen çitlerle sağlanmaya çalışılmıştır. Ağır eğitim programı, hekimlerin çitledikleri alana başkalarının sokulmaması içindir; hukuk eğitimine ne çok benziyor değil mi? Ana rahmine düşmekle tıbbın da hukukun da konusu haline gelen her insan, bu mesleklerin yarattığı tekelle öz varlıklarına ne kadar da yabancılaştırılırlar! İnsanların yirmi yıl kadar eğitilip her an başlarına gelecek işlere karşı bunca savunmasız bırakılmasını, temel tıp ve temel hukuk eğitiminden (taze mezun çaylak hekim ve hukukçuların bildiği kadarı) mahrum bırakılmasını açıklayabilecek varsa beri gelsin. Ama işte yatıştırıcı değil de sedatif denildiği vakit, hikmetle pek az alakası olup esasen teknik bilgi olan malumat sıradan insanın üzerine boca edilince, bu tür sorular sorulmaz oluyor. Tıp ve hukuk, bizzat insan bedeniyle ilgili olmakla her insanı ilgilendiren bilgi alanları olmasalardı, tıp ve hukukla insana bu denli zulmedilebilir miydi? İnsan özgürleşmesini gaye edinen hekimleri tenzih etmeye gerek yok pek tabii.
Zor eğitim süreci, devletin birçok meslek erbabıyla birlikte hekimlere de reva gördüğü kötü çalışma koşulları, hasta değil de müşteri gibi davranmayı kanıksayan yurttaşlar, çocuğun okul taksiti, ev-araba parası, meslektaşlardan geri kalmama gayreti, her yere açılan tıp fakülteleri gençleri yine de hekimlik hevesinden vazgeçiremiyor. Can bu, sonunda insanlardan olmadık paralar talep edebilecek, herkesin ağzına baktığı biri olacaksınız. Devlette çalışıp, hastanın devlet hastanesinde tedavi görmesi için muayenehanenize azımsanmayacak paralar bırakmasını talep edebilirsiniz sonra. AKP hükümetlerinin doktorları yıldırmak için kullandığı, sonradan caydığı ‘tam gün yasası’ neden doğru dürüst tartışılmadı? Halk açıkça aleyhine olan bu duruma neden ses çıkarmadı? Beş yıldızlı otel kıvamındaki özel hastaneler, borç batağındaki üniversite hastaneleri, batık sigorta kurumu, merdiven altı tıp merkezleri, bütün bunların hekimlikle bir alakası olabilir mi? Hekimlik ve bilgelik arasındaki bağın kurulması elbette toplumsal tertibatla alakalı her şeyden önce, ama işin asıl özneleri hekimlik mesleği civarında yaratılan biyo-politik-ekonomik tekeli kıracak meslek erbabıdır. İnsanın canını cihet kabul ederek kapitalizme cephe almak bir başlangıç olabilir.
1979'da İmranlı'da doğdu. ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümünden mezun oldu. Siyasal-iktisadi bir kategori olarak parayı tanımlama sorununu konu alan doktora çalışmasını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde sürdürmektedir.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Yeni bir toplumsal sözleşmenin imkânları
Türkiye’nin temel açmazlarını dünya kapitalist sistemi ve Akdeniz havzasındaki yerini esas alarak kavramak ve söz konusu açmazlara çözüm önerilerini bu doğrultuda biçimlendirmek, kökendeki yapısal faktörleri ıskalamamanın koşullarıdır.
Eşitsizlik nasıl sürdürülebilir?
Kime sorulsa, açıkça karşı olduğunu söyleyeceği eşitsizliğin, aslında dört elle sarıldığımız imtiyazlarla sürdürüldüğünü bilmeliyiz. Diğer yandan çoğumuz için kabul edilebilir sınırların içindeki eşitliğin de totaliter, dışlayıcı aynılığa denk geldiğini, dolayısıyla düşünüldüğü kadar kıymetli olmadığını da bilmeliyiz.
İktisat disiplini, piyasa ve burjuva siyasallığı
Rekabetin öngörülemez kıldığını, modelleyerek burjuvalar ve onların siyasal temsilcileri hükümetler için öngörülebilir kılar iktisat. Öte yandan piyasanın asıl olarak burjuvaziye ait olduğunu da görmezden gelip gizlemek zorundadır. İktisat bu nedenlerle burjuva bilimidir ve asıl katkısı toplumun tamamının katıldığı iktisadi faaliyeti, ortağı olduğu piyasanın siyasal işlevini gizlemesidir.
Bilimcilerin mesnetsiz imtiyazları
Daha çok bilen, bilgisi toplum için daha hayati olan, daha becerikli olanın neden daha az bilenden, daha az becerikliden iyi şartlarda yaşamaya hakkı olsun? Peki, bilim gibi hakikat aşkından başka hiçbir dayanağı olmayan bir uğraş nasıl olur da bunca mesnetsiz imtiyaza zemin teşkil eder?
Bürokrasiden nasıl kurtuluruz?
Yapılmak istenmeyen işin bahanesidir bürokrasi. Herhangi bir süreci sündürmenin en kestirme yoludur. Örneğin devlette yapılmak istenmeyen işler için derhal komisyonlar kurulur.
Tanrı ne anlama gelir?
Tanrı ister ilk neden, her şeyin yaratıcısı, ister her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, ister her şeyi kuşatan, her şeyin kaderini tayin eden olsun, her durumda mutlak aşkındır. O halde sorulan mutlak aşkının ne anlama geldiğidir.
Kapitalizmin asli siyasal aparatlarından biri olarak yoksul
Yoksulu ve onun dengi varsılı her toplumsal formasyonda hayat bulacak kadar sürekli kılan nedir, yoksul neden ortadan kalkmamış, yoksulluk neden son bulmamıştır? Bunun gibi varsıllık, zenginlik neden sonlanmamaktadır?
Ulus ve emperyalizm karşıtlığı
Ulus, kendi çıkarlarını ülke nüfusunun ortak geleceği olarak sunmaya çalışan devletin ve kapitalistin emir eridir, çoğu zaman iddia edildiği gibi tersi geçerli değildir. Dolayısıyla kendiliğinden emperyal olan ulusun emperyalizm karşıtı olması beklenemez.
Orta sınıflar ve toplumsal değişme
Kapitalistler orta sınıfların üzerinde durduğu sağlam zemini, yani gelecek kaygısını çok iyi kavradıklarından, hatta bizzat toplumsal tertibatı bu kaygıyı sürekli kılmak üzere şekillendirdiklerinden muazzam bir güce sahipler ve bundan yarım asır sonrasını güven içinde tahayyül edebiliyorlar.
Şebekeler ve taassuplar
İnsanın bir arada yaşama ihtiyacının doğurduğu şebekeler, varlıklarını insan zaaflarını istismar ederek sürdürürler. Zenginlik, refah, güvenlik ve şöhret sahibi olmak isteyen herkesin cemaat, tarikat, kardeşlik örgütü, açık çıkar şebekeleri, lobiler, siyasal örgütlere yakın olmak, bu şebekelerin birer mensubu olmak gibi refleksleri kendi zaafları tarafından tetiklenmektedir.
Kapitalizme karşı yeni eğitim modelleri
Sermaye birikiminin içinde bulunduğumuz aşamasında eğitime yapılacak radikal müdahalelerin yapısal dönüşümlere yol açması kuvvetle muhtemel. Yapının imtiyazlıları olan kapitalistler dışındaki kesimler, demokratikleşmesi kaçınılmaz olan bilginin bireye mal edilmesi için bütün eğitim rejiminde gerçekleştirilecek dönüşümleri talep edebilirler. Bunun için mevcut eğitim rejiminin sorunlarının nasıl çözüleceği sorusundan ziyade, muhayyel gelecekteki toplumun eğitim rejiminin nasıl olacağı sorusuna odaklanmak daha makul.
Türkiye üniversitelerinden dersler
Son siyasal gelişmeler, üniversite hocasını hem tabi olunan personel rejimi bakımından hem de siyasal bakımdan son derece güvencesiz kılmıştır. Hem idari üstlerinin hem de muhbir meslektaş ve öğrencinin baskısıyla karşı karşıya olan akademisyenin temel refleksi geçimini sağlayan işini elinden kaçırmamak olmuştur.
Üniversitenin hal-i pür melali
Üniversite, ikiyüzlüce tesis edilen idealini destekleyen bir sosyolojik temel olmasa kullanışlı bir yalan olmayı bu kadar uzun zaman sürdüremezdi. Geç kapitalizm söz konusu sosyolojik temeli, şirketleşme ve güvencesizleştirme ile büyük oranda aşındırdığı için üniversite yalanı sürdürülemez hale geldi. Peki, günümüzde ne iş yapar üniversiteler, ne işe yararlar?
Büyük biraderin büyük çaresizliği
Bunca gizliliğin, mahremiyetin nedeninin kulluğu sürekli kılan ahlak rejimlerinin işi olduğu ortada; üstelik bu ahlak sadece geleceği üzerinde son derece sınırlı söz hakkı olan ortalama insan için geçerli, hiyerarşinin tepesindekiler için değil. Hakikatsizliği, yani gizlemeyi, gizlenmeyi, mahremiyeti, dolayısıyla kulluğu geriletmeyi esas alan bir ahlak rejimi Büyük Birader’i, büyük insanlık üzerine yaptığı insafsız seferinde mağlubiyete mahkûm edecektir.
Tamamlanmakta olan devrim ve devrimciler
Kapitalizm, devrime gebe doğmuştur. Hatta kapitalizm, köklü değişim arzusunu kurumlaştırmış, bu arzu devrim kelimesi ile kavranır olmuştur. Kapitalizm öncesine kadar isyan, kıyam olarak kavranan ve mevcut durumdan rahatsızlık üzerinde temellenip etraflı bir gelecek kurgusuna nadiren sahip olan olaylar kapitalizmle birlikte devrim olarak kavranmaya başlamıştır.
Çağdaş kapitalizmin ideal tipi: Pop star
Bugün neyi arzularsanız arzulayın nihai olarak salt sıra dışı gözükmeyi radikal bir biçimde belli belirsiz hedefleyen pop star olmayı arzulamıyorsanız görmezden gelinirsiniz. İster ses sanatçısı, ister politikacı, ister gazeteci, ister yazar, ister bilimci, ister din adamı olun, görünür olmak için pop star olmayı yahut sıra dışı gözükmeyi arzulamalısınız.
Kapitalizm ve geleceğimiz
Kapitalist, insana tüketmese birkaç gün içinde ölmesine sebep olacak temel gıdaları satar. Kölesine su vermeyen bir efendidir kapitalist. Bütün bunları, kendi zaman anlayışına göre yarattığı köleler dünyasının ‘fertlerini’ en temel içgüdülerini istismar edip birer yarış hayvanına dönüştürerek yapar.
Bu ülke kimin?
'Bu ülke’, efendilerin saltanatı, mülkü için varlıklarını inkâra zorlanan, dünya tesis etme kapasiteleri akim kılınan ‘vatana’ esir edilmiş kölelerin değil, efendilerindir, ama er geç herkesin (bütün dillerin, dinlerin, ırkların, cinslerin…) olacaktır. Çünkü insanın asıl vatanı dünyadır.
'Milli' değil kamusal eğitim
Sormak lazım, milli tarih öğretenler, neden milli fizik de öğretmiyorlar? Ya da bütün bu millilik arzusu neden üniversite eğitimine taşınmıyor? Çünkü insan, insan olsun diye değil de uyruk (yurttaş, soydaş, ümmet, ırkdaş) olsun diye eğitim namına kültürel varlığı inkâr edilmek, kendine yetemez, biçare kılınmak zorundadır.
'Büyük adam' büyük insanlığa karşı
Büyük adamlık tekleştirici, istisnai kılıcı yetenekler ve tercihlerle mümkün. Ancak yine de kimin büyük adam olduğuna, bu şartları yerine getirenler arasından bu payeyi kimlerin alacağına büyük adamlık ölçütünü belirleyen, ortak bir gelecek tasavvurunda görünür olan iktidar şebekesi karar verir.
Medeniyet dediğin tek dişli canavar
Türkiye toplumu ve diğer toplumlar için mesele medeniyetten esareti, kulluğu ayıklamaktır. Ne İslamcılar ne de Kemalistler’in medeniyetten anladıkları bu. Onlar muasır medeniyeti hedefliyorlar. Oysa kulluğu, dolayısıyla medenilik-gayri medenilik ayıbını ortadan kaldırma perspektifine sahip olmayan bir medeniyet projesi yalana, ikiyüzlülüğe hizmet eder.
Modern köleliğin çoban köpekleri: Bankalar
Para üzerindeki tekelin icracıları, Atinalı Platon tarafından ideal devletinde çoban köpeklerine benzetilen bekçiler misali başını bankaların çektiği finansal kuruluşlardır. Bankalar güya tasarruf sahipleri ile yatırımcıları bir araya getiren aracı kurumlardır. Asıl amacın hiç de bu olmadığı yatırımların çoğu zaman milli hâsılaların görece küçük bir kısmını oluşturmalarından kolaylıkla anlaşılabilir
Demokrasi gerekli ve olanaklı mıdır?
Demokrasinin, her sıfatı yüklenebilen bir idea olarak belirişi hangi çok temel insan ihtiyacına binaen olmalı? Yoksa aslında yüklendiği sıfatlar tarafından iğfal edilmesi için “korunup kollanan” bir ideal mi, bu bakımdan gerçekleşmeyeceği bilinse de diri tutulan ortak bir düş mü demokrasi?
Modern zamanın asli siyasal aktörleri: Şirketler
Kapitalizm, terk edilmelidir. Gerçekte gayri adil bir israf düzeni olduğu ya da rakiplerine (esasen nasyonal sosyalizm ve sosyalizm) nazaran iddia edildiği kadar üretken olmadığı için değil, düpedüz ahlaksızlık olduğu için. Nitekim israf da verimsizlik de ahlaksızlıktan kaynaklanır.
Kapitalizm neden 'şeffaflık' der?
Her şey kapalı kapılar ardında oluyor, orada olup bitenin yeter derecede dışarı yansıtılmasına şeffaflık deniyor. Açıklık ise kapalı kapıların hükümsüz kılınmasıdır. Şeffaflığıyla övünülen bir dünyada her şey gizli saklı: genel kurullar, yönetim kurulları, merkez komite toplantıları, vb. Her şey gizli saklı olmasaydı, milyonlarca insanın yaşamlarından edildiği savaşları başlatmaya kimse cesaret edemezdi. Hele de eşitlik ve özgürlük amaçlayanların kitlelerden saklayacak neleri olabilir, eğer dertleri bu ideallerin gerisine saklanıp gemilerini yürütmek değilse?
Sağ ve haysiyet
İnsanın özgür iradesini kendi rızasıyla teslim alan kapitalist sistem çöküşün eşiğine gelmiş durumda. Siyasal alanın anlamının yeniden değişeceği bir ortamda sağ ve sol ayrımının da yeniden yorumlanması gerekecek.
Zürefanın düşkünü
Zarifin hoşa giden, beğenilen biçim, görünüş, dış yüzden başka bir şeyi yoktur; içi dışı birdir. Bir başka deyişle yalan nedir bilmez, olduğu gibidir. Çünkü tıpkı küçük serseri Şarlo gibi umursamaz dar ceketini, bol pantolonunu, ayaklarına büyük gelen ayakkabılarını. Bununla birlikte mendili, şapkası, bastonu olmak zorundadır.
Asalet peşinde
Kategorik kötülüğümüzün nedeni olan sığlığı çepere sürmenin yoludur asaletle hareket edilmesi, daha doğrusu asaletin kuruculuğunun farkında olunması. Asalet, birincilliğe işaret eder; köklü olma, esaslı olma, özü, temeli teşkil etme. Birincillik ise şu ya da bu biçimde vazgeçilmezliği imler. Bizzat asaletinize kani topluluk için vazgeçilmez olduğunuzdan asilsinizdir.
Derinleşen sığlık
Tam da böyle bir şey sığlık: Doğruluğu ayan beyan ortada olan yolu, “işi kolay kılmak” namına terk edip birlikte yaşam için gerekli olan lafzi doğruyu kolaycılığın elverdiği ölçüde herkesi az çok ortak ederek yeniden kurmak. Sığlıktan azade toplum yok yani; kolaycılıkları ölçüsünde daha çok ya da daha az sığlar.