YAZARLAR

Umudu çoğaltma yollarından biri

Kara koyunla ak koyunun ayrışmasından ibaret hayatlarımız. Bireyin özgür iradesini önemseyerek yücelttiği zehabına kapılmamızı sağlayacak denli ustaca makyajla “biz” algısını bireyin içine işleyen Batı da öyle. Gizlemeye bile ihtiyaç duymadan en kaba yöntemlerle “ben”i “biz”in içinde eritmeyi dayatan Doğu da…

Dünyanın döngüsü üzerine bina edilen yıldönümlerinden biri daha başlarken geriye ve ileriye bakışlar içeren akıl yürütmeler sonucu umut ile umutsuzluk arasındaki salınım da insanın döngüsü. Kaçınılmaz. İyilikler, güzellikler umut etmek de, olumsuzlukları, kötülükleri bilmekten kaynaklı karamsarlık da hayatın parçası. “Sevdaya dahil” dediği gibi şairin her biri insana dair.

İnsandan daha kötü bir varlık yok yeryüzünde. İnsandan iyisi de… Mesele hangisi olacağımıza karar vermek de değil işin kötüsü. Her birimiz iyiyiz yine her birimiz de kötüyüz. Melek ya da şeytan yok aramızda. İnsanlar aleminin zerreleri olan bizler ne meleğiz ne şeytan ve başka bir söyleyişle hem melek hem şeytan olan insanlarız. Kimliğimiz, kişiliğimiz değil bizi melek ve şeytan yapan. Eylemimiz. Bir hareketiyle melekleşen aynı kişi bir başka davranışıyla şeytani oluyor, insanda mükemmeliyet bulunmadığından.

Ne yazık ki, herkesin bildiği bu temel çelişki, iyi yanımızla kötü yanımız, bizi insan yapan bariz vasıf olduğu halde, kitlelerin ruh hali ya yüceltme ya aşağılama üzerine kurulu. Birini bir sözüyle arş-ı âlâya çıkarıp diğerini ise çok benzer başka bir sözü nedeniyle esfeli-sâfilîne yuvarlama kolaycılığının yaygınlaştığı asırdayız. Yaygın olmadığı asır da yoktu ya neyse. “Ben-ego” yüceltilerek kainatın tüm gerçekliğini kaplar halde ve insanlar alemi sürüler halinde yaşayan topluluklardan oluştuğu için “biz”e dönüşmüş olarak “hakikat”e dönüştürüldü, Batı medeniyetince. Bu ego-santrik medeniyet de son çağların hakim, dönüştürücü gücü. Diğer yandan sadece İslam değil, semavi, felsefi tüm din ve inanışlar, “ben”i törpüleyerek, insanın kötücül eylemlerini azaltmayı hedeflerken yaşanan gerçeklik tam tersi istikamette tezahür eder çoğunlukla. İnsan soyu, dinlerin, birey için öngördüğü iyilik vasıflarını yücelterek toplumların iyi insanlardan oluşmasını murat eden yönlendirmelerini, hep nefsinin emrine vermiş. İyilik hallerini her din mensubu, kendi dinin dindarlarına atfederek nefis/ben/ego kontrolünü teşvik eden hükümlerden, kendi sürüsünü içeren koskoca bir “biz” yaratmış halde. Zaten Kur’an kıssaları da çoğunlukla insanın, nefsinin emrinde yaşama kolaycılığıyla dini akidelerin bozulmasının yaygınlığını işaret eder. İslam toplumlarının da kolayca düştüğü nefs tuzağı, her dinin başına gelmiş vaktiyle. Melek olmadığımızdan. Ve tam olarak bu nedenle “pek azı müstesna” denilerek dindarların, dini yanlışlayacağı da bildirilmiştir kitabımızda.

Doğu medeniyetleri de Batı medeniyeti de nefsi, egoyu, beni önceleyerek birbirine dönüştüğü halde yekdiğerini “öteki” saymakla, kendi sürüsünü güçlendirme hevesinde. Önce kapitalizm, şimdilerde neoliberalizme dönüşmüş haliyle küresel sermayenin iştahını besliyor, farklı kültür ve medeniyetlerin ulus denilir hale gelmiş sürüleri arasındaki çatışma ilişkisi. Pek çok ülke ve tabii biz de siyasal hakimiyetin kendi sürümüz içindeki devamını, ötekileştirmeyle yürüten yönetim felsefesinin esiriyiz. Koca evrende bir minik gezegenin, dünyanın hakimiyeti için devasa çatışmalara yola açan aynı düşünce yöntemi, her bir ülke ve o ülke içindeki her bir siyasal oluşum tarafından pek minik ölçeklerle de olsa kopyalanıp sürdürülüyor.

İnsanın, “yeryüzünü fesada vermek için mi” yaratılmış olduğu sorusunu, dünyevileştiren sürü psikolojisi, her toplumda farklı biçimde tezahür etse de benzer sonuçları yaratıyor. İnsanı görünmez kılmak. İnsanı birey kılan özgür iradesinin yok sayılıp, yok edildiği kadimden beri pek azı müstesna, insanlar hayatiyetini ötekileştirmelerle heba ediyor. Kara koyunla ak koyunun ayrışmasından ibaret hayatlarımız. Bireyin özgür iradesini önemseyerek yücelttiği zehabına kapılmamızı sağlayacak denli ustaca makyajla “biz” algısını bireyin içine işleyen Batı da öyle. Gizlemeye bile ihtiyaç duymadan en kaba yöntemlerle “ben”i “biz”in içinde eritmeyi dayatan Doğu da…

Son çağların insanı, kaba Doğu yöntemlerinden estetize Batı yöntemlerine düşünsel akınla yol almaktaydı. Gel gelelim 21’inci asır insanın sadece zihnini değil bedensel varlığını da kitleler halinde Batı'ya yöneltti. İçinde bolca insan ticareti barındıran göç yolculuğunun duraklarından biri ülkemiz de. Uluslaşma sürecinde dünyaya yumduğumuz gözümüz, dünyanın bize gelmesiyle mustarip. Çoğunluk bu yabancıların varlığını dünyanın sonu gibi algılıyor, dünyanın zaten biz gibi onların da varlığıyla dönmekte olduğunu hiç düşünmeden. Dünyanın doğusu, batısına akarken yol üstünde kalan Anadolu’nun, her daim, iki yönden de göç yolculuklarının konağı olduğunu tarih bize bangır bangır bağırarak öğrettiği halde. Çoğunluğumuz da böyle göçlerle bu coğrafyaya konduğumuzu bilirken.

Sürü psikolojisinin dışına çıkıp, birey olarak özgür iradesiyle ötekileştirmelerden uzağa yolculuk edenler de var. Toplumsal kamplaştırmaya itirazla farklı kesimlerden böylesi özgür insanların ortaklaştıklarını görmek de insanı umutlandırıyor, hayatımızda güzel şeylere yönelme gücüne ulaşma arzusu yaratıyor. Kötülüklerin ağır bastığı 2018’in son haftasında yaşanan bir olayı hatırlatmak istiyorum sizlere. 2019’a başlarken yüreğimizin ısınması belki hepimize iyi gelir. Yaygın alışkanlığımızın tersine merceği iyiye tutup, kötülükleri daha az görebilmek belki iyiliği yaygınlaştırır umuduyla.

Taksim’de evsizlere, göçmen ve mültecilere kısacası ayrımsız ihtiyacı olan herkese yemek veren insanlardan birisi de Şemail Şeren. “Mutfaksız Kadınlar” kitabının da yazarı aynı zamanda. Ötekileştirmeye itirazı, prensip edinenlerden. Her kesimle ilişki geliştirme çabalarıyla kıymetli bir manzaranın mimarlarından oldu Şemail Hanım. CHP Bakırköy İlçe Kadın Kollarıyla ortaklaşarak birlikte dokumuşlar, umut aşılayan manzarayı. Dindar-seküler ayrımı üzerine kurulu iç politikanın yansımalarından olan her türlü ayrımcılığı yok edecek iyilik hareketinde ortaklaşmayı başarmışlar. CHP’li kadınların mutfağında pişen yemekleri birlikte dağıtmakla gerçekleşen çok yönlü yüzleşmeler, önce kendilerine iyi gelmiş. Zaten hep öyle değil midir? Yapılan iyilik de kötülük de yapanın kendine değil midir? Dindarın baskıcı zorbalığını işaret eden “dinden korkmaya başlamıştık” sözüyle kendilerini anlatan seküler kadınlar da dine mesafeli olan/görünen insanları düşman gibi algılamaya kodlanmış dindar kadınlar da moda tabirle yeni kodlar yazmaya yönelmiş. Önce kendilerini sonra ihtiyaç sahiplerini iyileştirme çabasıyla bize iyi geldiler.

Binlerce yıllık hesap defterlerine yüz yıllık politikalar yazanlara feda edilemeyecek kadar kıymetli 70-80 yıllık ömürlerimiz. Hesabı gerçek sorulan yalan dünyanın heva vü hevesinden ibaret politikaları da yalan yani geçici. Ve sürüler halinde yaşayan biz insanlar sürülerimizin değil kendi hayatımızın hesabından sorumluyuz. İyiliğin kalıcılığı aşikar ama yaygınlığı, çoğaltılarak sürdürülmesi de mümkün. İyilik hareketlerinin sadece maddi ihtiyaçlarla sınırlı kalmayıp insani değerlerin kalıcılaştırılacağı sistemik hastalıklarla mücadele için ortaklaşmalara da vesile olmasını umarak yeni yılda umutları çoğaltacağımız günler dilerim.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.