YAZARLAR

Doğu Ekspresi'nden mutlu yıllar

Aklıma Yılmaz Güney’in Sürü filmi gelip duruyor trene bindiğimden beri. Eskiden insanlar kim bilir günler süren bitmek bilmez bu yolculuktan yakına yakına varmaya çalışırlarken bir yerlere, şimdilerde bu trenin biletleri satışa açıldığı gün tükeniyor. Adına hesaplar açılmış, bloggerların hususi hazırlanıp geldiği şenlikli bir ortam söz konusu.

Siz bu satırları okurken, ben ülkenin en doğusunda bir yerlerde olacağım. Yeni yıla bu topraklarda güneşin en erken doğduğu yerlerden birinde gireceğim. Bu satırları ise Doğu Ekspresi’nde Erzincan’dan Erzurum’a geçerken yazıyorum. Beyazlar içindeki sarp dağları yararak, gürül gürül aksa da ha dondu ha donacak hissi veren suların öteki taraflarına geçe geçe ilerlerken...

Kars’a gitmek moda oldu son yıllarda biliyorsunuz. Orhan Pamuk’un Kar romanından kaynaklı olduğuna dair bir rivayet mevcutsa da, Instagram kaynaklı bir yayılma olduğu sanırım hepimizin malumu. Biz de bu modaya uyduk diyeceğim ama konuyu bu kadar basitleştirmek istemem. Doğrusu Kars’ta yaşayan dostların ısrarlı çağrısından tutun da, ülkede görmedik yer bırakmama kararlılığıma ya da bazı özel sebeplere kadar elimde çokça neden vardı Kars’a gitmek için. Şükür ki oldu. Hem de Doğu Ekspresi’yle...

Aklıma Yılmaz Güney’in Sürü filmi gelip duruyor trene bindiğimden beri. Eskiden insanlar kim bilir günler süren bitmek bilmez bu yolculuktan yakına yakına varmaya çalışırlarken bir yerlere, şimdilerde bu trenin biletleri satışa açıldığı gün tükeniyor. Adına hesaplar açılmış, bloggerların hususi hazırlanıp geldiği şenlikli bir ortam söz konusu.

Ankara’dan başlıyor yolculuk. Ben işin ehemmiyetini tam olarak kavrayamadığımı Ankara’da trene adımımı atar atmaz anladım. İnsanlar yataklı kompartımanlarına kendilerini atar atmaz derhal kompartımanlarını süslemeye başladılar. Allah'tan arkadaşlardan biri de duruma hazırlıklıymış da bizimki de boynu bükük kalmadı. Ben neler olduğunu anlamaya çalışırken fotoğraflar havada uçuşmaya başladı. Tren kapılarından sarkmalar, uzaklara bakmalar, çok eğleniyoruz keşke bizim yerimizde olsaydınız hallerini sabitlemeler... Hatta yan kompartımanlardaki tanımadığımız insanlar, tren koridoru boyunca çekilen şu meşhur pozlardan birini çekebilmek için bizi fotoğrafa davet etti, bir samimiyiz ki görmeniz lazım, gülücükler falan. Gelin görün ki fotoğraf çekildiği andan itibaren sanki tuşumuz varmış da ona basılmış gibi tekrar yabancı oluverdik.

Bazen bu durum beni korkutuyor. Bir Black Mirror dehşeti kaplıyor içimi bu samimiyetsizlik karşısında. Saklanmak istiyorum bir yerlere. Nitekim yine öyle oldu. Kitaplarımı alıp sığındım bir köşeye, yolculuğun çoğu okuyarak geçti, geçmekte. Diğer yandan manzarayı fotoğraflama isteği ise çok doğal, zira muhteşem bir coğrafyayla karşı karşıyasınız. Arada fotoğraf çekecek olsam da öncesinde buraya gelirken birinin söylediği aklıma geliyor; “Önce bak, sonra fotoğraf çek”. Çünkü artık unutuyoruz fotoğrafladığımız anı yaşamayı. Göstermek için yaşar olduk, doğru...

Tabii herkesin tarzı farklı; fotoğrafa bulaşmayıp kendini yemeye verenler de var. Yolculuğun tadını sürekli bir şeyler yiyerek çıkaranlar hiç de azımsanacak gibi değildi gözlemlediğim kadarıyla. İnsanlar özel alışverişler yapmışlar tren için. Yanlarında birer küçük yiyecek bavulu vardı birçoğunun. Zannediyorum ki trenden inerken oldukları kilodan en az iki kilo fazla şekilde inecekler trenden. Yan taraftaki çift bir an olsun ara vermedi örneğin yemeye, haklarında endişeliyim.

Doğu Ekspresi her ne kadar işte böyle macera vesilesi, eğlence mekanı gibi görülse de her yerde olduğu gibi burada da fırsatları değerlendirememe, elimizdekinin kıymetini bilmeme durumu söz konusu. Şöyle ki; şahit olunan görüntüler dünyanın her yerinde sık rastlanan şeyler değil. Bu olanak bir miktar özenle ve reklamla turizm kaynağına dönüştürülebilecekken yapamamışız. Tuvaletler berbat, yemekler korkunç, çöp bile yok vesaire vesaire. Oysa neyimiz eksikti Trans Sibirya’dan öyle değil mi?

Her neyse. Pencerenin dışına, yola odaklanıyorum.

Bu topraklarda doğa; el değmemiş ve sert, gariban ve de vakur. Tıpkı insanları gibi... Manzara canımı yakıyor; çünkü bu toprakları, üzerinde yaşayan insanlarından ayrı düşünemiyorum. Bizim insanlarımızdan. Çoğu zaman unuttuğumuz, görmezden geldiğimiz insanlarımızdan. Hatta bir zamanlar başka yerlere gönderdiğimiz insanlardan...

Buralar refaha ermeden bu ülke tam olarak doğrulmuş sayılmaz, diye düşünüyorum. Ülkenin yalnız doğusunun değil batısının da çamura saplandığını düşününce, geçtiğimiz son 16 yeni yılın hiçbirinin aslında bize sağlık, mutluluk, başarı ve huzur getirmediğini anlıyorum. Ne de olsa önümüz yerel seçim, belki 2019 tam anlamıyla olmasa da bebek adımlarıyla huzur getirir bu ülkeye, kim bilir...

2019’un hepimize, ülkemize, topraklarımıza bir parça huzur getirmesini, hepimize bir miktar nefes aldırmasını yürekten diliyorum...


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.