
2019 mesajı: Murat Ülker kime meydan okuyor?
2018 kimin yılıydı denilse, herhalde bu ünvanı en fazla hak edenlerden birisi Murat Ülker’di. 2018’e lehine şartlar oluşturulmazsa 5 milyar dolarlık kredi borcunu ödemeyeceğini ilan etmesini tartışarak girmiştik. Yılı onun adına mutlu sonla kapattık şimdi de. Türkiye Bankalar Birliği 27 Aralık günü, Ülker’in borcunun yapılandırıldığı müjdesini verdi. Üzerine, Doğuş’un ve Lübnanlı Hariri ailesinin batırdığı Türk Telekom’un 4 milyar 750’şer milyon dolarlık borcunu da ekleyerek…
Ne kadar ironik ki, 2019’un neler getirebileceğinin işaretini de yine Ülker’den alıyoruz. Cuma günü şirket çalışanlarına gönderdiği ‘yeni yıl mesajı’nda, “Geçmişte benzeri ekonomik koşullara ‘kriz’ derdik. Bugün ise, ülkemizde ve dünyada yaşadığımız sürece, hodri meydan diyorum” diyordu.
5 milyar dolar kişisel servetiyle Türkiye’nin en zenginleri listesinin bir numarasının ağzından dökülen ilginç sözler bunlar. Kime, neye kafa tutuyor? Malına çöken mi var ya da canına kasteden mi? Acaba dolara mı kızıyor, yoksa bankaların kredi faiz oranlarına mı? Bu şiddetin, celallenmenin, heyecanın sebebi nedir? 2017, 2016, 2015… Yılbaşı mesajlarındaki iyi dilekler, ümitvar sözler, çalışanlara birlik, beraberlik öğütleri ne ara meydan okumaya evrildi?
2018 yılını özetleyen bir retorik bu. Türkiye’de iktidar sahiplerinin ve ekonominin kaymağını yiyenlerin cüretkar tavırlarının muhteşem bir örneği aslında. Nitekim mesajın esas formuna, doların aşırı fırladığı ağustos ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Trabzon’da yaptığı konuşmadan aşinayız: “Oyununuzu gördük ve meydan okuyoruz.”
“Eski Türkiye’de krize kriz derdik, yeni Türkiye’de krize kriz diyenin vay haline” manasına gelen bu açıklamayı; otoriterliğin sadece siyasi alanla sınırlı olmadığının, iktidar blokunun tehdit algısını sürekli yüksek seviyede tutacağının ve bu gücü kolay kolay ehlileştirmeyeceğinin ifadesi olarak okumak lazım. Kriz aynı zamanda alt sınıflardan üst sınıflara, ülke içinden ülke dışına kaynak transferinin hızlanması demek çünkü. Kaynaklar yukarı doğru aktıkça, kriz aşağı doğru fatura edilir.
2019 yılı, bu faturanın ‘besin zinciri’ hiyerarşisine uygun biçimde nasıl pay edileceğinin kararının verileceği yıldır. Dolayısıyla ‘iç savaş’ konseptinin diri tutulması elzem. İşaretler krizin toplum nezdinde işsizlik, gelir erimesi, ihtiyaçları kolay kolay karşılayamama olarak somutlanacağını gösteriyor.
İşte Ülker’in mesajı da bu ‘besin zinciri’nin işleyişiyle birlikte anlamlı…
2018’DE NE OLDU, 2019’DA NE OLACAK?
* 2019’da ödenmesi gereken dış borç 173.8 milyar dolar. Bu para nakit bulunup, yurt dışına verilecek. Bunun da 136.8 milyar doları özel sektörün. Üzerine 35 milyar dolarlık cari açığı da ekleyelim. Özetle bir yıl içinde Türkiye’nin 210 milyar dolara yakın sıcak nakit dış kaynak girişine ihtiyacı var. Peki geliyor mu?
* 2017’de dünyada Türkiye gibi ülkelere toplam 262 milyar dolarlık dış kaynak girişi oldu. Bu kaynaktan Türkiye’nin payına 50 milyar dolar düştü. 2016’ya kıyasla yüzde 44 artış demek. 2018’in ilk iki ayındaki artış ise yüzde 80’e ulaştı. Sonra ne mi oldu? Parayı verenler kârlarını da alıp çıkmaya başladı. Geri kalan 10 ayda tek kuruş girmediği gibi, cari açık finansmanına bakıldığında net 6.5 milyar dolarlık çıkış görülüyor. Merkez Bankası rezervleri de 20 milyar dolara yakın eridi. Bu ne demek?
* Net sermaye çıkışı, yabancı sermayenin verdiği parayı faiziyle tahsil etmesi demek. Mart 2018 itibariyle başlayan kur şokundan itibaren Türkiye ekonomisinden yabancı sermayeye hızla kaynak transferi yaşanıyor. Bunun sonucunda dış finansmanın büyüttüğü inşaat başta olmak üzere pek çok sektör tepetaklak oldu. Konkordato ilanları, iflaslar, yatırımların durması bu sürecin neticesidir. Nihayetinde de yılın son ayı itibariyle küçülen reel ekonominin 2019’un ilk altı ayında daralacağı kesinleşti.
* Hükümet dışarı kaynak transferinin şirketlerde yol açtığı tahribatı, toplumsallaştırmak için adımlar atıyor. Ülker, Doğuş, Telekom’un borç yapılandırması, kamu bankalarının üzerinden mega projeleri alan inşaatçılara kredi sağlanması, ÖTV, KDV muafiyetleri ve indirimleri vb. ülke içinde de aşağıdan yukarıya kaynak transferi anlamına geliyor. Mesela; TÜSİAD’ın “çok iyi oldu” dediği asgari ücrette işverenin üzerindeki yükün 900 lirasını devlet ödüyor zaten. Nereden? İşsizlik Sigortası Fonu’ndan, vergilerden, yani çalışandan kestiği paradan. Aynı şekilde KOBİ’lere SGK primi desteği ile de prim yükünü yine işçinin cebinden karşılıyor.
* Borcu yapılandırıldığı için neşeyle meydan okuyan Ülker’in aksine 2018’in ilk dokuz ayında vatandaşın bankalara borcu yüzde 10.2 artarak 500 milyar lirayı geçti. Merkez Bankası’nın raporuna göre, konut kredisi borcu 15 milyar, ihtiyaç kredisi borcu 22 milyar, kredi kartı borcu da 13 milyar lira fazlalaştı. Bankaların tahsil edemeyip paket halinde varlık yönetimi şirketlerine sattığı vatandaşın borçlarındaki artış ise yüzde 23.7’yi buldu. Devletin Hazinesinin iç borcunun bile 507 milyar lira olması, vatandaşın borçlarının geldiği boyutu özetlemeye yetiyor.
* Türkiye tarihinin en yüksek işsizlik oranı, 2008 krizinin ardından 2009’da yüzde 13 ile gerçekleşmişti. Bugün işsizlik oranı 11.5. Ve 2019’da bu oranın, ekonomideki daralmayla birlikte en kötü dönemi dahi geride bırakması sürpriz sayılmaz. Reel ücretlerdeki artış ise 2008’den beri en alt seviyede. KDV ve ÖTV indirimleri ile kağıt üzerinde azalan enflasyon da hesaba katıldığında, 2019’deki reel ücret erimesi 2018 yılını da geride bırakacak gibi. Zaten eksi büyüme, ücretle çalışan kesimlerin milli gelirden aldıkları payın da eksilmesi demek.
Kısaca kriz toplumun aşağı kesimlerinden yukarıya, içeriden dışarıya kaynak transferini hızlandırırken; yoksullaşma, işsizlik, geçim sıkıntısı olarak faturayı ücretle çalışanlar açısından ağırlaştırıyor. Yeni yıl mesajındaki meydan okuma da elbette bir iktisadi olgu olarak krize değil, sonuçlarıyla birlikte toplumsallaşan krize meydan okumadır. Yani faturaya ses çıkartması muhtemel olanlara…
YENİ BİR BALON MU?
Ne var ki, 2019 iktidar bloku açısından da o kadar hayırlı olmayabilir. Her sıkıntıda darı gibi etrafa saçtıkları ‘dış güçler’ mefhumu, gerilim tezgahının etkili bir dişlisi olmaktan çıkıp gerçek bir tehdide dönüşebilir. Prof. Korkut Boratav’ın 28 Aralık’ta yazdığı yazıda bahsettiği ABD’de yüksek faizli şirket tahvillerinde yaşanan durum, 2019’u yeni bir küresel sarsıntının miladına çevirebilir. Tıpkı 2008’deki gibi, ‘sağlam’ görülen şirket tahvilleri, ‘çürük’ tahvillerle birleştirilerek oluşturulan paketler halinde piyasalara sürüldü. Bu paketler yeni bir balona neden oluyor.
2008’de krizden çıkmak için uygulanan 21’inci yüzyılın ‘mucizevi mali politikalarının’ sonucuna dair bir hatırlatma, 2019’da nelere olabileceği konusunda fikir verir. 2008’de bankaların batmaması için bilançolarındaki ‘zehirli varlıklar’ sermaye piyasasına aktarıldı, ama bu hamle, riski daha bulaşıcı bir zemine taşıdı. Piyasalarda biriken riski azaltmak için bu sefer de ‘ucuz küresel kredi havuzu’ vasıtasıyla gelişmekte olan ülkelere sermaye ihracı başladı. Küresel borç, küresel hasılanın yüzde 225’ine ulaştı. Böylece merkez ülkelerde biriken sermaye artığı, yeni değerlenme arayışı çerçevesinde borç sermaye olarak Batılı ülkelerden bağımlı ülkelere kaydırılırken, aynı zamanda riskleri de götürdü. 2018 krizinin küresel anlamı buydu.
ABD merkezli piyasanın fay hatlarında biriken enerji her an yeni sarsıntıya yol açabilir. O zaman da Türkiye’nin yaşadığı kriz bambaşka bir evreye sıçrar ki, bu da 1990-2001 arasındaki kriz sarmalının daha ağır biçimde 2019’dan sonraki dönemde tekerrür etmesi demek.
24 Haziran 2018’den beri Türkiye’nin ‘başkanlık’ görünümlü bir koalisyonla yönetildiğini unutmamak gerekiyor. AKP ve MHP’nin siyasal çekirdeğini oluşturduğu, ilk halkada TÜSİAD ve MÜSİAD’ın yer aldığı, çeperinde ihracatla beslenen ticaret ve yan sanayii ağırlıklı orta ve küçük işletmelerin konumlandığı iktidar blokunu bir arada tutan şeyin de bu ekonomik modelin sürdürülebilirliği üzerine kurulduğunu unutmamak kaydıyla. Tüm bunlar küresel piyasadan çekmek mecburiyetinde olduğun paraya pamuk ipliğiyle bağlı…
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Çarın çizmesine cila: 27 milyar dolarlık kazık
İktidar, Akkuyu nükleer santralinin Cumhuriyet’in 100'üncü yılında devreye gireceğini söylüyor. Ve böylece ülkenin makus enerji esaretinden de kurtulacağını müjdeliyor. Oysa verilen garantilere bakınca, 2023’ten sonra 15 yıl boyunca Rusya’ya fazladan 27 milyar dolar ödeme yapılacak. İşte iktidarın Cumhuriyet’in 100'üncü yılında ‘esaretten kurtuluş’ hediyesi de bu felaket olacak.
Yüzde 5 mutlu azınlık ve panikleyen orta sınıf
Gelir dağılımında payı en fazla eriyen kesimi ‘yeni orta sınıf’ olarak adlandırılan kesim oluşturuyor. Resmi verilere bakıldığında nüfusun yüzde 60’ı, kısa bir dönem hariç payını hiç artıramadı. Son üç yıldır da bu payda kayda değer değişim yok. Oysa her dönem kazanan en tepedeki yüzde 5’in hemen altında bulunanlar, ekonominin bozulmasıyla en hızlı kayba uğrayanlar. Bu nasıl bir siyasi sonuç doğurur?
‘Utanmaz Adam’ ve olağanüstü işler
Çiğdem Toker’in yeni çıkan kitabı “Kamu İhalelerinde Olağan İşler”, 17 yıllık AKP iktidarının bir suç kaydı, yaşadığımız dönemi anlamamıza yarayan bir kripto kitap aslında. Sadece ihale yasasının tek bir maddesinin, tek bir fıkrasına dayanılarak 20 şirkete verilen 46.6 milyar liralık ihale bile, bugünkü adaletsizliğin ve yoksulluğun nedenini göstermeye yetiyor…
‘Varlığımız’ iktidara armağan olsun!
Boğaziçi Başkanlığı ile Türkiye’nin en değerli alanında yıkma ve yapma yetkisi doğrudan Erdoğan’a bağlanıyor. Ama bir de Değerli Konut Vergisi geliyor ki, mülklerin değerini belirleme yetkisi de yine tek elde toplanıyor. İşte bu ikisi bir araya geldiğinde iktidarın elinde nasıl bir tahrip gücüne sahip silaha dönüşeceğini kestirmek güç.
Diriliş 90’lar: Kredi alan da veren de şereflidir!
Susurluk Raporu'nda kamu bankaları üzerinden kurulan kredi mekanizmasına dikkat çekiliyor ve şöyle deniliyordu: “Ortada Susurluk’un toplamını aşan ürkütücü bir tablo var.” Kastedilen şey, Özal’ın marifetiyle devlete işlemiş bir siyasal aklın kamu kaynaklarını yönetme biçimiydi. Bugün de kamu bankaları üzerinden aynı mekanizma işliyor.
2020 bütçesi: Kapıdaki yeni tehlike
2020 Bütçe Tasarısı’nın esasını yüzde 5 büyüme ve ağır vergi artışlarıyla finansman oluşturuyor. Ancak reel sektör ve bankaların durumu dikkate alınınca, büyüme için kamu baş aktör olmak zorunda. Zam dalgası ve verginin yetmeyeceği malum. Üzerine bir de özel borçların toplumsallaştırılması var. Tüm kapılar iç borçlanmaya açılıyor. Oysa 2020’de ekonomiyi zaten bir iç borç sorunu bekliyor.
93 milyar dolar: Torunlarınızı bile soyuyorlar
Şehir hastaneleri ile havalimanı, yol ve köprüler nedeniyle şimdilik bütçede görünmeyen 93 milyar dolarlık ‘gizli bir borç’ vatandaşın hanesine yazıldı. Bu borcu sadece bugün yaşayanlar değil, onların çocukları, hatta torunları da ödeyecek. Peki bir devlet vergilerle maliyetleri yıktığı vatandaşını, bir de açıktan soymaya niye kalkışır?
Turkcell’le bağlan hayata: 4.5G’de maliyet oyunları
Aynı yıl, aynı malzemelerle, aynı şartlarda başlanan iki projeden birinde 17, diğerinde 499 adet kule dikildiği halde aradaki maliyet farkı, az olanın lehine yüzde 100’leri aşıyor. Üstelik Sayıştay, raporuna önemli bir de not düşüyor: Biz sadece birebir aynı malzemeleri, aynı markaları karşılaştırdık.
İşte kalem kalem SGK soygunu
Sayıştay 2018 yılı raporlarını açıklamaya başladı. SGK ile ilgili rapor, kurumun içine çekildiği bataklığın kokusunu almak için çarpıcı örneklerle dolu. Vertigo hastasına doğum faturası kesilmesinden vefat edenlerin tedavisine, kanser teşhisinin vurgun tezgahına dönüşmesinden ameliyat malzemesi soygununa… İşte bir kurum nasıl batırılırın hikayesi.
Çeteler parlıyor: Devletteki yeni cerahat
Emniyet’in raporlarına bakılırsa, suç ekonomisi hızla yükseliyor. Ama esas mesele bu yükselişin ardında yasadışı faaliyetle yasal faaliyet arasındaki sınırın iyice belirsizleşmesi. Zira siyasi başarı hırs ve kuralsızlığa, iktisadi başarı ihale düzenine endekslendiğinde yasal olanın ekseni de kaymış oluyor. Yenikapı’daki araç sergisi suç sayılmazsa, bunun toplumda nasıl bir karşılığı olması beklenir ki?
Hesap vakti: Sahipleri varlıklarını çağırıyor
Borca dayalı finansman modeli sürgit değildir ve ekonomik durgunluk dönemlerinde paranın sahipleri gür bir sesle haykırır: “Hesap bayım!” İşte Türkiye için de bu hesap dönemi açılmış bulunuyor…
Bir AKP klasiği daha: Sancak’ın kan ihalesi!
Zincir 17 yıldır alışık olduğumuz şekilde tamamlanıyor: Alım garantili bir ihale ve iktidara yakın bir şirket… Ama ortada ne fabrika, ne laboratuvar, ne de üretim var. SGK anlaşmaya imza atmak ve ruhsat almak dışında kılını kıpırdatmayan Sancak’a milyonlarca lira ödemeye başlıyor.
İktidar niye hep aynı şirketleri kolluyor?
Sadece inşaat çökmedi, tıpkı otoyol, köprü, havalimanı gibi bir rant faaliyetine dönüşen enerji de peşinden sürükleniyor. Ve iktidar burada da belli şirketleri kurtarmak amacıyla adrese teslim yasal düzenlemeler yapıyor. İşte bunun son örneği, geçen ayın başında yasalaştı. Öncelikler listesinde kimler mi var? Buyurun…
‘Damat’ OYAK’a niye ateş ettirdi?
OYAK’ın İngiliz devi 150 yıllık British Steel’i alma girişimine karşı havuz medyasından yükselen tepki, Türkiye’nin yaşadığı ekonomik ve siyasi krize dair çok şey anlatıyor. Sabah gazetesi bir komplo peşinde koşarken, esasında büyük sermaye ile iktidar arasındaki çelişkinin ne derece keskinleştiğini de ele veriyor.
Kaz Dağları’nın ardındaki hırsızlık ittifakı
Kaz Dağları’nın ardına gizlenen tezgah inanılmaz boyuttadır. Düne kadar otoyol, köprü, havalimanı, HES’ler ve özelleştirmelerle yer üstünü yağmalayan ne kadar şirket varsa, bugün hepsini yer altında görebilirsiniz. Bu vicdansız, kötülük dolu şirketlerin ve siyasetçilerin yasa dışı bir faaliyeti değildir, bizatihi rejimin kendisidir.
Kutuplaşmaya karşı politik mutant arayışı
Kimlik siyasetinin yol açtığı sıkışmışlığa karşı yine tanıdık bir formül devrede: Biraz Alevi, zorunlu Kürt, makbul düzeyde sosyal demokrat, eser miktarda sosyalist ama mutlaka muhafazakar tarifiyle girilen siyasal gen havuzundan çıkarılacak politik bir mutant. Peki çözüm bu mu? Kutuplaşma deyince ne anladığımıza bağlı…
Babacan: Yıkılmış binanın harcını karan el
Soylu’ya bakınca tövbe çekip karşılaşmayı dilediğiniz AKP’li Babacan olabilir; lakin, 17 yıllık geçmişe dönüp bakınca da orada bugünlerin etkili bir failini görürsünüz. Zira onun amel defterinde bir rant çarkına dönmüş ve şimdi krizle beraber toplumun üzerine çöken büyüme modelinin ‘ince işçiliği’ yazılıdır.
İmamoğlu artık belediye başkanı değil!
31 Mart seçimlerine Millet İttifakı ve onu destekleyen HDP’nin belediye başkan adayı olarak giren ve kazanan Ekrem İmamoğlu, YSK kararıyla başlayan ve 23 Haziran’da sonuçlanan kısa siyasi serüveninde artık bir belediye başkanı olmanın ötesine geçmiş durumda.
Bir Katar rüyası: Paranın prensibi olmaz!
BeIN’in sahibi olduğu Digiturk’ün maç yayını için yıllık 500 milyon doları ödemekte isteksiz olmasının nedeni büyük zarar etmesi. Üç yılda 1.5 milyar dolar yerine 162 milyon dolarlık teminatı yakmak daha akla yakın bir ihtimal görünüyor. Ama olayın ardında daha kapsamlı bir hikaye var. Ekonomik krizle birleşen bir ‘stratejik çıkar’ meselesi…
Yıldırım, ‘İnanmayan saysın’ demişti… Birileri saydı işte!
AKP’nin hırsı dev inşaat dikmekse, diğer bir tutkusu da yaptığı işleri abartılı rakamlara dayandırmasıdır. İşte bunlardan biri de şu ‘4.5 milyar ağaç diktik’ meselesi. Binali Yıldırım, “İnanmayan saysın” demişti. Birileri gerçekten saydı. Ve hazırladıkları rapor, AKP’nin ‘rakam hokkabazlığını’ ortaya koydu.
İstanbul’un kuzeyindeki cinayet şebekesi
Kuzey Ormanları’na inşa edilen yeni kent, “İstanbul’u mahvettik” diyenlerin bir de bu katliamın eserini yanı başına dikmelerine benziyor. Milyonlarca metrekare arazi çirkin konutlar, lüks villalar, oteller ve AVM’ler için imara açıldı. Buradan yeni bir Türkiye değil, olsa olsa gelecek kuşaklara lanetli bir miras çıkar.
İnşaat kurudu: Gelsin Kapadokya!
Kapadokya Alan Başkanlığı gibi tuhaf isme sahip yasanın kimler için çıkarıldığını iyi izleyin. Zira, ‘güzel atlar diyarı’nın bir ‘yandaş derebeyliğine’ dönüşmesinin önünde Cumhurbaşkanı’nın imzası dışında hiçbir engel kalmadı artık. Ne de olsa krizle birlikte inşaat kurudu, sırada yüksek kurla coşacak turizm var!
İftar sofraları: AKP kendi ayağına mı sıkıyor?
İftar sofrası fotoğrafları geleneksel, sadık ama 31 Mart’ta ‘kırgın’ olan muhafazakar seçmeni yeniden keşfetmeye dönük birer seremoni sanki. Tıpkı her Ramazan Coca Cola reklamlarında olduğu gibi, ne yaşadıysak yaşadık ama biz aslımızı neslimizi inkar etmeyiz demek istiyor. İstiyor da, gerçekten bunu gösterebiliyor mu peki?
Kim yönetecek değil, nasıl yönetileceğiz?
AKP sadece hukuki kaidelerden değil, kendini var eden piyasa kurallarından da kopuyor. Dolayısıyla halkla çıkarı uzun süre önce ayrışan tek adam iktidarı yerli-yabancı sermaye kesimlerinin çıkarlarından da ayrışıyor artık. Erdoğan’ın yegane tercihi, meşruiyet kaynaklarını kendisinin belirlediği bir yoldur. 23 Haziran bu bakımdan hangi partiden kimin yöneteceğinin seçiminden ziyade; nasıl yönetileceğimizin, rejimin niteliğinin resmi tescilinin miladı olmaya dönüşüyor.
Mega projelerdeki sinsi anlaşma
Mega projeler kısa sürede birer ‘gayya kuyusu’na dönüştü. Önümüzdeki üç yılda kamudan 37 milyar liraya yakın bir kaynak aktarılacak. Bunlar şu ana dek ortaya çıkan sonuçlar. Oysa YİD sözleşmeleri mayın tarlası gibi. İşte Gebze-Orhangazi-İzmir otoyolu ihalesini inceleyen Sayıştay, şu kriz günlerinde her an patlama riski taşıyan bir ‘bomba’ konusunda daha uyarıyor. Nasıl mı? Buyrun…
AKP’nin boynundaki kılıç Anadolu’da dövülüyor
AKP’nin oy potansiyeliyle Anadolu’da kurulan ‘kredili refah’ sistemi eşzamanlıydı. Krizle birlikte şimdi bu ekonomik düzenin taşıyıcı kolonları yıkılıyor. Bunu kurtarmak için ekonomide alınacak sert tedbirlerin oydan feragat anlamına geldiğini bilen iktidar, sertliği siyasal alana taşıyor. Karınlarını doyuramadıklarının kalplerindeki hınca sesleniyor. Peki bu siyaseti 4.5 yıl sürdürmesi mümkün mü?
İktidar kimleri kurtaracak?
Bakan Albayrak’ın açıkladığı Enerji Girişimi Garanti Fonu, enerji sektörünün boğazına kadar borca battığının itirafıydı. Bu karanlık faturanın altındaki imzalar ise otoyollar, köprüler ve havalimanının faturasındakiyle aynı. Buyurun, elektrik borcunuzu öderken başka kimlerin borcunu daha ödeyeceğinizin bir listesi…
İmamoğlu ve Yavaş, Erdoğan’ın ‘ablukasına’ nasıl direnecek?
Erdoğan’ın yerel yönetimlerde ‘muhalefet rolüne’ soyunacağı aşikar. Zira, seçimin genel sonuçları ile Ankara ve İstanbul’un neticesi arasında bir tezatlık görüyor. Ve bu zıtlığı yeniden avantaja çevirmek için de seçim öncesi muhalefetin dili olan krizi, şimdi kendi silahı haline getirmek niyetinde. Peki İmamoğlu ve Yavaş bu ‘ekonomik ablukayı’ nasıl kıracak?
Yine hangi yandaşın önü açılıyor?
AKP’nin 17 yıldır değişmeyen, geri adım atmadığı, taviz vermediği; ekonomik kriz de çıksa trenler kaza da yapsa istikrarla sürdürdüğü bir politikası var: Nerede bir kamu kaynağı varsa, oraya bir ‘yandaş sebili’ kurmak. İşte seçime bir kala 17 yıldır değişmeyen bu kural yine tıkır tıkır işledi.
Akrabaya mahsus düzenleme nasıl yapıldı?
31 Aralık 2018 gecesi yayımlanan ‘Kılavuzluk ve Römorkörcülük Hizmetleri Yönetmeliği’, 3 ay sonra 14 Mart günü değiştirildi. Bir maddenin 7. fıkrasına, küçücük bir dokunuş yaptılar. Ama büyüleyici bir dokunuş: ‘Akrabalar.’ Bu tek kelime neye mi yol açtı? Buyurun birlikte anlamaya çalışalım…
Binali Yıldırım’ın torununa bırakacağı miras
2017 yılı Dünya Bankası raporunda Türkiye hem verdiği yüksek miktarlı kamu ihaleleriyle hem de bunun büyük kısmını sadece 5 şirkete paylaştırmasıyla gündem olmuştu. Kriz yılında da bu sevdadan vazgeçmiş değil iktidar. 2018’de tüm dünyada 20 milyar dolarlık otoyol sözleşmesi imzalanırken, bunun üçte birini yine Türkiye gerçekleştirdi. Onu da kimler mi aldı? Tabii ki, şanslı beş kardeşin dördü…
Demirören-Ziraat ilişkisinde ikinci bahar
Ziraat’in bir çırpıda Hürriyet’i alması için Demirören’e milyonlarca dolarlık kredi vermesi çok tartışıldı. Henüz bu ilişkinin sır perdesi tam aralanmadan sessiz sedasız yeni bir gelişme daha yaşandı. Demirören, Ziraat’ten sadece para değil, bir de üst düzey yönetici aldı. Bakalım, yeni komutanı Demirören’e hangi kârlı kapıları açacak…
Geçmiş olsun, 3. havalimanı battı!
3. havalimanından şirket kaçışları şüphe uyandırıyor. Kolin’den sonra iki şirketin daha çekileceği iddia ediliyor. Her çıkan da 6 milyar Euro borçtan payına düşeni kalana devrediyor. Peki o borç sonunda kime yıkılacak? Yanıtı 15 Kasım 2017’de THY’nin kurduğu yeni şirkette saklı. Nasıl mı? İşte bir kara deliğin hikayesi…
Ne ‘dikey’ ne ‘yatay’, mesele çukur!
“Gerekirse takayla yüzer Londra’yı, takunyayla yürür Berlin’i alırız” diyen Sofular kıraathanesinin palavracısı Sakallı Vasfi gibi, AKP’li adayların da coşmasının bir nedeni olmalı. Belediye hizmetleriyle çözülemeyeceği düşünülen, ancak ‘beka halısı'nın altına süpürülerek örtülmeye çalışılan bir neden. Erdoğan’ın şu sıralar pek sevdiği ‘yatay-dikey’ mimari karşılaştırması ipucunu veriyor. Nasıl mı?
Bir ihalenin perde arkası: Büyük ‘yandaş’ niye çekildi?
Geçen hafta ekonomi kulislerine sürpriz bir haber düştü. Aydın ve Antalya şehir hastanelerine talip olan ve Saray’a yakınlığı ile bilinen büyük bir şirket, ani bir şekilde ihalelerden çekilme kararı aldı. İki yıldır hazırlanan ve Arap bankalarından da yüklü miktarda kredi bulduğu söylenen şirketin bu kararı, ekonominin gidişatına dair çok şeyler anlatıyor…
Toplumun ortasındaki bomba: ‘Sosyal molozlar’
Ne işte, ne eğitimde ne de yetiştirmede olmayan gençlerin sayısı oldukça fazla. Bu üretim sürecinden kopuk ‘boş gezen kütle’nin AKP iktidarındaki rolü üzerinde durulmayı hak ediyor. Zira, rant çarkına sadece aileleri vasıtasıyla eklemlenebilen bu ‘sosyal moloz’a milliyetçi mukaddesatçı ideolojinin taşıyıcısı rolü biçiliyor. Dolayısıyla mevcut skatükoya bağlılığı sürdüğü müddetçe, geri kalan herkes için saatli bir bomba gibi…
Kolin havalimanından niye çekildi?
Kolin’in 3. havalimanı ortaklığından çekilmesi, önümüzdeki sürece dair ilginç ipuçları veriyor. Zira bu kararı TÜSİAD Başkanı’nın “aynı trende olmamız, aynı yöne gittiğimizi göstermez” sözleriyle birlikte okumak lazım. Her iki olay da 31 Mart sonrası ekonomi politikasında mecbur kalınacak değişikliğe dair ilginç ipuçları veriyor.
Milyarlarca dolar kime, nasıl transfer edildi?
Kamu İhale Yasası ile 12 yılda verilen ihaleler, “Türkiye’nin kaymağını kimler yiyor”un da yanıtını gösteriyor. 10 yılda 200 milyar doların üzerinde bir servet transferi bizzat hukuk yoluyla sadece 10 şirkete aktarıldı. Türkiye’de işsizliğin, fakirliğin, kutuplaşmanın bir müsebbibi aranacaksa eğer, işte o adreslere de bakılmalı.
Başkan yetmedi, ‘süper belediye başkanı’ da verelim
Son dönemde geçen bir dizi yasa başkanlık rejiminde bir eksen değişikliğine işaret ediyor. Merkez-yerel arasında bütçe ayrımı kaldırılıyor. Merkezi kaynaklar yerelleşirken, yerel projeler merkezileşiyor. Ve bu durum, kendine uygun bir idari sistemi de beraberinde getiriyor. CEO gibi yönetilecek başkanlık sistemi diye çıkılan yol, devasa bir belediyeye uzanıyor. Tek kafada iki şapka var: Patronlara ve dışarıya karşı ‘Başkan’, halka karşı ‘süper belediye başkanı’...
En kötüsü başladı
TÜİK’in açıkladığı verilere göre, ekonomi yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 1.6 büyüyebildi. Birinci çeyrekte yüzde 7.2, ikincide 5.3 olarak gerçekleşmişti. Dolayısıyla daralma hayli sert gerçekleşti. Asıl tablo ise detaylarda ortaya çıkıyor.
AKP İller Bankası’ndan ne istiyor?
Köylerin, nüfusu az, küçük belediyelerin hizmet güvencesi İller Bankası, şu sıralar Meclis’te bulunan torba yasa ile inşaat batağına sürükleniyor. Yerel seçime giderken fiilen iflas etmiş belediyeleri ve mega projeleri kurtarmak için atılan bu adım, kamu hizmetine gitmesi gereken milyarlarca lirayı yine betona gömecek!
Sopayla enflasyon nasıl düşürülür?
Kasım ayı enflasyonu, güç marifetiyle siyasette istediği sonucu alan iktidarın ekonomide de benzer metotları denediğini gösterdi. Yüzde 1.44’lük düşüşün üzeri kazındığında altından çıkan şey; iktidarın ekonomide zor yoluyla sonuçları değiştirmek uğruna şimdiden altına imza attığı, yakın gelecekte vatandaşın kapısını çalacak olan ağır faturadır…
Soğan deposu basanlar ve 'Ölü Canlar'
Market raflarındaki acı gerçeğin nedeni nedir? Bir zamanlar toprağı kazsan çıkan patates, soğan ne ara güvenlik güçlerinin 'operasyon nesnesi' haline geldi? Bu soruların yanıtı, Türkiye'nin yaşadığı bir 'Ölü Canlar' hikayesidir aslında. Nasıl mı? Trakya'ya bakın. Göz kamaştıran Kırklareli Ovası'nda tarım arazilerinin tek elde toplandığı bir 'derebeylik' yükseliyor. İktidar yeni Trakya haritasını ayçiçeği, buğday, çeltikle değil betonla çiziyor...
Bir 'yandaş' nasıl yaratılır ve beslenir?
İhalelerin veriliş şeklini, fahiş ödemeleri, Hazine garantilerini şimdilik bir kenara bırakın. Yolların, köprülerin, tünellerin ihaleleri alan yandaş şirketlerce yapıldığını mı düşünüyorsunuz? O halde Sayıştay'ın Ulaştırma Bakanlığı'na dair raporunu hâlâ okumamışsızın demektir. Okurken bile insanın yüzünü kızartan bu rapor, yandaş üreten bir 'devridaim makinesi'nin nasıl çalıştığını bütün açıklığı ile ortaya koyuyor.
Vur doktora, ver inşaatçıya!
AKP'nin 16 yılda ustalaştığı maharetlerinden biri, alakasız torba yasalardan istediğine istediği kaynağı aktarmanın yolunu bulmasıdır. İşte şimdi bir yenisi daha gündemde. Bu kez kılıf, doktora şiddeti önlemek. Ama tasarıya bakınca mesele saldırılara gelene kadar iktidar vatandaşa, "sen dur, ben senin yerine de vururum" diyor. Tabii maksadı yine en sona gizlemiş. Şehir hastanelerini yapan inşaatçılar için yeni yeni kıyaklar...
Çarpık havalimanındaki ‘Hophopçu’ cinayeti
3. havalimanı; göller kurutulup ağaçlar sökülerek, kuşların yuvası yıkılıp toprak çürütülerek, onlarca işçinin bedeni parçalanarak kurulan çarpık bir iktidarın suretinden başka bir şey değildir. Yapımında seri cinayetler işlenen bir mekanda, nasıl bir ‘zafer tarihi’ yazılabilir ki?
Ne o, yeni bir Gezi mi var?
Bakmayın siz bankacıların, para gurmelerinin mutluluğuna. Bir ekonomide reel olarak büyüme oranından fazla faiz ödeniyorsa, bunun tek bir anlamı vardır: TL faiziyle emeğiyle geçinenlerden zenginlere; dolar faiziyle de yurt içinden yurt dışına servet transferi yapılıyordur.
Erdoğan'ın en zor seçimi
Erdoğan ilk kez sert bir ekonomik daralmanın yaşandığı süreçte seçime giriyor. Krizin henüz ucunun göründüğü 24 Haziran'da yedi puan oy kaybetmiş bir partinin yerel seçimlerde istediği başarıyı elde edebileceğini söylemek iyimserlik olur. 2023 vizyonunu çoktan 2019'a çeken Erdoğan oy isterken ne vadedecek? Cevabı verdi aslında: "Ben gidersem sizin durumunuz hiç iyi olmayacak!" Bu, AKP'yi oy pusulasında coşkulu bir tercihten ziyade ehven-i şer durumuna çekmektir.
Bu kriz zaten McKinsey'in eseri değil mi?
McKinsey, tasarruf yapın diyecek, istikrar programı hazırlayacak ve hatta denetim yapacak bir anlayışa sahip değildir. Onun mahareti seçimle ekonomik kriz arasında bocalayanlara kısa vadeli çıkış planları hazırlamak, yerli ve yabancı sermaye ile siyasi iktidar arasında bir çıkar uzlaşması yaratmaktır. Nereden mi biliyoruz? 2003'te hazırladığı ekonomik plana bir bakın, AKP'nin kısa vadeli parlak yıllarının ve bizi bu krize sürükleyen nedenlerini göreceksiniz!
Patron çıldırdı!
Krize karşı halkı tatmin edecek çözüm reçetesi elinde olmayanların psikolojiye sarılmaları boşuna değil. Zira psikolojiyi insanı anlayan, tedavi eden, iyileştirici bir bilim değil; bir algı yönetimi, manipülasyon tekniği, ürkütücü bir etiketleme ve hatta hokkabazlık marifeti olarak görüyorlar.
Erdoğan’dan halka: ‘Sizi yiyen ben değilim!’
Menderes, Özal, Erdoğan… Üçünün de ortak paydasında sağ siyaset, muhafazakar kimlik ve söylemin yanında tuhaf bir benzerlik daha var. O da, serbest piyasaya bağlılıklarını üzerine basa basa ifade etmek zorunda kaldıkları iki farklı dönemin olması. İlki iktidara gelirken, ikincisi kriz iktidarlarını sarsarken. Ve şimdi Erdoğan ikinci dönemi açmış bulunuyor…
BİM’in rafındaki acı gerçekler...
Simgeler, imgeler, semboller derken Kemal Tahir’in “Büyük Mal” romanındaki fazla düşününce bedenine ağrılar saplanıp yorgun düşen Sülük Ağa’ya çevrilen vatandaş, bir sabah BİM’in raflarında acı gerçeklerle yüzleşiyor. İtibarsız havuz medyası “çok büyüdük” desin, en çarpıcı manşeti BİM attı bile: Kebir tereyağı 18.5 TL!
Krizin ‘iç savaş’ cephesi açılıyor!
Seçim öncesi ‘oyu verin, kuru bana bırakın’ sözü yerini ‘Bu da geçer ya hu’ya bıraktı. Belli ki iktidar, krizin yıkıcı sonuçlarını kabullenmiş durumda. Şimdi sıra hesabı bölüşüm hiyerarşisinde yukarıdan aşağıya doğru kesmeye geldi. Lakin TOBB’un ‘bizim borcumuz 81 milyonun borcudur’ açıklaması, bu hesabın Alman usulü gelmeyeceğini gösterdi. Erdoğan krizi ‘savaş’ olarak tanımlıyorsa eğer, TOBB da bunun ‘iç savaş’ cephesini açtı şimdi. Ücretleri eriyenler, işlerini kaybetme tehlikesiyle yüz yüze artık.
Erdoğan kimin için Allah'ın bir lütfu?
Türkiye bugün 'tek adam siyaseti' ile yönetiliyor olabilir, fakat bunun bir 'tek adam iktidarı' olduğunu söylemek pek gerçekçi değil. 24 Haziran seçimleri ile birleşen ekonomik kriz, demokrasi adına beklenen en küçük adımları bile sermaye sahiplerinin ajandasından tamamen sildi. Karşımızda ekonomik ayrıcalıklarını kaybetmektense siyasi çıkarlarından feragat eden mali sermayenin ve büyük sanayi patronlarının ön saflara dizildiği; tüccar-inşaatçı güruhun çeperinde yer aldığı, eş-dost, yandaş, vurguncu ekibin eteklerine yapıştığı bir iktidar aygıtı yükseliyor.
Erdoğan ne yapmaya çalışıyor?
Dolar, Edirne'den Kars'a tüm ülkeyi sallarken Erdoğan 'ataların Malazgirt'ten önce Bayburt'a geldiğinden', 'dolara karşı Allah'a sığınmaktan' bahsetti. Çoğu kişiye göre gerçeklikten kopuk bu sözler aslında tam da Erdoğan'ın ekonomik krize karşı geliştirdiği stratejiyi gösteriyor.
Devletten ‘altın vuruş’ bekleyenler!
Kendi çıkardıkları krizin faturasının adresini şimdiden açık açık ilan ettiler bile. Kanal İstanbul'un milyarlarca dolarlık kaynağını inşaata gömecek olanlar, hesabı da kabul etsinler veya etmesinler 'millet bahçesi'ne gönderecekler. Elde on binlerce satılmamış konutuyla bekleyen GYODER Başkanı boşuna söylemiyor, "Devletten bir altın vuruş bekliyorum" diye.
Bir WC fotoğrafı ve 1 No'lu KHK'daki büyük tehlike!
10 Temmuz günü yayımlanan ilk başkanlık kararnamesinde yer alan Ekonomik İşler Olağanüstü Hal Koordinasyon Kurulu, Türkiye'nin yeni rejiminin yeni ekonomik aklının nasıl olacağını da gösteriyor. Bu kurul maden kanununun 7. maddesine eklendi. İşte Türkiye'yi bekleyen yeni tehlike de o andan itibaren başladı. Neden mi? 8 gün sonra Resmi Gazete'de yayımlanan bir ihale ilanı, yeni rant düzeninin de ilk adımı oldu çünkü...
Asıl fırtına daha yeni başlıyor!
Finans kulislerinde dolaşan iddiaya göre, pek çoğu büyük 85 şirket iflasın eşiğinde. Buna rağmen 'başkan ve aile kabinesi' tek elde bir yönetim inşa ediyor. Kriz böyle engellenemeyeceğine göre, ülkeyi 'küçük korku dükkanı'na çevirmenin yegane anlamı var: Krizle değil, krizin sonuçlarıyla mücadele etmek! Ama hukuk iktisadı düzenlemedi mi, iktisadın doğal hukuku devreye girer. Ve fırtına daha yeni başlıyor...
AKP'nin Lagoda Akademisi: Okursan aç kalırsın!
AKP'nin bilime, okumaya, okuyana dair tahayyül sınırlarını aşan açıklamaları ve tavırlarını sadece entelektüel birikime yönelik bir saldırı olarak görmek hata olur. Zira, altta tehlikeli bir dip dalgası hızla büyüyor. Son 16 yılda ekonomik popülizmin yol açtığı tahribat, eğitimle refah; dolayısıyla adalet ve demokrasi arayışı arasında oldukça ürkütücü bir denklem kurdu.
AKP'nin omurgası çatladı!
Seçimlerde rakamlar önemlidir. Lakin önemli rakamları sayamayıp, sayabildiğiniz rakamları önemli kılarsanız eğer, işte o vakit yanılgı da büyür. Recep Tayyip Erdoğan önemli rakamı görüyor mesela; seçim gecesi de dahil o günden beri partisinin omurgasındaki 'çatlağı' işaret edip duruyor çünkü. Peki nedir o çatlak?
Daha güzel bir ülke için... Batsın bu zihniyet!
MESAM'da neler oluyor? Orhan Gencebay ne istiyor, anlayan var mı? Açıklamaların satır aralarına sinmiş yönetimin yıllardır 'belli siyasi, etnik ve dini' aidiyete sahip kişilerin elinde olduğuna dair imalar ipucu veriyor aslında. Belli ki, son yıllarda hayli etkili olan 'yerli' ve 'milli' hücum borusuyla, 'ben de isterem' diyenler tarafından 65 milyon doları bulan yeni bir 'havuza' daha sefer düzenlenmek isteniyor.
Bu faturayı onlar ödemez!
Şu anda 20 milyar dolarlık borç yapılandırması masada duruyor. Ve kur artışı bu faturayı her geçen gün daha da kabartıyor. Oysa aynı kur, 'borcumu ödeyemiyorum' diyen şirketlerin sahiplerinin servetine de servet kattı. Bir yandan borcunu bankaların önüne atanlar, diğer yandan da bir başka ballı ihaleye kaşık sallamayı sürdürüyorlar.
İşte Türkiye'yi batıracak tezgâh!
Cumhuriyet yazarı Çiğdem Toker'e niye 3 milyon liralık tazminat davası açtılar biliyor musunuz? Bu ülkenin Düyun-u Umumiye'den beri gördüğü en tehlikeli tezgâha çomak soktu çünkü. O yıllardır anlatıyor ama gelin, '2023 vizyonu' adıyla pazarlanan şu tehlikeli oyunu, somut örneklerle bir kez daha masaya yatıralım. Bakalım o vizyon kimin için, nasıl çizilmiş?
Saraydaki Rasputin!
Erdoğan'ın baş danışmanlarından Yiğit Bulut, bir zamanlar şehvetle savunduğu her düşünceden vazgeçti, tek bir tanesi hariç: 1946'dan beri ülkenin yegane sorununun 'faiz lobisi' olduğunu düşündüğü için, zehirli bir formülü ekonominin 'güç iksiri'ymiş gibi erk sahibi kulaklara fısıldayıp duruyor.
'Uzay-zaman bükülmesi'... Kabinede köstebek mi var?
Geçen pazartesi saat 16:00'da Türkiye bir 'uzay-zaman' bükülmesine tanık oldu. Borsada son yılların en hızlı spekülatif dalgalanması yaşandı. Hükümet S&P'yi suçladı. Oysa ortada tuhaf bir zaman çelişkisi duruyor. İşin şifresi saat 17:30'da açıklanan 'emekliye ikramiye'de saklı...
AKP'nin kelime oyunları neyi gizliyor?
AKP sözcüsü Mahir Ünal, "Kılıçdaroğlu SGK'nın başındayken galoş 25 bin liraydı" dedi ve 'umumi hela hesabı'nın yanına bir de 'galoş hesabı' ekledi. Bir süredir AKP'lilerin fena halde kelime oyunlarına sarması dikkati çekiyor. Gelin "Böyle kelime oyunu yapan..." diyen İngiliz yazar Stern'e kulak verip, şu işin perde arkasını biraz kurcalayalım...
Eski bir fotoğraf ve cayır cayır itiraflar!
Murat Ülker, Hürriyet'teki röportajında "kriz geliyordu, ben de tedbirimi aldım" dedi. Borcunu yapılandırmak için yol yordamı ise Avukat Aydoğan Semizer'den öğrendiğini söyledi. Bu kritik isim kim mi? 'Yeni Türkiye' retoriğinin AKP ve muhiplerinin elinde sadece vatandaşa yönelik 'şehvetli bir manşet' olmak dışında karşılığının olmadığının kanıtı. Nasıl mı?
İnşaatın 'ağaları'... Yapı paydos mu?
Gelin biraz 'inşaat bulmacası' çözelim. Şu anda 4 büyük şirket ciddi darboğazda. Malum, yasalar resmen açıklanmadan isim vermeyi yasaklıyor ama, şu 'ekmek kırıntıları' sizi doğru adreslere götürecektir: İlki, farklı sektörlerde faaliyet yürüten devlerden birisi. Diğerini, Frank Sinatra hayranları hemen bulacaktır zaten. Öbürü, diktiği AVM'lerle övünüyordu; sonuncusu ise Ankaralı olanların gayet iyi bildiği bir mekanla özdeşleşmiş...
Erken seçim: Bu gelen bambaşka bir kriz
Tünelin ucundaki kriz, ne 1994'e ne de 2001'e benziyor. Öyle özelleştirmeyle, kemer sıkmayla, bir kesime fatura çıkarmayla aşılabilecek gibi de durmuyor. Erken seçim tam da bu yüzden gündemde. Duvara toslamadan henüz, siyasi ikbali garantiye alma çabasıdır. Ama bir de Erdoğan kadim piyasa gücü IMF'yi anmaya başladı ki, işte o zaman bambaşka bir tablo çıkabilir karşımıza.
Vazgeç o zaman... Vaz-ge-çe-mez-sin!
Ziraat Bankası'nın 22 farklı ülkeden aldığı 1 milyar 440 milyon dolarlık rekor borç, 'bir yerli bankanın Cumhuriyet tarihi boyunca aldığı en büyük kredi' diye gururla açıklandı. Kulağa tuhaf gelebilir lakin, umumi tuvaletle ekonomik gelişme ölçülüyorsa eğer, rekor borç da pekala övünç madalyası olarak takılabilir. Ne var ki, Con Ahmet'in devir daim makinesi değil ki bu, kamu bankaları sürekli kredi üretebilsin.
'Goriot Baba'lara ne oluyor? Ülker, Doğan, şimdi de Şahenk!
Ferit Şahenk de tıpkı Murat Ülker gibi borçları için bankalarla masaya oturmak istiyor. Çünkü 2017 yılı bilançosuna bakılırsa Doğuş Grubu'nun 5.8 milyar dolar borcu var. Yani Nusret gürbüz etleri tokatlayıp, tuz resitali ile ünlüleri büyülerken paralar kamunun da içinde olduğu banka havuzundan akıyormuş. Peki Garanti'nin satışından gelen 7 milyar dolar nerede?
Gemi su alırken Kronos evlatlarını yiyor
Önce kurun Gezi değil ekonomideki kırılganlıklar nedeniyle arttığını ima eden Babacan, şimdi de 'döviz borcu fazla, tedbir lazım' diyen Şimşek'in ipi çekildi. Erdoğan çok net: Kriz demek yedi günahın en büyüğü! Şimşek ve Babacan'ın tasfiyesi sadece AKP için değil, İslami burjuvazi açısından da çok önemli bir değişimin işaretidir.
Yüzde 7.4: Ağaoğlu büyümesi!
Türkiye yüzde 7.4'lük büyüme oranı ile dünyada İrlanda'dan sonra ikinci oldu. Gerçekten parlak bir rakam. Ancak detaylara bakıldığında bu büyümenin pırıltısının sadece kağıt üzerinde kaldığı görülüyor.
Basının kısa tarihi: Ye kürküm ye!
Doğan Grubu'nun satışı 'basın' sınırları içinde vahim bir tablo. Ama Türkiye'de medyanın yakın tarihinin aynı zamanda kamu kaynaklarını paylaşmanın da tarihi olduğu düşünülürse, hiç de sürpriz değil. Freud'un söylediği gibi: Nevrotik hatırlamaz, tekrarlar. Türk medyasının hali de biraz böyle. Onulmaz bir hastalıkla malül.
Taşra finansı: Oylar AKP'ye, paralar altına
Bankaların topladığı mevduatın dağılımı incelendiğinde, özellikle Anadolu'da bir 'altına hücum' dönemi yaşandığı görülüyor. Altın mevduatındaki iki yıllık artışın, AK Parti'ye yüzde 50'nin üzerinde oy veren illerde rekor düzeyde olması ise dikkat çekici. Peki bu tablo bize ne anlatıyor?
Bankalar 800 milyon lirayı kime, niye dağıttı?
Bankaların yabancılardan aldığı borç 690 milyar liraya çıktı. Vatandaşın bankalardan aldığı borç 490 milyar liraya dayandı. Öyleyse 49 milyar lira kâr nereden deldi? Peki bankalar, 800 milyon lirayı prim olarak kime, niye dağıttı?
5 paralık satış: Kim zengin olacak?
Brecht'in Beş Paralık Roman'ındaki açgözlü tüccar, devlet ihalelerini 'soygun cinayetine' benzetir. 14 şeker fabrikasının ihalesi de yakın zamanda işlenmesi planlanan korkunç bir cinayettir aslında. Muhtemel fail kim mi? Bunun için daha öncekilere bakmak yeterli...
İller domino taşı gibi dizildi: Bir ülke nasıl batar?
Ülke gerçekten 'batar' mı? Sivas, Çorum, Bayburt, Kastamonu batarsa, tabii ki ülke de batar! Şeker fabrikalarının niye alelacele satışa çıkarıldığı belli. Çünkü iller, borç hizasında domino taşı gibi dizildi. Devrilmeleri için şu anda 'hunharca' pompalanan sıcak paranın keyfinin kaçması yeterli!
Savaş Tanrısı: Rheinmetall!
Şu sıralar ünü kulaktan kulağa yayılan Babylon Berlin adlı diziyi izlediniz mi hiç? Oradaki Nysenn şirketi, Almanya ile son günlerde yaşadığımız tuhaf değişimin perde arkasını ele veriyor çünkü. Bir de Yuri Orlov ortaya çıksa keşke. Uğur Mumcu Sokak, numara 4'te oturanlarla ilgili kim bilir ne ilginç hikâyeler anlatırdı...
'Yerli ve milli' diyet listesi: Sadece dört ürün kaldı!
Cumhurbaşkanı son olarak 'yerli' ve 'milli' gıdadan bahsetti. "Gıdası yerli olamayan bağımsız olamaz" dedi. Doğru söylüyor. Biz de buna uyup bir 'yerli' ve 'milli' diyet listesi hazırladık. Ama gelin görün ki; listeye meyvede yer elması, sebzede ebegümeci, ette hamsi, içecekte musluk suyu dışında koyacak pek bir ürün bulamadık...
Külçe külçe altınlar neden gidip geliyor?
Cari açığın dörtte biri altın ithalatından geldi. Hangi ihtiyaç için 16 milyar dolarlık altın satın alındığı hiç açıklanmıyor. Peki bu altının adresi alırken de satarken de niye hep aynı ülke? Üstelik o ülkeyle daha iki ay önce kanlı bıçaklı olunmuşken...
Bir Ülker masalı: Lady Godiva çıplak!
Murat Ülker'in 6 milyar dolarlık borcunu ödemeyip erteleme istemesi pek çok soruyu da beraberinde getirdi. Dünyanın en ünlü markalarını satın alırken aralarında kamu bankalarının da olduğu 10 bankadan borç aldı. Ama bir yandan da İngiltere merkezli Pladis'e iki yılda yüzde 51 hisse transfer etti. Ortada tuhaf bir durum yok mu?
140 milyarlık narko-ekonomi: Türkiye'nin Escobar'ı kim?
Hazırlanan raporlara bakılırsa Türkiye'nin narko-ekonomisi 140 milyar liraya ulaşıyor. Bu GSYİH'nin yüzde 16'sı demek. Bu hacimdeki uyuşturucu trafiğinin bir de Escobar'ı olması lazım değil mi? Oysa insan bir 140 milyara bir de yakalanan torbacılara bakıp Nasrettin Hoca'nın o meşhur sorusunu sormadan edemiyor: Kedi buysa ciğer nerede, yok ciğer buysa kedi nerede?
OHAL'de kimler olağanüstü kâr etti?
2017 bilançoları, "OHAL'i sizin için getirdik. Herhangi bir sıkıntınız var mı?" diye soran Erdoğan'ı haklı çıkardı. Şirketlerin her dakika elde ettikleri kârlar adeta göz kamaştırıyor. Peki ya terazinin diğer kefesinde olanlar? İşte orada bir 'afet' var!
Köprülerde Ali Cengiz oyunu bitmiyor: 0,0003'ün sırrı ne?
Küçük bir hesaplamayla enflasyondaki ali-cengiz oyununun nerelere vardığını görmek mümkün. TÜİK'e göre geçen yıl köprü ücretlerine yüzde 47 zam yapıldı. Üzerine herkesin payına düşen 200 TL de konulunca bunun enflasyon hesabına yansıması gerekmez mi? Ancak TÜİK milyarlık projelerin enflasyona etkisini hesaplarken katsayıyı yüzde 0.0003 alıyor. Yani 'herkesi kıskandıran' yatırımların ağırlığı enflasyona gelince sadece onbinde 3'e iniyor!