YAZARLAR

2019 mesajı: Murat Ülker kime meydan okuyor?

Kime, neye kafa tutuyor? Malına çöken mi var ya da canına kasteden mi? Acaba dolara mı kızıyor, yoksa bankaların kredi faiz oranlarına mı? Bu şiddetin, celallenmenin, heyecanın sebebi nedir? 2017, 2016, 2015... Yılbaşı mesajlarındaki iyi dilekler, ümitvar sözler, çalışanlara birlik, beraberlik öğütleri ne ara meydan okumaya evrildi?

2018 kimin yılıydı denilse, herhalde bu ünvanı en fazla hak edenlerden birisi Murat Ülker'di. 2018'e lehine şartlar oluşturulmazsa 5 milyar dolarlık kredi borcunu ödemeyeceğini ilan etmesini tartışarak girmiştik. Yılı onun adına mutlu sonla kapattık şimdi de. Türkiye Bankalar Birliği 27 Aralık günü, Ülker'in borcunun yapılandırıldığı müjdesini verdi. Üzerine, Doğuş'un ve Lübnanlı Hariri ailesinin batırdığı Türk Telekom'un 4 milyar 750'şer milyon dolarlık borcunu da ekleyerek...

Ne kadar ironik ki, 2019'un neler getirebileceğinin işaretini de yine Ülker'den alıyoruz. Cuma günü şirket çalışanlarına gönderdiği 'yeni yıl mesajı'nda, "Geçmişte benzeri ekonomik koşullara 'kriz' derdik. Bugün ise, ülkemizde ve dünyada yaşadığımız sürece, hodri meydan diyorum” diyordu.

5 milyar dolar kişisel servetiyle Türkiye'nin en zenginleri listesinin bir numarasının ağzından dökülen ilginç sözler bunlar. Kime, neye kafa tutuyor? Malına çöken mi var ya da canına kasteden mi? Acaba dolara mı kızıyor, yoksa bankaların kredi faiz oranlarına mı? Bu şiddetin, celallenmenin, heyecanın sebebi nedir? 2017, 2016, 2015... Yılbaşı mesajlarındaki iyi dilekler, ümitvar sözler, çalışanlara birlik, beraberlik öğütleri ne ara meydan okumaya evrildi?

2018 yılını özetleyen bir retorik bu. Türkiye'de iktidar sahiplerinin ve ekonominin kaymağını yiyenlerin cüretkar tavırlarının muhteşem bir örneği aslında. Nitekim mesajın esas formuna, doların aşırı fırladığı ağustos ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Trabzon'da yaptığı konuşmadan aşinayız: "Oyununuzu gördük ve meydan okuyoruz."

"Eski Türkiye'de krize kriz derdik, yeni Türkiye'de krize kriz diyenin vay haline" manasına gelen bu açıklamayı; otoriterliğin sadece siyasi alanla sınırlı olmadığının, iktidar blokunun tehdit algısını sürekli yüksek seviyede tutacağının ve bu gücü kolay kolay ehlileştirmeyeceğinin ifadesi olarak okumak lazım. Kriz aynı zamanda alt sınıflardan üst sınıflara, ülke içinden ülke dışına kaynak transferinin hızlanması demek çünkü. Kaynaklar yukarı doğru aktıkça, kriz aşağı doğru fatura edilir.

2019 yılı, bu faturanın 'besin zinciri' hiyerarşisine uygun biçimde nasıl pay edileceğinin kararının verileceği yıldır. Dolayısıyla 'iç savaş' konseptinin diri tutulması elzem. İşaretler krizin toplum nezdinde işsizlik, gelir erimesi, ihtiyaçları kolay kolay karşılayamama olarak somutlanacağını gösteriyor.

İşte Ülker'in mesajı da bu 'besin zinciri'nin işleyişiyle birlikte anlamlı...

2018'DE NE OLDU, 2019'DA NE OLACAK?

* 2019'da ödenmesi gereken dış borç 173.8 milyar dolar. Bu para nakit bulunup, yurt dışına verilecek. Bunun da 136.8 milyar doları özel sektörün. Üzerine 35 milyar dolarlık cari açığı da ekleyelim. Özetle bir yıl içinde Türkiye’nin 210 milyar dolara yakın sıcak nakit dış kaynak girişine ihtiyacı var. Peki geliyor mu?

* 2017'de dünyada Türkiye gibi ülkelere toplam 262 milyar dolarlık dış kaynak girişi oldu. Bu kaynaktan Türkiye'nin payına 50 milyar dolar düştü. 2016'ya kıyasla yüzde 44 artış demek. 2018'in ilk iki ayındaki artış ise yüzde 80'e ulaştı. Sonra ne mi oldu? Parayı verenler kârlarını da alıp çıkmaya başladı. Geri kalan 10 ayda tek kuruş girmediği gibi, cari açık finansmanına bakıldığında net 6.5 milyar dolarlık çıkış görülüyor. Merkez Bankası rezervleri de 20 milyar dolara yakın eridi. Bu ne demek?

* Net sermaye çıkışı, yabancı sermayenin verdiği parayı faiziyle tahsil etmesi demek. Mart 2018 itibariyle başlayan kur şokundan itibaren Türkiye ekonomisinden yabancı sermayeye hızla kaynak transferi yaşanıyor. Bunun sonucunda dış finansmanın büyüttüğü inşaat başta olmak üzere pek çok sektör tepetaklak oldu. Konkordato ilanları, iflaslar, yatırımların durması bu sürecin neticesidir. Nihayetinde de yılın son ayı itibariyle küçülen reel ekonominin 2019'un ilk altı ayında daralacağı kesinleşti.

* Hükümet dışarı kaynak transferinin şirketlerde yol açtığı tahribatı, toplumsallaştırmak için adımlar atıyor. Ülker, Doğuş, Telekom'un borç yapılandırması, kamu bankalarının üzerinden mega projeleri alan inşaatçılara kredi sağlanması, ÖTV, KDV muafiyetleri ve indirimleri vb. ülke içinde de aşağıdan yukarıya kaynak transferi anlamına geliyor. Mesela; TÜSİAD'ın "çok iyi oldu" dediği asgari ücrette işverenin üzerindeki yükün 900 lirasını devlet ödüyor zaten. Nereden? İşsizlik Sigortası Fonu'ndan, vergilerden, yani çalışandan kestiği paradan. Aynı şekilde KOBİ'lere SGK primi desteği ile de prim yükünü yine işçinin cebinden karşılıyor.

* Borcu yapılandırıldığı için neşeyle meydan okuyan Ülker'in aksine 2018'in ilk dokuz ayında vatandaşın bankalara borcu yüzde 10.2 artarak 500 milyar lirayı geçti. Merkez Bankası'nın raporuna göre, konut kredisi borcu 15 milyar, ihtiyaç kredisi borcu 22 milyar, kredi kartı borcu da 13 milyar lira fazlalaştı. Bankaların tahsil edemeyip paket halinde varlık yönetimi şirketlerine sattığı vatandaşın borçlarındaki artış ise yüzde 23.7'yi buldu. Devletin Hazinesinin iç borcunun bile 507 milyar lira olması, vatandaşın borçlarının geldiği boyutu özetlemeye yetiyor.

* Türkiye tarihinin en yüksek işsizlik oranı, 2008 krizinin ardından 2009'da yüzde 13 ile gerçekleşmişti. Bugün işsizlik oranı 11.5. Ve 2019'da bu oranın, ekonomideki daralmayla birlikte en kötü dönemi dahi geride bırakması sürpriz sayılmaz. Reel ücretlerdeki artış ise 2008'den beri en alt seviyede. KDV ve ÖTV indirimleri ile kağıt üzerinde azalan enflasyon da hesaba katıldığında, 2019'deki reel ücret erimesi 2018 yılını da geride bırakacak gibi. Zaten eksi büyüme, ücretle çalışan kesimlerin milli gelirden aldıkları payın da eksilmesi demek.

Kısaca kriz toplumun aşağı kesimlerinden yukarıya, içeriden dışarıya kaynak transferini hızlandırırken; yoksullaşma, işsizlik, geçim sıkıntısı olarak faturayı ücretle çalışanlar açısından ağırlaştırıyor. Yeni yıl mesajındaki meydan okuma da elbette bir iktisadi olgu olarak krize değil, sonuçlarıyla birlikte toplumsallaşan krize meydan okumadır. Yani faturaya ses çıkartması muhtemel olanlara...

YENİ BİR BALON MU?

Ne var ki, 2019 iktidar bloku açısından da o kadar hayırlı olmayabilir. Her sıkıntıda darı gibi etrafa saçtıkları 'dış güçler' mefhumu, gerilim tezgahının etkili bir dişlisi olmaktan çıkıp gerçek bir tehdide dönüşebilir. Prof. Korkut Boratav'ın 28 Aralık'ta yazdığı yazıda bahsettiği ABD’de yüksek faizli şirket tahvillerinde yaşanan durum, 2019'u yeni bir küresel sarsıntının miladına çevirebilir. Tıpkı 2008'deki gibi, 'sağlam' görülen şirket tahvilleri, 'çürük' tahvillerle birleştirilerek oluşturulan paketler halinde piyasalara sürüldü. Bu paketler yeni bir balona neden oluyor.

2008'de krizden çıkmak için uygulanan 21'inci yüzyılın 'mucizevi mali politikalarının' sonucuna dair bir hatırlatma, 2019'da nelere olabileceği konusunda fikir verir. 2008'de bankaların batmaması için bilançolarındaki 'zehirli varlıklar' sermaye piyasasına aktarıldı, ama bu hamle, riski daha bulaşıcı bir zemine taşıdı. Piyasalarda biriken riski azaltmak için bu sefer de 'ucuz küresel kredi havuzu' vasıtasıyla gelişmekte olan ülkelere sermaye ihracı başladı. Küresel borç, küresel hasılanın yüzde 225'ine ulaştı. Böylece merkez ülkelerde biriken sermaye artığı, yeni değerlenme arayışı çerçevesinde borç sermaye olarak Batılı ülkelerden bağımlı ülkelere kaydırılırken, aynı zamanda riskleri de götürdü. 2018 krizinin küresel anlamı buydu.

ABD merkezli piyasanın fay hatlarında biriken enerji her an yeni sarsıntıya yol açabilir. O zaman da Türkiye'nin yaşadığı kriz bambaşka bir evreye sıçrar ki, bu da 1990-2001 arasındaki kriz sarmalının daha ağır biçimde 2019'dan sonraki dönemde tekerrür etmesi demek.

24 Haziran 2018'den beri Türkiye'nin 'başkanlık' görünümlü bir koalisyonla yönetildiğini unutmamak gerekiyor. AKP ve MHP'nin siyasal çekirdeğini oluşturduğu, ilk halkada TÜSİAD ve MÜSİAD'ın yer aldığı, çeperinde ihracatla beslenen ticaret ve yan sanayii ağırlıklı orta ve küçük işletmelerin konumlandığı iktidar blokunu bir arada tutan şeyin de bu ekonomik modelin sürdürülebilirliği üzerine kurulduğunu unutmamak kaydıyla. Tüm bunlar küresel piyasadan çekmek mecburiyetinde olduğun paraya pamuk ipliğiyle bağlı...