Medyamızın üç hali
Macron zamları geri aldığını açıklamış. Bak sen! Yahu koskoca devlet başkanı üç “Gezi zekalının” karşısında pes eder mi? Ama oldu işte Macron korkağın teki çıktı! Bizim basın bu gelişmeyi nasıl verecek? “Macron’dan geri adım.”
Fransa’da yaşananlar karşısında şaşkınlıktan ne yazacağını bilemeyen basınımızın içler acısı halini izlemek pek keyifli. Öyle ya yazdığınız herhangi bir şey Gezicilerin ya da muhalefetin işine yarayabilir ve bu durumda vatana ihanete katkı ya da teşvik dahil birçok suçlama ile karşı karşıya kalabilirsiniz.
Biraz geriye gidelim: Medya Suriye’de yaşanan savaşın en önemli silahlarından birini oluşturuyordu (halen de öyle). “Güvenlik güçlerinin halka uyguladığı şiddetten tutun da askerlerin kadınlara tecavüz ettiğine kadar” geniş bir yelpazede verilen “haberleri” hatırlıyorum. Medyamızın Davutoğlu’na yakın kanadı nasıl bir tavır alacağını en baştan biliyordu, “gazeteciliğin özgürce yapıldığı” ana akımın aynı koroya ama gönüllü ama zorunlu olarak katılması fazla uzun sürmedi.
Şu örnek basınımızın durumunu anlamak için çarpıcıdır: Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad ile bir röportaj için Türkiye’den bazı gazeteciler davet edilmişti. Ertuğrul Özkök “devletimin âli menfaatleri gereği” gibi bir savunma ile gitmedi, Fatih Altaylı ise gitmek isteyen köşe yazarına “git röportajı yap ama ben bunu gazetede yayınlamam” deyivermişti (Özkök de Altaylı da o sıralarda dünyada herkesin konuştuğu bir cumhurbaşkanı ile sadece gazetecilik refleksi ile konuşsalardı başlarına gelecek olanları önceden görmüşlerdi). Bu ahval ve şerait içinde dönemin Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Utku Çakırözer cesaret gösterip Esad ile röportaj yaptı ve gazetesinde yayınlandı. Çakırözer’i bin pişman edeceklerdi ki o da kendisini “diktatör ile son röportajı yapmak istedim” savunması ile kurtardı. TIR haberi sonrası Cumhuriyet’in başına gelenler ise malum.
Basınımızın geneli ise saç baş yolduran, bin türlü maddi hata barındıran haberleri geçmeye devam etti. Anadolu Ajansı’nın 11 bin kişiye işkence fotoğrafları “haberi” en büyük skandallardan biridir.
Basınımızın üç hali dedik. Suriye meselesi patladığında ortada Gezi yoktu henüz. Türkiye basınına göre Suriye’de kafa kesmek, okul kitapları taşıyan kamyonları yakmak, resmi daireleri bombalamak, eğer yönetim yanlısı ise asker, polis, öğretmen, mühendis öldürmek "demokratik hak"tı. Askerlerin uzuvlarını kesen entegre sistem kurmak teknolojik yatırım, “Alevileri ve yönetim yanlısı Sünnileri yok edin” demek fikir özgürlüğüydü.
Sonra bir gün..
Günlerden bir gün Gezi patlayıverdi. Sağcısı, solcusu, futbolcusu, Jale’si, Hale’si ve bütün mahallesi ile insanlar sokaklara çıktı.
Aa bir baktık ki demokrat basınımız o kadar da demokrat değilmiş! Suriye’de sokağa çıkanlar özgürlükçüydü ama Türkiye’de sokağa çıkanlar darbeciydi. Gösteri mekanı tüm Türkiye olunca “uluslararası komplocular yerli işbirlikçileri ile Türkiye’ye karşı birleşmişti.” Basının önceleri sadece birkaç gazeteci tarafından bilinen bazı isimleri keşfetmesi uzun sürmedi. Soros, Otpor, Gene Sharp, CNN International adları manşet ve haberleri süslemeye başladı.
Ama bu isimlerin ortaya atıldığı tavır ve yayıncılık yetersizdi çünkü halk dediğin Soros’tan, Otpor’dan değil, basit somut örnekten anlardı. Hemen bir hal yolunu bulup “Kabataş” dediler, “camiye ayakkabıları ile girip bira içtiler” dediler ve halka “anarşistlerin memlekete yaptıkları kötülükleri” anlatmayı başardılar. Nasılsa halk “yahu Suriye’de olunca demokratik hak ise bizde niye değil, yok eğer bizde darbe ise neden Suriye’de öyle değil?” sorusunu sormuyordu.
Yine hatırlıyorum Fransa’da bundan önce yaşanan banliyö isyanında Fransız polisinin, İngiltere’de yaşanan olaylarda İngiliz polisinin takındığı vahşi tavırlar karşısında “Suriye ile kıyaslanır mı oralarda diktatörlük değil demokrasi var” görüşünü savunanlar da oldu. Yani Suriye’de güvenlik güçlerinin gösterdiği tavrın aynısının Avrupa’da gösterilmesi sonrasında bile Türkiye’de iktidarın güvenlik güçlerini koruma refleksi ile yorumlar yapıldı.
Suriye’dekileri “devrimci” Türkiye’dekileri “darbeci” olarak tanımlayan Türkiye basınında bu kez (Sarı Yeleklilerin gösterilerinde) aynı kararlılığı göremedik. Neden acaba?
Saray’ı kızdıracak en küçük bir yorum ya da başlığın atılmamasına azami dikkatin gösterildiği uzunca bir süredir malum. E bu durumda gazete(ci)lerin yaşadığı şaşkınlığı da anlayabiliyoruz. Düşünsenize iktidara yakın bir gazetede sorumlusunuz ve “Fransa’da hakkını arayan çalışanlar sokaklarda” başlığını atıyorsunuz. Alimallah sizin bu başlığınızı Türkiye’de işçinin biri okuyup da zehirlenirse ne olur? Ya da “Fransız polisi göstericilere şiddet uyguluyor” diye yazarsanız bu Türkiye’de polise bir mesaj olarak algılanabilir. Suriye muhaberatı değil ki bu! Örnek verdiğiniz yer Fransa, hadi yarın Türkiye’de de gösteriler olursa? Siz polise “şiddet uygulama(!) mı” diyorsunuz? Yani? Yanisi, zor. Ne yazarsanız yazın bir taraflara çekilebilir.
Macron zamları geri aldığını açıklamış. Bak sen! Yahu koskoca devlet başkanı üç “Gezi zekalının” karşısında pes eder mi? Ama oldu işte Macron korkağın teki çıktı! Bizim basın bu gelişmeyi nasıl verecek? “Macron’dan geri adım.” Şimdi ey okuyucu bu başlığı “Macron halkına merhamet gösterip, göstericilerin zamları geri alma isteğini kabul etti” diye okuyabilirsin ama sakın “Macron göstericiler (halk) karşısında yenildi ve zamları geri almak zorunda kaldı, Fransa’da halkın zaferi” diye okuma, iş başka yerlere varabilir. Bu başlığı şöyle de okuyabilirsin okuyucu: Macron niye göstericilerin kafasını kırdırmadı, kafasına kafasına nişan aldırmadı ki? El âlem devlet, iktidar gücü görsün!
Ama..
Ama bu başlıkları atıp haberleri verirken bir yandan da “hani insan hakkı, siz de şiddet uyguluyorsunuz işte” diyerek Fransa’ya, Avrupa’ya ABD’ye çakmamız lazım ki bizdeki şiddeti meşru kılalım.
İşte bu ayar tutmazlık ile iktidar yanlısı basının işi çok zor doğrusu: Aynı başlıkta “şükürler olsun bizi her fırsatta eleştiren Avrupa’da gösteriler var” diyeceksin, “sadece bizde değil bakın işte Fransa’da da işler iyi değil, Avrupa çöküyor” mesajı vereceksin. “Fransa polisinin göstericilere şiddet uyguladığını” yazacaksın ama Türkiye insanının, esnafının bilinçaltına “pala” refleksini daima diri tutan “göstericiler vitrinleri kırdılar, talan yaptılar” mesajı göndereceksin. “Halk sokağa çıktı, Macron yenildi” diyeceksin fakat “aynı şey Türkiye’de olur mu” düşüncesini uyandırmayacaksın. Meselenin sınıfsal karakterini gizlemek için “Paris’teki gösterilerde DHKPC ve PKK militanları var” diyeceksin.
Ama bunları yaparken halkı düşünmeye sevk etme tehlikesi barındıran asıl bilgileri saklayacaksın. Örneğin Fransa’da yaklaşık 17 milyon kişinin yaşadığı yerin dışında (başka şehir, banliyö) çalıştığını ve işlerine kendi otomobilleri ile gittiğini ve bu insanların isyan sebeplerinden birinin kendilerini doğrudan etkileyen akaryakıt olduğunu yazmayacaksın. Yazarsan haberdeki “otomobilleri ile işe gidiyorlar” ögesi halkımızı zehirleyebilir. Bizde balık istifi toplu ulaşım araçlarında Akbil basabildiği için mutluluk ve refahtan ölen milyonlar “bizim Fransız’dan neyimiz eksik, biz de otomobil istiyoruz” diye düşünürse ne olur hayal edebiliyor musun?
Gördün mü işte Sarı Yelekliler yetmezmiş gibi şimdi de gösteriyi oyun sanan zıpçıktı lise öğrencileri ve üniversiteliler de harçları protesto için gösteri yapmaya başlamış. Bunun için de manşet hazır: Taviz Macron’u sallıyor.