YAZARLAR

Fişlemenin resmileştiği ülkenin değerler eğitimi

Akademinin olmadığı yerde iktidar birtakım meczup dinbazın hezeyanlarını değerler eğitimi adıyla topluma yutturma becerisine, ince işçilik adını takıyor olmalı. İnsan, kadın, çocuk, hayvan, çevre, barış, demokrasi vb. her alandaki hak savunuculuğu erdem olduğu halde suç sayılan güzel ülkemizde, kafalara mıh gibi çakma yöntemiyle nakilden ibaret değerler eğitimi şaşırtmıyor maalesef.

Sivil toplum örgütlerinde gönüllü çalışmanın, insan hayatına katkısı saymakla bitmez. Her şeyden önce kişisel gelişimini, toplum yararı motivasyonuyla sürdürmenin sağladığı birikim, bireyin kendi varlığını anlamlandırmasına hizmet ediyor. Günümüz insanının mustarip olduğu kentli yalnızlığının da ilacı. Eğitim, iş, aile hayatı kıskacında benlik kaygısına hapsolarak toplumsal sorunlardan izole yaşayan insanın sorunu kentli yalnızlığı. İnsana “ben” duygusundan ötesini kavrama, yaparak, yaşayarak, hissederek “öteki” varlığı anlama becerisi sunuyor. Nefsanî arzuların ve temel ihtiyaçların dışında kalan koca bir dünyayı, değerek, dokunarak hissedebilmesinin verdiği hazzın ölçülebilir bir maddi karşılığı yok. Ancak kemale erme yolculuğu dersek ömürlere, sivil toplum faaliyetiyle, iyiliğe ışık hızında yolculuk mümkün, diyebiliriz.

Erdemli insanın nitel ve nicel varlığındaki yükselmeyi, değerler eğitimi adıyla okullarda bireylere “paket programla yükleyerek” sağlamaya çalışıyor iktidar, yıllardır. Öğrenciyi, dolayısıyla toplumu, kendi değer hükümlerini içeren, ideolojik, kuşatmanın mahzurlarını, bu yazı için bir kenara bıraksak bile bu eğitim modeliyle istenen insana ulaşmak mümkün olmaz. Çünkü erdem/değerler, okuyup öğrenilerek, dil ile ikrar kalp ile tasdik edilerek değil yaparak, yaşayarak siner hayatın içine, insanın özüne. İktidar çevrelerinin anlayacağı şekilde dini terminolojiyle söylersek “hal duası” gerektir. Ki zaten dua duruştur. İnsanın gerçekleştirmek için çaba harcamadığı duaya bu nedenle “olmayacak dua” denmiştir. Peki, harcanan çabanın yöntemi, duaya dahil değil mi?

Örneğin erdemli insan yetiştirme iddiasıyla, iktidar gençlere, çocuklara erdemli davranma şansı tanımadan yaptığı usulsüz uygulamalarla, amaca giden her yolu mubah sayan “dar’ü-l harp” yaklaşımıyla ne elde edebilir? İyi insanlar mı yetiştirmiş olur? Hayır. Hayır, çünkü kişiye hayır deme şansı tanımadan erdemli davranış geliştirme fırsatı sunmuş olmazsınız. Sadece anlık kabullerle yetinirsiniz ki o da zaten mebzul miktardaki gerçek duygu ve düşüncelerini gizleyerek olduğu gibi görünmekten kaçınan insan sayısını arttırmaya hizmet eder. Ötekileştirme, yabancılaştırma, düşmanlaştırma yoluyla değerler eğitimi verme iddiası, partizan yetiştirme çabasından başka bir şey değil zaten. Toplumu birlikte yaşamaya değer kılan her şeyin köküne kibrit suyu döktükten sonra kazanılacak seçimin peşindeki iktidar, ne yaptığını gerçekten bilmiyor olabilir mi? 24 Haziran sonrası için iktidar çevrelerince “ince işçilik” adı verilen yeni(?) dönemdeki ilk icraatlardan birisi sivil toplumu baltalamak oldu mesela.

Pek çok ülke öğrencilerinin kişisel gelişimiyle birlikte yaratılan sinerjiyle toplumu güçlendirmek için her yaştan çocuğu sosyal çalışmalara, sivil toplum gönüllülüğüne teşvik ediyor günümüzde. Şirketler, çalışanlarının toplum yararı için yaptıkları gönüllü çalışmaları, mesleki yeterlilik kadar önemli görüyor işe alımlarda. Demokrasiler, her biri farklı alanlarda çalışan sivil toplum faaliyetlerini kolaylaştırmak için dernek ve vakıflara çeşitli kolaylıklar, maddi destek mahiyetindeki vergi muafiyetleri getiriyor. Bizlerse yıllardır derneklerin kâr amacı gütmeyen kurumlar olmasına rağmen tabi tutulduğu stopaj vergisinin kaldırılmasını istiyoruz. Ülkemizde dernekler stopaj vergisine tabi tutularak yılda on iki değil on altı aylık kira öder. On ikisi mülk sahibine dördü devlete kira ödeyen ticari işletmelerle aynı şartlara tabi tutulur sadece üye aidatı ile varlığını sürdüren dernekler. Mülk sahibi olan varlıklı kişiler, kiradan elde ettikleri gelirin vergisini kaçırma alışkanlığında olduğundan devlet, kaçırılan gelir vergisini derneklerden alarak telafi eder. Stopaj vergisinde kurtulmak için onca çaba harcanırken iktidar, sivil toplum örgütlerini üyelerinin varlığından “kurtarma” yoluna gitti.

Nasılını Ahmet İnsel detaylı yazdığı için değişiklik konusuna girmiyorum. Ancak dernek üyelerinin her birini devlete bir nevi ihbar etmekle yöneticileri sorumlu kılan bir değişiklik olduğunu belirteyim. Hani fişleme işi gizli saklı muhbirlerce yapılırdı ya eskiden, şimdi bu değişiklik sayesinde fişleme, ayan beyan ve zorla dernek yöneticilerine yaptırılıyor. Anılan değişiklik sonrası sivil toplum örgütlerinde geniş çaplı üye kayıpları yaşandığını herkes kolaylıkla tahmin edecektir. Birçok dernek üye sayısının yarıdan fazlasını kaybetti. İktidara yakın derneklerin aynı durumda olmadığı da kolaylıkla tahmin edilebilir. Bir de kolay tahmin edilemeyen onur için mücadeleye devam kararı alanların yaklaşımını anmadan geçmek olmaz tabii. Bütün fişlemelere rağmen üye kalmayı tercih edenlerin “zaten delilsiz de her türlü suçlamanın yapılabildiği” hukuksuzluk ortamı, üye kalanların ibretlik gerekçesi. Her türlü kâr zarar hesabından azade, salt insan onuru için üye kalan kişiler sayesinde sürecek hak mücadelesi.

Sosyal dayanışma ve yardımlaşma dernekleri de çok sorun yaşamıyor. Madden ya da bedenen ihtiyaç sahiplerine yardım etmenin, veren el olmanın, kısa günün kârı niteliğindeki kazanımı, zaten insanlara cazip gelir. Muhtaçlar karşısındaki kendi konumunu tazeleyerek, kemale değil “ben” duygusunun güçlenmesine hizmet eden bir yanı vardır yardımlaşma kültürünün. O nedenle çok yaygın zaten. Hak savunuculuğu ise sistemin insani dönüşümüne katkı sunmuştur her zaman. Sistemle kavgalı oluş, büyük cesaret ister bu nedenle. Kendinden geçme, ötekinde yeniden var olma halidir, hak savunuculuğu. Hak ihlallerini gündem taşıyıp cezalandırılmasını sağlar. İnsan onurunu çiğneyen fiiller, uygulamalar, kurallar karşısında mücadele her zaman zordu. Şimdi yeni engeller icat edildi. Yargısız infazlar, iddianamesiz tutukluluklar cenneti Türkiye, faziletli insanlar yetiştirmek için menkıbeleri, rivayetleri yardıma çağırırken gerçek hayatta hak savunuculuğunu suç sayıyor. İktidar ilişkileriyle çıkar sağlama haysiyetsizliğini “değer” kılan, tepe taklak oluş hallerimizden birisi işte.

Ötekinin hakkını savunmak için her türlü baskı ve engeli aşma çabası içindeki insanların yaşadığı ilk zorluk değil kuşkusuz değerlerin tepe taklak edilişi. Ülkemizde iktidarların okulları kendi arka bahçesi kılma hevesinin de ilk örneği değil, değerler eğitimi. İnsandan, insanın haysiyetinden “arındırılmış”, bireyin özgür iradesi ipotek altına alınmış, bir garip değerler manzumesiyle öğrencileri robot hatta mankurt haline getirdiği iddiasıyla savaşılan(?) FETÖ yöntemlerinin uygulanışı açısından ilk örnek ama. Hapishaneler FETÖ tarafından özgür iradeleri ellerinden alınarak “hizmet ehli” adıyla ötekinin hakkını çiğnemeyi meşru saymış insanlarla dolu. Suç ne, suçlu kim? Azmettiren, yaptıran hatta şantaj çetesi özelliğini de hatırlatarak söylemeli, yapmaktan başka seçenek bırakmayan FETÖ liderleri serbest. Siyasi uzantıları muhtemelen hâlâ iş başında olmalı. Hamile, lohusa kadınlar yasanın açık hükmüne rağmen hapiste. Yeni doğmuş bebekler, çocuklar ceza evinde. İnsan hakları savunucuları da… Ama iktidar özgür iradeyi ipotek altına alarak insanı eğip bükmek yoluyla yani FETÖ yöntemleriyle değerler eğitimi(?) veriyor.

Özgür düşünce ve hak savunuculuğunun suç olduğu toplumda akademi olmuyor işte. Akademinin olmadığı yerde iktidar birtakım meczup dinbazın hezeyanlarını değerler eğitimi adıyla topluma yutturma becerisine, ince işçilik adını takıyor olmalı. İnsan, kadın, çocuk, hayvan, çevre, barış, demokrasi vb. her alandaki hak savunuculuğu erdem olduğu halde suç sayılan güzel ülkemizde, kafalara mıh gibi çakma yöntemiyle nakilden ibaret değerler eğitimi şaşırtmıyor maalesef.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.