YAZARLAR

Kaymak, rakı ve anti-hukukun toplumu

Erdoğan, inşası süren yeni Türkiye’nin gizli anayasasından bir paragraf aktardı geçenlerde. Bu anayasaya göre yurttaş diye bir kategori yoktur. Yurttaş demek iktidarı destekleme sağ duyusuna sahip olmak demek, farklı tercihler yapan biri ya istismara açık ya da fanatizmle malul ya teslim alınmış ya da aydınlanma şerefine nail olamamıştır. En özeti: Temyiz kudreti yoktur.

Yeme içme deyip geçmemek lazım. Kavgaların hepsi lokma yüzünden, lokma için. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan seçim sürecinde iktidar partisinin nutuklarında nelere şahit olacağımızı ilan etti:

“Ana muhalefet partisi CHP tek parti döneminden beri hizmet ve projeden uzak bir anlayışla ülkemiz siyasetini zehirlemiştir. Belirli kesimlerin ideolojik fanatizmlerini istismar ederek kurdukları düzeni korumak gayeleridir. Bu nedenle CHP oyunu artırmak için teslim aldığı kesimlerin gözlerini açmasını engellemek için siyaset yapmaktadır.

Çankaya, Beşiktaş, Kadıköy, Şişli gibi yerlerdeki seçim sonuçlarına bakın hiçbirinin ülke gerçekleriyle ilgisi olmadığını görürsünüz. Türkiye yansa da şaha kalksa da bunların umurlarında değildir. Buralardaki seçmen profili Türkiye pastasının kaymağını yiyen kesimden oluşuyor. Bu ilçelerde yaşayan sağduyulu vatandaşlarımız bilir ki bu ilçeler bugünkü seviyesine, belediyelerin değil büyükşehir belediyesinin ve hükümetin yatırımları sayesinde gelmiştir.”

SEÇİM SONUÇLARI VERSUS ÜLKE GERÇEKLERİ

Bu sözler, devletin başındaki kişinin topluma bakışına dair önemli şeyler içeriyor. İzninizle adım adım gideceğim. Ana muhalefet partisinin ülke siyasetini zehirlediği lafı kendi başına önemli değil, bir partinin diğerinde zehir bulması normal, bal bulsa orada olur zaten.

Fakat birden laf değişiyor: Belli kesimler var ve bunlar ideolojik fanatizm içinde. Böyle muğlak göndermeleri siyasetçiler çok sever, “birileri”, “bazıları”, “bir kısım…” filan. Bunu yapan CHP olduğuna göre, o kesimler CHP’nin içinde değil ama istismar alanında. Devam ediyoruz: CHP, bazı kesimleri teslim almış ve onların gözlerinin açılmaması için siyaset yapıyor. Anlıyoruz ki CHP ile tuhaf, ne idüğü belirsiz bir grup arasında tuhaf bir ilişki var. Bu kesim kim, ne? Bereket cumhurbaşkanı lafı uzatmadan muğlaklığı bitiriyor, dört ilçe sayıyor ve buradaki “seçim sonuçları” ile ülke gerçeklerinin birbirini tutmadığını söylüyor.

SAĞDUYULU VE SOLDUYULU VATANDAŞ?

Yani, seçmeni söylüyor Erdoğan. Bu cümlelerden anlıyoruz ki bu seçmen öyle masum değil, üstelik tek suçu ideolojik fanatizm ve gözlerinin kapalı olması da değil, üstüne üstlük ülkenin kaymağını yemesi. Bereket, bu ilçelerde “sağduyulu vatandaşlar” da yaşıyor. Kutuplaşma/kutuplaştırma ya da bir seçmen grubunu hedef gösterme tartışmalarına girmeyeceğim, oralar çoktan geçildi çünkü. Bu sözlerin en önemli içerimi bence seçmene bakışta yatıyor: Toplumun bir kesiminin siyasal tercihleri, kendi olumsuz niteliklerine, gözlerinin bağlı olmasına ve bu bağ anlamına gelen ideolojik fanatizmlerine atfediliyorsa, “özgür iradesiyle tercih yapan seçmen” diye bir kategoriye inanılmıyor demektir.

O ilçelerdeki sağduyulu vatandaşların, iktidar partisine (ve belki de iktidarı destekleyen MHP ve BBP gibi partilere) oy verdiklerini anlıyoruz nutuktan. Burada tartışılması gereken şey ayrıştırma/kutuplaştırma değil, iktidar tercih etmeyenin ahlaki konumunun (ülkenin kaymağını yemek, ülkenin kaderiyle ilgilenmemek), düşünsel niteliklerinin (fanatizm) ve bilişsel yetilerinin (gözleri kapalı olmak) mahkûm edilmesidir.

IŞIKTAN MAHRUM KALMIŞ İNSANLAR

İktidar partisini tercih etmeyenlerin “gözlerinin kapalı” olduğunun dile getirilmesi, yurttaşların siyasal kararlarının özgür iradeyle yaptıkları seçimler olmadığı, yani seçim yapma becerilerinin olmadığı, en özetle temyiz kudretine sahip olmadıklarının kabulü ile mümkün olabilir.

Bu gözleri kapalı, demek ki ışıktan mahrum ve istismara açık yurttaş/seçmen tasavvuru başka iktidar mensuplarının da dilinde çok var. içişleri Bakanı örneğin bu tür suiistimale açıklık nedeniyle “Cumartesi Anneleri”nin eylemine yasak getirildiğini ilan etmişti, aynı nedenle kadın eylemlerinin de zabıta saldırısına uğradığına da şahit olduk. Bu “aydınlanmamış yurttaş” anlayışı, iktidarın tüm nutukçularının dönüp dolaşıp yakasına yapıştığı cumhuriyetin kuruluş döneminin “aydınlanma şerefine nail olmamış” cahil halk ile onları istismar eden gerici/yobaz karaktere ilişkin kurgusuna ne kadar da benziyor! Elbette bir fark var: O zamanlar “aydınlatma” görev sayılıyordu, cehaletin bitme ihtimali vardı yani, zorla da olsa güzellikle de olsa. Şimdiki kurguda ise bir tür “öz”den söz ediliyor, ilelebet payidar kalacak bir özden söz ediliyor, özü kötü deniliyor özetle.

KAYMAK METAFORUNDAN RAKI GERÇEĞİNE

Seçim sathı mailinde bir başka demece geçelim şimdi. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday tensip edilen eski bakan Nihat Zeybekçi de yeme içme işine takılmıştı. Erdoğan’ın saydığı dört ilçenin başkenti de diyebiliriz İzmir’e hani. Sözleri metaforik değil düz anlamıylaydı eski bakanın, hayat tarzı, özgürlük, devrim filan lafları eşliğinde sözü rakıya getirdi. Metafor olarak değil, bildiğimiz rakı.

“Bugün İzmir ile ilgili şunları duymuyor değilim: "Rakımıza dokunma"… Eyvallah. Bugün insanların özgürce içkilerini içebildiklerini ben biliyorum. AK Parti'deki arkadaşlarımız bugün içkisini içebilen, namazını da kılabilen, günü geldiğinde orucunu tutabilen bir hoşgörü alanına sahiptir.”

Zeybekçi de tıpkı Erdoğan gibi seçmenin bir “bilmeme” haline atfen kuruyor cümlelerini: “…özgürce içkilerini içebildiklerini ben biliyorum.”

İÇEN KENDİNİ BİLMEZ ZATEN!

Eğer içkiyi özgürce içenle içkinin özgürce içilemediğini söyleyen aynı kişi değilse, bakanın o söyleyen kişiye çıkışması, onu yalancılıkla suçlaması gerekir ve beklenirdi. Fakat bakan başka bir şey yapıyor, “Rakımıza dokunma” diyene eyvallah diyor, böyle bir kaygı varsa tabii ki ciddiye almak gerekir diyor, fakat sonra “özgürce içebildiklerini bildiğini” ilan ediyor. O zaman ne diyor? “Demek ki anlatamamışız.” Bu kesin, ama anlatamadığını anlattığı cümlelerden bir şey anlamak pek mümkün değil. Belki de içmiş işte, ne anlar laftan diyor kim bilir.

Bu açıklamanın Erdoğan açıklamasıyla ortak noktası, “kendi durumunu bilmeyen” seçmen varsayımıyla yapılmış olması. Farkı ise kime seslendiğinin Erdoğan kadar net olmaması. Erdoğan’ın sözünde hiçbir ikirciklik ya da çelişki yok, çünkü Erdoğan, inşası süren yeni Türkiye’nin gizli gizli yazılan anayasasından bir paragraf aktardı, doğrudan kendi seçmenine seslenerek. Bu gizli anayasaya göre yurttaş diye bir kategori yoktur. Yurttaş demek iktidarı destekleme sağ duyusuna sahip olmak demek, farklı tercihler yapan seçmen (ya da her kimse o) ya istismara açık ya da fanatizmle malul ya teslim alınmış ya da aydınlanma şerefine nail olamamıştır. Temyiz kudreti yoktur. Anti-hukuk ile varılacak yere dair bir saptama yapabiliriz o halde: Bu gidişle kurulacak toplumda bireylerin özgür iradesi kabul edilmemektedir, o halde birey yoktur.

Ona toplum denir mi peki?