YAZARLAR

TL’nin değerlenmesi, krizi çözer mi?

TL’nin değerlenmesi, ‘işlerin yoluna girdiği’ anlamına gelmiyor. Bizzat mevcut ekonomik krizi yaratan mekanizmaya geri dönülmesi anlamına geliyor. Buna neden sevinelim?

Ekonomide bir sürü sorun varken herkesin konuştuğu konu TL’nin değeri. Hatta TL’nin ABD Doları karşısındaki hareketine, bir çeşit ‘kriz barometresi’ muamelesi yapılıyor genellikle. TL’nin değerinin ekonomi gündeminin merkezinde kalmayı sürdürmesi nedeniyle, bu meselenin nasıl anlaşılması gerektiği ile ilgili görüşümü yazmak istedim. Mevcut ekonomik model değişmediği sürece, TL'nin değerlenmesi 'işlerin yoluna girdiği' anlamına gelmezken, değersizleşmesi daha da kötüleşmesi anlamına geliyor. Neden mi? Aşağıda açıklamaya çalıştım.

TL'NİN DEĞERLENMESİ NE ANLAMA GELİYOR?

TL’nin değerlenmesi, Türkiye’de 2001 krizi sonrasında uygulanan IMF programının önemli bir parçası idi. Hatta enflasyon hedeflemesi sistemi, uygulamada kur hedeflemesi olarak işledi. Zira TL’nin değersizleşmesi, enflasyonun temel nedenlerinden biri olarak görüldü. TL’nin diğer ülke paralarına göre, özellikle de ABD Doları'na göre değerlenmesi, doların bollaşmasına, yani ülkeye giren sermaye miktarına bağlı. Sermaye girişleri ise faiz oranları ya da ülke risk pirimi gibi göstergelerin yanında küresel ekonomik konjonktür ile yakından ilişkili.

Örneğin yüksek faiz TL’nin değerlenmesini sağlayabilir. Ancak, küresel ekonomide öyle dönemler olabilir ki, TCMB faizleri düşürse dahi Türkiye’ye sermaye gelmeye devam edebilir ve TL değersizleşmeyebilir. Sonuncu durum, 2010 ile 2013 arasında Türkiye’de yaşandı.

TL’nin değerlenmesi, enflasyonla mücadelede işlevli olabilir. Ancak bazı ‘amaçlanmayan sonuçları’ var. Bunlardan ilki, ithalatın kolaylaşması. Eğer yerli paranın değerlenmesi, ithal ikameci bir ekonomik model dahilinde gerçekleşmiyorsa, ilk sonucu yerli üretim yapısının aşınması olacaktır. Bu anlamda yerli paranın değerlenmesi, içeride üretim yerine ithal etmeyi teşvik etmek anlamına gelir.

Yani, mevcut ekonomik model değişmediği sürece, değerli ‘yerli ve milli’ para, ‘yerli ve milli’ üretimin düşmanıdır.

İkinci amaçlanmayan sonuç, yerli para dışındaki paralar ile borçlanmanın artması olabilir. Eğer yerli paranın değerlenmesi sürerken, yabancı paralar ile borçlanma serbest bırakılmışsa ve yerli paradaki değerlenme yüksek faiz sayesinde gerçekleşiyorsa, daha ucuz borçlanma maliyeti sunan yabancı paralar ile borçlanmak, pek çok firma için rasyonel hale gelir.

Yani, mevcut ekonomik model değişmediği sürece, değerli ‘yerli ve milli’ para, borçlanmada yabancı para kullanmayı teşvik eder.

İlk ikisi ile bağlantılı diğer sonuçlar da ticaret açığının ve cari açığın artması olacaktır. Eğer yerli paranın değerlenmesi geçici bir eğilim değil de, uzun dönemli bir ekonomi politikası haline gelirse, yukarıda sıraladığım olumsuz faktörler kronikleşir. Ki, AKP hükümetleri boyunca olan budur.

Gerçekten de, TL’nin değerli tutulması AKP hükümetlerinin ekonomik önceliklerinden biri oldu. Bu, bir yanıyla değerli TL’yi mümkün kılan uluslararası ekonomik konjonktür sayesinde gerçekleşti. Liberal iktisatçıların zamanında hararetle destekledikleri ve günümüzde de, mevcut ekonomik krizden çıkış için dönülmesini tavsiye ettikleri 2001 krizi sonrasındaki enflasyonla mücadele programının sonucu, Türkiye ekonomisinin sermaye hareketlerine ve ithalata olan bağımlılığının daha da artması olmuştur. O nedenle, mevcut durumdan çıkış için hâlâ IMF reçetesi önerenler ya önerilerinin sonuçlarından bihaberler ya da bir IMF programının AKP hükümetini bir şekilde disipline edeceği gibi naif bir inanca sahipler.

Kısacası, TL’nin değerlenmesi, ‘işlerin yoluna girdiği’ anlamına gelmiyor. Bizzat mevcut ekonomik krizi yaratan mekanizmaya geri dönülmesi anlamına geliyor. Buna neden sevinelim?

Peki, TL’nin değerlenmesi ‘işlerin yoluna girdiği’ anlamına gelmiyorsa, tersi, yani TL’nin değersizleşmesi ‘işlerin yoluna gireceği’ anlamına gelir mi? Hayır. Aksine, TL’nin değersizleşmesi, özellikle de bunun hızlı bir şekilde, bir döviz krizi halinde gerçekleşmesi, ekonomik sorunları daha da ağırlaştırır.

TL'NİN DEĞERSİZLEŞMESİNİN SONUÇLARI NELER OLABİLİR?

TL’nin değersizleşmesi, bir çeşit ‘rekabetçi devlet’ projesinin parçası olarak uygulanıyorsa ve bu değersizleşme aşamalı olarak gerçekleştiriliyorsa, belirli bir süre için ihracatçı firmalara rekabet avantajı sağlayabilir. 1980’lerin başında, askeri darbe koşullarında uygulanan bu mekanizmanın nasıl işlediğini gördük. Bunun hem içsel hem dışsal sınırları var.

İçsel sınırı, enflasyon. Zira, TL’nin değersizleşmesi ithalatı pahalılaştırdığından, fiyat artışlarını beraberinde getirebilir. Bu ise, faiz artışlarını beraberinde getireceğinden, TL’nin yeniden değerlenmesine yol açmak yoluyla mekanizmayı işlevsiz hale getirir.

Dışsal sınırı, diğer ülkelerin de aynı şeyi yapıyor olması olarak özetlenebilir. Örneğin, Çin ya da Bangladeş gibi rakiplerin olduğu ortamda ucuz emek ya da değersiz yerli para ile uluslararası rekabette başarılı olmak çok zor. Ek olarak, unutmamak gerekir ki, kur avantajı ile rekabet, sonsuza kadar sürdürülebilecek bir oyun değil.

Yerli paranın değersizleşmesi, bir program çerçevesinde değil de ani şekilde gerçekleşiyorsa, durum daha kötü. Buna kur şoku ya da daha da sertleşen kur şoklarına döviz krizi diyoruz. TL’nin bu şekilde değersizleşmesi, işlerin yoluna girdiği değil daha da bozulduğu anlamına gelir. Ancak bunun da bazı amaçlanmayan etkileri var. Döviz krizleri sonrasındaki uyumlanma mekanizması cari fazla, hatta dış ticaret fazlası olarak görülüyor. Bu tipik mekanizma da, kısa dönemli bir etki olarak görülebilir.

SORUN İZLENEN MODELDE

Başta söylediğimi tekrar edeyim: TL'nin değerlenmesi 'işlerin yoluna girdiği' anlamına gelmezken, değersizleşmesi daha da kötüleşmesi anlamına geliyor. Sorunu bu şekilde ortaya koyunca, genellikle ‘kötümser’ olmakla suçlanıyorum. Ancak yukarıda açıkladığım gibi, bu sonuçları üreten ‘kötülük’, bizzat AKP hükümetlerinin izlediği ekonomik modelde. Bununla yüzleşmeden yapılan yorumlar, yüzeysel ve sorunu kavramayan önerilerin üretilmesine neden oluyor.

Üzgünüm ama, liberal iktisatçılarımızın önerdiği ‘IMF programına dönüş’ senaryosu da, ekonomi yönetiminin sürekli yalpalayan ve ne olduğu belli olmayan ekonomik yönelimi de, Türkiye ekonomisinin sorunlarını çözecek öneriler içermiyor. O zaman çıkış nerede? Hakim ekonomik modeli sorgulayan, alternatif modellerde. Hazırda hemen uygulanacak ekonomik reçete var mı? Var, ama konu iktisadi değil, siyasi; sınıfsal güç dengelerinin çalışanlardan yana değişmesi ile ilgili.


Ümit Akçay Kimdir?

Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene, 2016) kitabının ortak yazarı; Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV, 2007) kitaplarının yazarıdır. Akçay, güncel olarak, yeni otoriterliğin ekonomi politiği, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma konularıyla ilgilenmektedir.