
Refik Durbaş anısına, gülümseyerek…
Dinlediğim ilk Zülfü Livaneli albümü, lisede bir arkadaşımın “bunu seversin” diyerek elime tutuşturduğu “İstanbul Konseri”. Sevmek ne kelime, bayılmıştım! Modern Talking-Alphaville-Falco hattından Sezen Aksu ve Mazhar Fuat Özkan’ın izini sürerek Türkçeye dümen kırdığım dönemde ilaç gibi gelmişti. Çok dinlediğim, her ânını ezbere bildiğim albümlerdendir. Sonrasında iflah olmaz bir Livaneli hayranı olduğumu söylememe gerek yok sanırım. Piyasadaki bütün kasetlerini topladım, plaklarının peşine düştüm. ‘80’li yılların sonundan söz ediyorum; çok da kolay olmamıştı bu toplama işi çünkü o dönem Livaneli kasetleri valilikler tarafından yasaklanıyordu ve satışına izin verilmiyordu. Neyse ki tam da o dönemde (yine ilaç gibi gelen) bir başka hamle, Livaneli kasetlerini yayımlayan Göksoy Plak tarafından yapıldı ve Livaneli Külliyatı “Seçme Eserler” üst başlığıyla art arda piyasaya verildi. Külliyatın 1 numaralı kaseti “10 Yılın Ezgisi” adıyla yayımlanmıştı ve içindeki şarkılar “İstanbul Konseri”yle hemen hemen aynıydı. Konser yorumlarını dinlediğim şarkıların orijinallerini bu kaset vasıtasıyla dinlemek, başka bir güzellik oldu. Sonrasında plaklarının peşine düştüm ve bir yerde “Atlının Tüküsü”nü buldum. Koleksiyonuma giren ilk Livaneli plağıdır, değerlidir. İçindeki şarkıları biraz da bunun için diğerlerinden ayırırım, çok severim ama galiba en çok sevdiklerimden biri, bir Refik Durbaş şiiri üzerine yapılan “Çırak Aranıyor” –ki “İstanbul Konseri”nin de ayrıksı şarkılarındandır.

Refik Durbaş
Refik Durbaş, Livaneli vasıtasıyla tanıdığım şairlerden. Elbette onun da izini sürdüm ve üniversite okumak için geldiğim Ankara’da yakaladım: Can Yayınları 1987 yılında şairin “toplu şiirler”ini iki cilt hâlinde basmıştı. Heyecanla aldım, bir çırpıda okudum. “Bir Umuttan, Bir Sevinçten” adlı ilk cilt ilerleyen yıllarda kitaplığımdan uçtu, kendine yeni bir yer buldu ama “Adresi Uçurum” başlıklı ikinci cilt hâlâ elimin altında. Şüphesiz orada durmadım ve sevdiğim şairlere yaptığımı yaptım: Bütün kitaplarının ilk baskılarını topladım. “Çırak Aranıyor”, en zor bulduğum kitap olmuştu. Sonrasında ikinci baskısını da kitaplığıma yerleştirdiğim gün Refik Durbaş külliyatını toparlamış biri olarak şiirlerini yeniden okudum. Buna hiç ara vermedim zaten: Dönüp dönüp okuduğum şairlerden biri, Refik Durbaş. Hep öyle kalacak.
Çok zamandır beklediğimiz, ertelendiği sürece sevindiğimiz haber cumayı cumartesiye bağlayan gece geldi: Refik Durbaş, artık yok. Durbaş, aynı gökyüzünün altında nefes almayı sevdiğim, yazılarını heyecanla takip ettiğim, yeni bir şiir kitabı yayımladığında koşarak aldığım şairim… “Çırak Aranıyor”la başlayan, şiirlerle ilerleyen “arkadaşlığımız”ı yazık ki yüz yüze tanışıklıkla tamamlayamadım ama onu çok kez farklı buluşmalarda gördüm, dinledim, uzaktan hep çok sevdim. 2014 yılının 16 Kasım günü yan yana geleceğimiz bir etkinlik tasarlanmıştı ama yazık ki gerçekleşemedi. TÜYAP Kitap Fuarı’nda Overteam Yayınları tarafından gerçekleştirilecek “Meze Müzik Muhabbet” başlıklı söyleşinin iki konuşmacısıydık ama Durbaş, hasta olduğu için gelemedi, telefonla söyleşiye katılabildi. Yaptığı kısacık konuşmada bile bin tane şey anlattı, bir tarihi bir paragrafa sığdırmayı başardı. Son dakikada Mehmet Said Aydın’ın katılımıyla gerçekleştirdiğimiz söyleşide ona selam çaktık, söyleşinin sonunda gittiğimiz meyhanede kadehimizi onun şerefine kaldırdık.
Refik Durbaş’ın hayatını anlatmak gereksiz. Dünden beri herkes bunu yazıyor. Yine de kitaplarının birinin arkasında okuduklarımı burada özetleyeyim: Şair, 1944 Erzurum doğumlu. İzmir’de liseyi bitirdikten sonra geldiği İstanbul’da edebiyat okumuş, su tesisatçılığından işportacılığa pek çok işte çalışmış. Şiirlerini yayımladığı dönemde Cumhuriyet gazetesinin düzeltmeni. 1971 tarihli ilk kitabı “Kuş Tufanı”, Soyut Yayınları tarafından piyasaya verilmiş. Girişinde, bir dörtlük var: “akşam. körfezin zehirli sularına / bir ceset gibi düşüyor şehrin gölgesi / kaç yaz var ki yoruldum ve orada / kendimi dinledim kimseye seslenmeden” – Sonrası muazzam bir işçilik. Bütün kitapları öyle: Şiiri ince ince diziyor, ilmek ilmek işliyor. Üstelik bunu yaparken yaşaığı döneme ve halkına sırt çevirmiyor; ezilenlerin, baskı altında olanların, sömürülenlerin sesi oluyor, onların taleplerini dile getiriyor ve seslerini yükseltiyor. İkinci kitabı “Hücremde Ayışığı”, arka kapağındaki tanıtım metnine göre, “toplumsal olaylara gerçekçi, yarına dönük bakışını” yansıtan bir kitap. 1974 tarihli. Üç yılda şiirini büyütmüş, güzelleştirmiş. Bölüm başlıklarından biri, başlı başına bir şiir: “Bahara göre ayarla yüreğini”.
Üçüncü kitabı “Çırak Aranıyor”, 1978 yılında basılmış, ertesi yıl verilen Yeditepe Şiir Ödülü’nü almış. Livaneli’nin bestelediği, bir şiir değil: Bölümleri ayıran dizelerin art arda gelmiş hâli. Yıllar sonra, bu dizelerin “Usta” adıyla Hümeyra tarafından da bestelendiğini öğrenecek, çok şaşıracaktım. “Benim Şarkılarım” başlıklı albümün en güzel şarkılarından biri bu. Refik Durbaş’ın şiirleri müzisyenler cephesinde pek ilgi görmemiş ama “Çırak Aranıyor” kitabının içindeki dizeler birbirinden şahane iki farklı besteyle dinleyiciye ulaşmış. Şarkı, Livaneli bestesiyle Müslüm Gürses ve Selda Bağcan tarafından da seslendirilmişti. Selda, yakın dönemde Livaneli’nin 50. yılı için yapılan albümde seslendirdiği bu şarkıyı öteden beri konserlerinde söyler. YouTube hesabı üzerinden yayımladığı bir video, 1984 yılında Şan Tiyatrosu’nda verdiği bir konserde seslendirdiği şarkıya coşkuyla eşlik eden dinleyicilerin sesini de önümüze getiriyor. Doğan Hızlan’ın 5 Mart 2000 tarihli yazısında sorduğu soru, burada cevabını bulmuş oluyor aslında: “Çırak Aranıyor’daki şiiri bestelenmeseydi Refik Durbaş geniş kitleye bu kadar yayılır mıydı?”
Bu noktada, “Çırak Aranıyor”un içindeki şiirlerden “Menzil”in Sadık Gürbüz tarafından bestelendiği bilgisini vereyim. “Ölüm Adın Kalleş Olsun” başlıklı albümde karşımıza çıkan şarkı, yıllar sonra, ‘80’li yılların sonunda yayımlanan “Özgün Müzik Şöleni” başlıklı kasette Mesut Mertcan’ın şu sunumuyla yerini almıştı: “Bayrağı ustalarından kapıp menzile doğru götüren Refik Durbaş söylemiş, Sadık Gürbüz bestelemiş…” Bir bilgi daha: “Menzil” ilerleyen yıllarda bir başka Refik Durbaş kitabına da adını verdi. Ancak aklımızda kalan, Sadık Gürbüz’ün sesinden ve sazından bize ulaşan: “Onlar ki aydınlık üzre / ecel toprağına / umut / ektiler. Ay dolandı vay deli gönlüm // Ölüm şaşırdı menzilini…”
“İkinci Baskı”, “Çaylar Şirketten”, “Nereye Uçtu Gökyüzü”, “Siyah Bir Acıda” ve “Yeni Bir Defter, Şiirler, Meçhul Bir Aşk”, ‘80’li yıllarda art arda yayımlanan Refik Durbaş kitapları. Ben bunların hiçbirine yetişemedim ama 1989 tarihli “Geçti mi Geçen Günler”, çıktığı gün kitaplığıma giren ilk Refik Durbaş kitabı oldu. Kitabın sonunda yer alan, 65 şiir parçasından oluşan “Bin Gece Bir Gündüz”, o dönem her yerde okuduğum “şiir”di. Sonrasında Durbaş’ın kitaplarını Adam Yayınları bastı ve art arda yayımlanan kitaplar çıktıkları anda kitaplığıma girdi: “Düşler Şairi”, “İstanbul Hatırası”, “Hatıram Olsun”, “Şimdi: Haberler” ve adını çok sevdiğim “Yol Uzundur Günden ama Ölümden Kısa”. Adam Yayınları’nca basılmış kitaplardan birini külliyattan ayrı tutarım: “Dipnotlu, açıklamalı, yorumlu, dizinli şiirler”den müteşekkil “Rüya Tabirleri”. Bu kitapta “farklı”, biraz da erotik şiirler vardır.
Refik Durbaş, Adam macerası sırasında “toplu şiiirler”ini (“Kimse Hatırlamıyor” ve “Nereye Uçar Gökyüzü” adlarıyla) iki farklı ciltte yeniden derlemiş, bir de deneme kitabı sunmuştur okurlarına: “Yasemin ve Martı”. 1983 yılında, askerliğini bitirip “yeniden” çalışmaya başladığı Cumhuriyet’te Aydın Emeç’in önerisi üzerine yazmaya başladığı yazıları topladığı bu kitap, Durbaş’ın bambaşka bir yönünü ortaya seriyor. Aydın Emeç’in yazıları isterken kurduğu iki cümle, onun yol haritasını belirlemiş: “Şiirlerin sendeki izlenimlerini yaz yalnızca. Bu da yeter.” Kitapta sadece yazılar değil yaptığı söyleşiler de var –ki bunlar ufkumuzu ayrıca derinleştiren söyleşiler. Hepsi bir yana, Ahmed Arif’le yaptığı ve bir özeti yine Cumhuriyet’te yayımlanan “Kalbim Dinamit Kuyusu” başlıklı söyleşi sadece bilmediğimiz bir şairi tanıtmıyor, (satır aralarındaki ipuçları izlerseniz) döneme ve kendi şairliğine ışık tutuyor. Bunun dışında İlhami Bekir Tez –ki onunla ilgili bir de kitabı var–, Melih Cevdet Anday, Fazıl Hüsnü Dağlarca, İlhan Berk, Can Yücel, Turgut Uyar, Cevat Çapan gibi şairlerle yaptığı söyleşilerin her biri diğerinden şahane. Sadece birinin başlığını buraya alayım, gerisini varın siz düşünün: “Turgut Uyar / Hiçbir şeyi biriktirmiyor kendisiyle ilgili…”
Şiirleri ve yazıları dönüp dönüp okunacak isimlerden biri, Refik Durbaş. Art arda yayımladığı şiir kitaplarının arasına giren denemeleri, ayrı bir inceleme gerektiriyor. Ben hepsini bir kenara koyayım, benim için değerli kitabını anayım: Heyamola Yayınları tarafından 2007 yılında yayımlanan “Rakı ile Edebiyat Muhabbeti”. Adı üzerinde, edebiyatçılarımızın rakı maceralarını anlatıyor! Çilingirlerin gizli kalması gereken ânlarını öyle bir getiriyor ki önümüze, “iyi ki” diyorsunuz okurken ve bu vesileyle tanıdığınızı sandığınız isimlerin bambaşka yönlerini keşfetmiş oluyorsunuz. Kitabın bölüm başlıkları, çilingir manifestosu gibi: “Rakı, meyhanede içilir / Rakı, edep ile içilir / Rakı, edipler ile içilir…” Rakı içemediğim, karşılıklı kadeh kaldıramadığım için üzüldüğüm isimlerden biri, Refik Durbaş. İyi bir şair olmasının ötesinde iyi bir rakı erbabı.
Rakı mezeyle, meze muhabbetle, muhabbet müzikle şenlenir. Yazının burasında Refik Durbaş şiirinden bestelenen diğer şarkıları anayım… İlki, Grup Baran’ın “Yediveren” albümünde karşımıza çıkan “Rüzgâr”: “Sesini sesimin üstüne koyma / Sırtımda falakası tutuklu rüzgâr / Yanlış arama ölümden başka / Elimde kırbaçları tutuklu rüzgâr // Tek değiliz artık çoğaldık ölüme / Yüzümde kelepçesi tutuklu rüzgâr…” Şarkı, Durbaş’ın ikinci kitabına adını veren “Hücremde Ayışığı” başlıklı şiirin dizelerinden derlenerek oluşturulmuş. Hemen hemen aynı dönemde Özgürlük Türküsü tarafından bestelenen “Gününü Umuda Ayarla”, kökünü Refik Durbaş şiirinden alan bir başka şarkı. Ayrıca sözlerini yazdığı şarkılar var: Yeni Türkü’nün rebetikoları topladığı “Külhâni Şarkılar” albümünün dört şarkısının sözleri onun imzasını taşıyor: “Evet De Bana”, “Kapris”, “Külhani” ve Ömrüm Zindan İçinde”.
Refik Durbaş artık yok ama yazıları, söyleşileri, şiiri ve şiirinden bestelenen şarkılarıyla hep yanımızda. Çocuklar için yazdığı şiirler ayrı bir başlık konusu ama ben yazıyı daha fazla uzatmayayım, onu da okuru bulsun. Yakın zamanda şiirlerini “Çırak Aranıyor”, “Menzil” ve “Kırık Ayna” başlıklı üç ciltte toplayan Refik Durbaş, bir yandan da umudun şairi. 2016 yılının 15 Haziran günü BirGün’de yayımlanan Burak Abatay imzalı söyleşinin başlığı, neden şair olduğunu özetleyen cümle: “Kapitalizmin giremediği tek alan şiirdir.” Durbaş, hep halktan yana oldu, keskin dizelerini zalimin karşısına koydu. Bir yandan mücadelenin şiirini yazdı, kendini bir kavga şairi olarak konumlandırdı, diğer yandan aşkı bize en güzel dizelerle anlattı. Çilingir muhabbetini yazıları ve kitapları aracılığıyla evimize taşıdı, bizi İstanbul sokaklarında gezdirdi. İlk şiirini 1962 yılının Şubat ayında yayımlatan, o günden bu yana hiç durmadan şiir yazan büyük şair, uzun süredir direndiği hastalığına yenik düştü ve aramızdan ayrıldı.
Yazının son cümlelerini Refik Durbaş kursun; az önce andığım BirGün söyleşisinde kurduğu cümleler, önümüze yol olsun: “Umut elbette. Umut olmazsa yaşam cehennem olurdu. Devrim bir gülümsemedir, devrimciye de gülmek yakışır demiyor muyuz? Umut bu gülümsemedir işte…”
1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. İstanbul’da yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı ve pek çok radyoda programlar yaptı. Şu anda Açık Radyo'da, hafta içi her sabah Şarkılarla Memleket Tarihi adlı programı hazırlıyor ve sunuyor. Pek çok televizyon programının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında hazırlayarak sunduğu Kırkbeşlik adlı televizyon programı TRT’de yayımlandı. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006) ve 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016) adlı iki kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar, Vatan Kitap ve Kafa’da yazıyor.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Günün tarihine bir bakış: Acılarıyla, kayıplarıyla 17 Şubat
1956 yılında, Çoruh ilinin adı Artvin olarak değiştirilmiş. Ondan 30 yıl sonra, Bebek Belediye Gazinosu yıktırılmış. 1984’te Neşe Erberk, Avrupa güzeli seçilmiş. Üç yıl sonra, 12 Eylül darbesi sonrasında toplatılan 39 ton kitap, SEKA’da yakılarak imha edilmiş. 1994’te, Özgür Gündem gazetesi, 1 ay süreyle kapatılmış. Aysel Gürel ve Nuh Köklü, hayatını kaybetmiş...
Yeniden Çiçek Pasajı
Beyoğlu, uzun zamandır insanların uğramadığı bir yer. Eski mekânlar tek tek kapanıyor, müzik caddeden uzaklaşıyor, barların yerini tatlıcılar alıyor… Sadece mekânlar değil, insanlar da değişiyor. Doku, bir hayli farklı. Bu, eğlencenin farklı semtlere kaymasına sebep ama semti ya da özelde İstiklal Caddesi’ni terk etmemek gerekiyor zira zaman zaman farklı dokular yöreyi ele geçirse de İstanbul’un merkezi burası.
Musikinin kaynağı için bir saygı duruşu
Bugün ölümünün 58. yılında andığımız büyük besteciyi, hakkında rivayet olunan bir hikâyeyi hatırlatarak anayım: Dönemin ünlü bestecilerinden Selahattin Pınar’a Sadettin Kaynak hakkındaki düşüncesini sorarlar. Üstat, hır çıkartmaya meraklı gazetecilerin tuzağına düşmez ve iki küçük cümleyle cevaplar soruyu: “Adı üzerinde, o bir kaynak. Bense sadece bir pınarım.”
Dr. Skull’ın muhteşem dönüşü!
Şanslıydık: Ankara’daydık. Dr. Skull’la büyüdük. Bugün dönüp baktığımızda fark ediyoruz ki onlar da bizimle büyümüş. Şu cümleyi yazmak o kadar güzel ki: Birlikte büyümüşüz. “Birlikte” yapılan her şey zaten çok güzel. Bunu, perşembe gecesi, Dr. Skull şarkılarını hep bir ağızdan söylerken bir kere daha gördük. Öngörüm gerçekleşti: Vuslat hasıl oldu ve o gece sahiden yer yerinden oynadı.
Hrant Dink anısına: Bir şarkılı sesleniş…
Hrant Dink cinayeti, Türkiye tarihindeki büyük utançlardan biri. Çözülse de bu böyle olacak. Katillerin, “katil”lere emri verenlerin cezalandırıldığını görmek, hepimizin tek arzusu. Dilimizden düşmeyen slogan basit: Biz bitti demeden bu bitmeyecek. Dink’in öldürülmesi canımızdan can kopartan hadiselerden. Beklemediğimiz bir zamanda apansız gitti, ona en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemde bizden kopartıldı. Ardından çok şarkı yazıldı, çok şey söylendi...
Hikâyesi hikâyemiz: Burcu Tatlıses ve 'Uzaklar' üzerine…
Burcu Tatlıses hangi kulvarda? Pop deseniz pop ama değil; rock deseniz öyle ama yaptıklarını bildiğimiz rock kalıplarında değerlendirmek mümkün değil. İsimlendiremediğimiz her şeye yaptığımız gibi “alternatif” diyebiliriz buna ama neyin alternatifi? İyisi mi bir türün içine sokmadan değerlendirmek.
Bir bilanço: 2018’den kalanlar
2018’de Kardeş Türküler 25. yılını kutladı, Moğollar 50. yılı devirdi. Bu bile yılı sevmemiz için bir sebep! Yazık ki 30 yılı aşan Grup Yorum, bu yıl baskılar yüzünden konser veremeyen topluluk olarak tarihe geçti, konserlerini internet üzerinden dinleyicisiyle buluşturdu. Ezhel’in tutuklanmasından Grup Yorum’a yapılan baskılara konuşulacak çok şey var ama o, bir başka yazının konusu olsun.
Bir tuhaf tartışma: Mazhar Alanson ve 'Yandım' meselesi
Mazhar’ın durup dururken bunu gündeme getirmesini ters bulanlar var. Oysa gündeme getiren Alanson değil, bunu haber yapanlar ve sonrasında bunun üzerinden tartışma başlatanlar. Bunların bir kısmı durumu güne uyarlıyor ve “iktidara yakınlaşma çabası” olarak nitelendiriyor ama ortada AKP yokken de Mazhar bunu söylüyordu. Dahası, iktidara zaten yakındı. AKP iktidarına değil, genel olarak “iktidar”a.
Günün tarihi: Hayvanlardan uzaylılara, Saint-Saëns’tan Alpay’a…
Hayvanlar Karnavalı’nın Mimaroğlu yorumunu bulmak zor ama en azından “Neptünlü Sevgilim” TRT arşivinde ulaşılabilir durumda. Günü, günleri güzelleştirmek için dinleyebilirsiniz. En azından yüzünüze küçük bir gülümseme çizerse, ne âlâ.
'Imagine'den İnsan Hakları Günü’ne, bir 9 Aralık yazısı
İnsan hakları, uzağımızda duran bir kavram. Şarkılar, yapılması gerekeni bize anlatıyor ama bilhassa bizim memlekette ne denli etkili oldukları tartışılır. İnsan haklarından söz edenler tutuklanıyor ve aylarca cezaevinde tutuluyor. Dün John Lennon’ı öldürülmesinin 38. yılında andık. Yarın İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edilişinin 70. yılı. John Lennon’ın şarkısında sözünü ettiği dünyanın özlemini kuran, insan haklarına inanan insanlar cezaevinde ve biz bugün onlar için bir ses çıkartmıyoruz. Sessizlik fena, kanıksamak daha da fena.
Woody, Saygun, Falco: Kişisel bir yazı denemesi
Şanslıyım, Ankara’da, eserlerinden birinin çalındığı bir CSO konserinde Ahmet Adnan Saygun’u gördüm ve gecenin sonunda (gençliğimin verdiği heyecanla) yanına giderek elini sıktım. Böylesi bir efsane ile aynı ortamda bulunma fikri bile masal gibiyken bu heyecana şahit olmak, onu bugüne taşımak pek güzel. Dahası, onun plak üzerinde yer almış hemen hemen bütün eserlerini arşivime katmak, peşinden koşmak –ki sadece bu bile insanı mutlu eden, “iyi ki yaptım” dedirten bir şey.
Hamburg’dan Berlin’e, Berlin’den İstanbul’a
Derya Yıldırım ve grubu Grup Şimşek, Almanya ve İsviçre gibi ülkeleri gezdikten sonra ilk defa Türkiye'de de 24 Kasım akşamı Zorlu PSM sahnesinde konser verecek. Derya Yıldırım & Grup Şimşek, türkü aranjmanları ve 60'lar sounduyla yaptıkları işleriyle dikkat çekiyor.
Orhan Veli Kanık’tan Ahmet Kaya’ya uzanan 'Macera'
Orhan Veli Kanık ve Ahmet Kaya’yı aynı yazıda yan yana getirmemin tek sebebi, birbirine yakın uğursuz iki tarih değil. Ahmet Kaya’nın ayrıksı bestelerinden biri, Orhan Veli’nin kitaplarına almadığı şiirlerinden “Macera” üzerine: Kaya bu şiiri bulup çıkartmış, 1985 tarihli ikinci albümü “Acılara Tutunmak”ta dinleyicisiyle buluşturmuş. İki isim ayrı dallarda duruyor görünseler de aslında aynı türküyü şakıyor.
Bitmeyen tartışma: Türkçe ezan ve plaklardaki yankıları
Ezanın Türkçe okunmaya başladığı tarih, 30 Ocak 1932. Bir Ramazan ikindisinde Fatih Camii’nde Hafız Rıfat Bey tarafından okunan ezan bu: “Allah büyüktür / Tanrıdan başka tapacak yoktur / Ben şâhidim ki Tanrım büyüktür / Nebi Muhammet, Allah Resulü / Ben şahidim ki o haktan geldi / Ey dinleyenler, geliniz namaza! / Ey işitenler koşunuz felâha / Allah büyüktür / Tanrıdan başka tapacak yoktur…” Bu sözler, Cumhuriyet’in 31 Ocak tarihli nüshasında yayımlandı. Bir gün önceki nüshada manşet şöyleydi: “Bugün Fatih Camiinde İkindi Ezanı Türkçe Okunacak”.
Ak Günlerin Karaoğlan’ı: Şarkılarda Ecevit
Ecevit, her şeyden önce kibarlığıyla halkın gönlünde taht kurdu. Bugün baktığımızda (çıkar ilişkileri doğrultusunda desteklenenler dışında) ona benzer bir lider yazık ki göremiyoruz. Olanı da iktidar hapse atıyor. Dileğimiz herkesin özgürce siyaset yapması. Şarkılar, türküler hangi liderin “önde” olduğunu gösteriyor, tarihe onlar kalıyor.
'Big Rocker' yeniden!
Tünay Akdeniz için “punk’ın atası” deyimini kullanmak yanlış olmayacaktır. Nitekim yakın dönemde yayımlanan bir plağın üzerinde tam da bu yazıyor: “The Godfather of Turkish Punk”.
Kreuzberg sokaklarından yükselen ses: Killa Hakan
Killa Hakan, son dönemin büyük yıldızlarından. Onunla Kreuzberg sokaklarında yan yana yürürken “büyük”lüğünü kavrıyorsunuz. Bugüne kadar duymamış, dinlememiş olma ihtimaliniz pek yok ama böyle bir şey varsa bile kulağınızı ona çevirin zira anlatacak çok şeyi var. Kreuzberg sokaklarının sesini evinize getiriyor.
'Çav Bella'nın 'öteki' hâlleri
Perşembe günü Hilal Cebeci yeni klibini yayımladı ve herkes buna odaklandı. Üzerine konuşulmayacak gibi değil zira durup dururken hiç alakası olmayan birinden “Bella Ciao” dinlemek tuhaf. Üstelik ödenmiş onca bedel varken… Şüphesiz herkes her şeyi söylemekte özgür, kimseye karışamayız ama söylenen şarkının neyi anlattığına dikkat etmek, vurguyu biraz da buna yapmak gerekiyor.
6. Filo’dan Necdet Adalı’ya: “Adın dolaşır dillerde…”
Necdet Adalı, 38 yıl önce Ankara’da devlet eliyle öldürüldü. Mücadelesi yoldaşlarınca sırtlandı, sürdürülüyor. Adalılar’ın “Necdet’e Ağıt”ının son dizelerindeki gibi: “Adın dolaşır dillerde / Bayrak yükselir ellerde / Kanın kalmayacak yerde / Diren Necdet, yoldaş diren…”
Yeniden Mozaik!
Heyecanlı buluşmalar, yeniden yan yana gelmeler, geleceğe dair umudumuzu pekiştiriyor. Mozaik, hayatımdaki en önemli topluluklardan biri. Onlar sayesinde çok şey gördüm, çok şey öğrendim, çok şey yaşadım. 4 Ekim’de yaşayacağım, bambaşka bir heyecan. Kalabalık olmak ümidiyle bitireyim bu satırları. Kalabalık olalım ki gelecek güzel günlere bir an önce ulaşalım.
Geçmişten gelen “yeni” sesler: Fikret Kızılok şarkıları
Zafer Çarşısı’ndaki küçük dükkan ana girişin tam karşısındaydı. Merdivenlerden inip solunuza galeriyi sağınıza havuzlu çay “bahçesi”ni aldığınızda karşınıza çıkan birkaç basamağı tırmandıktan sonra kapısından giriyordunuz. Başta küçüktü, sonra yanındaki dükkanı alarak büyüdü. Serhat Abi’nin oturduğu tarafta plaklar ve Türkçe kasetler, yan tarafta seri sonu kasetler ve yabancı albümler vardı.
Gecikmiş bir Peyk yazısı
Peyk, şarkılarını bir iletişim aracı olarak kullanan topluluklardan. İnsanlara dertlerini ve hissettiklerini şarkılar aracılığıyla anlatıyor. Bunu yaparken işin kolayına kaçmıyor ama: Körü körüne mesaj vermiyor, dinleyenleri düşünmeye davet ediyor. En önemlisi, “Gamsız Öküz” ya da “Don Kafa” gibi (görece biraz daha popüler) şarkılarda karşımıza çıkan özeleştiri daveti. Günümüzde en zor olan, insanın kendi kendini eleştirmesi. Kaldı ki bu şarkıları barındıran “İçimdeki İz”e adını veren şarkı da böylesi bir daveti haiz.
Yılmaz Güney tarihinde küçük bir gezinti
Bugün 9 Eylül. Yılmaz Güney, 34 yıl önce bugün hayatını kaybetti. Filmleri ve kitaplarıyla yaşıyor, adına yazılmış şarkılar onu bugüne taşıyor.
Bir gün mutlaka!
Barış şarkıları üzerine çok yazdım, barışı anlatan dizeleri bu yazılar aracılığıyla insanlara aktarmaya çalıştım. Temennim, insanlığın temennisi. Henüz görmedik ama savaşların olmadığı bir dünyada barış içinde bir arada yaşamak çok zor değil. Halkların birbirine sataşmadan yan yana saf tuttuğunu (Cem Karaca’nın deyişiyle) mutlaka göreceğiz –ki aslında halklar açısından sorun yok. Sorun yukarıda.
Yine yeni bir 'tribute' albüm: 'Ve Nazan Öncel Şarkıları' ve hatırlattıkları…
Saygı albümlerindeki en büyük dertlerden biri, şarkıları sahibine öykünerek söylemek. Nazan Öncel’in belli bir tarzı var: Kelimeleri eze eze söyler ve bu yorumla şarkılar içimize oturur. Neyse ki burada kimse ona öykünmemiş, komik duruma düşmemiş. Yine de farklı düzenlemeler beklerken neredeyse bir elden çıkmışçasına yapılmış düzenlemeler albümdeki çeşitliliği yok ediyor.
Belgelerin elimizde Turgut Abi, rahat ol…
Seni özleyeceğiz Turgut Abi. Belgelerin elimizde. Onlara çok iyi bakacağız, rahat ol. Yavuz’a, “Asit” Orhan’a ve diğer arkadaşlarımıza selam söyle…
700. buluşmaya doğru Cumartesi Anneleri
Cumartesi Anneleri için söyleyeceğim tek şey şu aslında: Acıları acımız, mücadeleleri mücadelemiz, sesleri sesimiz. Birlikteyiz. Her zaman.
Memleketimden kriz şarkıları: Oyna vatandaş oyna!
Ortalığı biraz şenlendirmek adına, içinde bulunduğumuz kriz ortamına benzer dönemlerde yazılmış kimi şarkıların altını çizmek, onları hatırlatmak istiyorum. Yazılarımın çoğunda bunu yapıyorum zaten: Memleket meselelerine şarkılarla bakıyor, gündeme uygun şarkıları bulup çıkartıyor, yerine yerleştiriyorum. Bugün de öyle yapacağım.
İki şair, iki hasret: Ahmet Erhan ve Turgut Uyar
Ahmet Erhan’ı beş yıl önce bir 4 Ağustos günü kaybettik. O gün, edebiyat tarihine “Turgut Uyar’ın doğum günü” olarak geçmişti; Ahmet Erhan’ın gidişiyle acıya boyandı. Erhan –ki ölümünden sonra yayımlanan ve bütün şiirlerini toplayan iki ciltlik kitap “Burada Gömülüdür” başlığını taşır- bugün Karşıyaka Mezarlığı’nın sessiz sakin bir köşesinde Ahmed Arif’in oğlu Filinta Önal tarafından yapılan sandal şeklindeki mezarında babasıyla birlikte yatıyor. Sandalın uç kısmında “Ülkesi: Akdeniz” yazıyor.
75 yıl önce yaşanan katliam ve onu aydınlatan bir şiir: Otuzüç Kurşun
“Otuzüç Kurşun”, en yaygın Ahmed Arif şiirlerinden. Şair, şiiri, Zahir Güvemli’nin Hürriyet’te yayımlanan bir haberinden sonra yazmaya karar verdiğini söylüyor: “(…) okudum, başım döndü. Ondan sonra da basın yasağı geldi. 20-30 yıl da sürdü bu yasak.” Tarih, özellikle bizimki gibi belleksiz toplumlarda sanatla aktarılıyor. Yazılan şiirler, söylenen şarkılar, çekilen filmler ve hadiseleri anlatan kitaplar, oyunlar, resimler çok önemli. Şair, bunun farkında: “Bu hayat ile şiirin, hayat ile sanatın iç içe olduğu bir durum. Bir zaman gelecek tarih ile sanatın, şiirin iç içe olduğu bir durum olacak. İnsanın kendi köklerini araştırması çok önemli.”
Ne zaman gitti tren?
Turgut Özal’ın iktidarda olduğu yıllara demiryollarını “modası geçmiş bir ulaşım yöntemi” olarak nitelendirmesi, bu politikanın yakın dönemde de sürdüğünün göstergesi. Menderes ve Demirel gibi asfaltlar, barajlar, köprüler açmakla övünen Özal, bir dönem dillendirileni yeniden gündeme getirmiş ve demiryollarını “komünist ülkelerin tercihi” olarak nitelendirmişti.
Bir 15 Temmuz yazısı
Darbe fena bir şey. Bu konuda iktidarla hemfikirim. Açık söyleyeyim, hemfikir olduğum tek konu bu ama onda bile anlaşamıyoruz. Ben “darbe nereden gelirse gelsin, kimi hedef alırsa alsın fenadır” diyorum; iktidar ise hadiseyi “bize karşı yapılan darbe kötüdür” yaklaşımıyla sahipleniyor. Darbeyi yapanları en ağır şekliyle cezalandırıyor ama bu, darbeyi yapanlarla sınırlı kalmıyor: Barış isteyen, iktidara karşı olduğunu dillendiren, onları eleştiren herkes bir bir tutuklanıyor, işinden oluyor.
Ayfer Eğilmez’in anısına, hayatımı değiştiren “öğretmen”lere dair…
Bu yazı, duvaR’daki 100. yazım. Başlığında hayatımı değiştiren “öğretmen”lere bir atıf var. Onlar olmasa burada olmazdım. Şanslıyım, çoklar. Her şey bir yana, bana umutlu olmayı öğrettiler. Şarkılar kadar örgütlü mücadeleyi bize öğretenlerin anıları da umudu her dem diri tutuyor. Hep öyle olacak.
Yangın yerinde yaşamak
‘90’lı yıllar, “Bugün acaba sıra kimde?” sorusunu sıklıkla sorduğumuz yıllar. 1980 darbesini çocukken yaşamış, anlam verememiştim belki ama bu yılları Ankara’da üniversitede yaşadım. Aklımın ermeye başladığı dönemde arkadaşlarımın, “abi”lerimin ortadan yok oluşuna şahit oldum. Aralarından dönmeyenler de oldu. Ama 2 Temmuz’da kalbimize oturan taş, ağırlaşarak yerinde durmayı sürdürüyor.
Memleket tarihine bir bakış: 'Sağ'dan esintiler…
Bugün 17 Haziran. Süleyman Demirel, bundan üç yıl önce, bir 17 Haziran günü hayatını kaybetti. İcraatı tartışılır, yaptıkları tasvip edilemez belki ama hakkını vermek gerek, memleketin gördüğü en “renkli” politikacılardan biriydi. Sonrasında her şey renksizleşti zaten, yakın dönemin en büyük handikapı o.
Adile Naşit’in kuzucuklarıyız!
Yakın dönemde Adile Naşit’in gündeme gelmesi yine AKP sebebiyle zira hazırlanan tanıtım filmlerinden birinde görüntüsü vardı. Sloganlarında “yeni” Türkiye’den dem vuruyorlar ama tanıtımları hep “eski” Türkiye ile… Dikkat edin, milleti tavlayacak görüntüler arasında yaptıkları icraata dair bir şey yok. Köprülerin, havaalanlarının ve duble yolların artık “iş yapmadığının” farkındalar. Sığınabilecekleri tek liman AKP öncesi –ki o da sorunlu aslında...
Yasaklı yıllarında Berlin’den Nâzım’a selâm…
Nâzım Hikmet bir dünya ozanı. Önceki yazılarımdan birinde çeşitli dillerde bestelenmiş şiirlerinden dem vurmuş, birkaç örnek vermiştim. 55 yıldır aramızda değil belki ama şiirleri şarkılarla çoğalıyor.
27 Mayıs’a giden yol: 555K
Duymuşsunuzdur: 555K parolasıyla simgelenen bir buluşma bu. Uzun söylersek, 5. ayın 5. günü saat 5’te Kızılay’da… 27 Mayıs öncesinde yapılan sivil eylemlerden. Hayır, orduyu göreve çağırmak için değil, Adnan Menderes başkanlığındaki hükümete itirazlarını dillendirmek için yapılıyor bu buluşma. Öğrencilerin çağrısıyla yapılıyor ve memleket tarihinin ilk sivil itaatsizlik eylemi olarak tarihe geçiyor.
1989 seçimleri üzerinden 'şarkılı seçim tarihi'ne giriş
Seçimlerin tarihine baktığımızda aynı şeyle karşılaşıyoruz: Sağın kullandığı doneler değişmiyor. “İstikrar” bunlardan biri. Beton aşkı da öyle. Sağ iktidarlar yaptıkları barajlar, asfaltlar ve köprülerle övünüyor. Buna son dönemde camiler de eklendi –ki bu da “şehitler” üzerinden kurulan söylemi güçlendiriyor.
İki şarkı üzerinden 1977 seçimlerine bakış
1977 seçimlerini kullanılan iki şarkı üzerinden okuduğumuzda kazanan bizi şaşırtmıyor. Özgürlük, barış, adalet, sevgi ve emek, düşmanlığa karşı mutlak bir zafer kazanmış. Bunun bugün olmaması için bir sebep yok. Bu kez (çok partiye rağmen) iki cephe yarışıyor: İktidar ve muhalefet. İktidar (ve ona yanaşan Bahçeli, Perinçek gibi isimler) düşmanlığı savunurken karşısında duranlar barıştan, huzurdan, birlikten söz ediyor.
6 Mayıs üzerine…
6 Mayıs 1972, bir acının tarihi. 12 Mart sonrasında Sivas’a gitmek üzere harekete geçen Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu kurucularından Deniz Gezmiş, yapılan bir ihbar sonucu Gemerek’te yakalandı. Kayseri üzerinden Ankara’ya getirilen Gezmiş ve arkadaşları Yusuf Aslan ile Hüseyin İnan, 9 Ekim 1971’de biten mahkemede, idam cezasına çarptırıldı. Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan, idam edildikleri gün 25 yaşındaydılar. Hüseyin İnan, onlardan iki yaş küçük. Bugün, aramızdan alınışlarının 46. yılında onları anarken bu bilgileri unutmayalım…
Nihayet üç!
“Bas Şarkıları 3”, bu yıl yayımlanan albümler arasında en iyilerden biri. Konukları bir yana, Gürol Ağırbaş’ı ayakta alkışlamak gerekiyor: Sadece uzak durulan bir enstrümanı ön plana çıkardığı için değil, müzisyenliğini konuşturduğu için. Babasından aldığı bageti penaya çevirmiş, yanına notaları koymuş, ilerliyor. Yeni kuşakların yaptığı işleri takip etmesi faydalı zira ondan öğrenecekleri çok şey var.
Çocukların öldürülmediği bir dünya özlemiyle…
Memleket gerçeği yazık ki bu: İktidara yanaşmazsanız özgürlüğünüz elinizden alınıyor. Bu kadar basit. Ayşe Öğretmen bu yüzen hapiste. İrfan Aktan, söyleşisinin bir yerinde, ona şu soruyu soruyor: “Yaşadıklarınızı tuvale aktarsanız, nasıl bir tablo çizersiniz?” Ayşe Öğretmenin cevabı hepimize ders olacak nitelikte: “Siyah bir yağlıboyayı tuvale fırlatırdım. Muhakkak arada tuvalin beyaz renkleri kalacaktı ki, onlar da benim açımdan umudu simgelerdi.”
Baharın getirdikleri
Bahar umudu beraberinde getirir. Doğayı örnek alalım, şarkılarla canlanalım. Şu ara gerekli olan, birlik olmak. Bunu becerebilirsek bahar gelecek ve hiç gitmeyecek.
Ülkü Tamer’in ardından: Geçmişten geleceğe uzanan ses sustu
Ülkü Tamer, İkinci Yeni'nin kurucularından ve akımın has şairlerinden. Memet Fuat’ın deyimiyle (çeviriler yaptığı için) “Batı etkilerine açık” bir şair. Zaman zaman toplumsal meselelere değiniyor ama ekseni hep aynı yerde. Şiirine dair söz haddim değil, ileride değerlendirecekler çıkacaktır. Müzik üzerinden ilerleyip bestelenen şiirlerinden doğru bir bağ kurabilirim ancak...
Mahir’e selam, kavgaya devam!
Bundan 46 yıl önce 30 Mart günü Mahir Çayan ve dokuz arkadaşı Kızıldere'de öldürüldü. Onu sahiplenen yoldaşları, kavgasını bugüne taşırken dillerinden “On’lar” için yazılmış şarkıları, türküleri ve ağıtları eksik etmedi. Türkiye tarihinde ayrıksı ve güzel yollar açmış bütün devrimciler gibi ardında bıraktıklarını sırtlayıp gelecek kuşaklara aktarmak boynumuzun borcu.
Yasak dilde söylenmiş şarkılar üzerine…
Bugün sözde bir yasak yok ama Kürtçe konuşmak, şarkı söylemek suç. Bir dönem Musa Anter’e “Kürtçe ıslık çaldığı” gerekçesiyle verilen ceza, bugün üniversitelerde düzenlenen toplantılarda Kürtçe şarkı söyleyenlere veriliyor. Dahası, Kürtçe şarkılara kattığı yorumla kalplerimizi fetheden isimlerinden Aynur Doğan, Türkiye’de konser veremiyor.
Yarının tarihine bakış: 12 Mart’ta neler oldu?
Türkiye tarihini şarkılarla yazmaya kalktığımızda, enteresan şeylerle karşılaşıyoruz. Daha önce de pek çok yazımda dile getirdim: Neredeyse her şey için şarkı yazılmış. Zaman zaman tarihin tozlu raflarına girip dünün, günün ya da yarının tarihine bakıyorsam bundan. Bugün de öyle yapacağım. Bugünün değil yarının tarihine bakacağım ama. Önemli bir tarih zira…
Yasaklar ve TRT üzerine
Yakın dönemde “ben bu heykelin içine tükürürüm” diyen belediye başkanlarını, bir heykeli “ucube” bulduğu için yıktıran başbakanları gördük. Sevmedikleri bir şeyi yok etmek, fıtratlarında var. Başkalarının sevmesi onları ilgilendirmiyor. İşin tuhaf tarafı, buna “demokrasi” diyor oluşları. Yakında ortama düşen 208 şarkının yasaklanması da (sorarsanız) demokrasinin gereği.
Sesle çizgiler sustu
Celâl Şahin’den bize “sesle çizgiler” kaldı. Yazık ki onları da döneminde dinleyenler hatırlıyor. Memleketin en büyük mizah ustalarından birinin böylesine sessiz sedasız aramızdan ayrılması can yakıyor. İyisi mi pikaba bir plağını koyalım, sesi yükseltelim, onu en güzel şarkılarından biriyle uğurlayalım.
Aysel Gürel için, hasretle…
Aysel Gürel’e “deli” sıfatını yakıştırmak uygunsuz olmaz zira yaptıkları, yapamadıklarımız. Dillerde dolanan, çoktan şehir efsanesine dönüşmüş hikâyeler var… Misal, “Sevgililer gününde ne yapacaksınız?” sorusuna “mastürbasyon” cevabını verdiği, evinden arayan münasebetsiz bir muhabire “şu anda sevişiyorum, daha sonra arayın” dediği söylenir. Şüphesiz doğruluğu tartışılır hikâyeler bunlar ama hepsini teyit eden cümlesi gerçek: “Ben Türk kadınının bilinçaltıyım."
Bizi çoğaltan iki isim: Cem Karaca ve Müzeyyen Senar
Cem Karaca ve Müzeyyen Senar, sesleriyle özel. Şüphesiz bir çırpıda onları farklı kılan pek çok başka özellik sayabilirim ama benzersiz olan tarafları, sesleri. Muadilleri yok. Bunun için her dem en büyük olarak kalmaya devam edecekler. Şarkılarının içimize işlemesi biraz da bundan.
Moğollar’ın 50'nci yılına selam!
Moğollar, 9 Şubat gecesi, 50'nci yıllarını dostlarıyla kutlayacak. İzzet Öz’den Hayko Cepkin’e, Harun Tekin’den Nejat Yavaşoğulları’na, Yekta Kopan’dan Nebil Özgentürk’e pek çok isim sahne üzerinde olacak. Ben, 31 Mayıs 1993 gecesi yaşadığım heyecanı yaşayacak, konsere yine aynı kalp çarpıntısıyla ve yanımda sevdiceğimle gideceğim. Bu buluşma, ikinci 50'nci yılın ilk buluşması.
Harp ve o şarkı!
Bugün, “savaşa hayır” diyenler “vatan hainliği”yle suçlanıyor. İktidar, her zamankinden daha sert. Dilimizde barış şarkıları, aklımızda bugüne dek yapılanlar, kalbimizde acılarını hissettiğimiz insanlar, hep birlikte bu cümleyi yeniden ve yeniden haykırmak için bir araya gelmemiz gerekiyor
Uğur Mumcu: 25 yılın ardından…
Mumcu’nun ardından çok şey söylendi, çok şey yazıldı ama asıl hafızamızda kalan, bir Selda Bağcan şarkısı: Uğurlar olsun, hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun...
Yasaklar ve hatırlattıkları
Birileri “durmak yok, yola devam” sloganını kullansın, bizim Ortaçgil’imiz var: “Durmamalısın / Yorulmamalısın / Her gün her şey dizi dizi gelse / Yenilmemelisin…” “Yasak” şu ara en çok dillendirdiğim şarkı belki de. Dilden dile yayılsın, hep bir ağızdan söylensin isterim. Her şey bir yana, şarkıların karşısında hiçbir güç duramıyor.
Yine yeni albüm!
12 Ocak’ta rafa çıkan yeni Teoman albümü, “Koyu Antoloji” adını taşıyor ve bir kutu içerisinde, ciltli şık bir kitapla sunulan iki CD’de 26 yeni kayıt barındırıyor. Şarkılar bildik. Düzenlemeler bir hayli değişik, bazıları oldukça yadırgatıcı. Liste kafa karıştırıcı türden: Kimine göre müzik kariyerinin en iyi şarkıları, kimine göre kıyıda köşede kalmış olanlar…
Temaşa ve muhabbetin ıssızlığı
Şanslıyım, ikisini de mutlu oldukları ortamlarda gördüm: Münir Özkul’u sahnede izledim, Aydın Boysan’la rakı içtim. 45 yıllık hayatıma sığdırdığım iki şahane mutluluk –ki ömre bedel!
2017’yi uğurlarken…
2017 kimilerine göre güzel geçti, kimilerine göre vasat bir yıldı. İlk etapta akla gelenlere bakarsak, hiç de fena değil. 2017, umarım bu performansı daha da ileri bir yere getirir. Memleket ahvali göz önünde bulundurulduğunda bu biraz zor ama olsun, müzik, her derde deva.
30 'yeni' Mahzuni türküsü
“Mahzuni’ye Saygı”, Kardeş Türküler’den Kubat’a, yolu Âşık Mahzuni Şerif’le bir şekilde kesişmiş pek çok sanatçıyı yan yana getirmiş. Bunlar arasında Ziynet Sali, Demet Akalın, Mustafa Ceceli gibi yadırgatıcı isimler de var. Akalın’ın Ahmet Aslan’la ortaklığı, geçtiğimiz haftalarda sosyal medya üzerinde tartışılmıştı. Nitekim bu isimlere rağmen albümde [kötü anlamda] göze batan bir yorum yok.
Kişisel bir Berlin yazısı: Kreuzberg hariç değil
Hep derler, doğrudur: Berlin, Türkiye’nin 82’nci vilayeti. Bir dönem Almanya’ya çalışmaya gelen işçilerin yoğunlukla yaşadığı Kreuzberg, bambaşka bir âlem: Doğu’nun incisiyken Batılılarca “uzak durulması gereken yer” olarak kodlanmıştı ama duvarın yıkılmasıyla birlikte yükselen değer haline geldi. Şimdi, Berlin’in “yeni” merkezi.
Arabeskin 'isimsiz' kahramanı: Ali Tekintüre’nin ardından…
Şarkıları plaklara okunmuş, sözlerini dönemin yıldızları seslendirmiş ama cebine hiçbir zaman çok büyük paralar girmemiş. Bunu hiçbir zaman dert etmemiş ve yaşadıklarını şarkılarında dile getirmeyi tercih etmiş. Belki de bunun için bu kadar sahici, bu kadar içten. Tam da bunun için bu kadar bizden.
Yıllar öncesinden gelen çığlık: İnsan hakları yarın değil, şimdi!
Uluslararası Af Örgütü’nün kurucusu Peter Benenson, örgütün amblemindeki muma farklı bir anlam katıyor: “Bu mum bizim için yanmıyor. Bu mum hapishanelerden çıkarmayı başaramadığımız, cezaevine götürülürken yolda öldürülen, işkence gören, kaçırılan, kayıp edilenler için yanıyor. Bu mumun amacı bu.”
Rüşveti kimler alır?
“Para para para / Varlığı bir dert, yokluğu yara…” Flamenko şarkılarıyla adından söz ettiren Berk Gürman, “Para” adlı şarkısında, paranın kimseye yaramadığını anlatıyor ve sözü “üreten”e getiriyor: “Madenciler aç gezerken madenlerin hepsi kayıp”. Rüçhan Çamay şarkısında, buna benzer dizeler var: “Unutmayın her şeyi yaratan biziz / Matbaada parayı basan ellerimiz / Sanmayın onun hükmü değişmez yasa / Para neye yarardı eller çalışmasa…”
Hakan Yılmaz’la yeniden…
“Doğu Türküleri”nin yaratıcısı Hakan Yılmaz, sonrasında ortadan yok oldu. Aslında kendi alanına döndü, çalışmalarına devam etti. Yıllar sonra, bir albümün kapağında ismini gördüğümüzde sevindik, “Sen Yoktun”u heyecanla dinledik. Türküler yoktu bu kez ama türkü tadında şarkılar bizi bizden almayı bildi.
'Hayat bizi deniyor…'
Biz dönme ihtimalini hep göz önünde tuttuk ama o, içindeki umuda rağmen sürgüne ve hasrete dayanamadığı için aramızdan ayrıldı. Şarkılarında vefadan söz ederdi, vefasızlığın en fenasıyla karşılaştı.
50’nci yıla doğru Moğollar tarihine giriş
Önümüzdeki yıl, Moğollar’ın 50’nci yılı. Kutlamalar erkenden başladı: Şu anda süren mini Avrupa turnesi, 19 Kasım’da Essen’de sonlanacak. Sonrasında, memleket konserleri başlayacak. “Bulduğunuz yerde yakalayın ve izleyin” gibi bir cümle kurmayacağım çünkü zaten yapılması gereken o!
Otomobil uçar gider…
Otomobilin sirayet ettiği ilk şarkılar, kantolar. Udî Kadri Şençalar’ın bestelediği ve Bayan Şükran’la birlikte seslendirdiği “Otuz Altı Modeli”, şeytan icadına gönderme yapan şarkılardan. En bilinen otomobil şarkısı, sözlerini Vecdi Gönül’ün yazdığı Münir Nurettin Selçuk bestesi: “Otomobil uçar gider / Gönlüm gibi geçer gider / Ben talihin peşindeyim / Talih benden kaçar gider…”
Gökçek gitti, Ankara sürüyor
Gidenlerin ardından çalınacak çok şarkı var ama ilk kez birinin ardından şarkı çalmak gelmiyor içimden. Sevinemiyorum da. Sevinilecek bir tarafı yok çünkü. “Gelen gideni aratır” sözü bu kez işlemeyecek, onu biliyorum; daha kötüsü yok çünkü. Yaptıkları, ileride “bir şehrin felaketi” olarak anılacak.
Sonbaharın getirdikleri (1): Kardeş Türküler
Sonbahar en sevdiğim mevsim. Resmî olarak 1 Eylül’de başlar, 30 Kasım’da sonlanır. En azından okullarda bize öğretilen bu. Şunlar da öğretilir: Sonbaharda yapraklar sararır, dökülür, havalar soğur, güneş bulutun arkasına girer… Hüznü çağrıştırır sonbahar ama serin akşamları, güzel rengiyle mevsimlerin şahıdır. İnsanları kışa hazırlayan, yazın etkilerini azaltan ve unutturan bir güzellik.
Güneş nereden doğacak?
Terzi Fikri, iktidar yolunu açan, olabileceğini gösteren insandı. Fatsa’ya “öyle bir elbise dikti ki” adı hâlâ hayırla anılıyor. Tırnak içindeki cümle, “Saykodelikdeşik” başlıklı Dinar Bandosu albümünde yer alan “Terzi Fikri”nin açılış cümlesi. Sonrası coşkulu: “Fatsa allegre, allegre Fatsa…
İkili münasebetimizin şarkılı tarihi: Macera dolu Amerika!
Ankara ile Washington / İzmir’in ile San Francisco’n / Benzer derler birbirine / Doyulmaz güzelliklerine // O muhteşem beldelerin / Pınarların nehirlerin / Ünlü şelalen Niyagara / Haykırır gücünü dünyaya…” Celal İnce’nin bu şarkısının 50 bin kişiye ücretsiz olarak ulaştırıldığı, o dönemde yayımlanan raporlardan edindiğimiz bilgilerden. Pek işe yaradığı söylenemez çünkü iktidarın çabasına rağmen bu yakınlaşma kısa sürüyor ve çok değil, birkaç yıl sonra bir başka plak üzerindeki yeni bir şarkı, ortalığı kaplıyor: “Katil Amerika”.
'Raptiye Rap Rap'
‘70’li yılların sonlarında Amerika’da doğan, küçük bir gecikmeyle memlekete gelen rap, başta sadece “orijinal”ini dinleyebildiğimiz bir müzikken artık kendi dilimizde eşlik edebilir hale geldik. Bunu yirmi yılı aşkın bir süredir yapabiliyoruz. Aslında her şeyi başlatan Cartel gibi görünüyor ama o, buzdağının görünen yüzü. Derine indiğimizde karşımıza çıkan, bambaşka bir hikâye.
Bir fotoğrafın hatırlattıkları: Öpüşün!
Öpüşmeyi yekten seks olarak algılayan beyinlerin getirdiği yasaklar yazık ki hayatımızı etkiliyor. “Kimsenin yaşam tarzına karışmıyoruz” diyenler yapıyor bunu, evet. Sokakta bira içenlere yaptırım uygulayanlar yakında sokakta öpüşenlere bir şey yaparsa, bu, şaşırtıcı olmayacak. Mevzu, “adamın nikahlı karısı”na indirgenemeyecek kadar ciddi.
Eylül’ün götürdükleri
Geldi geliyor, gitti gidiyor derken yıl bitiyor. Eylül’ün sonuna geldik. Önümüzdeki hafta onu da uğurlayacağız. Sonrası, en sevdiğim mevsim: Sonbahar. Daha güzel deyişiyle, hazan. Hüznü çağrıştırır –ki aynı kökten gelir gibi görünür ama hüzün kelimesinin kökü Arapça, hazanın ise Farsça. İbranicede bambaşka bir anlamı var: Sinagogda ilahi okuyan kişi! En az sonbahar kadar güzel.
'Eski Türkiye'nin güzel şarkıları
Taner Öngür ve 43.75 albümü “Elektrik Gramofon”, bize “eski Türkiye”nin güzelliklerini hatırlatıyor. Önümüze serdikleri hazine, şu kötü günlerde bir küçük nefes almak için bire bir. Gündemi unutmadan ve yaşananlardan uzaklaşmadan biraz taze kan almak istiyorsanız kulağınızı “Elektrik Gramofon”a çevirin. Taner Öngür, duymayı özlediğimiz sesleri bize ulaştırıyor.
Eylül ve hatırlattıkları
Mozaik ve Bulutsuzluk Özlemi, 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan, o günleri şarkılarında anlatan iki şahane grup. Yanlarına Yeni Türkü, Çağdaş Türkü ve Ezginin Günlüğü’nü koyayım. Ahmet Kaya ve Zülfü Livaneli’yi de eklersek, o günleri bize anlatan isimleri büyük ölçüde tamamlamış oluyoruz. Geç dönem sahaya çıkışlarını görmezden gelerek Grup Yorum’u da bu takıma dahil edeyim ve şu iddialı cümleyi kurayım: 12 Eylül ve sonrasını anlamak, öğrenmek istiyorsanız, bu isimlerin şarkılarını dinleyin.
Nerede o eski bayramlar?
Bayram yerleri çok zamandır kurulmuyor. İnsanlar kendilerine benzeyenlerle "kutluyor" artık "bayram"ı. Bayramın asıl eğlencesi, bayram yeri. Bir dönem öyleydi en azından. Herkesin eşit olduğu yer...
'Şarkılarla Memleket Tarihi'
Ara ara yapıyorum: Günün ve dünün tarihine bakıyorum, hatırlattıklarını yazıya taşıyorum. Bugün 27 Ağustos. Dün ayın 26’sıydı. Memleket açısından önemli bir tarih zira geriye dönüp baktığımıza iki “zafer” var.
Ayla Dikmen: Geçmişten gelen güzel ses
Ayla Dikmen, memleketin kadri kıymeti bilinmemiş solistlerinden. Şarkılarını keşfedin!
Can Yücel: Başka türlü bir şey
Dün, Can Yücel’i aramızdan ayrılışının 18. yılında andık. Memleketin gördüğü en “dobra” şairlerden biriydi; eksikliği hissediliyor. Getirdiği “yeni” soluk, şiirimizi bambaşka bir yere taşıdı. Kulvarında tek çünkü kimse onun gibi yazamıyor. Sadece şiiri değil, dünyaya bakışı, olaylar karşısındaki refleksleri, aksiliği, huysuzluğu ve hatta dilindeki küfrü dahil pek çok şey, onu bugün anmamıza sebep.
Darbeler, darplar, tepkisizlikler…
Son dönemde memlekete baktığımızda gördüklerimiz fena: İki insan işlerini geri almak için açlık grevi yapıyor, onlara destek veren çok sayıda insan gözaltına alınıyor, pek çok gazeteci tutuklu ve adım atmak giderek daha da zorlaşıyor. “Kimsenin yaşam tarzına karışmıyoruz” diyenlerin polisi, şortla gezen bir kadını darp edebiliyor, içki içenlere karışabiliyor ya da bir müzisyenin enstrümanını kırıp canını tehlikeye atabiliyor.
Neden bana aşk şarkısı yazan çıkmaz?
1984 tarihli ilk albüm “Ele Güne Karşı Yapayalnız”dan bu yana adımlarını hep sağlam atan bir topluluk MFÖ. “MVAB” sonrası çalkantılı bir döneme girdi, zaman zaman hatalar yaptı, yakın dönemde art arda “tuhaf” albümlerle karşımıza çıktı ama nihayet toparlanmışlar. Yıllar sonra kapakta topluluğun adını tam gördüğümüz ilk albüm bu: MFÖ şahane kısaltma ama Mazhar Fuat Özkan, onları öyle tanıyan benim gibi insanlar için vazgeçilmez.
O uzaya gidilecek…
Gündem karışık. Söz edilecek çok şey var... Zaman zaman Dünya dışına çıkmakta fayda var. Buradaki dertler nereye gidersek gidelim peşimizi bırakmayacak ama yine de (kaçmak değil belki, biraz nefes almak için) yüzümüzü uzaya çevirmek, gecenin karanlığına bakmak güzel.
Şarkılarda Ankara: Bir toparlama denemesi…
Ankara denince aklımıza ilk gelen, cumhuriyetin başkenti oluşu. “Cumhuriyet” kimine göre yıllar önce ortalığı karıştıran bir Yalın şarkısı, İstanbul’dakiler için Nevizade’de bir meyhane, Afyonlulara sorarsanız sucuk markası, İzmir’e giderseniz en çok okunan gazete… Ankara’ya gelirseniz yönetim şekli.
Hançerin sapı, kalbimde
Daha önce birkaç kere anlattım, yine anlatacağım: En sevdiğim şairlerden biri olan Metin Altıok’la “tanışma” hikâyem… Tırnak içinde kullandım çünkü yüz yüze tanışmadım. Korktum. Hayal kırıklığına uğramaktan değil, daha çok sevmekten. Şimdi hakkında anlatılanları dinliyorum, okuyorum… Haklıymışım.
Sivas acısı, her dem taze
Sivas hakkında çok şey yazılabilir, her yıl bir sürü şey yapılabilir ama bunlar acımızı dindirmiyor. Sevdiğimiz, takip ettiğimiz, merak ettiğimiz insanları elimizden aldılar.
İsyanı isyanımız, türküleri yol göstericimiz
Kâzım, 25 Haziran 2005’te aramızdan ayrıldı. Bugün şarkılarda yaşıyor. Sadece şarkılarda değil ama…
'Halkın Polisi'nin ardından…
Bugün, polis, halkın yanında değil halka karşı. Birilerinin “benim polisim” dediği şey bu. / Haziran'da kaybettiğimiz Sıtkı Öner ise polisin görev tanımının halkı korkutmak değil ona yardım etmek olduğuna karar vererek arkadaşlarıyla birlikte “demokratik ve etkili bir örgüt” olarak tanımladığı Pol-Der’i kurmuştu...
Zor zamanların özeti: Polis kimlik sorar!
Gezi direnişi, 15-16 Haziran, Yüksel Caddesi, Berkin Elvan, 7 Haziran seçimleri, açlık grevleri... Zor zamanlarda 'Polis kimlik sorar'...
Bu daha başlangıç…
Haziran denince ilk akla gelen, en azından benim aklıma gelen, 2013 yılında, 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece ve sonrasında yaşananlar… Haziran, bizler için “yazın ilk ayı”ndan öte bir anlam taşımazken bir anda umudun, direnişin simgesi oldu.
27 Mayıs vesilesiyle bir hatırlatma: Darbenin zararları!
“Marşları ‘bizden’ olanlar söylesin, diğerleri sussun” dendiğinde, bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük yapılıyor. İşte tam burada, “kardeşi kardeşe vurdurmak” deyimi devreye giriyor –ki görmek istemediğimiz tek şey bu aslında.
Anne, biz geldik
Önümüzdeki hafta, ilk buluşmanın 22. yılı. Bu kez hep birlikte orada olalım, seslerine sahiden ses katalım.
Açlık grevlerinin türküleri!
Oturma eylemi sırasında gözaltına alınan, gözaltı sonrası eylemlerini açlık grevine dönüştüren Gülmen ve Özakça, kamuoyundan gördükleri destekle mutlu. Ancak bu, onların giderek eriyor ve aramızdan uzaklaşıyor olduğu gerçeğini değiştirmiyor. İki gün önce, cuma gecesi, Abdal’ın seslendirdiği türküler eşliğinde halay çekenlere gülümseyerek ve alkışlarla eşlik eden iki insan bu gülümsemeden mahrum edilirse, vebali, bu ülkeyi kendilerince yönetenlerin boynuna yazılacak: Yitirilen onca canın yanına! Bunu söylemek ne kadar da acı…
Bir zamanlar, memleketin birinde…
Bir dönem Wim Wenders, Martin Scorsese ve Jim Jarmush’un çektiği belgeselleri izler, hayıflanırdık. “Bizde olmaz” derdik. Oluyormuş. “Blue”, bize bunu gösterdi. Masal gibi işte…
'Yeni' Türkiye’den 1 Mayıs’a…
1 Mayıs, tatil. Aslında bayram ama onu yeniden tatil edenler, insanların bayramı kutlamaması için elinden geleni yapıyor. Yarın ne olacak bilmiyoruz. Umalım ki her şey güzel olsun, işçiler bir kez olsun bayramını kansız ve gazsız kutlayabilsin, öğrenciler, memurlar, halk onların bayramına şenlikle eşlik etsin.
Haftaya 30 Turgut oluyoruz…
Mizah dergilerinin kapanmadığı, şarkıların gönlümüzce söylenebildiği bir çağın özlemini çekiyoruz. Olanlara ve olaylara alışmadığımız, kendi kendimizi sansürlemediğimiz bir döneme ulaşmak istiyoruz.
Ortaçgil, hem de senfonik!
Her şey bir yana, 20 yıldır birlikte çalan bir ekip, inanılmaz değil mi? Topluluklar dağılıyor, üyeleri değişiyor, bir gördüğümüzü bir daha göremeyebiliyoruz ama ‘90’lı yıllarda Ortaçgil konserlerini dinlerken duyduğumuz sesleri bugün aynı şekilde duymak öyle güzel ki…
'Evet mi Hayır mı?'
Sanatçıların, bestecilerin, yorumcuların şarkılarını istedikleri yerde istenen şekilde kullanma hakkı var. Kullanmama hakkı da baki. Herhangi bir kampanyaya şarkı vermemek, o şarkının sahibini ne apolitik yapar ne de şarkıyı alamayan partinin/kampanyanın karşısına koyar.
Baharın şarkısı!
Bugün, kötülükleri unutup bahardan söz etmek istiyorum… Aşiyan Mezarlığı’nın en önemli sakinlerinden Orhan Veli’nin “Gün Olur”uyla açayım yazıyı: “Gün olur, alır başımı giderim / Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda / Şu ada senin, bu ada benim / Yelkovan kuşlarının peşi sıra...” Bu şiiri, Zülfü Livaneli’nin “Ada” albümünün açılışında yer alan aynı adlı şarkıdan biliriz. Besbelli baharı anlatır. “Baharın İlk Sabahları” ve “Güzel Havalar”da olduğu gibi. “İstanbul İçin” şiirinin “Nisan” başlıklı bölümü, mevzua girmek için ideal: “İmkânsız şey / Şiir yazmak / Âşıksan eğer / Ve yazmamak / Aylardan nisansa.”
17 yıl sonra gelen heyecan…
17 yıllık bir hasret sona erdi: Erkan Oğur – İsmail Hakkı Demircioğlu ikilisinin yeni albümü “Bilinmeyenle Karşılaşmak”, geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Uzun süren sessizlik bozuldu, vuslat hâsıl oldu. Dile kolay, 17 yıl!
Ali İsmail Korkmaz anısına: Düşlerinde özgür dünya…
Ali İsmail anısına çok şey yazıldı. Kıbrıs türküsü “Mağusa Limanı” onun için söylendi mesela: “Mağusa Limanı limandır liman / Beni öldürende yoktur din iman / Ulan Alim uyan, uyanmaz oldun / Yedi bıçak yarasına dayanmaz oldun…” Ali İsmail’in dayanamadığı, bıçak yarası değil sinsice atılmış kahpe yumruklardı. Belki de bu yüzden kaybı canımızı hep çok acıttı.
Berkin’e hasret…
Berkin adı geçtiğinde gözlerim doluyor, yüreğim ağrıyor, içim sızlıyor. Şüphesiz bunlara derman değil ama onu ve yaşadıklarını, yaşadığımızı hatırlatan her şey, bir nebze olsun yükümüzü hafifletiyor. Berkin’i, aramızdan alınışını, her fırsatta hatırlatmamız gerekiyor. Belleksiz toplumda yapabileceğimiz en iyi şey bu.
Deli gibi sevmek ruhumuzda var!
Kurtarılamadı. Memleketin en büyük yorumcusu, en has arabeskçisiydi. Arabeskin “isyankâr” yanını törpüleyen, bireyselliğini bir kenara koyup onu toplumsal bir çizgiye taşıyan isimlerdendi.
Bir piyanist insanı nasıl kalabalıklaştırır?
Piyanosunu haksızlıklar, acılar, ağıtlar için aracı kılar, kendi bağına dinleyenleri de katar. Dengin, piyanosu ve siz, o an tek olursunuz. Kalabalık bir tek...
45 yıl önce yarım kalmış bir hikâye
Ulaş Bardakçı’nın hayatı 45 yıl önce, 25 yaşında devlet eliyle sonlandırıldı. Öyle olmasaydı, ondan çok şey öğretecektik. Bize yadigâr kalan, gülüşü, umudu ve kavgası.
Dilimizde şarkılarla, yarına...
Varsın “vatan haini” desinler. Şarkılar dillerde olduğu sürece, kimseyi yıldıramazlar. Bugün Mülkiye’den, DTCF’den, diğer üniversitelerden akademisyenleri atanlar, yarın anılmayacak bile. Yaşayacağız ve göreceğiz. Bugünün şarkısı, bir gün muhakkak yazılacak.
Mazi dediğin: Plağa alınan ilk Türkçe tango ve hatırlattıkları
Tango güzel şey. Unutmamak, unutturmamak gerekiyor. Bildiğim, tango yaşadığı sürece, dünyanın daha güzel bir yer olacağı… Buna inancım tam.
Biraz İlhan Biraz Sezen
Rotayı müzikten uzaklaştırmamak gerekiyor. Eski İlhan İrem şarkılarına yeniden kavuşmanın heyecanı bir yana, geçtiğimiz haftalarda yepyeni bir albüm bizi heyecanlandırdı. Biraz Pop Biraz Sezen”, de sevilmeyecek bir albüm değil. Altı yıllık hasreti dindiren dolu dolu bir çalışma.
Yeniden Nostalji
Bitti sandığımız anda yeniden hortlayan “nostalji” modasının ‘90’lı yıllardaki müsebbibi Muazzez Ersoy, o yılların şarkılarını söylediği bir albümle huzurda. Satıp satmaması bir yana, yeniden Muazzez Ersoy ismini karşımıza çıkarttığı için üzerinde konuşmaya değer bir albüm bu.
Memleketten ve dünyadan Nâzım Hikmet şarkıları
Şiirleri dünyanın neredeyse bütün dillerinde yayımlanan Nâzım Hikmet’in, dünyaca ünlü müzisyenlerin ilgisini çekmesi kaçınılmaz. Yves Montand’dan Pete Seeger’a, The Byrds’den Joan Baez’e pek çok şarkıcı, onun şiirlerini farklı dillerde seslendirdi.
Sabret gönül, bir gün olur…
O dönem, kasetlerin üzerinde gördüğümüz “Danıştay kararıyla” ibaresi, şaşırtıcı değildi. Yurdundan uzakta olanın, vatandaşlık hakkı zorla elinden alınanın hasretini dillendirmesi de… Hasret, şarkılara yansıdı, tarihe kazındı.
Acılarla dolu bir yılın ardından…
Her yeni yıl, yeni kayıplarla gelir. Kimi yıllar daha da artar bu. Kayıpların suçunu yıllara yüklemek abes belki de ama 2016, sahiden canımızdan can aldı.
Yassah hemşerim!
TRT’nin halkın tek eğlencesi olduğu yıllardan biri, 1973. Yılbaşı için geniş katılımlı bir müzik programının hazırlandığı bilgisi sanatçılara ulaşmış. Konuşulan şu: Bu program boykot edilirse TRT zor durumda kalacak, derneğin (ve dolayısıyla sanatçıların) isteğini yerine getirecek... Fikir TRT içinden kimi isimlerce de desteklenince, çekime bir gün kala boykot ilan edilir...
Dünün 18 Aralık’ları…
Zaman zaman bu sütunlarda, yazının yayımlandığı günün tarihine denk gelen olaylar üzerine kelam ettiğim oldu. Bugün, 18 Aralık tarihinin hatırlattıklarından yola çıkacak, radyodaki programımı buraya taşıyacağım: Şarkılarla Memleket Tarihi.
Zamansız, apansız bir Kardeş Türküler yazısı
Kardeş Türküler bu ülkenin şansı. Bunu iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Yapmazsak, sonrasında kafamızı taşlara çok vururuz.
İlhan Baran’ın ardından…
Türkiye'nin önemli müzik insanı İlhan Baran'ı geçtiğimiz günlerde kaybettik. Ünlü müzisyen Fazıl Say’dan Rengim Gökmen’e pek çok önemli ismi yetiştirdi.
İsyanın sakin hali Redd
Bu zamansız bir yazı, çünkü Redd, zamansız bir müzik yapıyor. Bugün yaptıklarını on yıl sonra dinlediğimizde de taze gelecek bize ya da onları hiç tanımayan insanlara…
Kuşakları buluşturan derleme
51 şarkıdan oluşan 3 saat 31 dakikalık “Bir Kuşaktan Bir Kuşağa”, 50 yıllık Livaneli tarihinin bir özeti. Ozanoğlu olarak başlayan macera, Ömer Zülfü Livaneli adıyla sürdü. Önce Ömer gitti, sazla birlikte Zülfü.
16 yıldır dinmeyen hasret
Müziği hep değişkendi. Arabeskten popa, oryantalden rock’a uzanan dokunuşlarla ilerledi, kendi müziğini yarattı Ahmet Kaya. Bu yüzden rakipsiz.
Radyo denince…
İktidarın dokunuşuyla farklı bir yöne giden yayın politikası, eski günleri aratıyor. Neyse ki başta Açık Radyo olmak üzere şahane alternatifler var. Kimi kapatıldı, kiminin davası sürüyor ama radyo hep hayatımızda. Ne olursa olsun var olmaya devam edecek.
Cohen’in görkemli dokunuşu
“Artık ölmeye hazırım” cümlesini yakın zamanda kurmuştu Cohen. Tıpkı Bowie gibi, hazırlandı, son “iş”ini vasiyet gibi önümüze koydu ve gitti.
Uzun yağmurlardan sonra…
Günler fena ama umutsuzluğa düşme zamanı değil. Şarkılar, umudumuzu yeşertiyor. Gülten Akın şiiri ve şiirinden bestelenen şarkılar da öyle.
Marş, sol-ki-üç!
Marşlar bir dönem en iyi yaygınlaştırma aracı ancak sonrasına kalmamasının en önemli sebeplerinden biri, çoğunun kayıt altına alınmamış olması. Hepsinin notası var ancak neredeyse hiçbirinin ses kaydı yok. Bunun içindir ki, “10 Yıl Marşı” bile Kenan Doğulu yorumuyla hafızalarda.
Ankaralı hayalperestler: Heavy Sky
Özgün bir grup, Heavy Sky. Şarkılar, Batu’nun. Yazıyor, ekibe dinletiyor, birlikte ilerliyorlar. Batu’nun şahane vokali, eski usül icrayla birleşince, tadından yenmiyor.
Yirmi yıllık bir hikâye…
Onlara dair söyleyebileceğim tek olumsuz şey, çok “temiz” bir müzik yapıyor oluşları belki de… İcraları, yorumları, sahne performansları o kadar iyi ki, her konser sonrası aynı şeyi düşünmek, artık beni yoruyor: Yine kaset gibi çaldılar!
Ankaralı Çağdaş Türkü
Ankara’da Yeni Türkü Şiir Yayınları çevresinde birleşen şairler, yeni bir akım yaratmakla kalmadı, yayınevinin adını taşıyan topluluğu ve ardından gelen Çağdaş Türkü’yü de besledi. Sadece müzikte değil, edebiyatta da yeni bir soluktu bu.
Yaz gazeteci, hep yaz!
Gazetecilikten söz ettiğim kim bilir kaçıncı yazı bu. Gazetecilerin özgür olmadığı ülkede, kim bilir daha kaç kere yazacağım. Hepsinin başlığı aynı: Toplasanız kitap olur! Her biri ayrı şeyden söz ediyor ama özleri aynı.
“Mühür Gözlüm” ortak paydasında iki büyük isim
Bugün 25 Eylül. Neşet Ertaş’ı, dört yıl önce bugün kaybetmiştik. Dün, Zeki Müren’i, ölümünün yirminci yılında andık. Âşık Ali İzzet Özkan 1981’de öldü ama “Mühür Gözlüm”, en az elli yıldır dillerde.
Ferit’ten Seyit Ali’ye, tanıdığım Tarık Akan
Son hamle Ümit Besen’den geldi
Türkiye üç darbe gördü, pek çok girişim atlattı. Sonuncusu bir “halk zaferi”ne dönüştürüldü. Bu “zafer” sonrası elbette pek çok şarkı yapıldı. Eline sazı ilk alanlar, Uğur Işılak ve İsmail Türüt oldu.
Sahi, o neden içeride?
Dil üzerine kalem oynatan birinin “terörist” olduğu gerekçesiyle tutuklanmasını içime sindiremiyorum. Tıpkı Aslı Erdoğan’ın tutuklanması gibi...
Sahi, o neden içeride?
Dil üzerine kalem oynatan birinin “terörist” olduğu gerekçesiyle tutuklanmasını içime sindiremiyorum. Tıpkı Aslı Erdoğan’ın tutuklanması gibi...
'Bekle o günler gelsin İstanbul'
Saraydan köprüye müzikli zıplamalar…
Cuma günü, güzelim Boğaziçi’nin ve onu saran ormanların canına okuyan üçüncü köprü açıldı. Yine şatafatla. Bombaların patladığı günün ertesinde davul zurnayla köprü açanlar açtı onu.
'Mahalle' halleri üzerine…
Hedef göstermeyi seven bir iktidar bu ve kendilerinden olmayan herkesi yok sayıyor. Yazık ki tuzaklarına düşüyoruz ve insanları “bizden” ve “onlardan” diye ayırıyoruz. Memleketin önündeki en büyük felaket bu.