YAZARLAR

Coen’lerin ‘Batı’sı

“The Ballad of Buster Scruggs” dört başı mamur bir Coen filmi olmasa da, sinemanın büyük şanslarından olan ikilinin alametifarikalarını konuşturdukları, geçmiş filmlerindeki bütün yaklaşımları demene fırsatı buldukları bir seyirlik olarak izlenmeyi hak ediyor. Özellikle üç, beş ve altıncı bölümün görsel gücünü perdede görememenin eksikliğini hep hissedecek olsak da…

Öncülüğünü Netflix’in yaptığı ‘sinema- dijital platform’ işbirliği yönetmenler için önemli bir olanak yaratsa da sinema sektöründe de tartışmaları beraberinde getirdi. Netflix’in yapımcısı olduğu filmlerin sinema salonlarında gösterilmemesi ilk önce Cannes Film Festivali’nde gündem olmuş, festival bu filmleri bir daha almayacağını duyurmuştu. Bunu fırsata çeviren Venedik Film Festivali ise bu yıl bolca Netflix filmini seçkisine koydu. Bu filmlerden bir tanesi olan ve en iyi film ödülünü kazanan “Roma”, Oscar yarışına girebilmek için aralarında Türkiye’nin de bulunduğu otuz ülkede vizyona çıkarılacak. Coen Kardeşlerin aynı festivalden senaryo ödüllü filmleri “The Ballad of Buster Scruggs” ise vizyona girmeden doğrudan dijital platformda seyirciyle buluştu.

Tabii yıllardır sinemada görmeye alıştığımız önemli yönetmenlerin heyecanla beklediğimiz yeni filmlerini dijital ortamda görmek yalnızca festivallerin değil, film eleştirmenlerinin de uyum sağlaması ve karar vermesi gereken bir durum. Eleştiri yazılarını yalnızca vizyon ile mi sınırlı tutacağız? Örneğin Coen’lerin filmi de bir tür ‘vizyona girmiş’ sayılabilir mi? Kendi adıma bununla ilgili net bir yargıya varabilmiş değilim. Çünkü ‘sinema deneyimi’ ile ekran deneyimi birbirlerinden oldukça farklı şeyler. Sinema salonunda bir filmi izlemeye karar vermek belirli tercihlerin ve yönlendirmelerin sonucunda oluyor. Ekran başında ise biraz size sunulanı izlemek ve hızla bir sonrakine geçmek gibi bir durum söz konusu. Ama neticede “yeni bir Coenler filmi gelmiş”, üzerine bir şey söylemeden de olmaz. “Önemli yönetmenlerin filmleri dijital platformlara düştüğünde görev bilinciyle bu filmleri de değerlendirmeli miyiz?” sorusu net bir yanıt bulana kadar (belki de hiç bulamayacağız) şimdilik bir kenarda dursun, biz “The Ballad of Buster Scruggs”a dair birkaç kelam edelim.

Coen Kardeşler’in Western’e ilgisi takip edenler için malum. “True Grit” (İz Peşinde) gibi klasik, “No Country for Old Men” (İhtiyarlara Yer Yok) gibi ‘modern’ Westernler bir yana hemen her filmlerinde bu türün izleklerini ve klişelerini görmek mümkün. “The Ballad of Buster Scruggs”, Western kültürüne adanmış ve tabii ki Coen yaklaşımlarıyla örülmüş bir güzelleme olarak düşünülebilir. Altı farklı hikayeden oluşan film ilk önce dizi olarak anons edilmişti. Bu tasarımın film içinde de sıkıntı yarattığı hissediliyor. Bazı hikayeler tam olgunlaşamamışken, bazıları için zaman kısa kalıyor sanki. Yine de bu altı hikayeden üçünün çok çarpıcı olduğunu söylemeden geçmeyelim.

İlk ve filme adını veren “Buster Scruggs”un hikayesi ‘silahşor’ kavramının aynı zamanda zamansal bir sorun olduğunu müzikal bir formda eğlenceli olarak anlatmaya çalışıyor. Coen kadrajları ve absürtlükleri hikayenin dokusuna işlese de tam olgunlaştırılamamış, “boynuz kulağı geçer” sözünü hatırlatan bir bölüm bu. James Franco’nun başrolünde yer aldığı ikinci hikaye beceriksiz bir banka soyguncusu hakkında. Yine Coen usulü absürtlükler ve durumun ciddiyetiyle karakterin alaycılığının çatıştığı ama ‘eğlenceli’den öteye gitmeyen bir bölüm bu. Filmin hem görsel açıdan en güçlü hem de dokunaklı öykülerinden birisi üçüncüsü. Bir adam ve kolları bacakları olmayan bir gencin kasaba kasaba dolaşarak öyküler anlattığı bir tür ‘kumpanya’nın parçası bu ikili. Bu bölümün karanlık atmosferi, ışık ve renk tercihleri seyirciyi hiç de eğlenceli olmayan bir finale hazırlıyor bir bakıma. Böylesi bir hikayeyi bu kadar soğukkanlı anlatıp seyirciyi rahatsız etmemeyi ancak Coen Kardeşler başarabilir. Western evreninin vazgeçilmezi ‘altına hücum’ temalı dördüncü hikaye, görsel olarak da en zayıf halka olarak dikkat çekiyor. Bu eksiği, bir sonraki “The Gal Who Got Rattled”ta kapatıyorlar ama. Şaşkın ve güvenilmez abisiyle Batı yollarına düşen Alice’in yalnız kaldıktan sonraki tutunma çabalarını izliyoruz. Bir tür “kadınlara yer yok” olarak da tanımlayabileceğimiz bu bölüm, kaybedecek bir şeyi olmayan kovboy, Kızılderililer vb. tür klişelerini ustaca kullanıyor ve çarpıcı bir finale götürüyor seyirciyi. Altıncı bölüm ise, beş canlı insanın içeride, bir ölünün üstünde olduğu at arabasında geçiyor ve kelimenin gerçek anlamışla ‘beş benzemez’ karakterlerimiz ölüm üzerine konuşuyor. Ki, bu bölümün üçüncü hikayedeki karanlık atmosferle akraba olduğunu söylemek gerek.

Aslında bu antoloji filmin temel mottosu da son bölümde veriliyor gibi. Çünkü her film önünde sonunda dönüp ölüme bağlanıyor ve ‘Vahşi Batı’dan ölümün bin bir türlü halinin içselleştirilmiş olmasının normalliğine vurgu yapıyor sanki. Son bölümdeki ölüm konuşmaları da bu vurgunun perçinlenmesi oluyor adeta. “The Ballad of Buster Scruggs” dört başı mamur bir Coen filmi olmasa da, sinemanın büyük şanslarından olan ikilinin alametifarikalarını konuşturdukları, geçmiş filmlerindeki bütün yaklaşımları demene fırsatı buldukları bir seyirlik olarak izlenmeyi hak ediyor. Özellikle üç, beş ve altıncı bölümün görsel gücünü perdede görememenin eksikliğini hep hissedecek olsak da…

ORİJİNAL ADI: The Ballad of Buster Scruggs

YÖNETMEN: Joel Coen, Ethan Coen

OYUNCULAR: Tim Blake Nelson, James Franco, Liam Neeson, David Krumholtz, Brendan Gleeson, Zoe Kazan, Stephen Root, Harry Melling

YAPIM: 2018 ABD

SÜRE: 123 dk.