YAZARLAR

Fuar hatırası

Kitap fuarına gelip gezinmek, bir şeyler almak kadar oradan imzalı bir ya da daha çok kitapla ayrılmak, sevilen bir yazarın ya da tanınan saygı duyulan bir imzanın hatırasını eve götürmek de artık bir ritüele dönüşmüş durumda. Kitabı imzalı bir hatıraya dönüştürmek kadar o anın fotoğrafını çekmek, yazarla aynı kareye girip birlikte bir fotoğrafa dönüşmek de önemli. Ve belki de insanlar en çok bu nedenle geliyorlar fuarlara.

Kitap Fuarı’nın yeni simgesi binlerce insanın üzerinde kilitlenip kaldığı üst geçit. En hızlı metrobüsle ulaşılan Beylikdüzü’ndeki TÜYAP Fuar Merkezi'ne gelenler otobanı aşıp fuar merkezine varmak için o dar köprünün üstünde birikiyor, sıkışıyor, bazen yola taşıyor ve o zaman polisler trafiği durdurup kalabalığın fuar alanına rahatça akabilmesini sağlıyor.

10 Kasım’da açılışı yapılan fuar son Cumartesi günü her zamanki uzun giriş kuyrukları ve adım atılamayacak kadar kalabalık koridorlarıyla beklendiği gibiydi. Yine hafta içi çocuklar ve gençlerden hafta sonu yetişkinlerden oluşan yaklaşık yüz binlerce kişilik bir ziyaretçi kitlesini kendine çekti. Etkinlik salonları doldu, imza kuyrukları uzadıkça uzadı. Yani her şey beklendiği gibiydi. Türkiye’nin en büyük kitap bayramı başarıyla yaşandı, bitti.

Ekonomik kriz ve devalüasyon kıskacındaki yayıncılar için gerilimli bir fuardı. Artan fiyatlara ve krize okuyucunun nasıl tepki vereceği merak ediliyordu. Tepkisiz kalmadıklarını söyleyebiliriz. Genel kanaat, satışların geçen yıldan daha parlak olmadığı yönünde. Yüzde yirmi, otuz oranında artan kitap fiyatları tabii ki okuyucunun alım gücünü olumsuz etkiledi. Dolayısıyla daha az kitap satıldı ve neticede zam farkıyla bir önceki yılın toplam satışına ulaşabilen yayıncı kendini fuarı başarıyla tamamlamış saydı.

Kitap fuarı, küçük bir Türkiye laboratuvarı gibi. Fuar alanının sokaklarında gezinen, imza salonlarında kuyruğa eklenen okur kitlesi, Türkiye toplumunun neredeyse tüm kesimlerini kapsayan büyük bir çeşitlilik gösteriyor. Tıpkı katılan yayıncılar gibi, okurlar da siyasi yelpazenin her rengini yansıtıyor. Yaş, cinsiyet, eğitim ve yaşam biçimi bakımından da büyük bir çeşitliliğin içinde geçiyor zamanınız. Ve belki de kitap fuarı, bu yüzden insana iyi geliyor. Her tür düşüncenin özgürce ifade edilebildiği ve kendini gösterebildiği ve onu dinleyecek, merak eden birileriyle buluşabildiği bir yer. Bu kadar insanın akın akın fuara gelmesinin en önemli sebebi de bu. Bütün kitapları bir arada görmek, hayaller ve fikirler arasında gezinmek, en çok da o fikirlerin sahipleriyle temas etmek. Yani söyleşi ve imza günlerine katılmak…

Bu yılki fuarda mesela bir Yılmaz Özdil kuyruğuna girmek en azından iki saati orada yazara ulaşmak için beklemek anlamına geliyordu. Ama binden fazla kişi, hiç üşenmedi bekledi… Kitabını imzalattı. Tıpkı Ahmet Ümit için, Hakan Günday, Şermin Yaşar için, Miraç Çağrı Aktaş için bekledikleri gibi… Hemen hemen bütün yazarların önünde uzun ya da kısa kuyruklar oluşuyor. Kitap fuarına gelip gezinmek, bir şeyler almak kadar oradan imzalı bir ya da daha çok kitapla ayrılmak, sevilen bir yazarın ya da tanınan saygı duyulan bir imzanın hatırasını eve götürmek de artık bir ritüele dönüşmüş durumda. Bu ritüel sadece İstanbul’da değil bütün ülkeye yayılan seksen fuarda da böyle. Kitabı imzalı bir hatıraya dönüştürmek kadar o anın fotoğrafını çekmek, yazarla aynı kareye girip birlikte bir fotoğrafa dönüşmek de önemli. Yazara dokunma anının belgesi, kitaptaki imzadan çok belki de telefondaki fotoğraf karesi. Üstelik imzanın kişiye özel, biraz mahrem, rafta ya da başucunda, kapağın altında bekleyen haline benzemiyor fotoğraf. Sosyal medyada paylaşılıp ekrandan eşe dosta gösterildiğinde değer ve anlam kazanıyor. Dışa dönük, üçüncü kişilere yönelik bir tecrübe. Ama tabii arkasında o yazara, yazar olan kişiye duyulan saygı, hayranlık ve verilen değer yatıyor. O fotoğraf o nedenle kıymet kazanıyor. Dijital çağın getirdiği mesafe, insanların fiziksel temasa verdiği önemi artırıyor. Söyleşiler, imza günleri o nedenle daha çok ilgi görüyor. Ama sonunda dijitalleştirilmek ve mutlaka telefonda bir fotoğraf karesine dönüşmek kaydıyla… Böylece adeta çember tamamlanıyor.

Fuarın temel kitlesini, ‘yazarlarla’ temas etmek isteyenler, en çok gençler sonra kitaba, yazara değer veren yetişkinler oluşturuyor. Evet kitlenin politik terazisi kendini sol olarak tanımlayan renklerden yana ağır basıyor. Ama mesela aşktan ve hayattan söz eden gençlik yazarlarının önünde uzanan kuyruklarda kızların neredeyse yarısı hep başörtülülerden oluşuyor. Siyasetin ve yaşam biçiminin geriye çekildiği yeri Türkiye’nin gerçek demografik özellikleri dolduruyor. Ama laik ya da değil, Türkiye’nin varlıklı kesimleri bu fuara hiç gönül indirmiyor. İster Kitap Fuarı’nda isterse hemen yanında on binlerce liraya resimler satılan Sanat Fuarı’nda olsun, Türkiye’nin eski ve yeni zenginlerinin esamisi okunmuyor. Buradaki kalabalığa karışmak istemiyor, yazarlara da mümkünse özel mekanlardaki özel toplantılarla ulaşmayı tercih ediyorlar. Dolayısıyla Kitap Fuarı Türkiye’nin orta sınıfını biraya getiren, belki de tek ve en büyük etkinlik olarak varlığını sürdürüyor.

Kitapların indirimli satılması pek de o kadar önemli değil artık. Çünkü indirim 12 ay, internet kitapçılarında var. Eskisi gibi elinde yıllık listelerle gelenlere çok rastlanmıyor bu sebeple. Onlar daha ziyade internet sitelerinin indirimlerini karşılaştırıp en uygun fiyata tamamlıyor listelerini, kitaplarını öyle alıyor. Tek tek kitap alan pek çok kişi de böyle yapıyor zaten. Şimdilerde sadece kitap satan bir dükkanın hayatta kalması neredeyse mümkün değil. Kırtasiye ve elektronikle birlikte kitap da satan zincirler ile internet satış siteleri kitap dünyasının nabzını elinde tutuyor. Bunun içeriğe ve kültürel çeşitliliğe bir tehdit olduğunu savunan yayıncılar ve yazarlar için kitap fuarları çok etkili bir alternatif, nefes açıcı bir alana dönüşüyor, fuar ayrı bir anlam ve önem kazanıyor.

Yayıncılar Birliği, bunu da sürdürülebilir bulmadığı için yeni bir kampanya başlattı. Türkiye’de ‘sabit fiyat yasası’nın çıkması için uğraşıyorlar. Yani her yerde kitabın aynı fiyatla satılması… Peki bu nasıl olacak? Onu da bir sonraki yazıya bırakalım.