YAZARLAR

İllet bağı, illiyet bağı, senarize işler

Osman Kavala adının merkezde olduğu bir operasyona tanıklık ediyoruz, emniyetin yargının yerini aldığı, suçlu ilan etme yetkisine sahip gibi davrandığı bir operasyon. Üstelik, “iddialar” yeni de değil: Gezi sürecinde vali ve polis şefi olan, savcı olan, darbeden sonra FETÖ dosyalarında tutuklanan ya da firari olan kişilerin oluşturduğu dosyalardaki nereden tutsanız elde kalacak hikâyelerden biri canlandırılıyor. Hani, Otpor, Soros, Mısır filan…

Operasyonla uyandık dün yine. Ameliyat. Toplumun gövdesinden bir şeyler sökülüp bir şeyler takılıyor. Cerrahi operasyon. Zor, yargı kılığında operatif vazifelerini yerine getiriyor. Osman Kavala bir yıldır tutukluydu ve haklı olarak soruluyordu, muhterem iddianamesiz bu kadar uzun süre insan mı tutulur, habeas corpus diye bir şey var, masumiyet karinesi diye bir şey var, adil yargılama diye bir şey var, suçun şahsiliği diye bir şey var, neyle suçlandığını bilme hakkı diye bir şey var.

İstanbul Emniyeti eleştirilere toptan cevap verdi, “bilgi notu” adıyla. Bilgi edinme hakkı tanınmıyor diyenlere taş gibi cevap. Gerçekten de taş gibi içine oturuyor cevap insanın, “Şüpheliler Osman Kavala ile hiyerarşik düzen içinde Gezi olaylarını derinleştirmek ve yaygınlaştırmak istediler” diyor.

EMNiYET HÜKÜM MÜ VERİYOR?

Gezi olaylarının üstünden beş yıl geçti, Kavala’nın tutuklanmasının üstünden bir yıl. Devletin ağırlaştırılmış müebbet gerektiren bir suçla ilgili, o suç meydana geldiği andan itibaren çalışmaya başladığını düşünürsek, bu bilgi notunun beş yılda ulaşılan deliller ve gelinen noktayı “açıkladığını” kabul etmemiz gerekir. Yoksa niye yapılsın böyle bir açıklama? Gerçekten de devlet tabii ki “Gezi”den sonra çalışmaya başladı, 11.11.2014’te halen yayında olan Radikal gazetesinde İsmail Saymaz imzalı bir haber çıktı, dünkü operasyon ile yakın bağı olan bir operasyon, ama ondan önce “bilgi notu”na dönelim. Ne diyor bilgi notu?

Çok suçlu bunlar, diyor. Acayip. En özeti, Osman Kavala’nın, “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeyi amaçladığı” açıklanıyor. “Şüphe” demiyor ki “kuvvetli şüphe” desin, “tespit edilmiştir” diyor. Bitti. Suçun sabit olduğu, subut bulduğu, yani tespit edildiği ilan ediliyor, Anayasaya’da öngörülen “yargılama”ya ne hacet, emniyet varken yargı kim ola? “Güçler”in ayrı gayrılığı çoktan bitti, hepsi birleşti ve yargının payına da emniyetin onay birimi olmak düştü. Suçları artık “Türk milleti adına” açıklama yetkisi emniyetin, diyor bilgi notu her şeyden önce.

SUÇ İLE HAK YER DEĞİŞTİRİYOR

Devam edelim, beş yılda “Yapılan araştırmalarda” neler keşfedilmiş bakalım: Osman Kavala ile “hiyerarşik düzen içinde” Kavala’nın şirketine ait DEPO isimli yerde toplantı düzenlenmiş. Bir toplantı? Yoksa bin toplantı? Ne fark eder, toplantı işte. Ne tehlikeli değil mi?

İkinci keşif: “Sivil itaatsizlik ve şiddetsiz eylem başlıkları altında” diye devam ediyor, şiddetsiz eylem ve sivil itaatsizlik suç mu, suç aracı mı? İkisi birden, emniyete göre. Ne itaatsizliğin ne de şiddetsiz eylemin “hak” olabileceğini mi düşünüyorsunuz yoksa siz? İlahi, demokrasi bu kadar ilerlemeden vardı öyle fikirler, sivil ya da değil itaat yoksa suç var, şiddet ya da değil eylem varsa suç var. Cümlenin devamı daha da ilginç: Yurt dışından aktivizm eğiticileri, kolaylaştırıcılar ve profesyonel eylemciler getirttikleri… Kırmızılı Kadın ve Duran Adam bunlardanmış, e biz ikisini yerli biliyorduk? Hem, o kadının yüzüne gaz sıkan polis de yurt dışından mı geldi acaba, çünkü o gaz sıkılmasa o görüntü ortaya çıkmazdı da… Bir de “kolaylaştırıcı” var, sanırım bu figürün ne olduğunu sadece “notu” yazanlar biliyor. Hatırlatalım yine de: Gezi’de şiddetin artışının kaynaklarını merak eden biri, dönemin İstanbul valisi ve polis şeflerinin “FETÖ ile iltisaklı” olduğuna dair resmi beyanatları, bu kişilerin soruşturulmasını, tutuklanmasını gerektiren işleri araştırırken, polisin aşırı şiddetinin altında bu kişilerin parmağı olup olmadığını da araştırdı mı?

İSTEMEK NASIL BİR SUÇ?

Nota devam, bir başlık daha: “…yeni medya faaliyetleri oluşturma” içerisine girme? Yeni medya? Gezi döneminde “ana akım” penguenleşince Halk TV gibi hiç de yeni olmayan medyalar izlenir olmuştu, bu mu kast ediliyor? Yoksa, twitter, facebook, anlık canlı yayın yapabilen başka şeyler mi? Belli değil de şu sorunun cevabını istemek yararlı olur mu: Yeni medya faaliyeti, ne zamandan beri suç? O medya faaliyeti hangi suçu işlemiş? Gündem oluşturma neden suçmuş?

Biber gazı geliyor sonra, Kavala, biber gazının Türkiye’ye ithalini durdurmak ve yasaklanmasını sağlamak için çalışmalar yapmış. Yasaklama çalışmasını da yurt dışında mı yapmış? E kanunlar yurt içinde yapılıyor? Üstelik, biber gazının yasaklanması, yani tehlikeli olabilecek bir “polisiye müdahale aracı”nın yasaklanmasını istemek suç ise demokrasi ne? Bir şey istememek mi? Devletin istediğini istemek mi sadece?

“MEDENİ DURUM” ARTIK DELİL Mİ?

Soruşturmaya uğrayan kişiler hakkında bilgi veriyor ayrıca açıklama, not kabilinden. Ne notlar ama! Önce, Açık Toplum Vakfı ile Anadolu Kültür’ün bir tür suç aracı, odağı olduğu belirtilip, sonra “şüpheliler”in iki kurumdaki konumları anlatılıyor. Fakat örneğin Turgut Tarhanlı’nın “İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası Hukuk ve İnsan Hakları Aktivizmi Akademisyen” olduğu yazıyor. Aktivizm? E koca Turgut Tarhanlı “aktivist” olacak değil ya, aşmış onu “aktivizm” olmuş. Dekan olduğu yazmıyor, iki kurumla ilişkisi de yazmıyor. Sanki, Bilgi adı geçsin, “uluslararası hukuk” adı geçsin, aktivizm geçsin yeter denilmiş.

Bir de Yusuf Cıvır var, “Gezi Parkı Olaylarının senarize edildiği Mi Minör oyunun yöneticilerinden” diyor. Aktivizmden sonra Türk hukuk tarihine yeni bir kavram kazandırılıyor böylece, “senarize” etmek. Onun da iki kurumla ilişkisi yazmıyor, mesleği yazmıyor, bir oyunu senarize eden oyunun yöneticilerinden, o kadar. “Oyun” ve “senarize” lafları bilinin yeter der gibi. Buraya döneceğim, yukarıda sözünü ettiğim Radikal haberi tam da bu konuda çünkü.

Şimdilik nota devam:

Meltem Aslan Çelikkan’ın “Muhalif gazeteci Murat Çelikkan ile evli” olduğu yazılı notta. Gerçekten de büyük delille karşı karşıyayız; hukuktaki “illiyet bağı”nın gelişmiş hali, anti-hukuk günlerinde “illet bağı”na dönüşmüş anlaşılan. Hadi evlisiniz, ama “muhalif gazeteci ile” niye evlisiniz? Biriyle medeni ilişki içinde olmak sadece delil değil artık şu günlerde, doğrudan cezalandırma sebebi zaten, damadı aranırken gözaltına alınan kaynana gibi. suç artık şahsi değil, kolektif. Anti-hukukun olağan bir işi.

Nota dair son not: Kimi STK ve yerli-yabancı kurum isimleri sıralanıyor, Açık Toplum başta. İsimlerin kendisinde bir suç varmış gibi.

ESKİ BİR HİKÂYE

Şimdi sözünü ettiğimiz habere dönelim, “senarize” etme işine yani:

( http://www.radikal.com.tr/turkiye/iste-kayip-fezleke-otpor-yazmis-mehmet-ali-alabora-oynamis-1228251/ )

Haberin spotu şöyle:

“Gezi Parkı gösterilerini 'Otpor' adlı Sırp gençlik hareketinin organize ettiği iddiasıyla bir soruşturma açıldığı ortaya çıktı. Emniyet'ten gönderilen yazıda; Otpor lideri İvan Maroviç'in tiyatrocu Mehmet Ali Alabora ve ekibiyle Kahire'de görüştüğü, görüşmeden sonra Türkiye'ye dönen grubun 'Mi Minör' adlı oyunun provalarına başladığı ve böylece Gezi Parkı eylemini başlattıkları ileri sürüldü İşadamı Osman Kavala'nın Alabora ve ekibini finanse ve organize ettiği iddia edildi.”

Ayrıntılara girmeden, bir ismi hatırlatalım; haberden: “Savcı Muammer Akkaş da “suç işlendiğine dair kuvvetli şüphe olduğundan” aynı kişiler hakkında “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, örgüte üye olmak, örgüt faaliyeti kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı silahlı isyana teşvik, halkı kin ve düşmanlığa tahrik” iddiasıyla 20 Haziran 2013’te İstanbul 1 No’lu Hakimliği’ne başvurarak, dökümleri istedi.” Hani Mehmet Alabora’nın adının geçtiği, Osman Kavala’nın yine suçlandığı soruşturmalar süreci.

Peki, “Savcı Muammer Akkaş”ın açtığı bu dosyanın önemi ne? Önemi şu: Muammer Akkaş artık savcı değil. Türkiye’de bile değil. “FETÖ” dosyalarının firari şüphelisi.

Başa dönelim: Dün ne oldu? Firari, “kumpas” işlerinde şöhretli, Hrant Dink dosyası dahil bir çok işte adı geçen bir eski savcının açtığı bir dosyadaki tahayyül aşan iddiaların bir versiyonu yeniden canlandırıldı. Devlete karşı askeri kalkışmaya girişmiş bir örgüt ise FETÖ, onun zaten soruşturulan “mensupları” bu kalkışmanın parçasıysa, onların polis şefi ve savcı olarak her aşamasında bir iş, bir işlem yaptığı “Gezi” hakkında yine bizzat onların tezleri niye, nasıl hâlâ bu kadar muteber olabilir? Ceza hukukunun temel terimlerinden “illiyet bağı”nın çöpe atılıp, “illet bağı”nın muteber kılınmasını senarize edenlere bu saygının sebebi ne? Aynı teknik bugünkü anti-hukuk için vazgeçilmez olduğundan mı?