YAZARLAR

Charlotte Bronte’e kardeşini kim öldürttü?

Eğer Charlotte, doğduğu yaşadığı öldüğü papaz evinin tepesindeki mucize balonlarını bu sıradan insan iğneleriyle dürtmeseydi. Miti mit olarak bıraksaydı. O zaman belki de kardeşlerini zehirlediği kurgulardan azade kalabilecekti.

Jane Austen’ları düşüncesizce bir çırpıda bitirip yoksunluk krizi geçirenler, edebiyatın bitki çayları bölümünde avuntu arayabilirler. Aşk ve Gurur’u bir de hizmetçilerin cephesinden okuyun; Malikane. Ya da Aşk ve Gurur’un karakterlerini bir de zombilerle savaşırken izleyin; Aşk Gurur ve Zombiler. Çaya çay; Austen romanlarında çay ve yanında yenen yiyecekler, Jane Austen’la Çay Saati. Yapı söküm’cü olmayan bir söküm ve yeniden dikim işlemi. Karakterleri bağlamlarından aşırıp bir de burada oyna diye bambaşka bir bağlama atıp.

Fakat Charlotte Bronte söz konusu olduğunda, romanları yeniden sökülüp dikileceğine yazarın bizzat kendisini kurgusal bir karaktere çevirip lime lime etmek daha iştah açıcı, demek ki. Korkunç Charlotte’ın ağabeyi ve iki kız kardeşini ustalıkla zehirleyip öldürdüğüne bizi santim santim ikna etmeye çabalayan Charlotte Bronte Cinayetleri. Viktoryen İngiltere’de tüyler ürpertici cinayet hikayelerine karıştırılmış hali; Charlotte Bronte’nin Gizli Maceraları.

Görmediği hiçbir yer duymadığı tanık olmadığı hiçbir durum üzerine yazmama’yla sınırlarını çizmiş bir Austen’ın, kendine ait odası olmamasına rağmen, “Kırsal bölgede bir köyde üç dört aile. İşte işleyeceğim şey tam budur” romanları dev yeteneğine rağmen ancak hayranlık verici olabilir; bir mucize değil. Mina Urgan’ın İngiliz Edebiyatı Tarihi’nde betimlediği “uygarlık merkezi kentlerden uzak, ıssız Haworth köyünde, çağdaşları romancılara hiç mi hiç benzemeyen, üçü de genç yaşta ölen böylesine olağanüstü kadınların yetişmesi” ise, “kolay kolay açıklanamayacak bir olaydır”. İşte bu bir mucize! olarak görülebilir ve üzerine türlü türlü fantezi inşa edilebilir.

Beklenen, olağan görülen, Bronte’lerin üç kızının değil abi Branwell’in edebiyat tarihini taçlandırmasıydı oysa. Urgan bile hayıflanmadan edemez “Branwell, Bronte’lerin en yeteneklisiydi belki de”. Eğer bir alkolik ve afyon bağımlısı olmasaydı… Charlotte Bronte Cinayetleri hayıflanmayı daha da ileri götürür; aslında Bronte kız kardeşlerin bütün romanlarını abi Branwell yazmıştır ve Charlotte kardeşlerini bu edebi giz açığa çıkmasın diye zehirlemiştir (kitabın bizde “deneme/eleştiri” sınıfında basıldığını da ekleyelim).

Ve Marksist bakış gelip doğaüstü olanın tadını kaçırır, komployu gizemlerinden ayıklar, mistik mucizenin yerine toplumsal olanın insani olanda çarpışmasının mucizesini koyar. Sıradaki şarkı Terry Eagleton’dan gelsin; Güç Mitleri. “Aklına her geleni yapan keyifçi” der bu yazıklanmaya doyulamayan abi için. O, aldığı romantik eğitimle, yaşadığı Sanayi Devrimi İngiltere’sine ayak uyduramamış bir zavallıdır ancak. Bronte kardeşlerin doğup yaşadığı köyün ıssızlığına bile iğnesini batırır Eagleton; burası “metafizik bir uzaydan Yorkshire çayırlarına inen” bir vaha değil; tam tersine çok sayıda tekstil atölyesini barındıran bir sanayi bölgesidir. Yani Bronte kardeşler de çağdaşları diğer yazarlarla aynı toplumsal deneyime eksiksiz sahiptir. Marksist bakışın çarkları takır takır ya da takır tukur çalışırken “Peki, Bronte’leri bu toplumsal ortama nasıl yerleştirelim?”.

Peki edebiyatın yan sanayii neden, genelde üçü bir yerde anılan bu mucize kız kardeşlerden Charlotte’u seçip özel olarak ona eziyet etmektedir? Urgan, Emily’nin Uğultulu Tepeleri yazmış olmasına sadece hayranlık dolu bir şaşkınlık gösterirken; Charlotte’un Jane Eyre’inin ille de gerçek hayattan topaçlama olduğuna inanmak için bu ısrar. Kimsesiz mürebbiye Jane Eyre, akıl hastası olduğu için eşinden boşanamayan Rochester’a aşık olur. Belki Charlotte Bronte de İngiliz yazar Thackeray’in çocuklarına mürebbiyelik etmiştir meğer Thackeray’in de eşi akıl hastası değil midir. “Bu arada Thackeray’in metresi mi olmuştu acaba?”.

Neden Charlotte?

Bir kere Charlotte, edebiyatçılara hele de kadın edebiyatçılara çok yakışan verem illetinin (açık konuşalım; zayıf narin en azından rüzgarda migreni tutan bir kadın yazar at gibi sağlıklı bir kadın yazardan daha edebi görünür) kol gezdiği papaz evinde diğer kardeşlerinden tam dokuz yıl fazla yaşamıştır.

Edebi’yle bekar öleceğine evlenmiştir. Üstüne üstlük toplumsal normlara göre uygunsuz bir hayat eşi yerine tutup babasının yardımcılarından bir din adamını seçip normalin de fevkinde bir evlilik gerçekleştirmiştir.

En tanınan romanının en tanınan kahramanı Jane Eyre; aşık olduğu adam yasalar yüzünden sevmediği bir eşe nikahla prangalanmışken. Beraber başka bir ülkeye gidip beraber yaşama teklifini geri çevirir. Aşk için, inandığı kuralları çiğnemek yerine; aşk yüzünden kurallarına daha fazla bağlanmayı seçer “Şimdiki gibi deli olmadığım, aklım başımdayken benimsediğim ilkelerden vazgeçmeyeceğim”. Romantik kadın imgesine karşı, kurallarla şekillenmiş benliğini romantizme saçıp savurmayan kadın karakter.

Bir de sevdiği adamı sonsuza dek terk ettikten sonra evrende bir delik bulup orada üzüntüden ve açlıktan ve soğuktan ölmeyi beklemek yerine yaşayacağım! inadıyla evlerden yiyecek dilenmesi. Terk edilen sevgilinin de üzüntüden ölmek yerine muhtemel ki yiyip içmesi.

Hatta kalkıp Shirley romanında makine kırıcı eylemleri anlatması…

Eğer Charlotte, doğduğu yaşadığı öldüğü papaz evinin tepesindeki mucize balonlarını bu sıradan insan iğneleriyle dürtmeseydi. Miti mit olarak bıraksaydı. O zaman belki de kardeşlerini zehirlediği kurgulardan azade kalabilecekti.


Yelda Eroğlu Kimdir?

1977 İskenderun doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okudu. Bitirmedi. Birkaç gazete ve dergide yazıları yayınlandı. Birkaç tane de dizi yazdı.