YAZARLAR

Dizi boyu şiddet

Dizilerde kadınların toplumdaki ikincilliğinin kutsanması ile “Anne olmayan kadın yarımdır” yahut “O da dekolte giymeseydi” gibi cümleler arasında ciddi bir ilgi var. Bunu görebilmemiz lazım. Gördüğümüzde ne yapmamız gerektiğini de biliriz zaten.

Gülse Birsel “Ne bu şiddet bu celal?” başlığıyla bir yazı yazdı geçen hafta. Yazıda şunu söylüyordu: “Farkındaysanız sokakta, evde, sosyal medyada, ekranda artık şiddet hep başrol. Kendi sektörümden başlayayım mı? Çok ileri gitmeyin, 10-15 yıl önce ‘Kurtlar Vadisi'nde ne çok insan ölüyor sohbeti dönerdi. Şimdi dizilerin yüzde doksanında hikâyelerin çoğu tehdit, yaralama, dövme, vurma, öldürme üzerine. Dizilerdeki haftalık ölü sayısının toplamını hesaplamak imkânsız gibi. Kadına şiddet ise zaten en sık kullanılan temalardan. İlginçtir, bir komedi dizisinde "salak" gibi masum bir kelime birkaç defa kullanıldığında biri ‘bip'leniyor. "Kıç" kelimesi yasak örneğin. Votka, şampanya demek; bir düğün sahnesinde bile içki bardağı göstermek yasak. Ama dizi hikâyelerinde kadın dövmeye, adam bıçaklamaya, silah sıkmaya, insan öldürmeye getirilen bir yasak, sınır, kural yok!”

En az Gülse Birsel’in bu sözleri kadar yakın bir tarihte oyuncu Kerem Bürsin’in “İnsanları sigara ve alkole teşvik etmemek için, göstermiyoruz. Kullanırsak ceza veriliyor. Peki neden kadına karşı şiddeti izliyoruz? Neden bir dizinin konusu tecavüz oluyor, neden başrollerdeki adamlar kadınlara bağırıp çağırıp vurup kahraman oluyorlar? İnsanlar dizilerden etkileniyorsa, bunları normalleştirmiş oluyoruz. Bu yüzde 100 yanlış” sözleri de etki yaratmış, çokça alkış toplamıştı.

Dizilerin yalnızca kadına yönelik şiddeti değil, her türlü şiddeti teşvik ettiği hepimizin bildiği bir konu. Hatta yalnızca diziler değil, şarkılar, türküler de öyle. Medyanın dili de öyle. Reklamlar vs. zaten öyle. Hep kadın bedeni, kadın mağduriyeti, kadın üzerinden prim çirkinliği. Hatta bence “suç”u. İnsana ulaşan, üretilen her şeyde şiddeti teşvik riski var. İnsanların büyük çoğunluğu da bunun farkında aslında. 2011 yılında yapılan Toplumun Kültür Politikaları ve Medyanın Kültürel Süreçlere Etki Algısı adlı bir araştırmada yüzde 86.5’lik bir kesimin dizi ve programların gençleri şiddete teşvik ettiğini düşündüğü belirtilmişti. Kısacası bu felaketin hepimiz farkındayız; fakat kimse halen bu konuda bir şey yapmıyor. Yalnızca evlilik programları kaldırıldı. Peki neden?

Geçtiğimiz hafta bir tartışma programına sanatçı sıfatıyla Tuğba Ekinci diye kadın biri çıkarıldı örneğin. Şiddeti, suçu da, suçluyu da övdü, saçmaladı durdu. Bunu yapacağı biliniyordu. Reyting için oraya çıkarıldığını da biz biliyorduk. Ama insanlar izledi. Bana sorarsanız kanalın yaptığı da suçtu. Bile isteye şiddeti öven birini televizyona çıkarmak, suç işlemesine mahal vermek. Tabii kimin umrunda…

Çünkü erkek egemen bu yapıda, insanlar şiddeti gördüklerinde kendilerinden bir şey izlemiş oluyorlar. Hatta birçok kadın, belki de televizyonda bir erkek tarafından şiddet gören bir kadını izlediğinde içten içe yalnız olmadığını hissediyor. Toplum neyse bize de onu izletiyorlar. Biz bunları izledikçe, şiddet normalleşiyor. Normalleştikçe artıyor. Arttıkça daha çok izliyoruz.

Farkında mısınız, eskiden bu kadar kırma dökme yoktu dizilerde? Şimdi her dizide muhakkak kırmalı dökmeli bir şey var. Zengin kız-fakir oğlan ezberi dahi tersine döndü, dizilere şöyle bir bakınca bütün erkeklerin zengin/patron olduğunu “zavallı kızcağızların” da fazlasıyla güç atfedilmiş bu erkeklerin çaktırmadan peşinden koştuğunu görüyoruz. Bu da şiddet esasında. Geçtim şiddetli kısımların varlığını, çok affedersiniz ama diziler o kadar düşük seviye zekaya hitaben yazılıyor ki, insanın tahammül sınırlarını zorluyor. Ben TV izlemiyorum şekerim, diye caka satacak değilim; işin doğrusu izleyemiyorum vakitsizlikten. Denk gelirse de bazen sırf kafa boşaltmak için şöyle 1-2 saat şu bizim dizilere öyle boş boş bakmak istediğimi sayıklayıp dururum arada. Bir keresinde yaptım. Yanımda arkadaşım vardı. Hadi biraz televizyon izleyelim dedim, sanırsın çok enteresan bir şey teklif ediyorum. Neyse açtık ana akım bir şey. Bir yandan da dergi karıştırıyorum. Bir süre sonra, elim kendiliğinden kumandaya gitmiş, değiştirmişim, bilinçsiz bir şekilde. Bizimki kahkahayı patlattı, “Zaman tuttum, yedi dakika dayandın” dedi. Ne yazık ki –ya da ne mutlu ki- yalnızca yedi dakika dayanabildim; çünkü sürekli birileri birilerine bağırıyordu. Bağırılmayan kısımda da ağlıyorlardı. Delilik yani resmen.

Rahmetli Meral Okay geliyor aklıma. Pek severim kendisini; fakat arkasından konuşmak gibi olmasın şu ağa dizileri furyası da, saray dizileri furyası da onunla başladı (Yeditepe İstanbul, İkinci Bahar’ı da o yapmıştı, ne tezat değil mi?) Asmalı Konak, Hürrem Sultan… Kadının ikinci cins olması kabulü ve zemini üzerine kurulmuş dizilerdi bunlar esasında. Taklitleri bilhassa korkunçtu. Doğruya doğru, hepimizi sarsacak derecede büyük ve “yeni” yapımlardı aynı zamanda. İzlemedim diyen çok azdır, hepimiz izledik neredeyse. Geçen radyoda duydum; Asmalı Konak’ın final filmi hâlâ en çok gişe yapan filmler arasındaymış. Her neyse.

İşte bu dizilerde, erkeğin elini eteğini öpen ama geri planda sözüm ona erkeği yönetiyormuş gibi görünen kadınlık kutsandı. Şiddet her bölümde her sahnede tekrar tekrar, yeniden yeniden üretildi. Git gide çirkinleşti. Ve bunları küçücük çocuklar da izledi, izliyorlar. Ve belki de “izletiyorlar”. Hiç bu kısımdan düşündünüz mü? Sizce kadınlar olarak onca zorluklarla kazandığımız haklarımızın birer birer elimizden alınması tehlikesiyle her gün burun buruna gelmemiz ve dizilerin gittikçe erkeklerden yana olması arasında bir bağlantı olabilir mi?

Gülse Birsel’in sorduğu gibi; niçin “salak” gibi masum bir kelime bipleniyor, votka şampanya demek, düğün sahnesinde bile içki bardağı göstermek yasak da kadın dövmeye, adam bıçaklamaya getirilen bir yasak yok?

Kıssadan hisse şu ki; dizilerde kadınların toplumdaki ikincilliğinin kutsanması ile “Anne olmayan kadın yarımdır” yahut “O da dekolte giymeseydi” gibi cümleler arasında ciddi bir ilgi var. Bunu görebilmemiz lazım. Gördüğümüzde ne yapmamız gerektiğini de biliriz zaten.

Evet, şiddet arttıkça daha çok şiddet izliyoruz ve bu son derece tehlikeli bir döngüye dönüşüyor. Bu döngünün bir şekilde kırılması gerekiyor. Bu döngüyü bizler bu tarz dizileri, programları izlemeyerek kırabiliriz ama biliyorum ki bu yalnızca bir temenniden ibaret kalabilir. Dolayısıyla bunu muktedirlerin yapması gerekiyor. Kendi ürettikleri yanlışa müdahale ederler mi bilmiyorum fakat biz ifade etmiş olalım şiddet içeren görüntülerin öncelikle yayınlanmaması, yayınlandığı takdirde de ağır yaptırımlar uygulanması, bu yöndeki yasal düzenlemelerin bir an evvel hayata geçirilmesi gerekiyor. Keşke 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet Haftası’nda böyle bir öneriyle gelseler gerçekten kadınlar için bir şey yapmış olurlar, bizi de utandırırlardı.


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.