YAZARLAR

Bu devletten her şey beklenir!

Sağlık Bakan Yardımcısı Muhammet Güven’in, KHK ile atılan hekimlere getirilen kısıtlamaları savunduğu kısacık beyanatı, anti-hukuk günlerinde yurttaş, birey, insan, hak ve özgürlük terimlerinin nasıl konumlandırıldığını hayli iyi gösteren bir kesitti. Konuşmaya göre yeni hukuk tek gerçek kişi tanıyor: Devlet.

Yeni hukukun anti-hukuk olarak inşa edildiğinin bir karinesi de bir bakandan geldi. Bu bakan, artık hakkın hak, yetkinin yetki, görevin görev, yurttaşın yurttaş ve insanın da insan olmadığını ilan etti. Örnek çok ama en günceli bu. Sağlık Bakanı Yardımcısı Muhammet Güven, KHK ile atılan hekimlerin sivil ölüme mahkûm edilmesini savunuyor:

“Evet, kısıt getiriliyor. Mutlaka da getirilmesi lazım. Muayenehanesini açtığı zaman orada çalışmasına bir engel yok, oradan hastasını getirip ameliyat etmesine engel yok. İş yeri hekimliği yapmasında da engel yok. Burada devletin şunu deme hakkı var; Devlet ‘Ben seninle çalışmıyorum, sana güvenmiyorum’ diyorsa devletin, sağlığını korumak, güvenliğini sağlamakla yükümlü olduğu insanları da teslim etmeme hakkı vardır.”

Nasıl güven dolu sözler, nasıl emin bir akıl yürütme, nasıl mütehakkim bir eda. Sanırsınız tarihte daha haklı bir siyasetçi görülmemiştir.

YER DEĞİŞTİREN KAVRAMLAR

Temel kavramlar uçuşuyor, kısacık cümleler içinde: Güven. Kısıt. Hak. Yükümlülük. Gene hak… Bir de “insanlar” var. Devlet onların sağlığını korumak, güvenliğini sağlamakla yükümlü. Kim bunlar? Niye “yurttaş” değil de insanlar? Yurttaş sözünden özenle kaçınılıyor çünkü o “kısıt” getirdiği hekim de yurttaş (idi) esasen. Aralarında bir fark olmalı, o yüzden hekim “sen” oluyor bu muzafferane nutukta, sağlık hizmeti alacak diğer yurttaşlar da “insan”lara dönüşüyor. Nutuktaki bu küçük yer değiştirme, daha büyük yer değiştirmenin bir gereği.

Bu aforizmatik cümle çatma hevesinin altında söylenen şu: KHK ile attık, buna da “hak” dedik, şimdi kanun ile “insanlar”ın onlara gitmesini engelliyoruz, ilki hak olduğuna göre bu da “hak”, çünkü o “insanları”n sağlığını korumak, güvenliğini sağlamak devletin yükümlülüğü. O insanlar, gidip o hekimlerden hizmet isteyebilir, maazallah!

HAK DOĞURAN HAK, HAKSIZ SEN

Bakan, “Devletin hakkı devlete, sonra kalan haklar da yine devlete”, diyor özetle. Devletin hakkı?

Bakanın sözlerine bakınca devletin “hakkı”nın ne olduğunu görebiliyoruz: Yurttaşlığı silinip “sen” haline gelen hekimle o hekimin hizmetinden korunması gereken “insanlar” arasındaki engeli kuran şey “devletin hakkı.”

AMUDA KALKAN KAVRAMLAR

Yurttaşı “sen” ve “insanlar” diye ikiye bölen yer değişikliğinin kritik noktası şu: Devletin “hak”kı, “hak”ları yoktur, olmaz. Anayasa ve yasa ile tanımlanmış olması gereken yetkileri ve yetkililerinin de yine tanımlanmış olması gereken görevleri vardır. O yetkiler kanunla tanımlı, yargı denetimine tabi ve eşit biçimde kullanılıyorsa bir devlet oluşur, başka türlü kullanılıyorsa başka bir devlet oluşur. İlki bile demokrasi için yetmez ama diğerlerine demokrasiden başka her şey denilebilir.

Örneğin devlet birine, bir görevlisine, “artık seninle çalışmıyorum” diyorsa, gerekçesiyle beraber yargı denetimine hazır olmalıdır: Çalışmadığı kişi (atılan kişi, “sen”, yani KHK ile atılanlar) için bu denetim özenle engellendi. Devlet “atma” yetkisini, attığı yurttaşın “yargıya başvurma hakkı”nı yok ederek kullandı. Bunun en kesin yolu, “hak”kı yurttaştan alıp devlete vermek, bakan da onu söylüyor.

Çünkü birinci el çabukluğunu yutturursanız, haksız işleme “devletin hakkı” demeyi benimsetirseniz, ikinci işlemi yutturmanız artık daha kolaylaşır.

Yeni dönemin önemli bir özelliği, eskiden de ara ara şahit olduğumuz bir yer değişikliğini kalıcı hale getirmek; işlem önce hak/ yükümlülük/ yetki/ görev gibi kimi terimlerin yerini hızla değiştirmekle başlıyor. Eskiden Galata köprüsü üstünde bul karayı al parayı oynatanların el çabukluğuna benzeyen bir yer değişikliği.

TEK GERÇEK KİŞİ, BİREY VE İNSAN: DEVLET

Cümlenin, ikinci kısmında sözü edilen “korunacak insanlar” kategorisinin tuhaflığı da buradan kaynaklanıyor: Hak ile yetkinin yerini değiştirip, kararname ile atılanların “yurttaş” olmadığı fikrini esas alırsanız, onlardan tıbbi hizmet/yardım alacak kişilere de yeni bir kalıp bulmanız gerekir. Onlar, kendi iradeleriyle arzuladıkları hizmeti arzuladıkları hekimden alacak, o hekimle iş anlaşması yapacak özgür kişiler değillerdir, onlar devlete zimmetlenmiş “insanlar” kategorisine aittirler, kazayla “yanlış hekim”e gidebilirler. Özgür davranma yetileri yoktur, biraz var gibiyse onu da kanun engelleyecektir.

Yardımcı bakanın nutkunda ilginç olan bir yer de, “yükümlülük” lafının zuhur ettiği nokta: Hekimlerin hakları yok, “insanların” da hatalı hekime gitme ihtimalleri çok. Yani ikisi de artık hukukun bildiği anlamda “kişi” değil. Sadece devlet “kişi”ye benziyor: O yüzden onun hem bir sürü hakları var tabi bir de yükümlülükleri var, her birey gibi, her insan gibi. Devletin dışında kalanlar artık hukuki anlamda hak ve özgürlüklerine sahip tam birer kişi değil, kiminin hakkı eksik, kiminin aklı eksik hangi hekime gideceğini bilmiyor. Kanun maddesi herkese yerini bildiriyor. Bakan da bu yeri tarif ediyor: Yurttaş diye bir şey yok, devletin çalışmak ve yaşatmak istemediği kişiler var, o kişilerden uzak tutmak istediği insanlar kümesi var. Gerçek insana benzeyen tek şey devlet, sadece onun hakları ve özgürlükleri var.

Eskiden her şeyi devletten beklemeyin lafı vardı, şimdi laf değişti, devletten her şey beklenir!

Bu eksik-yurttaş eskiden de vardı elbette, cumhuriyetin ilk dönemlerinde “halk” olarak, yakın zamanlarda “özde vatandaş” ve “sözde vatandaş” olarak. Anti-hukuk günlerinde bu kavramlara ait kağıtlar yeniden dağıtılıyor ve yeni bir mantıkla dağıtılıyor. Oradan devam edeceğim.