YAZARLAR

Hayat haram oluyor habire

Kavala, cezaevindeki hücresinde tek başına kalıyor. Birinci derece yakınları, milletvekilleri ve avukatları dışında hiç kimseyle görüşemiyor. Klasikleri yeniden okuduğunu anlatmış. "Yuval Noah Harari son kitabında, 'Algoritmalar bizim yerimize karar vermeden önce kendimizi daha iyi tanımaya çalışmalıyız' tavsiyesinde bulunuyor. O döneme yetişecek miyim bilmem ama cezaevinin insanın kendisini daha iyi tanıması için uygun bir mekân olduğunu söyleyebilirim."

Anılar ne kıymetliymiş. Anılara seninmiş gibi sahip çıkabilmek yani. Oysa hayat kırıldığında eskide kalanı kendine çekemiyor insan. Önceni kaybediyorsun, kırılmanın tarifi bu zaten. O eski zaman sen’i çocuk mutluluğunda şişirilmiş balonun eflatunlu yeşilli pembeli saydam sabun baloncuğunda asılı kalıyor. Uzaktan seyrediyorsun.

Öyle seyrettiğim balon anıların çoğunda Osman Kavala var. Çünkü bir zaman öyleydi işte. Şu cehenneme dönmesi hep an meselesi olan ülkede es kaza iyi bir şeyler olduğunda, o güzel kazanın ta kendisiydi bu insan.

Mekânların ruhu olan insanlar oralarda olmadıklarında soğuk odalarla kalırsınız. Cezayir Binası bizim sığınma alanımızdı. Ne zaman bir canımızın sesini duyurmamız gerekse, ne zaman haykırılması gereken bir dert olsa –ki o can ve o dert hiç bitmezdi ve hiç bitmedi- o mekânı kullanırdık. Tek kelime yeterdi, bina bizimdi. O binanın ruhu Osman Kavala’ydı.

Dil olmak dışında her anlam kuşandırılmış Ermenice ve Kürtçeyi paylaşılır kılan, Ermeni ve Kürt ‘meselesi’ denen gudubete insan hikâyeleri üzerinden hakikat kapısı aralayan işler yine onun ruhu olduğu Anadolu Kültür’de olurdu.

İyi, doğru, gerekli bildiğim ne varsa orada o vardı. Bazen takılırdım “Beni görünce projeye bakıyor gibi oluyorsun” diye. Ya da “Cezayir’de bir oda ver de eve gitme zahmetinden kurtulayım” derdim. O da kocaman güler ve iki büklüm olurdu. Çünkü sarılırdı ve bana sarılması için uzun uzun eğilmesi gerekirdi. Yine gülerdik.

Ez cümle şifamı borçlu olduğum insanlardandır o. Gülüşümü. İnancımı. Devam etme sebebimi.

KOCAMAN BALON CÜMLELER 

Sonra bu insanı 18 Ekim 2017’de Gaziantep dönüşünde Atatürk Havaalanı’nda gözaltına aldılar. Nasıl bir suçsa bu iki hafta gözaltında kaldı; 1 Kasım 2017’de de tutuklandı. Aleyhte kocaman cümleler vardı. Balonların sevimsiz cinsinden olanları: "Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti devletini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme…" Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı ve iş insanı Osman Kavala, tutukluluğun birinci yılındayken halen hakkında yazılmış bir iddiana yok diyor dilimiz şimdilerde.

O birinci yıl için Silivri Cezaevi önünde buluşan dostları açıklamalarında şöyle diyordu:

"Osman Kavala, neden bir yıldır, tutukluluğunun gerekçesini dahi bilmeden, savunmanın bütün araçlarından yoksun bırakılarak, hukuk dışı bir şekilde cezaevinde tutuluyor? Avukatlar tutukluluğa tam 10 kez itiraz ettiler, 10’u da reddedildi. Dosyada gizlilik kararı olduğu için neyle suçlandığını öğrenemiyoruz. Kuvvetli kanıtlar var deniyor, ne oldukları belli değil. Üstelik dosyaya bakan savcı dahi Kavala’nın ifadesini almadı.”

İhtimal ki o neden sorusunun yanıtı tam da yukarıda anlattığım sebeplerden. Bana doğru, iyi, gerekli gelen şeylerin devlet nezdinde suç sayılması yeni değil. Ama yeni olmaması alışabilmeyi beraberinde getirmiyor şükür ki.

O bir yıla ilişkin BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Osman Kavala’ya bırakayım biraz. Böylesi daha kolay. Bir de bu insanın karakterini tanımak için daha kıymetli. Özü sözü bir insan çok bulunmuyor malûm. Kendisi işte tam da anlattığı gibi:

SAKİNLEŞTİREN, DELİRTEN DÜŞÜNCE 

"Haksızlığa uğramışlık hissiyle baş edebilmek için şöyle bir akıl yürütmeye başvuruyorum… Türkiye'nin karanlık yılları olan 1980 askeri darbesi öncesi ve hemen sonrasında ben Manchester Üniversitesi'nde okuyordum. İstediğim eğitimi almanın yanı sıra orada çeşitli dernek faaliyetlerine katıldım, İngiltere'deki yabancı öğrenci sorunu başka ülkelerdeki meseleler ve tabii Türkiye'de yaşananlarla ilgilenmem mümkün oldu. Askeri yönetimin baskıları, işkence uygulamaları ile ilgili kamuoyunu bilgilendirmeye çalıştık, kampanyalar düzenledik.

Yani o dönemde Türkiye'de bulunan siyasetle ilgilenen akranlarımınkiyle mukayese edilemeyecek kadar rahat bir üniversite hayatım oldu. Türkiye'ye dönünce aile şirketinde yöneticilik yapmanın yanı sıra sosyal, siyasi meselelerle ilgilendim, çeşitli dernek ve vakıfların kuruluşuna katıldım; insan hakları, demokrasi ve azınlık hakları konularında eleştirilerde, önerilerde bulundum, girişimlerde yer aldım. Özetle, 40 yıldır özgür yaşadım, düşündüklerimi ifade ettim, istediğim etkinliklere katıldım. Bu düşünce beni sakinleştiriyor."

Onun sakinleşmek için başvurduğu düşünce, oradaki hakkaniyet sizi deli ediyor mu öfkeden? Umarım ediyordur; insan olmanın tarifi olabilir bu tepki.

Kavala, cezaevindeki hücresinde tek başına kalıyor. Birinci derece yakınları, milletvekilleri ve avukatları dışında hiç kimseyle görüşemiyor. Klasikleri yeniden okuduğunu anlatmış. "Yuval Noah Harari son kitabında, 'Algoritmalar bizim yerimize karar vermeden önce kendimizi daha iyi tanımaya çalışmalıyız' tavsiyesinde bulunuyor. O döneme yetişecek miyim bilmem ama cezaevinin insanın kendisini daha iyi tanıması için uygun bir mekân olduğunu söyleyebilirim."

Talebini dile getirirken seçtiği kelimeler de altında yine kendisine insan diyen herkesin ezileceği cinsten: "Bir an önce özgürlüğüme, aileme dostlarıma kavuşmak istiyorum. Bununla birlikte yıllardır sakıncalarını vurgulamaya çalıştığımız peşinen ceza haline gelmiş mahkeme öncesi uzun tutuklamalara ve yargılamalara artık bir son verilmesini de hayati önemde görüyorum. Benim durumumun bu sakat tutuklama rejiminin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ve yargısına verdiği zararın daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacağına ümit ediyorum."

İşte böyle bir insan o. Bütün katkıların canı cehenneme.

AVUKATLARIN DEDİĞİDİR

Haydi katlanılmaz gerçeklere gelelim: Geçen 1 yıllık sürede Kavala'nın tahliye talepleri, arka arkaya reddedildi. Avukatları Aralık 2017'de Anayasa Mahkemesi'ne (AYM), tutukluluğun anayasaya aykırılığı gerekçesiyle bireysel başvuru yaptı. AYM aradan geçen 11 aylık sürede herhangi bir karar almazken dosya, geçen Haziran başında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşındı, Ankara’dan savunma istendi.

Söz bu kez de Osman Kavala'nın avukatlarından İlkan Koyuncu, Deniz Tolga Aktöre ve Prof. Dr. Köksal Bayraktar’da:

"Osman Kavala'yı tanıyan herkesin hem fikir olduğu konu, Osman Kavala'nın cebir ve şiddetle alakası olmayacağıdır. Adı darbeyle yan yana gelmesi imkânsız biridir. 82 anayasasının değişmesi için çaba sarf etmiş, bunun için çeşitli platformlarda yer almış ve her kesimden siyasetçilerle görüşmeler yapmış bir isimdir Kavala.

"Hükümeti yıkmaya teşebbüs" iddiası öylece havada asılı kalmış. Kavala'nın Gezi olaylarını finanse ettiği iddiasıyla ilgili tek bir delil yok. Malûm bir yıldır iddianame yok. "Kavala Taksim civarında büyümüş bir insandır, ofisi de Gezi Parkı'nın hemen arkasındadır. Orada görülmesinden doğal ne olabilir? İnsanlar Osman Kavala'nın mesela TEMA Vakfı'nın kurucularından olduğunu bilseler, onun neden Gezi'de olduğunu anlayabilirlerdi. Esas Kavala Gezi'de olmasaydı, bu sorgulanabilir bir şey olurdu."

Ha bir de Osman Kavala'nın yabancı bir kişiyle 93.5 saat telefonla konuştuğu öne sürülmüştü. "Burada söz konusu olan bir konuşma değil, telefonların aynı baz istasyonlarından sinyal vermesi. İçeriği belirtilmeyen bu konuşmalarla ilgili bir savunma yapamadık. Kayıtları istedik, bu kayıtlar bize verilmedi. Suç duyurusunda bulunduk, tüm şikâyetlerimiz takipsizlikle sonuçlandı. Bu da adil yargılama ilkesinden mahrum kaldığımızı gösteriyor."

Eldeki tek gerçek işkence ve ceza niyetine bir yıllık rehinlik. Şimdilik adaletin tesisi desem… İnsan hayatı pahasına geciktirilen şey, tadı çıkarılan kötülüktür eldeki. Olmayan şeyin tesisi de ne komik bir kelime.

Daha önce yazmıştım. Bu şehir soylulaştırma pahasına elimden kayıp giderken Galata Kulesi’ne bakarım hep. Orada durmasından güç alırım. Aynı şekilde baktığım davalar var. O davalara konu olan insanlara duyduğum sevgi, minnet ve hürmet niyetine.

Elimde acayip bir öfke. Tek bildiğim hayat haram oluyor habire.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.