Ölçüsüzlük
Dünyada en çok hakaret davası açmış lider unvanına yürüyen, meseleye kişisel yaklaşmayıp makamının saygınlığını koruduğunu iddia eden Cumhurbaşkanı, kendinden önceki bir Cumhurbaşkanını gerçek olmayan bir fotoğrafla suçlayabiliyor. Ama bu noktada, yapılan ölçüsüzlükten daha kötü olan, bu ölçüsüzlüğü durduracak herhangi bir ölçünün olmadığına, varsa da kendisini bağlamadığına inanması. Söyleyenle birlikte, aktaran ve dinleyenin de ölçüsüzleşmesi.
Ölçüsüzlük, gündelik dilde ölçüyü kaçırma, sınırı aşma, oransızlık benzeri bir fazlalık hali için kullanılıyor. (Aslında bu anlamı karşılayan hayli kuvvetli bir "ifrat" sözü olmasına rağmen çoklukla onun yerine ölçüsüzlük kullanılıyor) Dolayısıyla, ölçüsüzlükten bahsetmenin ancak kıyasla mümkün olduğu, bir ölçü veya çizginin aslında var olduğu gibi bir ön kabulden yola çıkılıyor. Kişileri, olayları, gelişmeleri tanımlarken, var kabul edilen bir ölçüye göre oluşmuş pozisyonlarından bahsediliyor. Ölçüyü kaçırmış, sınırı aşmış olmak, eylem kadar pozisyonu da tarif ediyor. Zımni olarak ölçüye uydurulabilme, sınıra çekilme, normale döndürme imkanı varmış, mümkün olabilirmiş gibi düşünülüyor. Ama kelimenin asıl yüksek ve giderek daha baskın hale gelen anlamı, ölçünün tamamen kaybolduğu, bir ölçünün ve sınırın kalmadığı durumu tarif ediyor. Yani bir normalden, ölçüden veya sınırdan uzaklaşmayı değil, bizzat öyle bir nirengi noktasının artık olmadığı, işlemediği, dikkate alınmadığı hali tanımlıyor. Herhangi bir kurala, ölçüye bağlı hissetmeyen, hiçbir şeye karşı sorumluluğu olmayan bir başıboşluk.
"Acayip zamanların" doğruyu imha edip, yalanı anlamsızlaştıran düzleminde pek çok mesele için ölçünün -üstelik aynı anda birkaç ölçünün birden- kaçırıldığına tanık oluyoruz. Herkes, sadece yapılabildiği için, yapmasını engelleyen bir şey olmadığı için yapabildikleriyle sınırları zorluyor. Oransız olduğu apaçık olan hiçbir davranış herhangi bir ölçünün, ayarın veya sınırın dışına çıktığı için kınanmıyor, sadece yarattığı sonuç veya kimden geldiğine bakılarak değerlendiriliyor. Ölçülerin böylesine zorlanması; davranışların ve sözlerin hakikatle bağının kopartılarak sadece fonksiyonlarıyla anlam taşır hale gelmesi, doğrudan ve öncelikle ölçüleri hırpalıyor, zayıflatıyor, hatta imha ediyor. Elbette, hangi ölçü, kimin sınırı, kime göre normal gibi bir dizi sorunun önemi gözardı edilemez ama yaşananlar, bütün bu soruların üzerine çıkan genel bir ölçüsüzlüğe doğru ilerliyor. Bütün ölçüleri, herkes için ayarları anlamsızlaştıran, ortadan kaldıran, sadece birilerinin ölçülerinin değil, herkesin ölçülerini, hatta ölçü fikrinin kendisini imha eden bir hal bu.
Yeni bir norm yarattığını sananlar da, birilerinin ölçülerinin daha önemli hale geldiği vehmine kapılanlar da fena halde yanılıyor. Yaşanan ölçüsüzlüğün -kısa vadede avantajlı gibi görünenleri olsa da- kazananı olması mümkün değil. Türkiye'nin -ve aslında dünyanın da- içine yuvarlandığı ekonomik ve siyasal kriz de, belirli bir fonksiyon için yol verilen, önü açılan ölçüsüzlüklerin kendiliğinden ve zamanla başka bir ölçü yaratabileceği iddiasının çökmüş olmasından. En güçlü aktörlerin, en fütursuz ölçüsüzlerin bile kendilerini koruyamadıkları çaresizlik alanları böyle oluştu ve böyle kalıcılaşıyor. Ölçüsüzlüklerle imha edilen ölçüler, gerekli olduklarında kimsenin yardımına koşamaz hale geliyor. Kuralların, normların, yasaların ve bütün ölçülerin "bir kez delmekle bir şey olmayacağı" inancıyla delik deşik edilmesi, gün geliyor organize imha ekiplerini de vuruyor. Ancak ölçüsüzlük öyle bir seviyeye varmış durumda ki, bir zamanlar ölçüsüzlük yapmış olanların izan taleplerine de "keser döner sap döner" ölçüsüzlüğüyle cevap veriliyor. Ölçü değil ölçüsüzlük yeniden üretiliyor.
Bahsettiğimiz ölçüsüzlük, hayatın her alanında hüküm sürüyor, herkesi ve her yeri zehirliyor. Siyasetteki görünümü ve etkileri ise, daha sarsıcı, yıkıcı olabiliyor. Çünkü, dış ve iç politikadaki ölçüsüzlük, insanların hayatlarına, geri döndürülemez toplumsal hasarlara yol açabilecek bir etki genişliğine sahip. Türkiye'nin de içinde yer aldığı coğrafyanın insanlarının yaşadıkları, onların yaşadıkları üzerinden Avrupa'ya yeniden bir kabus olarak çökmeye başlayan ırkçılık ve yabancı düşmanlığına bakmak bile yeterli. Yıllardır Türkiye'nin içinde yaşadığı kutuplaşma atmosferinin de ölçüsüz bir kullanıma konu olduğu su götürmez bir gerçek. Ötekileştirmenin, hamasetin, çarpıtmanın ölçüsüz örnekleri bütün ölçüleri dağıta dağıta ilerliyor. Dünyada en çok hakaret davası açmış lider unvanına yürüyen, meseleye kişisel yaklaşmayıp makamının saygınlığını koruduğunu iddia eden Cumhurbaşkanı, kendinden önceki bir Cumhurbaşkanını gerçek olmayan bir fotoğrafla suçlayabiliyor. Ama bu noktada, yapılan ölçüsüzlükten daha kötü olan, bu ölçüsüzlüğü durduracak herhangi bir ölçünün olmadığına, varsa da kendisini bağlamadığına inanması. Söyleyenle birlikte, aktaran ve dinleyenin de ölçüsüzleşmesi.
Ölçüsüzlüğün sadece muktedirler, güç kullanabilenler tarafından yapıldığı, kullanıldığı düşüncesinin de doğru olmadığını gösteren çok sayıda örneğe sahibiz. Örneğin, Nazlı Ilıcak veya Mehmet Altan'ın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmasının oransız veya ölçüsüz olduğunu söylemeyi politik pozisyonlara bağlı olmaktan çıkartan bir ölçünün olmadığını düşünen kalabalığa bakın. Herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın (olsa bile) işlerinden atılmış olanların, yeniden iş bulmasının ve emekli olmasının da engellendiği "açlıktan ölme" cezasına mahkum edilmesinin herhangi yasada yeri olamadığını görmek istemeyenlerin, sessiz kalanların çokluğuna bakın. Suçlamaların, hakaretlerin, kullanılan sıfatların ayarsızlığına bakın. Herhangi bir mensubiyetin veya sıfatın kendisi için bütün ölçüleri kaldırdığına inanan sayısı sürekli artıyor. Maruz kalınan ölçüsüzlükler, ölçüyü geri çağırarak değil, kendi ölçüsüzlüğünü yaratarak karşılanmaya çalışılıyor. Veya her ölçüsüzlük eleştirisi, bir zamanlar yapılmış olan bir başka ölçüsüzlük hatırlatılarak savunuluyor. Bir zaman yakalanmış mağduriyet, yeni bir ölçüsüzlüğün ruhsatına çevriliyor. Söyleme mecburiyeti de, söyleme hakkı da ölçüsüz bir keyfilikle belirleniyor.
Siyaset alanı, pozisyonlar ve sonuçlarla çok ilgili, "ne pahasına olursa olsun" fikrine kaçmaya da hep meyyaldir. Hatta siyaset profesyonellerinin 'siyaset sonuç alma sanatıdır' gibi sorunlu tarifleri, pek sevip kullandıkları da vakıa. Bu açıdan, siyasette zorlama ve abartının çok yeni bir eğilim olmadığı söylenebilir. Ancak, hem "dönem ruhu", hem de yaşadığımız pratik, ölçüsüzlüğün kim tarafından hangi dozda kullanıldığını önemsiz kılacak bir seviyeye yaklaştığını gösteriyor. Ölçüsüzlüğün kime karşı ve kim tarafından yapıldığına bakılmadan konuşulabilmesi, ölçüyü geri çağırabilecek olan tek yaklaşım. Bu açıdan, İnönü'yü elinde sadece ABD bayrağı varmış gibi gösteren ölçüsüzlük ile, McKinsey üzerinden ABD mandası iddiası arasında pek bir fark kalmıyor. "Kriz psikolojik" iddiasındaki ölçüsüzlük ile, "yarın banka kapılarında kuyruk olacak" ayarsızlığının farkı olmaması gibi. Her iki durumda da, gündeme getirilirken de, dayanaksız hatta yalan olduğu ortaya çıktığında da geçerli olan ölçüsüzlük, ölçüyü yok etmekten başka bir sonuç üretmiyor. Gerçekten sonuç almak isteniyorsa ölçülü olmak lazım, ölçüden bahsetmek lazım. Ölçü herkesçe kabul edilir olmasa bile, herkesin hiç olmazsa kendi ölçülerinde ısrarcı olması, ölçüden vazgeçmemesi lazım.