YAZARLAR

Erdoğan'ın Çin modeli

Shenzhen’de küresel insansız hava aracı üretiminin büyük kısmını yapmak, hatta uzaktan kumanda yerine el hareketleriyle yönetilebilen drone’lar geliştirmek serbest. Caochangdi’deyse resim, heykel yapmak yasak. Negzel de mi? Tanıdık geldi mi?

Çin, Hong Kong’u Britanya’nın 99 yıllık hakimiyetine zemin oluşturan anlaşmanın süresi bitince devralmıştı. Devir teslim koşullarında, Hong Kong’un dışişleri ve savunma konularında Çin’e bağlı, diğer konulardaysa özerklik sahibi olması öngörülmüştü. Hong Kong sakinleri özellikle ifade özgürlüğü ve sair demokratik haklar konusunda kaygılılardı.

Şimdi Çin, Hong Kong’u anakaradaki Shenzhen ve Guangzhou’ya 23 Eylül’de faaliyete geçen yüksek hızlı “mermi” tren (YHT) hattıyla bağladı. Artık Hong Kong adasından anakaradaki Shenzhen’in iki garına sırasıyla 14 ve 23, Guanghzhou’ya ise 47 dakikada varmak mümkün. Çin, Hong Kong’u 36 kilometre boyuyla dünyanın en uzunu olma özelliği taşıyan bir köprü inşa ederek Macau’ya da bağlayacak.

Çin, böylece Hong Kong, Shenzhen ve Guangzhou’dan oluşan dev bir üretim ve AR-GE havzası oluşturuyor. Henüz kırk yıl önce çamurlu yollarıyla, otuz bin nüfuslu sıradan bir balıkçı kasabası olan Shenzhen şu anda on milyon nüfuslu bir metropol. Shenzhen’in nüfusunun 120 milyona dek artacağından söz ediliyor.

Piyasadan aşina olduğumuz, cebimizde taşıdığımız pek çok markanın yalnızca üretim değil doğum yerleri de Shenzhen. Bu dev şirketler her yıl binlerce yeni icatları için uluslararası patent başvurusunda bulunuyor. Shenzhen, Silikon Vadisi’ne rakip olarak, Batı’nın genç, parlak girişimcilerini de çeken yeni “Vahşi Batı” olmak yolunda.

YHT hattı anakarayı Hong Kong’a bağlarken, Pekin’e de dünyanın en büyük havalimanı inşa ediliyor. Daxing Havalimanı 2019 yılı sonunda hizmete verecek ve 120 milyon yolcu kapasiteli olacak. İlginç biçimde 12 milyar dolarlık maliyeti bizim üçüncü’den, on milyar ucuza gelmiş. Nasıl olmuş diye sormayın, bilmiyorum.

Tüm bu “kalkınma” Pekin’den yönlendirilen belirli bir siyasal plan doğrultusunda yönetiliyor. Devlet Başkanı Şi’nin enigmatik tebessümü bize yukarıda alt alta yazdığım etkileyici rakamlardan daha çok ipucu veriyor. Şi, ömür boyu lider malum. Çin, Şi liderliğinde geleceğini inşa ederken, bazı şeyleri de imha ediyor.

Örnekse, Ai Wei Wei’nin Pekin’deki atölyesi ve onun girişimiyle kurulan Caochangdi mahallesindeki sair sanat atölyeleri dümdüz edip, yıkılıyor. Zira, pek çok kez hapse atıldıktan sonra, 2015 yılında Almanya’ya kapağı atan Ai Wei Wei gibi yaratıcıların sanatı siyasal direniş olarak görülüyor.

Shenzhen’de küresel insansız hava aracı üretiminin büyük kısmını yapmak, hatta uzaktan kumanda yerine el hareketleriyle yönetilebilen drone’lar geliştirmek serbest. Caochangdi’deyse resim, heykel yapmak yasak. Negzel de mi? Tanıdık geldi mi?

İşte Erdoğan da bir yandan Batı’ya eğitim almaya gidip, “zihinleri iğfal edilen” mühendislerden, diğer yandan tüm bilim insanlarımızı yurda dönmeye davetten aynı konuşma içinde söz edebiliyor. ABD’li yatırımcıya dara düşerseniz “bana gelin” diyor. Kafası karışık denebilir mi? Hayır.

Dr. Kerem Altıparmak ise emekli oluncaya dek çalışacağını düşünerek 1991’de girdiği Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne “artık Türkiye’de akademi kalmadı” diyerek veda ediyor. Kanal İstanbul’a kazma vurmak için Altıparmak’ın hukuk bilgisine, akademik üretimine elbet ihtiyaç duyulmayacak.

Pekiyi bu işler böyle gider mi? Bana sorarsanız gitmez. Evet, Ümit Akçay hocamız bu sütunlarda bangır bangır yazıyor hukukun üstünlüğü ile kapital hareketlerinin pek ilintisi olmadığını. Ben yine de Altıparmak’ların akademide barınamadığı, Ai Wei Wei’lerin atölyelerine tahammül edilemediği ülkelerde parlak gelecek öngöremiyorum.

Ayrıca ABD’nin Çin’le tutuştuğu ticaret savaşının sonuçlarını da yakında birlikte göreceğiz. Belki Soğuk Savaş döneminin nükleer “MAD” (“mutually assured destruction”) yani karşılıklı imha güvencesi teorisinin ticari anlamda hayata geçmesine benzer bir duruma tanıklık edebiliriz. Buna karşılık biz sıradan faniler ise özgürlüğü yaşamanın omurgasına alarak ayakta durmaya çabalamak zorundayız.

Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden düşünür Pierre Hassner’in ardından kaleme aldığı yazıda Joel Hubrecht, “Taraf tutmamaktan gayet memnun onca uzmanın sahip olduğu sözde bilimsel tarafsızlıktan çıkmak için cüret gerekiyordu. Döneminin davetsiz misafirleri ve başkaldıranlarıyla yan yana durmak için ise cesaret.” cümleleriyle yad ediyordu merhumun hatırasını.

Hürriyet ve adalet için cüret ve cesaret gerek. Öyleyse işi Prof. Dr. Daron Acemoğlu’nun “Ulusların Düşüşü” kitabına dek vardırmadan, sözümüzü güftesi Dursun Ali Akınet’e ait ünlü türküden alıntıyla bağlayalım: “Bu dünyanın direği yok / Merhameti yüreği yok / Kılavuzun gereği yok / Yolun sonu görünüyor.”


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.