YAZARLAR

Eğrisi Fenerbahçe, doğrusu Beşiktaş ve Galatasaray

Galatasaray ve Beşiktaş, Avrupa perdesinde en uygun kostümle yer alan takımlar oldular bu hafta. Akhisar, güçlü rakibiyle birlikte tecrübesizliğine de mağlup olurken Fenerbahçe birkaç yanlışı bir arada yaptı...

Avrupa Ligi, ülke liglerinin seviyelerini çok iyi gösteren bir organizasyon olabilirdi. Eğer UEFA tüm maddi olanakları Şampiyonlar Ligi'nde zaten kazanan kulüplere akıtmasaydı. Ama yapacak bir şey yok, UEFA da dünyadaki birçok organizasyon gibi kapitalist bir oluşum ve en çok parayı en çok kazanacağı yere yatırıyor. Onun dışında, güzel bir organizasyon Avrupa Ligi, birbiriyle maç yapma ihtimali az olan takımların buluşma noktası.

Avrupa sahnesinde dört Türk takımı ilk maçlarını oynadı. Galatasaray ve Beşiktaş'ın üçer gollü galibiyetleriyle Akhisarspor'un evinde Krasnodar'a 1-0 mağlup olması şaşırtıcı sonuçlar değildi. Fakat Fenerbahçe Dinamo Zagreb'e 4-1 mağlup olarak haftanın "en çarpıcı" sonucuna imza attı.

Fenerbahçe'nin aldığı mağlubiyet sevenlerini elbette üzmüştür. Ancak bence en az onlar kadar Beşiktaşlılar da bu sonuca üzülmeli. Çünkü bu hafta oynanacak derbi maçı Fenerbahçe için çok daha kritik hale geldi. Özellikle Şenol Güneş'in Beşiktaş'ının Fenerbahçe karşısındaki gerginliğini de hesaba katarsak, sarı-lacivertlilerin Kadıköy'de göstereceği ekstra motivasyon siyah-beyazlıların işini daha da zorlaştıracaktır. Tersi bir sonuçta ise Fenerbahçe'deki sükunet daha fazla sürmeyecektir.

BAKIŞ AÇISI - DÜŞÜNCE FARKI

Dinamo Zagreb-Fenerbahçe maçının 90+1'inci dakikası. Fenerbahçe rakip ceza sahası önünden bir serbest vuruş kullanacak. Maçın sonucunu değiştirmeyecek ama yine de muhtemel bir gol pozisyonu. O an Zagreb'teki Fenerbahçe tribünleri hep bir ağızdan Beşiktaş'la ilgili sinkaflı bir tezahürat yapıyordu! Bu sadece Fenerbahçe taraftarlarına özgü değil, en yeni örnek olduğu için dile getirdim.

Bu tezahürat aslında futbola -ve elbette dünyaya- ülkece bakış açımızı özetleyen bir örnek. Fenerbahçe'nin rakibi Dinamo Zagreb için maç önü, maç anı ve maç sonu yapılan muhtelif televizyon yayınlarında sürekli mütevazı kadroları olduğu vurgusu yapıldı. O mütevazı kadro daha bu sezona başlarken 3 futbolcusunu yaklaşık 60 milyon Euro'ya sattı. Bizde ise bırakın oyuncu yetiştirip bu meblağlara satış yapmayı, dünyanın en pahalı sözleşmesi imzalatılan 32 yaş üstü futbolcular bedelsiz gönderildiğinde yıllık ücretten kurtulundu diye transfer başarısı olarak görülüyor. Böyle olunca da ezeli rakibe küfür ve kısır yerel rekabet yegane vizyon olarak ülke futbolunu vasatlığa mahkum ediyor.

Avrupa takımları ile "bizimkileri" ayıran çok temel bir ayrım da saha içinde. Elbette onlarca maçın hepsini tek tek izleyemedim ama bulabildiğim en geniş özetlerden takip ettiğim kadarıyla Avrupalı takımlarda oyuncular neyi ne zaman yapması gerekiyorsa bunu gerçekleştirmeye çalışıyor. Yani, top ayağında ve dripling halinde ilerleyen bir futbolcu, takım arkadaşının yaptığı doğru koşuyu olması gereken zamanda ona yolladığı pasla ödüllendiriyor. "O kadar metre top sürdüm, koştum, yoruldum. Pozisyonu bitirmek benim hakkım" diye topu birkaç adım daha dürttükten sonra rakibe kaptırmıyor yani. Takım olma becerisi kerelerce daha yüksek, en küçük ölçekli Avrupalıdan en sükselisine...

DOĞRU ÖRNEK BEŞİKTAŞ, YANLIŞ ÖRNEK FENERBAHÇE

Bu temel dezavantajlara rağmen bu hafta Galatasaray ve Beşiktaş, galip gelmeyi başardılar. Bu iki takım, saha içi ve tribün performansıyla da üst düzey seviyede mücadele etmenin nasıl olması gerektiğini gösterdi. Galatasaray'ın galibiyeti önemli ve gösterişli olmasına rağmen akılda tutulması gereken önemli bir nokta var: Sarı-kırmızılılar gruptaki en kolay maçını oynadı. Buna rağmen oyun üstünlüğünü rakibe bıraktığı anlar fazlaca oldu, Lokomotiv'in bu sezonki kötü görüntüsüne paralel yakaladığı fırsatları değerlendirememesinin de etkisinin olduğu unutulmamalı bu galibiyette. Üstelik böyle bir maçta bile N'diaye gibi önemli bir oyuncu kaybedildi. Fakat Eren Derdiyok'un kazanılması uzun vadede daha önemli.

Beşiktaş ise herhangi bir Anadolu takımıyla oynadığı maçlardan farksız bir şekilde oynadı. İlk yarıda yavaş ve etkisizdi, ikinci yarıda kadro kalitesiyle işi bitirdi. Karius bu maçta da kendini gösterdi ve izleyenlere güven verdi. Larin ise Beşiktaş'ın birinci forveti olma konusunda Mustafa Pektemek'le yarışacak düzeyde olduğunu gösterdi. Akhisar ise sert bir rakiple maceraya başlamanın dezavantajını yaşadı. Buna rağmen maçı berabere bitirebilirlerdi. Ancak bu sezon Akhisar'da tribün tenhalığı en az saha içi sonuçları kadar can sıkıcı.

Aynı platformda yer alsalar da Beşiktaş ve Fenerbahçe aynı akşam doğru ve yanlış uygulama olarak gösterilebilir. Beşiktaş, oyun istikrarını oturtmak ve sezon başından beri bulamadığı ritmi yakalamak adına ana kadrosunun kimyasını bozacak hamlelerden uzak durdu. İlk yarıdaki oyun istenildiği gibi gitmeyince de ikinci devrenin başında başrollerden biri olan Babel'i sahneye sürüldü. Fenerbahçe ise daha ilk 11'ini bile belirleyememişken bu maçta belki bir daha hiçbir maça başlamayacağı bir 11'le sahada yer aldı. Pazartesi günü oynanacak önemli bir derbi maçı düşünülebilir ancak burada önemli olan henüz uyum aşamasını sağlayamamış takımı son bir kez prova etmek olabilirdi. Bu istikrarsızlık takım bütünlüğünü zedelerken oyuncuların özgüvenlerini düşürüyor ve teknik direktör Cocu'yu gereksiz bir sinir harbiyle baş başa bırakıyor.