YAZARLAR

Suriye yaralarını sarıyor 3: Sorunlar İdlib'ten daha önemli

İdlib Şam için atılacak son adımdı ve ama bu adım (Şam açısından) “Rusya’nın gül hatırına” Türkiye’nin lehine bir durum varmış gibi ertelenebilir. Erteleme Suriye’ye bir şey kaybettirmez ama Türkiye’ye kaybettirebilir.

Suriye’nin Şam, Humus, Tartus ve Lazkiye illerinde yaptığımız gözlemleri önceki iki yazıda paylaşmıştık (1)

Son iki yazımızda çizdiğimiz (olumlu) tablonun yanında olumsuzlukları da sıralamak, Suriye’nin şu anda içinde bulunduğu ve gelecekte yaşaması olası sorunları daha gerçekçi görmemizi sağlayabilir.

Daha düne kadar yapılmasına kesin gözü ile bakılan İdlib operasyonunun ertelenmesi ve Suriye’ye yönelik askeri saldırıların sürmesi, Türkiye dahil bazı başkentlerin Suriye’deki hedeflerinden kolay kolay vazgeçmeyeceği gerçeğini bir kez daha ortaya koydu. Ancak bu şartlara rağmen Suriye’nin zor olanı başarması imkansız değil.

Geçmişte yaşanan ve halen devam etmekte olan süreçte Rusya, İran ve Suriye’nin, belirledikleri strateji ve buna bağlı hamleleri dikkatli incelenirse Suriye’deki gelişmelerin iki ayrı başlık altında ele alınması gerektiği görülür: Dış ve iç ajandalar.

İdlib ile ilgili son Putin – Erdoğan buluşması ve buradan çıkan kararlar ve hemen ardından yaşanan füze saldırıları dış ajandanın son örneği.

İç ajandaya gelmeden önce kısaca özetlemek lazım:

Rusya bugüne kadar Suriye sahasında sonuç alıcı ani ve ağır ama aynı zamanda büyük riskler de içeren hamleler yapmak yerine “uzun” yolu seçti. Bu yol bir yandan küresel bazda (yaşadığı) diğer sorunları ve bu sorunlara bağlı olarak yaşanan gelişmeleri gözeten, diğer yandan “rakiplerine” Suriye sahasında gerekçe bırakmamaya özen gösteren bir temel üzerine kurulu.

“Rusya, İdlib’te bulunan militanların hemen hepsini terörist ilan etmişken ve tüm hazırlıklar tamamlanmışken neden Türkiye’ye bu kadar tolerans tanıyor?” sorunun cevabı da bu stratejidir.

Rusya “tüm yanlışlarına rağmen” Erdoğan’ı kaybetmek istemiyor ve bu nedenle Türkiye’de iktidarın zafer olarak nitelendirdiği ancak gerçekte Suriye sahasında devam eden sürece hiçbir etkisi olmayan kazanımlara karşı sessiz kalıyor ve “sayın Erdoğan madem bu kadar ısrarcısınız, önden siz buyurun” diyor.

Rusya’nın bu tavrı sahadaki gerçekler üzerine kurulu: Birincisi İdlib’i bu kadar önemli hale getiren Türkiye’nin ısrarıdır ve İdlib’in Şam yönetimin iç ajandasını uygulama sürecinde hiçbir önemi yoktur. İdlib Şam için atılacak son adımdı ve ama bu adım (Şam açısından) “Rusya’nın gül hatırına” Türkiye’nin lehine bir durum varmış gibi ertelenebilir. Erteleme Suriye’ye bir şey kaybettirmez ama Türkiye’ye kaybettirebilir.

Aynı durumda olan diğer illere bakılırsa İdlib’in durumu daha net görülür. Rakka, Deyrezzor ve Haseke’nin büyük bölümleri yönetimin kontrolünde değil. Ancak yönetim bundan sonrasında yapacağı çalışmalar için bu illeri “ikincil önemde” görüyor. Öncelik Şam, Şam Kırsalı, Halep, Dera, Humus, Hama, Tartus, Lazkiye, Süveyda gibi illerde. Bu illerden Şam zaten ülkenin başkenti, Halep ekonominin motoru, Humus önemli sanayi üretim merkezi. Lazkiye ve Tartus diğer illerden göçenler ile birlikte ülke nüfusunun önemli bir kısmını barındırıyor, aynı zamanda yine diğer illerden göçen sermaye de bu illerde. Hama, Halep’e açılan yolun üzerinde. Hepsinin ortak yanı savaş sürecinde Suriye’nin küçülerek bu illere “sıkışmış” olması. Okullar, fabrikalar, tarım, ticaret bu ilerde. Ve Deyrezzor, Rakka ve İdlib gibi iller “ölü” sayılırken bu iller “yaşıyor.” Şimdilik İdlib olsa da olur olmasa da. Dediğimiz gibi İdlib dış ajanda gereği ve “başkaları önemsediği için” önemli.

Türkiye’ye İdlib’te bundan sonrası için biçilen rol konusunda Fehim Taştekin’in yazısı yeterli fikir veriyor, biz iç ajandaya bakmaya çalışalım.(2)

Suriye yönetiminin süreci iki başlık altında yürüttüğüne dair canlı örnek şudur: Putin – Erdoğan toplantısının yapıldığı gün yaşanan füze saldırısı sonrası Lazkiye’de yaşam durmadı. Bu gibi saldırılar bundan sonra da bekleniyor. Ancak bu saldırılar ya da İdlib ile ilgili yaşananlar, yapılan açıklamalar iç ajandanın ilerlemesine engel teşkil etmiyor.

Bu ajanda yerel seçimlerin yapılması (yapıldı), parlamento seçimlerinin yapılması, yeni anayasa gibi aşamaları içeriyor. Ama asıl yapılması gereken “insan odaklı” işler duruyor.

- Başka il ya da ülkelere göçen milyonlarca insan evlerine dönmeyi bekliyor. Sekiz yıllık süreçte kendi toprağı dışında doğan ve yaşayan yeni bir nesil de var artık. Bunların eski çevrelerine dönüşü, uyumu en zor problemlerden biri.

- Göç eden milyonlar geri döndüğünde önemli bir kısmı evlerini, iş yerlerini eski yerinde bulamayacak. Şimdiden her şarta razı olup harap mekanlarında yaşayanlar da var ancak bu insanlar okul, elektrik, su gibi temel altyapı hizmetlerinden yoksun ve bu alanlarda yapılacak çalışmalardan sonuç almak uzun bir zaman alabilir.

- Ezici çoğunluk nötr kalmayı ya da açıktan tavır almamayı tercih etmiş olsa bile savaş sürecinde toplum “yönetim yanlısı” ve “yönetim karşıtı” kamplarına bölündü. Bu durum ileride “ötekine” bakışı etkiyebilir ve kutuplaşma derinleşebilir.

- İntikam ihtimali toplumu bekleyen en büyük tehlikelerden bir tanesi. Savaşın bir şekilde bir tarafında yer almış resmî ve gayriresmî insanlar biliniyor ve ileride “intikam savaşları” yaşanabilir.

- Savaş sırasında yaralanan, sakat kalan binlerce genç var. Bunların önemli bir kısmı “devlet için savaşırken yaralandı. Bu durum şimdiden “Vietnam Sendromu'na” neden oldu. “Ben bu vatan için savaştım” diyen insanlar ayrıcalık bekliyor ve yönetim bir yandan bu gibilerin toplum içinde sağlıklı ilişkiler ile yaşayabilmesini sağlamak diğer yandan “statülerini” dengelemek konusunda büyük zorluklarla karşı karşıya.

- “Şehit aileleri” bir başka sorun. Devlet için savaşırken hayatını kaybeden yaklaşık 200 bin asker, milis var ve bunların çoğu yeni evlilik çağındaydı. Şimdi binlerce dul ve yetim devletin kendilerine bakmasını bekliyor.

- Savaş ekonomisinin zengin ettiği binlerce kişi var. Bunlar genellikle daha önce iş güç sahibi olmayan ancak talan, fırsatçılık yaparak milyarder olan kimseler. Toplum içinde bu gibilere iyi gözle bakılmıyor ve homurdanmalar artıyor.

- Yukarıda andığımız “bir yolunu bulup başının çaresine bakamayanlar” dışında kalanların ekonomik durumu çok kötü. Öyle ki fiyatlar 10 kat artmasına rağmen kamuda ücretler sadece üç kat arttı ve bu durum trajik boyutlara varan bazı sonuçlara yol açtı.

- Fuhuş, uyuşturucu kullanımı, hırsızlık, dilencilik görülmemiş boyutlara ulaştı.

- Rüşvet ve yolsuzluk Suriye toplumunu kemiriyor. Rüşvet almamak ya da rüşvetsiz iş halledebilmek artık istisnadan sayılıyor.

- Ordu eleman gücünü büyük ölçüde kaybetti. Suriye dışına göçen ve askerlik çağında olan binlerce genç var ve bunların önemli bir kısmı askere alınmamak için Suriye’ye dönmek istemeyebilir. Ordunun eski insan niceliğine ulaşabilmesi zaman alacak gibi görünüyor.

- Savaş sırasında kendilerine alan tanınan milislerin bir kısmı mafyalaşmış durumda. Çok sayıda cinayet, adam kaçırma, araç çalma, rüşvet ile aracılık, iş sahiplerinden haraç gibi olaylara karıştılar ve bunu “vatan için çalıştıkları” savunması ile meşrulaştırıyorlar. Suriye toplumu bu gibilerden fazlasıyla rahatsız ve yönetim savaş zamanı alan tanıdığı bu gibilerden kurtulmanın çaresine bakıyor.

- Daha önce yapılan uzlaşma çalışmaları kapsamında silah bırakıp eski işlerine, statülerine, kamudaki görevlerine geri dönen binlerce “muhalif” toplum içinde tartışma konusu. Yönetim yanlısı olanlar bu durumu kabullenemiyor.

- Tutuklu ve hükümlülerin ne olacağı merak konusu. Şam yönetimi daha önce birkaç kez af çıkarmıştı. Bundan sonra çıkacak benzer bir karar yönetim yanlılarınca hoş karşılanmayacak. Diğer yandan tutuklu ve hükümlü yakınları daima bir af beklentisi içinde olacaklar.

- Siyasi özgürlükler alanında radikal adımların atılması gerekiyor. Aksi halde eski kısıtlı, tek parti merkezli siyasetin dışına çıkılamayacak ve aynı kısır döngü yeniden yaşanacak.

- Basın özgürlüğü ayrı bir sorun. Ülkede onca yolsuzluk, rüşvet olayı varken basında bunlara yer vermek cesaret istiyor. Basın özgürlüğünün geliştirilmesi için adım atılmazsa ülkede yaşanan ve yeni süreçte daha artması beklenen rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlük, görevi kötüye kullanma gibi olumsuzlukların hiçbiri yeterince konuşulamayacak ve halk tarafından bilinse de dile getirilemeyecek.

Bütün bu maddeler ve daha fazlası Suriye’nin asıl zor aşamayı henüz geçemediğini gösteriyor.

Herkesin iştahını kabartan maddi imar elbette mümkün, ancak “insan/toplum” problemi Suriye toplumunun ilerlemeye çalıştığı yolda duran dev bir kaya gibi.

Yönetim çerçevelendirmeye çalıştığımız olumsuzlukların önüne geçebilmek için çeşitli alanlarda çalışmalar yürütüyor. Ancak bu, “devleti sıfırdan inşa etmekten” daha zor. Zira savaşın soktuğu, var ettiği virüsler Suriye toplumunu kolay kolay terk edecek gibi görünmüyor.

Evet Suriye eski günlerine dönüyor, tüm olumsuzluklara rağmen hareketlilik tekrar başladı ve toplum umutla geleceğe bakıyor ama bundan sonrası için Suriye daha işin başında. Yara daha soğumadı.

Yönetim bir kısmında kendisinin de sorumluluğunun bulunduğu bu olumsuzlukların üstesinden gelemezse Suriye toplumunu bu kez çok daha ciddi bir kriz bekliyor. Yaşanmış olan süreçte dış katalizörlerin katkısı inkar edilemez ancak geçmiş ve şimdi ile asıl yüzleşme daha yeni başlıyor ve onca badireyi atlatmış Suriye toplumu ve yönetimini çok daha büyük bir mücadele bekliyor.

(1) Son iki yazım: Suriye yaralarını sarıyor ve Suriye yaralarını sarıyor 2: Humus-Lazkiye

(2) Fehim Taştekin’in son yazısı: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/09/18/erdogan-eliyle-tasfiye/


Musa Özuğurlu Kimdir?

Gazeteci. Mesleğe 1994 yılında başladı. Çok sayıda radyo ve TV kanalının haber merkezlerinde editörlük, muhabirlik, program sunuculuğu yaptı. 2010 yılında TRT Türk’ün Suriye temsilcisi olarak çalışmaya başladı. Suriye’de 2011’de başlayan süreci 2016 yılına kadar yerinde takip eden az sayıda yabancı gazeteciden biridir. Alanı Suriye başta olmak üzere Ortadoğu. Serbest gazeteci olarak çalışmaktadır.